Ana Sayfa YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003 E-Mail

Tefsir: Bakara Suresi 142-143

Esad MANSUR

“İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara: 142)

Sahih-i Buhari’de geçtiği gibi, namazda Resulullah (sav) ve Müslümanlar Kudüs’e doğru on altı veya on yedi ay yöneldiler. Ondan sonra Allah’u Teala Mekke’deki Mescid-i Haram’a -Kabe’ye- doğru Müslümanların yönelmesine dair emir verdi. Bu sırada bir kısım yahudiler, müşrikler ve münafıklar Müslümanlarla alay ettiler. Bununla da kalmayıp Muhammed (sav)’in Müslümanlarla oynadığına dair zehirli yalanlar uydurmaya başladılar. Allah’u Teala bu tür insanların sefih oldukları yönünde vasıflandırdı. -Sefihin manası; beyinsiz, alçak anlamlarına gelmektedir.- Onları tahkir etti. Çünkü, onların düşünmedikleri ve akıllarını kullanmadıkları gibi maksatları, hak ve doğru olan İslam’la ve ona inananlarla savaşmaktır.

Kudüs’e -Mescid-i Aksa’ya- doğru namazda yönelmekle ilgili bir ayet yoktu. Fakat bu ayet (Bakara: 142), o yönelmeyi nesih ediyor. Bunun manası; daha önceki yönelme Allah’ın emri idi. Yoksa nasıl Resulullah (sav) ve Müslümanlar on yedi ay kadar Kudüs’e doğru namaz kılarlar. Allah onları ayıplamadan yalnız Mekke’ye doğru yönelmeleri doğrultusunda emir veriyor. Daha önceki yönelme Resulullah (sav)’in emri ve fiili idi. Buradan anlaşılıyor ki; Resulullah (sav)’in emri ve fiili veya başka bir ifade ile Sünnetin Allah’ın vahyi olduğudur. “O dönemde namazın kaderi nedir?” diye soruldu. Müslümanlar o dönem boşuna mı namaz kıldılar? Bunlara cevap ondan sonraki ayette geldi (Bakara 143); “Allah sizin imanınızı boşa çıkartmaz.” Buna binaen Sünnete uymak imana dayalı bir hususun olduğu kesin ifade ile anlaşılır.

O beyinsiz insanların kıblenin çevrilmesine itirazları farklı idi. Müşriklerin itirazların sebebi; Resulullah (sav) ve Müslümanlarla alay etmek, münafıklar Resulullah (sav)’in insanlarla oynadığını göstermek, Yahudiler Kudüs’e itibar verdikleri için bunun dışında başka kıblenin bulunmasını istemediklerinden kaynaklanıyor. Allah’u Teala onlara diyor ki; “Mesele batıya veya doğuya yönelmek değil önemli olan Allah’ın hidayetine tabi olmaktır.” Zira Allah doğru yolu gösterir ve bu doğru yola girmek isteyen kimseleri hidayete erdirir. İstemeyenleri hidayete erdirmez. Çünkü insan, hidayeti ve delaleti seçmede serbesttir. Ama Allah’u Teala kıblenin çevrilmesinden hikmeti vardır. Bu ayet ve arkasından gelen şu ayette bunu beyan etmektedir:

“İşte böylece sizin insanlığa şahitler olmanız, Resûl'ün de size şahit olması için sizi mutedil bir millet kıldık. Senin (arzulayıp da şu anda) yönelmediğin kıbleyi (Kâbe'yi) biz ancak Peygamber'e uyanı, ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir. Allah sizin imanınızı asla zayi edecek değildir. Zira Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametlidir.” (Bakara: 143)

Allah’u Teala İslam ümmetini bir vasat ümmet haline getirdi. Burada vasatın manası; hayırlı ve adaletli anlamına gelmektedir. Arapça da vasat sözcüğü; hayırlı ve udul manalarında geçer. İnsanlara şahit olasınız deyince; daha ziyade udul manasında geçer. Çünkü şahidin şartlarında udul olması aranır. Udulun manası ise; farzları yerine getiren ve günahlardan sakınan demektir. İslam ümmeti hayırlı ve dürüst olduğu için diğer insanlara şahit olmuştur. Zira İslam ümmetinin daveti, hidayeti ve nuru diğer insanlara götürmelidir. Bu nedenle diğer insanlara şahitlik yapacaktır. Bu ümmet diğer ümmetlerden ayrı olmalıdır, onlara benzememelidir. Çünkü diğer milletler doğru yoldan saptılar. Eğer onlarla beraber aynı kıbleye yönelirse ortaya sanki onlarla ortak noktada birleşen görüntüsü verecektir. Fakat kıblesi ayrı olunca İslam ümmetinin ayrı olduğu netlik kazanır. Böylece İslam ümmeti diğer ümmetlere benzememiş olur. Bu durumda diğer insanlara risaleti taşıyacak ve böyle şahit olacaklardır. Resulullah (sav) de İslam ümmetine tebliğine dair şahitlik yapacaktır.

