Irak’ta
olup biteni takip eden, Irak’ın beklenilmeyen teslimiyetini gören
ve Bağdat’ın beklenilmeyen bir şekilde ABD kuvvetlerine
teslim edinilmesi gibi durumlara şahit olan herkes ortaya çıkan
tabloyu, ümmetin nankörlerinin hizmeti olarak değerlendirmişlerdir.
Olayların sonucu olarak ta Müslümanların tekrar izzetine kavuşacağı,
gerçek bir vakıa olarak tek çatı altında birleşecekleri
Hilafet devletinin kurulmasının önünün tıkandığı
kanısına kapılanlar ortaya çıkmıştır. ABD kendi söylemiyle
İslam ümmetinin en stratejik bölgesinde yer alan ve elindeki
silah, petrol ve teknik yeteneklerle İslam ümmetinin en önemli
konumunda yer alan beldeyi, yani Irak’ı işgal etmiştir. Bunun
neticesinde ABD; Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Bahreyn’deki
üstlere ilaveten Irak’ı işgaliyle Arap yarımadasındaki
üstünlüğünü tam pekiştirmiştir.
Öte
yandan Irak’a inşa edeceği üslerin apayrı bir anlam ifade
etmesi itibariyle, körfezden başlayıp Irak’a uğrayan, oradan
da Afganistan’a kadar uzanan ABD askeri kuşatmasının gölgesi
altında bizler nasıl Hilafet devletinin kurulmasından bahsedebiliriz.
Ayrıca İslam beldelerinde yer alan ve ehli kuvveti teşkil eden
ordu mensuplarından yardım talebinin, olan biten olaylar
neticesinde çok zor bir iş olduğu görülmektedir. Öyle ki,
ABD Saddam yönetimini devirmek amacıyla Irak’a komşu olan
ülkelerin istihbarat birimlerinden yardım talebinde bulunmuş
fakat Saddam’ın istihbarat birimlerin olayın farkına varması
sonucu ABD’nin bu girişimi sonuçsuz kalmıştır. ABD’nin
Irak’ı işgalinden sonra buna benzer cevaplanması gereken bir
çok soru ortaya çıkmıştır. İnşallah bu sorulara isabetli
doğru cevaplar vermeye çalışacağız.
Bu
soruya verilecek cevaplar; ortaya serilmesi gereken bazı önemli
noktalar tarafından berrak bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu
noktaları da belirtmemiz kaçınılmazdır. Sırayla bu noktalar
şunlardır:
1)
İslam ümmeti; ümmet sıfatıyla sahip olduğu köklü tarih
içerisinde asla yenilgiye uğramamıştır.
2)
İslam ümmeti hiçbir zaman sahip olduğu asker ve teçhizatı
sayesinde zafer elde etmemiştir.
3)
ABD’nin Irakta bulunması Hilafet devletinin kurulmasına
engel değildir.
4)
Ümmetin sahip olduğu imkanlar sanıldığından kat kat
fazladır.
Şimdi
bu noktaları ayrıntılarıyla izah edelim:
1)
İslam ümmeti; ümmet sıfatıyla sahip olduğu köklü tarih
içerisinde asla yenilgiye uğramamıştır.
Resul
(sav) İslam devletini kurup İslam ümmetini teşkil etmesiyle
kafirler ve onlara ait olan devletlerle askeri mücadele başlamıştır.
Bu mücadele kapsamımda İslam devleti bir çok savaşa
katılmıştır. Allah’u Teâla Şöyle buyurmuştur:
“Kendileriyle
savaşılanlara (müminlere), zulme uğramış olmaları sebebiyle,
(savaş konusunda) izin verildi. Şüphe yok ki Allah, onlara yardıma
mutlak surette kadirdir.” (Hac 39)
“Hoşunuza
gitmediği halde savaş size farz kılındı...” (Bakara
216)
Bu
ayetlerin ışığı altında Bedir Gazvesi gerçekleşmiş ve ezici
bir üstünlükle Kureyş kafirleri hezimete uğramış ve bu sayede
de Arap yarım adasının İslâmi açıdan fethinin ilk adımı
atılmıştır.
