|
“İnsanlardan
bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden
onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da
Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara:
142)
|
Sahih-i
Buhari’de geçtiği gibi, namazda Resulullah (sav) ve Müslümanlar
Kudüs’e doğru on altı veya on yedi ay yöneldiler. Ondan sonra
Allah’u Teala Mekke’deki Mescid-i Haram’a -Kabe’ye- doğru Müslümanların
yönelmesine dair emir verdi. Bu sırada bir kısım yahudiler, müşrikler
ve münafıklar Müslümanlarla alay ettiler. Bununla da kalmayıp
Muhammed (sav)’in Müslümanlarla oynadığına dair zehirli
yalanlar uydurmaya başladılar. Allah’u Teala bu tür insanların
sefih oldukları yönünde vasıflandırdı. -Sefihin manası;
beyinsiz, alçak anlamlarına gelmektedir.- Onları tahkir etti.
Çünkü, onların düşünmedikleri ve akıllarını
kullanmadıkları gibi maksatları, hak ve doğru olan İslam’la
ve ona inananlarla savaşmaktır.
Kudüs’e
-Mescid-i Aksa’ya- doğru namazda yönelmekle ilgili bir ayet
yoktu. Fakat bu ayet (Bakara: 142), o yönelmeyi nesih ediyor. Bunun
manası; daha önceki yönelme Allah’ın emri idi. Yoksa nasıl
Resulullah (sav) ve Müslümanlar on yedi ay kadar Kudüs’e doğru
namaz kılarlar. Allah onları ayıplamadan yalnız Mekke’ye
doğru yönelmeleri doğrultusunda emir veriyor. Daha önceki
yönelme Resulullah (sav)’in emri ve fiili idi. Buradan anlaşılıyor
ki; Resulullah (sav)’in emri ve fiili veya başka bir ifade ile Sünnetin
Allah’ın vahyi olduğudur. “O dönemde namazın kaderi
nedir?” diye soruldu. Müslümanlar o dönem boşuna mı namaz
kıldılar? Bunlara cevap ondan sonraki ayette geldi (Bakara 143); “Allah
sizin imanınızı boşa çıkartmaz.” Buna binaen Sünnete
uymak imana dayalı bir hususun olduğu kesin ifade ile
anlaşılır.
O
beyinsiz insanların kıblenin çevrilmesine itirazları farklı
idi. Müşriklerin itirazların sebebi; Resulullah (sav) ve Müslümanlarla
alay etmek, münafıklar Resulullah (sav)’in insanlarla
oynadığını göstermek, Yahudiler Kudüs’e itibar verdikleri
için bunun dışında başka kıblenin bulunmasını
istemediklerinden kaynaklanıyor. Allah’u Teala onlara diyor ki; “Mesele
batıya veya doğuya yönelmek değil önemli olan Allah’ın
hidayetine tabi olmaktır.” Zira Allah doğru yolu gösterir
ve bu doğru yola girmek isteyen kimseleri hidayete erdirir.
İstemeyenleri hidayete erdirmez. Çünkü insan, hidayeti ve
delaleti seçmede serbesttir. Ama Allah’u Teala kıblenin
çevrilmesinden hikmeti vardır. Bu ayet ve arkasından gelen şu
ayette bunu beyan etmektedir:
|
“İşte
böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size
şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin
(arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz
ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz
için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden
başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi
edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve
merhametlidir.” (Bakara: 143)
|
Allah’u
Teala İslam ümmetini bir vasat ümmet haline getirdi. Burada vasatın
manası; hayırlı ve adaletli anlamına gelmektedir. Arapça da
vasat sözcüğü; hayırlı ve udul manalarında geçer. İnsanlara
şahit olasınız deyince; daha ziyade udul manasında geçer.
Çünkü şahidin şartlarında udul olması aranır. Udulun manası
ise; farzları yerine getiren ve günahlardan sakınan demektir.
İslam ümmeti hayırlı ve dürüst olduğu için diğer insanlara
şahit olmuştur. Zira İslam ümmetinin daveti, hidayeti ve nuru diğer
insanlara götürmelidir. Bu nedenle diğer insanlara şahitlik
yapacaktır. Bu ümmet diğer ümmetlerden ayrı olmalıdır, onlara
benzememelidir. Çünkü diğer milletler doğru yoldan saptılar.
Eğer onlarla beraber aynı kıbleye yönelirse ortaya sanki onlarla
ortak noktada birleşen görüntüsü verecektir. Fakat kıblesi
ayrı olunca İslam ümmetinin ayrı olduğu netlik kazanır. Böylece
İslam ümmeti diğer ümmetlere benzememiş olur. Bu durumda diğer
insanlara risaleti taşıyacak ve böyle şahit olacaklardır.