Bu asırda bazı insanlar vasat ümmetin manasını farklı anlamaya veya yorumlamaya çalışıyorlar. Daha doğrusu “birlikteki orta çözüm” manasına benzer bir mana çıkartıyorlar. Bu ise uzlaşmacı bir girişimdir. İki tarafı tek bir noktaya getirmektir. Örneğin; zalim yöneticilere, küfür rejimlerine karşı gelmek ifrat (aşırılık), tam susmak (tefrit) tam ihmaldir. Vasat çözüm ne karşı gelmek ne susmak, zalim yöneticiyle ve küfür rejimiyle anlaşmaktır. Onun hükümetine veya parlamentosuna girip ıslahat yapmaktır. Bu düşünce bu ayetin manasına ters olduğu gibi Resulullah (sav)’in ameline ve sözüne aykırıdır. Ayetin manası; İslam ümmetinin diğer ümmetlere şahit olabilmesi için İslam risaletini olduğu gibi tebliğ etmektir. Böylece ancak vasat ümmet olunur. Yani dosdoğru ve adaletli ümmet olunur.

İslam’ın bütün nasları ve ifadeleri küfre, zulme ve zalimlere karşı ve onları kaldırmak için geldi. Zalim veya kafir yönetimi ve yöneticiyi değiştirmeyi kesin emirle emretti. Resulullah (sav)’in ameli kafir rejimlere, kafir veya zalim yöneticilere karşı idi. Zalim yönetici ve rejimlerle ilgili bir çok hadis söylemiştir. Bunlardan bazıları:

“Cihadın en üst derecesi zalim yöneticiye karşı hak sözü söylemektir.”

“Şehitlerin efendisi Hamza’dır ve zalim yöneticiye karşı hak sözü söyleyip o yönetici tarafından öldürülen kimsedir.”

İslam’da uzlaşma veya orta çözüm yoktur. Hak veya batıl, hayır veya şer, doğru veya yanlış, hidayet veya dalalet, nur veya karanlık, adalet veya zulüm ilkeleri vardır. İnsan şeriatın hükmüne bağlı olacaktır. İslam ne emretti ise; hak, doğru, hidayet, hayır, nur ve adalettir. Neyi nehyetti ise; batıl, şer, yanlış, dalalet (sapıklık), karanlık ve zulümdür. İslam’da Şer’i hükme bağlılık ilkesi vardır. Uzlaşmacı veya orta çözümcü bunları birbirleri ile bağdaştırmaya çalışıyor. Bu nedenle küfür rejimlerine katılır ve zalim yöneticilerle anlaşır. Bu ise küfür rejimlerini, ilkelerini ve yöneticilerini rahatlatır, uzun ömürlü kılar. Türkiye gibi yerlerde bizzat bunu görüyoruz. Bu fikri kabul edenler Atatürk rejimini, ilkelerini, laikliği, milliyetçiliği ve demokrasiyi yaşatıyor. İslam’ın yönetime yaklaşmasını engelliyorlar. Ürdün’de de krallığı yaşatanlar İslam’ın yönetime gelmesini engellemektedirler.

Biz vasat ümmet olunca diğer insanlara şahit olacağız. Bu şahitlik; onlara hakkı, hayrı, doğruluğu, hidayeti, nuru ve adaleti tebliğ etme şeklinde olacaktır. Zamanında nasıl yapıldı ise, yine bu yönde çalışarak zulmü ortadan kaldırıp hakkı hakim kılmak istiyoruz. Bunun için zamanında şehitler verildi, birçok insan yaralandı ama onlar hiçbir zaman kaybedenlerden olmadılar. Çünkü bütün bunlar Allah rızası için yapıldı ve yapılmaktadır.