Fakat
Müslümanların Uhud’daki yenilgisine değinecek olursak buna
asla Ümmetin yenilgisidir diyemeyiz, bu vakıanın özünde
Müslümanların Nebilerine nasıl itaat etmeleri gerektiği dersi
yer almaktadır. Ayrıca bu savaş uzun savaşlar çerçevesinde
Resul (sav)’in Kureyşlilerle yaptığı yegane en uzun savaştır
ve nihayetinde de Mekke’nin fethi gerçekleşmiştir. Uhud günü
bela musibet ve imtihan günü idi. O günde Allah müminleri
imtihan etmiştir ve münafıkları da yok etmiştir. Ve yine o günde
Allah şehit olmak isteyenleri de şehitlik mertebesine kavuşturmuştur.
Bunları da açıkça Allah’u Teâla belirtmiştir:
“...Allah
içinizdekileri yoklamak ve kalplerinizdekini temizlemek için
(böyle yaptı). Allah içinizde ne varsa hepsini bilir” (Al’i
imran 154)
Böylece
Allah iman edenleri günahlardan temize çıkarmak, kafirleri de
helak etmek ister.
İslam
ümmetinin Tatar akınları neticesinde uğramış olduğu
yenilgileri ümmet tarihinde yer alan en büyük yenilgidir. Bunun
sebebi de devletin içindeki dağılmalar, parçalanmalar ve baştaki
yöneticilerin haince davranmalarıdır. Sonuçta Bağdat
Tatarların eline geçmiştir. Fakat Müslümanlar Seyfettin Kıtız
kumandasında tekrar toparlanarak Tatar akınlarını durdurmayı
başarmışlardır. Zahir Beybers kumandasında Tatarların eline
geçen bütün bölgeler tek tek geri alınmıştır. Bundan daha
önemli olan bir nokta var ki, oda Müslümanlarla savaşan
Tatarların İslam’ı din olarak kabul etmeleri ve damarlarının
her zerresinde İslam’ın akidesini hissedip İslam risaletini
taşıma misyonunu üstlenmeleridir. Zira bu misyon, insanın hayata
bakış açısını bütünüyle değiştirmektedir.
Haçlı
savaşlarında Müslümanların maruz kaldıkları yenilgi askeri
bir yenilgi olup, Haçlılar Şam beldelerini iki asır gibi bir süre
ile işgal etmişlerdir. Fakat bu zayıf Haçlıların karşısında
günümüzde olduğu gibi Batılı Devletlerin Hilafet’i yıkıp,
İslam beldelerini bölerek neticede Müslümanların fikirsel yenilgilerini
sağladıkları bir yenilgiyi, Müslümanlar o tarihte yaşamamışlardı.
Zira Selahattin Eyyubi kumandasında Müslümanlar hemen toparlanmış
Hittin savaşında da Haçlılara karşı yaşadıkları eski
yenilgiyi büyük zafere çevirmişlerdir. Tarih boyunca inişleri
çıkışları da olsa, Müslümanların kendilerine ait
Devletleri vardı. Bu devlet yaşadığı aksaklıkları hemen
onarıp kısa bir süre içerisinde eski gücüne kavuşmasını her
durumda bilmiş ve Müslümanları zaferden zafere sürüklemiş, dünya
çapında da ağırlığı her zaman hissedilmiştir. Ta ki 1924
yılında Osmanlı Devleti zamanında İslam Devletinin
yıkılışında Müslümanlar, bakıcısı olmayan yetimler haline
gelmişler, kimse Müslümanların haliyle ilgilenmemiştir. Resul (sav)
“Halife kalkandır, onun arkasında savaşılır ve
korunulur.” (Müslim) buyurmuştur.