Resulullah (sav) de İslam ümmetine tebliğine dair şahitlik
yapacaktır.
Bu
asırda bazı insanlar vasat ümmetin manasını farklı anlamaya
veya yorumlamaya çalışıyorlar. Daha doğrusu “birlikteki orta
çözüm” manasına benzer bir mana çıkartıyorlar. Bu ise
uzlaşmacı bir girişimdir. İki tarafı tek bir noktaya
getirmektir. Örneğin; zalim yöneticilere, küfür rejimlerine karşı
gelmek ifrat (aşırılık), tam susmak (tefrit) tam ihmaldir. Vasat
çözüm ne karşı gelmek ne susmak, zalim yöneticiyle ve küfür
rejimiyle anlaşmaktır. Onun hükümetine veya parlamentosuna girip
ıslahat yapmaktır. Bu düşünce bu ayetin manasına ters olduğu
gibi Resulullah (sav)’in ameline ve sözüne aykırıdır. Ayetin
manası; İslam ümmetinin diğer ümmetlere şahit olabilmesi için
İslam risaletini olduğu gibi tebliğ etmektir. Böylece ancak
vasat ümmet olunur. Yani dosdoğru ve adaletli ümmet olunur.
İslam’ın
bütün nasları ve ifadeleri küfre, zulme ve zalimlere karşı ve
onları kaldırmak için geldi. Zalim veya kafir yönetimi ve
yöneticiyi değiştirmeyi kesin emirle emretti. Resulullah (sav)’in
ameli kafir rejimlere, kafir veya zalim yöneticilere karşı idi.
Zalim yönetici ve rejimlerle ilgili bir çok hadis söylemiştir.
Bunlardan bazıları:
“Cihadın
en üst derecesi zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”
“Şehitlerin
efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı hak sözü
söyleyip o yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”
İslam’da
uzlaşma veya orta çözüm yoktur. Hak veya batıl, hayır veya
şer, doğru veya yanlış, hidayet veya dalalet, nur veya
karanlık, adalet veya zulüm ilkeleri vardır. İnsan şeriatın hükmüne
bağlı olacaktır. İslam ne emretti ise; hak, doğru, hidayet,
hayır, nur ve adalettir. Neyi nehyetti ise; batıl, şer, yanlış,
dalalet (sapıklık), karanlık ve zulümdür. İslam’da Şer’i
hükme bağlılık ilkesi vardır. Uzlaşmacı veya orta çözümcü
bunları birbirleri ile bağdaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle küfür
rejimlerine katılır ve zalim yöneticilerle anlaşır. Bu ise küfür
rejimlerini, ilkelerini ve yöneticilerini rahatlatır, uzun
ömürlü kılar. Türkiye gibi yerlerde bizzat bunu görüyoruz. Bu
fikri kabul edenler Atatürk rejimini, ilkelerini, laikliği,
milliyetçiliği ve demokrasiyi yaşatıyor. İslam’ın yönetime
yaklaşmasını engelliyorlar. Ürdün’de de krallığı
yaşatanlar İslam’ın yönetime gelmesini engellemektedirler.
Biz
vasat ümmet olunca diğer insanlara şahit olacağız. Bu
şahitlik; onlara hakkı, hayrı, doğruluğu, hidayeti, nuru ve
adaleti tebliğ etme şeklinde olacaktır. Zamanında nasıl
yapıldı ise, yine bu yönde çalışarak zulmü ortadan kaldırıp
hakkı hakim kılmak istiyoruz. Bunun için zamanında şehitler
verildi, birçok insan yaralandı ama onlar hiçbir zaman
kaybedenlerden olmadılar. Çünkü bütün bunlar Allah rızası için
yapıldı ve yapılmaktadır.
Bu
ayette daha önce bir kıblenin olduğundan bahsedilmektedir. “…daha
önce yöneldiğin kıble…” fakat hiçbir ayette o kıblenin
ismi veya onunla ilgili bir işaret beyan edilmemektedir. Resulullah
(sav) ve Müslümanlar nasıl o kıbleye doğru yöneliyorlardı ve
onlara bu yönelmekle ilgili kimden emir gelmişti? Elbette ki, bu
Resulullah (sav) tarafından bildirilmiştir. Bu emir Allah’tan idi.
