Ana Sayfa YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003 E-Mail

Ümmet, ABD İle Yaptığı Savaşta Yenildi Mi?

Ömer Y.

Irak’ta olup biteni takip eden, Irak’ın beklenilmeyen teslimiyetini gören ve Bağdat’ın beklenilmeyen bir şekilde ABD kuvvetlerine teslim edinilmesi gibi durumlara şahit olan herkes ortaya çıkan tabloyu, ümmetin nankörlerinin hizmeti olarak değerlendirmişlerdir. Olayların sonucu olarak ta Müslümanların tekrar izzetine kavuşacağı, gerçek bir vakıa olarak tek çatı altında birleşecekleri Hilafet devletinin kurulmasının önünün tıkandığı kanısına kapılanlar ortaya çıkmıştır. ABD kendi söylemiyle İslam ümmetinin en stratejik bölgesinde yer alan ve elindeki silah, petrol ve teknik yeteneklerle İslam ümmetinin en önemli konumunda yer alan beldeyi, yani Irak’ı işgal etmiştir. Bunun neticesinde ABD; Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Bahreyn’deki üstlere ilaveten Irak’ı işgaliyle Arap yarımadasındaki üstünlüğünü tam pekiştirmiştir.

Öte yandan Irak’a inşa edeceği üslerin apayrı bir anlam ifade etmesi itibariyle, körfezden başlayıp Irak’a uğrayan, oradan da Afganistan’a kadar uzanan ABD askeri kuşatmasının gölgesi altında bizler nasıl Hilafet devletinin kurulmasından bahsedebiliriz. Ayrıca İslam beldelerinde yer alan ve ehli kuvveti teşkil eden ordu mensuplarından yardım talebinin, olan biten olaylar neticesinde çok zor bir iş olduğu görülmektedir. Öyle ki, ABD Saddam yönetimini devirmek amacıyla Irak’a komşu olan ülkelerin istihbarat birimlerinden yardım talebinde bulunmuş fakat Saddam’ın istihbarat birimlerin olayın farkına varması sonucu ABD’nin bu girişimi sonuçsuz kalmıştır. ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra buna benzer cevaplanması gereken bir çok soru ortaya çıkmıştır. İnşallah bu sorulara isabetli doğru cevaplar vermeye çalışacağız.

Bu soruya verilecek cevaplar; ortaya serilmesi gereken bazı önemli noktalar tarafından berrak bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu noktaları da belirtmemiz kaçınılmazdır. Sırayla bu noktalar şunlardır:

1) İslam ümmeti; ümmet sıfatıyla sahip olduğu köklü tarih içerisinde asla yenilgiye uğramamıştır.

2) İslam ümmeti hiçbir zaman sahip olduğu asker ve teçhizatı sayesinde zafer elde etmemiştir.

3) ABD’nin Irakta bulunması Hilafet devletinin kurulmasına engel değildir.

4) Ümmetin sahip olduğu imkanlar sanıldığından kat kat fazladır.

Şimdi bu noktaları ayrıntılarıyla izah edelim:

1) İslam ümmeti; ümmet sıfatıyla sahip olduğu köklü tarih içerisinde asla yenilgiye uğramamıştır.

Resul (sav) İslam devletini kurup İslam ümmetini teşkil etmesiyle kafirler ve onlara ait olan devletlerle askeri mücadele başlamıştır. Bu mücadele kapsamımda İslam devleti bir çok savaşa katılmıştır. Allah’u Teâla Şöyle buyurmuştur:

“Kendileriyle savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle, (savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma mutlak surette kadirdir.” (Hac 39)

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı...” (Bakara 216)

Bu ayetlerin ışığı altında Bedir Gazvesi gerçekleşmiş ve ezici bir üstünlükle Kureyş kafirleri hezimete uğramış ve bu sayede de Arap yarım adasının İslâmi açıdan fethinin ilk adımı atılmıştır.

Fakat Müslümanların Uhud’daki yenilgisine değinecek olursak buna asla Ümmetin yenilgisidir diyemeyiz, bu vakıanın özünde Müslümanların Nebilerine nasıl itaat etmeleri gerektiği dersi yer almaktadır. Ayrıca bu savaş uzun savaşlar çerçevesinde Resul (sav)’in Kureyşlilerle yaptığı yegane en uzun savaştır ve nihayetinde de Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Uhud günü bela musibet ve imtihan günü idi. O günde Allah müminleri imtihan etmiştir ve münafıkları da yok etmiştir. Ve yine o günde Allah şehit olmak isteyenleri de şehitlik mertebesine kavuşturmuştur. Bunları da açıkça Allah’u Teâla belirtmiştir:

“...Allah içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekini temizlemek için (böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir” (Al’i imran 154)

Böylece Allah iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kafirleri de helak etmek ister.

