Ana Sayfa YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004 E-Mail

HİLAFET'İN SÖZÜ: MÜSLÜMANLARIN KARA GÜNÜ 3 MART 1924 VE GURUR GÜNÜ HİCRET

Hilafet Dergisi

Allah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:

“Andolsun ki Musa'yı da Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket) günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” (İbrahim 5)

Müslümanlar bu günlerde hayatlarının en önemli iki günün anılarını hatırlamaktalar. Bu iki ayrı gün, önemlerinden dolayı her sene olduğu gibi bu sene de kutlanmaktadırlar. Müslümanların ve insanlığın tarihinin akışını köklü olarak değiştiren bu iki önemli gün birbirine taban tabana zıttırlar. Biri tarih boyunca imanı ve hakkı temsil ederken, öbürü de küfrü ve batılı temsil etmiştir. Biri İslam ümmeti için gurur ve izzet kaynağı iken, öbürü ise utanç ve zillet kaynağıdır. Biri sevinç ve nur günü, öbürü de üzüntü, keder ve karanlık günüdür. Biri insanlık tarihinde yıldız gibi parlarken, öbürü de tarihin en kara lekesidir. Bu iki günün birincisi hicret günüdür. Hicret günü, Müslümanların izzet bulduğu ve Resulullah (sav)’in Medine-i Münevvere’de kurduğu İslam Devleti’nin doğuş günüdür. Öbür gün ise sömürgeci kafir devletlerle işbirliği yapan Mustafa Kemal’in ve beraberindeki hainlerin İstanbul’da 03 Mart 1924’de ilga ettikleri İslam Devleti olan Hilafet’in yıkılış günüdür. Bu iki günün biri İslam ümmetine izzeti hatırlatırken, öbürü ise tam tersi hatırlandıkça ümmeti derin bir üzüntüye ve kedere boğar. Her iki günün anılarında ibret verici yönler vardır.

Resulullah (sav)’in hicret ettiği günü anımsadığımızda aklımıza ilk gelen şey, Resulullah (sav)’in ilk peygamberlik dönemi; Mekke-i Mükerrem’de yaptığı tebliğ, toplumla yaptığı fikri mücadeleler, Mekke’nin ileri gelenlerine karşı verdiği siyasi çatışma ve Resulullah (sav)’in getirdiği hak dava ile batıl -cahiliye- dava arasındaki amansın çetin mücadelelerdir. Bu mücadelelerde saflar iyice ayrılmıştı. Hak tarafında Resulullah (sav) ve beraberindeki mü’min sahabeler bulunurken, diğer batıl tarafta da küfrü temsil eden azgın liderleri duruyordu. Allah-u Teala ne güzel tasvir etmiştir:

“Bu iki zümrenin (müminlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla ibret almıyor musunuz?” (Hud 24)

“Körle gören, karanlıkla aydınlık, gölgeyle sıcak bir olmaz.” (Fatır 19-21)

Bu hak-batıl mücadelesi devam ederken, beraberinde sıkıntı, zorluk, eziyet ve işkenceler büyüyordu. Bunların karşısında Resulullah (sav) ve onunla beraber sahabeler İslam davası ve onun geleceği uğruna sebatlık gösteriyor, Allah yolunda hiçbir kınayanın kınamasından korkmuyor ve yüce davalarından asla vazgeçmiyorlardı. İslam davasının şiddetli günlerinde Resulullah (sav) davanın önünü açmak için Taif’e giderek gücü ellerinde bulunduranlardan İslam’ı hakim kılmak için yardım talebinde bulunuyordu, fakat kötü şekilde karşılanıyor ve taşlanıyordu. Sıkıntılar ve ızdıraplar giderek şiddetleniyordu. Bunun üzerine Resulullah (sav) Allah (cc)’a en muhtaç olduğu Taif olayında ona yalvararak şöyle dua ediyordu: “Ey Allah’ım! kuvvetimin zaafını, takatımın azlığını ve insanlara karşı güçsüzlüğümü sana şikayet ediyorum. Ey merhametlilerin merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbı sensin. Ve Rabbım sensin. Beni kimin bakımına bırakıyorsun? Kötü muamale yapan uzak kimselere mi? Yoksa işini ele verdiğin bir düşmana mı? Eğer bana karşı senden bir gazab yoksa hiç aldırış etmem. Fakat benim için daha rahat olan Senin afiyetindir. Senin Vechinin Nuruna sığınırım. O nur ki, onun için karanlıklar açıldı. Dünya ve Ahiret işi onun üzerine salah buldu. Bana gazabını indirmeden veya benim üzerime Senin öfkenin yerleşmesinden afiyetin benim için daha geniştir. Her şey senin rızan içindir. Bütün güç ve kuvvet Senin elindedir.” (İbni Hişam sireti, Assire-n nebeviyye)

