Ana Sayfa YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003 E-Mail

FİKİRLERDEN BİR DEMET

Hizb-ut TAHRİR

Kadınların İslamî Elbiseler Giymesi Şeriat’a Göre Farzdır

Bazı insanlar İslam’ın kadınlar için emrettiği giysilerin sadece, giyinmeleri veya örtünmeleri için bir gelenek olduğunu ve bunun din ile hiçbir alakasının olmadığını iddia etmektedirler. Görünen o ki; böylesi kimseler dini hayattan ayıran kapitalist aki­deden etkilen kimselerdir. Halbuki Kur’an-ı Kerimi okuyan her Müslüman için İslam’ın kadınlara emrettiği giysiler bilinmez değildir. Bunu reddetmek veya kabul etmemek için kullanılacak hiçbir açık kapı bırakılmamıştır. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Ey Nebi! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına de ki; (bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman) cilbablarını giysinler. Onların (hür ve namuslu olarak) tanınmaları ve incitilmemeleri için en elverişli yol budur! Allah Ğafur’dur ve Rahim’dir.” (Ahzâb 59)

Ve Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar; namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (mümin kadınlar), ellerinin altında bulunanlar (köleleri), erkeklerden, ailenin kadınına şehvet duymayan hizmetçi vb. tâbi kimseler, yahut henüz kadınların gizli kadınlık hususiyetlerinin farkında olmayan çocuklardan başkasına ziynetlerini göstermesinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatleri üzerine çekecek tarzda yürümesinler). Ey müminler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Nûr 31)

İlk ayet, “Cilbab” giyilmesini emretmektedir. Cilbab; omuzlardan ayaklara (ayakların üstüne) kadar serbestçe bırakılarak vücudu kapatan tek parçalık sıradan bir giysidir. İkinci ayette ise, “Himar” farz kılındı. Himar; başı, yakalara (önde göğüslerin üzerine ve arkada omuz hizasına dek saran bölgeye) kadar örten başörtüsüdür.

Umumi Liderlik, Hususi Liderlikten Önce Gelir

İslam Devleti’ni kurmak için çalışanlar, Peygamberlik Metodu üzere Raşidi Hilafet’i kurmak için çalıştıklarının idraki içerisinde olmalıdırlar. Peygamberlik Metodu üzere Raşidi Hilafet, umumi bir liderliktir. Ve bunun için Emir’ul Mu’minin terimi kullanılır. Bu haliyle, Hilafet veya İmamet Müslümanlar için özel bir manaya sahiptir.

Bu umumi liderlik, vali veya amil gibi hususi liderlikten önce gelmelidir. Umumi lider olan Emir (Halife), gerekli kuvveti ve yetkiyi bey’at yoluyla ümmetten alır. Bey’at ondan başkasına verilemez. Hususi emirlere gelince; onlar kuvvet ve yetkilerini Halife’den alırlar. Yoksa doğrudan ümmetten almazlar. Onlar için bey’at yoktur. Dahası onlar ümmetten diğerleri gibi Halifeye bey’at vermek zorundadırlar.

Bu Sahabenin üzerinde icma ettikleri bir hükümdür. Onlar Halifeye bey’at verdiler ve sonra Halife, işleri yürütme ve tayin etme mesuliyetini üzerine aldı. Bir bölgenin veya vilayetin yöneticileri veya valileri gibi hususi bir emir için bey’at verilmesi ile başlamak, konuları tersine çevirmek ve İcma’ın aksine hareket etmektir.

Kabilecilik, Yardımcıdan Çok Katledicidir

Bir millete veya kabileye körü körüne bağlanmak, kokuşmuş olan tehlikeli bir mefhumdur. Bu ümmeti parçalar, böler ve zayıf düşürür. Düşmana ümmet üzerinde kontrol ve nüfuz imkanlarını kolaylaştırır. Düşmanın ümmet üzerinde amaçladığı gayelerinin tahakkuku için, milletleri dayanıksız hale getirir. Şari bunu mutlak olarak haram kılmıştır. Şari bunu, Cabir hadisinde (muttefek aleyh) cahiliye narası olarak tarif etmiştir. Resulullah (sav) şöyle dedi: “Bu cahiliye narası ne için?” dediler ki; “Ey Allah’ın Resulü! Muhacirden bir adam, Ensar’dan bir adama vurdu. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle dedi: “Onu (kabileciliği) bırakın! Zira o kokuşmuştur.”