Bu ayette daha önce bir kıblenin olduğundan bahsedilmektedir. “…daha önce yöneldiğin kıble…” fakat hiçbir ayette o kıblenin ismi veya onunla ilgili bir işaret beyan edilmemektedir. Resulullah (sav) ve Müslümanlar nasıl o kıbleye doğru yöneliyorlardı ve onlara bu yönelmekle ilgili kimden emir gelmişti? Elbette ki, bu Resulullah (sav) tarafından bildirilmiştir. Bu emir Allah’tan idi. Çünkü ayette; “…daha önce yöneldiğin kıbleyi kılmıştık” diye beyan ediliyor. Öyle ise Resulullah’ın emri vahiyle Allah’tan almıştır. Bu da gösteriyor ki; sünnet Allah tarafından vahyedilmiştir. Bu (Sünnet) Resulullah’ın sözlerini, amellerini ve takririni içermektedir. Takrir, bir şeye karşı susmaktır. Bu susma o şeyin caiz olduğu anlamına gelmektedir. Bundan sonra kim sünneti inkar ederse vahyi inkar etmiş olur. Sünnet devre dışı bırakılmakla İslam ahkamının yarısından fazlası inkar edilmiş olur. Böyle kişiler bütün hadisler doğru değil veya çelişki var diyerek bahaneler gösterirler.

Sünnet sahih ve doğru hadislerden ibarettir. Doğru olmayan, zayıf veya mevzu (uydurma) hadisler reddedilir. Sahih hadislerin toplamını veya sünneti inkar eden kimse kafir olur.

Allah’u Teala Müslümanların imanını denemek için kıbleyi değiştirdi. Ayette Resule kimin tabi olup olmayacağını bilmek için Allah (cc) kıbleyi değiştirdiğini beyan ediyor. Resule tabi olmak; onun sözlerine, amellerine ve takririne uymaktır. Allah (cc) Resule daha önce; “Kudüs’e doğru namaz kılın dedi” ve Resul de bu emri yerine getirdi. Buna göre sünneti kabul edip uygulamak Allah’ın emridir ve imandandır.

Kıbleyi değiştirmek imanları zayıf olanlara ve münafıklara ağır geldi. Sanki Resulullah’ın kendileri ile alay etti imajı oluştu. Bundan dolayı da, bir Kudüs’e bir Kabe’ye doğru yönelme ne demek oluyor diye itirazda bulundular. Ama Allah’ın hidayetini tatmış olanlar ise hemen bu emre tabi oldular. Onlara bu yöneliş hiçbir zaman zor gelmedi. Hatta sahabenin bir tanesi başka mescitte ikindi namazını cemaatle kılarken onlara kıblenin Kudüs’ten Kabe’ye çevrildiği haberi ulaşınca hemen kıblelerini değiştiriverdiler. Resulullah hakkında hiç şüpheye düşmeden emri aynen ifa ettiler. İşte gerçek hidayet sahibi kişiler bunlardır. Kafirler, münafıklar, Hıristiyanlar ve inançsızlar hemen Resulullah hakkında ithamlarda bulundular. imanı zayıf olanlar da bunu hazmedemediler ve onlara da ağır geldi. Hatta imanı zayıf olan kişilere şu bidatten vazgeç denildiğinde onu terk etmekte zorlanır. Doğru fikre meyletmek ona ağır gelir. İmanı kuvvetli olanlar için bir sorun yoktur. Onlar hemen Şer’i hüküm neyi gerektiriyorsa ona uyar.

On yedi ay zarfında kıldıkları namazların kaderi nedir? Allah’u Teala onların zayi olmayacağını beyan etmektedir. İmana dayalı olup Resulullah’a tabi olarak kıldıkları o namazların geçerliliği bildirilmektedir. Resule uymak imandandır. O ise namazları Kudüs’e doğru kılıyordu. Ona uyanlar da herhangi bir ayetten dolayı değil, Resulullah (sav) böyle yaptığı için ona uyuyorlardı. Bu da gösteriyor ki; Resule uymak imanîdir. Vahye nasıl tabi olunuyorsa, Sünnete de o şekilde hiçbir ayırım gözetmeden uymak gerekir.

Hadislerin rivayetleri iki çeşittir: Mütevatir ve Haber-i ahaddir. Her mütevatir hadise inanmak gerekir. Haber-i ahad ise kabul edilir, yalanlanmaz, onu yalanlamak haramdır. Fakat haber-i ahadde hadislerin toplamına inanmak gerekir. Çünkü toplamı mütevatir olur. Amel veya uygulama açısından ise ikisi de aynı derecede uygulanır. Arasında hiçbir fark yoktur. Yine de amel konusunda ayet ile haber-i ahad arasında bir fark yoktur.

Allah’u Teala müminlere şefkatli ve merhametlidir. Bu nedenle daha önce yaptıkları ibadetleri kabul ediyor, müminlere sevap veriyor. Ancak, Allah’u Teala bir ayeti veya bir hadisi başka bir ayetle nesh eder. Bu şekilde müminlerin imanlarını ortaya çıkartmak istiyor. Yeni gelen emirlerin tümü de müminler için rahmettir. İnsanlar daha sonra bunun neticesini göreceklerdir…

YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003

Yukarı