Evet, davanın bu çetin günlerinden sonra Allah-u Teala Resülun’e Akabe biatını nasip etti. Fakat kafirler yine boş durmadılar ve Resulullah (sav)’i öldürmeye teşebbüs ettiler. Her şeyi gören ve işiten Allah-u Teala Resulullah (sav)’i kurtarıyor ve Ona hicret etmeyi emrediyordu. Mediney-i Münevvere’ye hicret eden Resulullah (sav) orada İslam’ı pratik olarak uygulamak için İslam Devleti kuruyor, Allah yolunda cihad ediyor, İslam nurunu Arap yarım adasına yaymak ve küfür karanlıklarını yok etmek için İslam risaletinin önünü engelleyen kafirlerle savaşıyordu.

Şeri hüküm olan Hilafet’in yıkıldığı günü anımsadığımızda da aklımıza ilk gelen şey, Hilafet Devleti’ni yıkmak için kafir devletlerin ve onlarla işbirlikçi olan ajan ve hainlerin İslam’a ve Müslümanlara üşüşmeleridir. Kafir devletler, Hilafet’e bazen zarar vererek bazen de Müslümanları öldürerek yıktılar. Ümmetin çöküşü öyle bir hale geldi ki, Mustafa Kemal gibi kafir, yahudi kökenli hain biri bütün Müslümanların gözü önünde çıkıp İslam nizamı ve Darül İslam olan Hilafet’i ilga etmeyi ilan ediyordu. İslam dünyası Müslümanların devleti olan Hilafet’in yıkılmasıyla çalkalanıyordu. Bu yüzden Resulullah (sav)’ın kurduğu Darü-l İslam tekrar Darü-l küfüre dönüştü ve İslam öncesi olan cahiliye ve karanlık devri İslam memleketlerinde tekrar üstümüze çöktü. İslam devleti hayat ortamından uzaklaştırılıp yerine çağdaş cahiliye gelince, artık İslam ümmetinin durumu çerçöplere benzedi ve kafirler Müslümanlar üzerine üşüşmeye başladılar. Bakın Resulullah (sav) ne buyuruyor: “Diğer milletler, oburların yemeğe üşüştükleri gibi üzerinize üşüşecekler. Orada biri dedi ki: Neden, sayımız az mı olacak? Dedi ki: bilakis o gün siz çok olacaksınız. Lakin siz selin önündeki çerçöpler gibi olacaksınız. Allah kafirlerin kalbinden sizin korkunuzu alacak ve sizin kalbinize Vehen yerleştirecek. Orada biri sordu: Ey Allah’ın Resülu Vehen nedir? Dedi ki: Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmek.” (Ebu Davud, kitabul melahim: 3745)

İşte tarihi günler böyledir. Tıpkı gece ve gündüz gibi bazen lehte, bazen de aleyhte olabilmekteler. Ancak bu iki ayrı tarihi gün sünnetullah’a uygun olarak İslam ümmetinin layık olduğu şekilde ve onun durumuna oranla tahakkuk eder. Eğer Müslümanlar izzeti ve onuru İslam risaletinde ararlarsa hicret günü gibi onurlu bir günle şereflenip izzet bulacaklardır:

“...Kim benim hidayetime -Allah’ın nizamına- uyarsa o sapmaz ve bedbaht olmaz.” (Ta-ha 123)

Yok eğer izzetli ve onurlu bir hayata tekrar kavuşmak üzere İslam Devleti’ni Resulullah (sav)’in metodu gereği olarak kurmazlarsa Hilafet’in yıkılış günü gibi lekeli bir günle zillet bulacaklardır:

“Kim de beni anmaktan -Allah’ın nizamı olan hidayet yolundan- yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak...” (Ta-ha 124)