Çünkü ayette; “…daha önce yöneldiğin kıbleyi
kılmıştık” diye beyan ediliyor. Öyle ise Resulullah’ın
emri vahiyle Allah’tan almıştır. Bu da gösteriyor ki; sünnet
Allah tarafından vahyedilmiştir. Bu (Sünnet) Resulullah’ın sözlerini,
amellerini ve takririni içermektedir. Takrir, bir şeye karşı
susmaktır. Bu susma o şeyin caiz olduğu anlamına gelmektedir.
Bundan sonra kim sünneti inkar ederse vahyi inkar etmiş olur. Sünnet
devre dışı bırakılmakla İslam ahkamının yarısından
fazlası inkar edilmiş olur. Böyle kişiler bütün hadisler doğru
değil veya çelişki var diyerek bahaneler gösterirler.
Sünnet
sahih ve doğru hadislerden ibarettir. Doğru olmayan, zayıf veya
mevzu (uydurma) hadisler reddedilir. Sahih hadislerin toplamını
veya sünneti inkar eden kimse kafir olur.
Allah’u
Teala Müslümanların imanını denemek için kıbleyi
değiştirdi. Ayette Resule kimin tabi olup olmayacağını bilmek için
Allah (cc) kıbleyi değiştirdiğini beyan ediyor. Resule tabi
olmak; onun sözlerine, amellerine ve takririne uymaktır. Allah (cc)
Resule daha önce; “Kudüs’e doğru namaz kılın dedi” ve
Resul de bu emri yerine getirdi. Buna göre sünneti kabul edip
uygulamak Allah’ın emridir ve imandandır.
Kıbleyi
değiştirmek imanları zayıf olanlara ve münafıklara ağır
geldi. Sanki Resulullah’ın kendileri ile alay etti imajı
oluştu. Bundan dolayı da, bir Kudüs’e bir Kabe’ye doğru yönelme
ne demek oluyor diye itirazda bulundular. Ama Allah’ın hidayetini
tatmış olanlar ise hemen bu emre tabi oldular. Onlara bu yöneliş
hiçbir zaman zor gelmedi. Hatta sahabenin bir tanesi başka
mescitte ikindi namazını cemaatle kılarken onlara kıblenin Kudüs’ten
Kabe’ye çevrildiği haberi ulaşınca hemen kıblelerini
değiştiriverdiler. Resulullah hakkında hiç şüpheye düşmeden
emri aynen ifa ettiler. İşte gerçek hidayet sahibi kişiler
bunlardır. Kafirler, münafıklar, Hıristiyanlar ve inançsızlar
hemen Resulullah hakkında ithamlarda bulundular. imanı zayıf
olanlar da bunu hazmedemediler ve onlara da ağır geldi. Hatta
imanı zayıf olan kişilere şu bidatten vazgeç denildiğinde onu
terk etmekte zorlanır. Doğru fikre meyletmek ona ağır gelir.
İmanı kuvvetli olanlar için bir sorun yoktur. Onlar hemen Şer’i
hüküm neyi gerektiriyorsa ona uyar.
On
yedi ay zarfında kıldıkları namazların kaderi nedir? Allah’u
Teala onların zayi olmayacağını beyan etmektedir. İmana dayalı
olup Resulullah’a tabi olarak kıldıkları o namazların geçerliliği
bildirilmektedir. Resule uymak imandandır. O ise namazları Kudüs’e
doğru kılıyordu. Ona uyanlar da herhangi bir ayetten dolayı
değil, Resulullah (sav) böyle yaptığı için ona uyuyorlardı. Bu
da gösteriyor ki; Resule uymak imanîdir. Vahye nasıl tabi
olunuyorsa, Sünnete de o şekilde hiçbir ayırım gözetmeden
uymak gerekir.
Hadislerin
rivayetleri iki çeşittir: Mütevatir ve Haber-i ahaddir. Her
mütevatir hadise inanmak gerekir. Haber-i ahad ise kabul edilir,
yalanlanmaz, onu yalanlamak haramdır. Fakat haber-i ahadde
hadislerin toplamına inanmak gerekir. Çünkü toplamı mütevatir
olur. Amel veya uygulama açısından ise ikisi de aynı derecede
uygulanır. Arasında hiçbir fark yoktur. Yine de amel konusunda
ayet ile haber-i ahad arasında bir fark yoktur.
Allah’u
Teala müminlere şefkatli ve merhametlidir. Bu nedenle daha önce
yaptıkları ibadetleri kabul ediyor, müminlere sevap veriyor.
Ancak, Allah’u Teala bir ayeti veya bir hadisi başka bir ayetle
nesh eder. Bu şekilde müminlerin imanlarını ortaya çıkartmak
istiyor. Yeni gelen emirlerin tümü de müminler için rahmettir.
İnsanlar daha sonra bunun neticesini göreceklerdir…
|