İslam ümmetinin Tatar akınları neticesinde uğramış olduğu yenilgileri ümmet tarihinde yer alan en büyük yenilgidir. Bunun sebebi de devletin içindeki dağılmalar, parçalanmalar ve baştaki yöneticilerin haince davranmalarıdır. Sonuçta Bağdat Tatarların eline geçmiştir. Fakat Müslümanlar Seyfettin Kıtız kumandasında tekrar toparlanarak Tatar akınlarını durdurmayı başarmışlardır. Zahir Beybers kumandasında Tatarların eline geçen bütün bölgeler tek tek geri alınmıştır. Bundan daha önemli olan bir nokta var ki, oda Müslümanlarla savaşan Tatarların İslam’ı din olarak kabul etmeleri ve damarlarının her zerresinde İslam’ın akidesini hissedip İslam risaletini taşıma misyonunu üstlenmeleridir. Zira bu misyon, insanın hayata bakış açısını bütünüyle değiştirmektedir.

Haçlı savaşlarında Müslümanların maruz kaldıkları yenilgi askeri bir yenilgi olup, Haçlılar Şam beldelerini iki asır gibi bir süre ile işgal etmişlerdir. Fakat bu zayıf Haçlıların karşısında günümüzde olduğu gibi Batılı Devletlerin Hilafet’i yıkıp, İslam beldelerini bölerek neticede Müslümanların fikirsel yenilgilerini sağladıkları bir yenilgiyi, Müslümanlar o tarihte yaşamamışlardı. Zira Selahattin Eyyubi kumandasında Müslümanlar hemen toparlanmış Hittin savaşında da Haçlılara karşı yaşadıkları eski yenilgiyi büyük zafere çevirmişlerdir. Tarih boyunca inişleri çıkışları da olsa, Müslümanların kendilerine ait Devletleri vardı. Bu devlet yaşadığı aksaklıkları hemen onarıp kısa bir süre içerisinde eski gücüne kavuşmasını her durumda bilmiş ve Müslümanları zaferden zafere sürüklemiş, dünya çapında da ağırlığı her zaman hissedilmiştir. Ta ki 1924 yılında Osmanlı Devleti zamanında İslam Devletinin yıkılışında Müslümanlar, bakıcısı olmayan yetimler haline gelmişler, kimse Müslümanların haliyle ilgilenmemiştir. Resul (sav) “Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve korunulur.” (Müslim) buyurmuştur.

1924’ten bu zamana Müslümanların peşini yenilgiler hiç bırakmamıştır. Fakat bu yenilgileri Ümmet vasfıyla hiçbir zaman almamıştır. Bu yenilgileri Filistin’deki, Bosna’daki, Keşmir’deki, Arnavutluk’taki, Afganistan’daki ve Irak’taki Müslümanlar olarak almışlardır. Zira ümmet kendi işini tamamıyla kendisi kontrol etmeyip, ümmetin işleri işbirlikçi hain yöneticilerin elinde bulunmaktadır. Bu işbirlikçi yöneticiler Batılı işgalci devletler tarafından terbiye edilmektedir ve bu devletler bunlara önceden ne yapmaları gerektiğini belirtmiş ve ona göre hareket etmişlerdir.

2) İslam ümmeti hiçbir zaman sahip olduğu asker ve teçhizatı sayesinde zafer elde etmemiştir.

Müslümanların Bedir gazvesindeki sayısı Ensar ve Muhacirlerden oluşan toplam 315 kişiydi. 2 tane süvari ve 70 deve mevcuttu. 1 devenin peşini 2, 3 yada 4 kişi takip ediyordu. Buna karşılık kafirlerin sayısı ise 650 kişiydi. 200 tane süvari, çok sayıda binmeleri ve yüklerini taşımaları için develeri vardı. Bu noktadan hareket ederek Müslümanların kafirlere karşı sayıca yetersiz olduğunu kıyaslayabilir ve farkı açıkça görebiliriz. Bu yetersizliğe rağmen Müslümanlar, Allah’ın (u) şu hitabındaki:

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal 60)

Emrine karşı icabet etmeleri neticesinde ve zaferi de sadece Allah’tan bekleyerek Bedir’de zaferi elde etmişlerdi.