Resulullah (sav)in hicret ettiği günde olduğu gibi bu gün de İslam ümmeti karanlık ve zulüm ortamından kurtulmak üzere izzetli bir hayat arıyorsa ve bu uğurda fedakarlık yapıp İslamî hayatın başlatılması için siyasi ve yaptırım gücü olan İslam Devleti’ni yeniden kurmak için doğru ve sahih bir şekilde çalışırsa Allah-u Teala ona tekrar zaferi, izzeti ve üstünlüğü nasip edecektir:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed 7)

“Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min 51)

Aksi takdirde eğer İslam ümmeti Allah (cc)’ın rızasını kazanmak üzere zillet ve zulüm ortamından kurtulmak için hiçbir çaba sarf etmez, dünyayı ahirete tercih etmeye devam eder ve yüksek hedeflere sahip olmayıp da yere çakılırsa, o zaman Allah-u Teala onurlu ve izzetli hayatı nasip etmez, bilakis İslam ümmetine yakışmayan bu zilletli ve sıkıntılı hayat devam edecektir.

İslam ümmetinin tarihin bazı dönemlerinde çökmesi veya zafiyet göstermesi belki çok garip bir durum olabilir. Çünkü tarih boyunca her ümmetin bir çöküşü olmuştur. Ancak daha garip ve anormal olanı, bu şanlı ümmetin tekrar kalkınıp bütün dünyaya liderlik yapmayı hiç düşünmeden çöküntünün hala devam etmesidir. İslam ümmeti köklü ve canlı bir ümmettir. Bu canlılık İslam akidesinden kaynaklanmaktadır. Canlı ve köklü ümmetler üzüntülü ve kederli günleri hatırlamakla yetinmezler, aksine o günlerden ibret alıp tekrarlarına izin vermez. Aynı şekilde sevinçli günlerle övünmekle yetinmeyip onları tekrar yaşatmak için gayret sarf eder. Eğer canlı ümmetlerin durumu bu ise, en doğru akideye sahip olan İslam ümmetinin durumu kat kat daha üstün olması gerekmez mi? Zira bütün Müslümanlar Allah (cc)’nın şu buyruğunu okumuyorlar mı?

“Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.” (Nur 55)

Ve Resulullah (sav)’in şu hadisini işitmiyorlar mı? “Nübüvvet aranızda Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Sonra Nübüvvet üzere halifelik olacak, Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Sonra ısırıcı hükümranlık olacak, Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Sonra zorbacı hükümranlık olacak, Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Ve sonra Nübüvvet üzere Raşidi hilafet olacak, sonra sustu.” (Ahmed 17680)

Aynı zamanda Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu duymuyorlar mı?

“De ki: (yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de mü’minler de görecektir.” (Tevbe 105)

Evet, Müslümanlar bu ilahi hitabları okuduktan ve duyduktan sonra hilafetin geçmişte olduğu gibi bugün de tekrar doğması için hakkıyla Allah (cc)’a tevekkül edip dayanarak, yalnız ona güvenerek çalışmadan kurulamayacağına kanaat getirmeleri gerekmez mi? Allah (cc)’dan gelen bu ilahi hitaplar ve Resulullah (sav)’in müjdeleri; İslam ümmetinin Resulullah (sav)’in metoduna ve sahabelerin siretine uygun olarak ciddi şekilde çalışmasına teşvik edici bir faktör olması gerekir. İslam ümmeti iyi bilmelidir ki, İslam’ın yönetim nizamı olan Hilafet’in yıkılmasının üzerinden üç gün geçtikten sonra onu tekrar kurmak için ciddi şekilde çalışmazsa cahiliye üzere ölecek, onun geleceği daha karanlık olacak ve sonu da çok daha vahim olacaktır.

İslam ümmetinin ikinci günü olan ve İslam tarihinin en facialı olayı Hilafet’in yıkılışından tam 80 yıl geçti. Bu süre içinde İslam ümmeti zillet, zulüm ve karanlık devrini yaşadı. Hiçbir düşman ondan korkmamak ve hiçbir dost onu saymamaktadır. Artık insanlara çıkartılmış en hayırlı ümmet konumuna gelmenin, dünyaya hakim olan kapitalizmin zulmü ve karanlıklarından kurtulup ölüm-kalım meselesi ve İslam ümmetinin izzeti ve saadeti olan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmanın zamanı gelmiştir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

“…Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed 38)

YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004

Yukarı