Yine el-Hakim’de yer alan ve Hudayfe (ra)’ın rivayet ettiği bir diğer Sahih hadiste Allah’ın Resulü (sav) şöyle buyurdu: “Ümmetim, aralarında temayüz, temayül ve mekaami’ görünmedikçe imtihan edilmeyecektir.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Resulü! Temayüz nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Temayüz benden sonra İslam’da, insanlar tarafından değiştirilecek olan kavmiyetçiliktir.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Resulü! Temayül nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Bir kavim, başka bir kavmi karşısına alır ve onun mukaddesatına tecavüz eder.” Dedim ki; “Ey Allah’ın Resulü! Mekaami’ nedir?” O (sav) şöyle dedi: “Bir adam kavmiyetçiliğe davet eder ve kavmiyetçiliği destekleyen cahiliye bayrağı altında öldürülürse, onun ölümü cahiliye ölümü olur.” Yine Müslim, Cendeb b. ‘Abdullah el-Beceli’den Resulullah (sav)’in şöyle dediğini rivayet etti: “İslam topraklarında kavmiyetçiliğin pis kokusu, burunların kapanmasına sebep olur.”

İslam Namusu Korur, Batı İse Ona Tecavüz Eder

Batı’nın Kapitalizmi, tarihte örneği görülmemiş, yüz kızartıcı ve şehvet düşkünü bir hadarattır. Anormal davranış, fesat ve çıplaklık, insanoğlu arasında bulunabilir. Fakat kapitalizmde bu hareketler, kanunlarla korunmuştur. Ve bu görülmemiş bir şeydir. Bizler hayvanlar arasında fesadın emarelerini görmüyoruz. Fakat Batı hadaratı, bunu bir kişisel özgürlük olarak, garanti etmektedir. Dahası onlara göre bu, insan haklarından veya kadın haklarından bir parçadır.

Batılılar ve Batı’nın aklını çeldiği kimseler; İslam’ın kadınları haklarından mahrum bıraktığını veya onları saklı tuttuğunu veya onlara baskı yaptığını söylerken, hiç utanç duymamaktadırlar. Bu şekilde insanların haklarının korunduğunu iddia etmek hayret verici değil mi? Bu bakış açısıyla; onu aşağılık olarak veya onu mal veya eşya olarak gören bir kimse, kadını sağlamca korunmuş bir mücevher şeklinde gören bir kimse gibi olur mu? Ondan bir süt ineği gibi veya bir cariye gibi çalışmasını isteyen kimse, onu şefkatli bir anne veya evinin hanım efendisi olarak düşünebilir mi?

Onu çalışmaya zorlayanlar mı yoksa, (gerektiğinde meşru işlerde) çalışması için ona izin verenler mi? Onu bir şeref ve namus olarak korumak için hayatını feda edenler mi yoksa, onun geceyi umumhanede geçirip geçirmediğini bilmeyenler mi? Onu ehlinden kılan ve onunla bir aile inşa eden mi yoksa, onunla geçici ve anlık arzularını tatmin eden ve sonra veled-i zina olan çocuğu ile baş başa bırakıp veya kürtaj yaptırıp terk eden mi?

Fetihler Rahmet, Sömürgecilik Cezadır

Sömürge olan ülkelerin istisnasız tamamı; hakları çiğnenmiş, servetleri yağmalanmış ve iradeleri iptal edilmiş ülkelerdir. Bu vakıa sabittir. Sömürgeciler, herkes tarafından bilinen şeytani üsluplarıyla varlıklarını sağlama alırlar. Sadece bu bile, geri kalmış ülke halklarının nasıl şaşkına çevrildiğini ve sömürgecilerin o insanları, işçileri ve köleleri olsun diye kapitalist ülkelere savaş gemileriyle götürülürken nasıl öldüklerini göstermek için, fazlasıyla yeterlidir.

İslamî fetihler tarihinde böyle bir şey var mıydı? Herhangi bir kimsenin devlet içerisinde rahatça hareket etmesine engel konuldu mu? Fethedilen ülkeler; sanayiden, tarımdan ve ticaretten mahrum bırakıldı mı? Bir Hintlinin Şam’da veya bir Türk’ün Bağdat’ta yaşaması yada bir Ermeni’nin İstanbul’da fabrika açması engellendi mi?

YIL 14  SAYI 166-167  ŞABAN/RAMAZAN 1424  EKİM/KASIM 2003

Yukarı