Hazırlamak şer-i bir hükümdür. Düşmanla karşılaşmadan önce bu hükme bağlanmak bütün Müslümanlar için zorunludur. Allah’u Teala Müslümanların maddi sebepleri ihmal ederek takva ve tevekkül sığınmalarından asla razı olmaz. Bunun ötesinde Allah Müminlere zafere ulaşacakları konusunda kefil olmuştur. Ve bunu da şöyle belirtmiştir:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 7)

“...Zafer Allah katındadır...” (Enfal 10)

“Allah size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” (Al’i İmran 160)

Diğer taraftan iman ve takvayı bir araya getirdiklerinde, Allah’u Teala ümmete zaferi ihsan etmektedir. Bunu Allah (u) şöyle belirtmektedir:

“O (peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan) sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’raf 96)

Müslümanların düşmanlarından sayıca ezici bir şekilde fazla olduğu tek savaş Huneyn savaşıdır. Öyle ki, Allah’u Teâla Müslümanlara üstünlüğün kendilerinde ve sayıca fazla olmalarında olmadığı bu savaşta tekit etmiştir. Zira Müslüman ordusunda, fazla olduklarından dolayı yenilmeyecekleri görüşü yayılmıştı. Bu durumu Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” (Tevbe 25)

Bizlerin bunu hatırlatmamızın amacı; dünyadaki mevcut şer güçlere karşı gelebileceğimizi ortaya koymak içindir. ABD ve yandaşları ne kadar da güçlü olurlarsa olsunlar, ne kadar maddi yeteneklere sahip olurlarsa olsunlar, Allah kendi vadi ile zaferin bizler üzerine olduğunu teyit etmektedir. Bunun yanı sıra ümmet henüz tam anlamı ile kullanmadığı maddi imkanlara ilaveten şahadet ruhuna sahiptir. ABD’nin gücü asla bizi korkutmamalıdır.

Irak’ta olanlara gelince: Buradaki yenilgi ümmete mal edilemez, bu yenilgi ilk ve son planda kafir Baas yönetiminin ortadan silinme yenilgisidir, ki Irak’a bu yönetim hükmetmekteydi ve yönetime karşı gelen kişi ve güçleri acımasızca ortadan kaldırıyordu. ABD ile yaptığı son savaştaki zor günlerinde dahi bu yönetim, ümmete istenilen düzeyde hitap etmemiş, ümmetin inancına seslenmemiştir. Zira bu hisleri kaybetmiş kişilerden de böyle bir şey beklenemez. Ayrıca bu yönetim senelerce insanlara zulmetmiştir. Bu yönetimin yok olmasına da kimse üzülmemiştir. Savaşın ilk günlerindeki o direniş, halkın yöneticisine bağlılığıyla ve yönetimin desteklenilmesiyle hiçbir alakası yoktur. Hakikatte de Irak ordusu hiç savaşmamıştır. İşgal kuvvetlerine direnen kimseler, Saddam yönetiminin gölgesi altında seneler boyu zorbalık ve zillet yaşayan halkın kendisidir. Hatta Basra halkı, Saddam’a karşı ayaklanma çıkardıklarında Saddam’ın füzelerine maruz kalmıştır. İşte ABD’ye direnen bu Basra halkı, kesinlikle Saddam ve Baas yönetimi için direnmemiştir.

Burada şunu söylemek gerekir ki; İslam Devleti kurulduğunda, şer güçlerin Irak’a oynadıkları oyunun aynısını uygulayabileceklerine ihtimal veremeyiz! Örneğin; Mansuriye bölgesinin bombalanması ile Saddam’ın ölmesi neticesinde Cumhuriyet muhafızların teslimiyeti ve Bağdat’ın düşmesi gibi bir durumu İslam Devleti için söz konusu edemeyiz. Zira liderin ölmesi teslimiyet için bir gerekçe değildir. Ümmet, küfür ile kitlesel savaşa başladığında, liderin varlığının önemine rağmen, lider öldü diye teslim olmaz. Ayrıca Saddam hiçbir zaman halkı için fiili lider olmamıştır ve bunu da halkına ve ordusuna karşı ateş ve demir ile uyguladığı tutumundan anlamaktayız. İslam Devletinde lider ümmetten bir parçadır! Lider, İslam’ı tatbikte halkın temsilcisi aynı zamanda onun vekilidir. Bunun akabinde ümmet, devlet reisi ölse dahi teslim olmaz, zira Devlet kendisinindir.