1924’ten
bu zamana Müslümanların peşini yenilgiler hiç bırakmamıştır.
Fakat bu yenilgileri Ümmet vasfıyla hiçbir zaman almamıştır.
Bu yenilgileri Filistin’deki, Bosna’daki, Keşmir’deki,
Arnavutluk’taki, Afganistan’daki ve Irak’taki Müslümanlar
olarak almışlardır. Zira ümmet kendi işini tamamıyla kendisi
kontrol etmeyip, ümmetin işleri işbirlikçi hain yöneticilerin
elinde bulunmaktadır. Bu işbirlikçi yöneticiler Batılı
işgalci devletler tarafından terbiye edilmektedir ve bu
devletler bunlara önceden ne yapmaları gerektiğini belirtmiş ve
ona göre hareket etmişlerdir.
2)
İslam ümmeti hiçbir zaman sahip olduğu asker ve teçhizatı
sayesinde zafer elde etmemiştir.
Müslümanların
Bedir gazvesindeki sayısı Ensar ve Muhacirlerden oluşan toplam
315 kişiydi. 2 tane süvari ve 70 deve mevcuttu. 1 devenin peşini
2, 3 yada 4 kişi takip ediyordu. Buna karşılık kafirlerin
sayısı ise 650 kişiydi. 200 tane süvari, çok sayıda binmeleri
ve yüklerini taşımaları için develeri vardı. Bu noktadan
hareket ederek Müslümanların kafirlere karşı sayıca yetersiz
olduğunu kıyaslayabilir ve farkı açıkça görebiliriz. Bu
yetersizliğe rağmen Müslümanlar, Allah’ın (u) şu
hitabındaki:
“Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için
bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını,
sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,
Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda
ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa
uğratılmazsınız.” (Enfal 60)
Emrine
karşı icabet etmeleri neticesinde ve zaferi de sadece Allah’tan
bekleyerek Bedir’de zaferi elde etmişlerdi.
Hazırlamak
şer-i bir hükümdür. Düşmanla karşılaşmadan önce bu
hükme bağlanmak bütün Müslümanlar için zorunludur. Allah’u
Teala Müslümanların maddi sebepleri ihmal ederek takva ve
tevekkül sığınmalarından asla razı olmaz. Bunun ötesinde
Allah Müminlere zafere ulaşacakları konusunda kefil olmuştur.
Ve bunu da şöyle belirtmiştir:
“Ey
iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz
O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed
7)
“...Zafer
Allah katındadır...” (Enfal 10)
“Allah
size yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur.
Eğer sizi bırakıverirse, ondan sonra size kim yardım eder? Müminler
ancak Allah'a güvenip dayanmalıdırlar.” (Al’i İmran 160)
Diğer
taraftan iman ve takvayı bir araya getirdiklerinde, Allah’u Teala
ümmete zaferi ihsan etmektedir. Bunu Allah (u) şöyle
belirtmektedir:
“O
(peygamberlerin gönderildiği) ülkelerin halkı inansalar ve (günahtan)
sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice
bereket kapıları açardık, fakat yalanladılar, biz de ettikleri
yüzünden onları yakalayıverdik.” (A’raf 96)
Müslümanların
düşmanlarından sayıca ezici bir şekilde fazla olduğu tek
savaş Huneyn savaşıdır. Öyle ki, Allah’u Teâla
Müslümanlara üstünlüğün kendilerinde ve sayıca fazla
olmalarında olmadığı bu savaşta tekit etmiştir. Zira Müslüman
ordusunda, fazla olduklarından dolayı yenilmeyecekleri görüşü
yayılmıştı. Bu durumu Allah’u Teala şöyle buyurmuştur:
“Andolsun
ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında
size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi
beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı.
Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda
(bozularak) gerisin geri dönmüştünüz.” (Tevbe 25)
Bizlerin
bunu hatırlatmamızın amacı; dünyadaki mevcut şer güçlere karşı
gelebileceğimizi ortaya koymak içindir. ABD ve yandaşları ne
kadar da güçlü olurlarsa olsunlar, ne kadar maddi yeteneklere
sahip olurlarsa olsunlar, Allah kendi vadi ile zaferin bizler
üzerine olduğunu teyit etmektedir. Bunun yanı sıra ümmet
henüz tam anlamı ile kullanmadığı maddi imkanlara ilaveten
şahadet ruhuna sahiptir. ABD’nin gücü asla bizi korkutmamalıdır.
Irak’ta
olanlara gelince: Buradaki yenilgi ümmete mal edilemez, bu
yenilgi ilk ve son planda kafir Baas yönetiminin ortadan silinme
yenilgisidir, ki Irak’a bu yönetim hükmetmekteydi ve yönetime
karşı gelen kişi ve güçleri acımasızca ortadan kaldırıyordu.
ABD ile yaptığı son savaştaki zor günlerinde dahi bu
yönetim, ümmete istenilen düzeyde hitap etmemiş, ümmetin
inancına seslenmemiştir. Zira bu hisleri kaybetmiş
kişilerden de böyle bir şey beklenemez. Ayrıca bu yönetim
senelerce insanlara zulmetmiştir. Bu yönetimin yok olmasına da
kimse üzülmemiştir. Savaşın ilk günlerindeki o direniş,
halkın yöneticisine bağlılığıyla ve yönetimin
desteklenilmesiyle hiçbir alakası yoktur. Hakikatte de Irak ordusu
hiç savaşmamıştır. İşgal kuvvetlerine direnen kimseler,
Saddam yönetiminin gölgesi altında seneler boyu zorbalık ve
zillet yaşayan halkın kendisidir. Hatta Basra halkı, Saddam’a
karşı ayaklanma çıkardıklarında Saddam’ın füzelerine
maruz kalmıştır. İşte ABD’ye direnen bu Basra halkı,
kesinlikle Saddam ve Baas yönetimi için direnmemiştir.
Burada
şunu söylemek gerekir ki; İslam Devleti kurulduğunda, şer güçlerin
Irak’a oynadıkları oyunun aynısını uygulayabileceklerine
ihtimal veremeyiz! Örneğin; Mansuriye bölgesinin bombalanması
ile Saddam’ın ölmesi neticesinde Cumhuriyet muhafızların
teslimiyeti ve Bağdat’ın düşmesi gibi bir durumu İslam
Devleti için söz konusu edemeyiz. Zira liderin ölmesi
teslimiyet için bir gerekçe değildir. Ümmet, küfür ile
kitlesel savaşa başladığında, liderin varlığının önemine
rağmen, lider öldü diye teslim olmaz. Ayrıca Saddam hiçbir
zaman halkı için fiili lider olmamıştır ve bunu da halkına
ve ordusuna karşı ateş ve demir ile uyguladığı tutumundan
anlamaktayız. İslam Devletinde lider ümmetten bir parçadır!
Lider, İslam’ı tatbikte halkın temsilcisi aynı zamanda onun
vekilidir. Bunun akabinde ümmet, devlet reisi ölse dahi teslim
olmaz, zira Devlet kendisinindir.
3)
ABD’nin Irak’ta bulunması Hilafet Devletinin kurulmasına
engel değildir.
Şunu
bilmemiz gerekir ki; ABD körfez ülkelerinin çoğunda askeri
üsler bulundurduğu halde Irak’a savaşı göze alamamıştır.
250.000 asker, buna uygun silah ve uçak gibi teçhizatları bölgeye
yığdıktan sonra bunu yapabilmiştir. Aynı şeyi Hilafet Devleti
için düşünecek olursak, ABD için bu işin daha fazla zamana ve
daha fazla güce mal olacağına rahatlıkla tanık olabiliriz.