3) ABD’nin Irak’ta bulunması Hilafet Devletinin kurulmasına engel değildir.

Şunu bilmemiz gerekir ki; ABD körfez ülkelerinin çoğunda askeri üsler bulundurduğu halde Irak’a savaşı göze alamamıştır. 250.000 asker, buna uygun silah ve uçak gibi teçhizatları bölgeye yığdıktan sonra bunu yapabilmiştir. Aynı şeyi Hilafet Devleti için düşünecek olursak, ABD için bu işin daha fazla zamana ve daha fazla güce mal olacağına rahatlıkla tanık olabiliriz. Ayrıca Irak’a komşu olan ve topraklarını deniz sahillerini ve hava sahasını ABD’ye açan devletler, Hilafet Devleti söz konusu olunca aynı şekilde davranmaya cüret edemeyeceklerdir. Zira bu devlet birden fazla bölgedeki Müslümanları kapsayarak, onların akidelerini taşıyacak ve onların fikir ve duygularını ifade edecektir. Bu devlet ümmete ümmet vasfı ile seslenecek, ümmeti, ümmetin içinde olmayan insanlardan ayrı tutacaktır. Bu tutumu da ümmetin fikir ve mefhumlarını taşımayan Baas yönetimi gösterememiş ve gösteremez de...

4) Ümmetin sahip olduğu imkanlar sanıldığından kat kat fazladır.

Sınırlı bölgesel bir yönetimde kullanan kimse, ABD ve Batının imkanlarını bir kefeye, İslam dünyasında bulunan şu andaki karton devletlerin imkanlarını bir kefeye koyarak ölçüm yapsa, şüphesiz bu kimse ortaya çıkardığı sonuç itibariyle ABD ve onun gücüne asla bu karton devletlerin karşı koyamayacağı kanısına varır.

Fakat sonuç asla bu yönde olamaz, zira ümmetimiz tek bir ümmettir. Her ne kadar sömürgeci devletler, ümmeti yönetimleri altına almak amacı ile ayırmak istediler ise de, ümmet buna itibar etmemiş sömürgecilerin yaptıkları yapmacık sınır taksimatlarına değer vermemişlerdir. Şu anda günümüzde ümmet, tek bir vücut, ki bu vücudun herhangi bir uzvu acı çektiği takdirde, vücuda ait olan diğer uzuvları uykusuzluk ve ateşe çağırması misali hareket etmektedir. İşte bu ümmet, ABD, Afganistan’a savaş ilan ettiği zaman harekete geçmiş, Irak savaşında da aynı tutumu ortaya koymuştur. Ne yazık ki, ümmetin başında bulunan yöneticiler ümmete korkaklık, açlık, zillet elbisesi giydirilerek ümmeti çaresizliğe sürüklemişlerdir. Buna rağmen ümmeti, ne başındaki yöneticiler, ne de onların orduları, ne ABD, ne de onun donanmaları durdurabilmiştir. Bütün bunların neticesinde ABD’ye karşı yapılan kıyaslamada ümmetin sahip olduğu kudretin hesaplanamayacak kadar fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu imkanları da basitçe aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

a) 1 milyarı aşkın muazzam insan gücü.

b) Muazzam maddi imkanlar. İslam ümmeti sahip olduğu yer altı zenginlikleri itibarı ile ümmetler içerisinde en zengin olanıdır. Fakat sahip olduğu bu imkanları kendi çıkarı doğrultusunda kullanamamıştır. En çok bu imkanlardan, ABD başta olmak üzere Batılı devletler ve ümmeti yöneten hain işbirlikçi yöneticiler yararlanmışlardır. İnşaallah devletin kurulması ile Müslümanların arazisinde bulunan servetleri devlet yine İslam ve Müslümanların çıkarı için kullanacaktır.

c) Müslümanların beldeleri; batıda Atlas Okyanusundan, doğuda Çin’e kadar, kuzeyde Anadolu’dan, güneyde Hint Okyanusuna kadar uzanan stratejik bölgelerdir. Bu bölgelerin stratejik öneme sahip olmasından, şer güçler, kendi yönetim ve etiketleri altına alma çabaları vardır. Ve bu, Müslümanları birleştirerek eskide olduğu gibi bütün dünyayı kendi siyasi bakış açılarıyla şekillendirecekleri devletin kurulmasının önüne geçme çabasından başka bir şey değildir.

YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003

Yukarı