Ayrıca Irak’a komşu olan ve topraklarını deniz sahillerini
ve hava sahasını ABD’ye açan devletler, Hilafet Devleti söz
konusu olunca aynı şekilde davranmaya cüret edemeyeceklerdir.
Zira bu devlet birden fazla bölgedeki Müslümanları kapsayarak,
onların akidelerini taşıyacak ve onların fikir ve duygularını
ifade edecektir. Bu devlet ümmete ümmet vasfı ile seslenecek,
ümmeti, ümmetin içinde olmayan insanlardan ayrı tutacaktır.
Bu tutumu da ümmetin fikir ve mefhumlarını taşımayan Baas
yönetimi gösterememiş ve gösteremez de...
4)
Ümmetin sahip olduğu imkanlar sanıldığından kat kat
fazladır.
Sınırlı
bölgesel bir yönetimde kullanan kimse, ABD ve Batının
imkanlarını bir kefeye, İslam dünyasında bulunan şu andaki
karton devletlerin imkanlarını bir kefeye koyarak ölçüm yapsa,
şüphesiz bu kimse ortaya çıkardığı sonuç itibariyle ABD ve
onun gücüne asla bu karton devletlerin karşı koyamayacağı
kanısına varır.
Fakat
sonuç asla bu yönde olamaz, zira ümmetimiz tek bir ümmettir. Her
ne kadar sömürgeci devletler, ümmeti yönetimleri altına almak
amacı ile ayırmak istediler ise de, ümmet buna itibar etmemiş sömürgecilerin
yaptıkları yapmacık sınır taksimatlarına değer
vermemişlerdir. Şu anda günümüzde ümmet, tek bir vücut, ki bu
vücudun herhangi bir uzvu acı çektiği takdirde, vücuda ait
olan diğer uzuvları uykusuzluk ve ateşe çağırması misali
hareket etmektedir. İşte bu ümmet, ABD, Afganistan’a savaş
ilan ettiği zaman harekete geçmiş, Irak savaşında da aynı
tutumu ortaya koymuştur. Ne yazık ki, ümmetin başında bulunan yöneticiler
ümmete korkaklık, açlık, zillet elbisesi giydirilerek
ümmeti çaresizliğe sürüklemişlerdir. Buna rağmen ümmeti, ne
başındaki yöneticiler, ne de onların orduları, ne ABD, ne de
onun donanmaları durdurabilmiştir. Bütün bunların neticesinde
ABD’ye karşı yapılan kıyaslamada ümmetin sahip olduğu
kudretin hesaplanamayacak kadar fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Bu imkanları da basitçe aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:
a)
1 milyarı aşkın muazzam insan gücü.
b)
Muazzam maddi imkanlar. İslam ümmeti sahip olduğu yer altı
zenginlikleri itibarı ile ümmetler içerisinde en zengin olanıdır.
Fakat sahip olduğu bu imkanları kendi çıkarı doğrultusunda
kullanamamıştır. En çok bu imkanlardan, ABD başta olmak üzere
Batılı devletler ve ümmeti yöneten hain işbirlikçi
yöneticiler yararlanmışlardır. İnşaallah devletin kurulması
ile Müslümanların arazisinde bulunan servetleri devlet yine
İslam ve Müslümanların çıkarı için kullanacaktır.
c)
Müslümanların beldeleri; batıda Atlas Okyanusundan, doğuda
Çin’e kadar, kuzeyde Anadolu’dan, güneyde Hint Okyanusuna
kadar uzanan stratejik bölgelerdir. Bu bölgelerin stratejik öneme
sahip olmasından, şer güçler, kendi yönetim ve etiketleri altına
alma çabaları vardır. Ve bu, Müslümanları birleştirerek
eskide olduğu gibi bütün dünyayı kendi siyasi bakış açılarıyla
şekillendirecekleri devletin kurulmasının önüne geçme çabasından
başka bir şey değildir.
|