Allah-u
Teala Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur:
“Andolsun
ki Musa'yı da Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve
onlara Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felâket)
günlerini hatırlat, diye mucizelerimizle gönderdik. Şüphesiz ki
bunda çok sabırlı, çok şükreden herkes için ibretler vardır.”
(İbrahim 5)
Müslümanlar
bu günlerde hayatlarının en önemli iki günün anılarını
hatırlamaktalar. Bu iki ayrı gün, önemlerinden dolayı her sene
olduğu gibi bu sene de kutlanmaktadırlar. Müslümanların ve
insanlığın tarihinin akışını köklü olarak değiştiren bu
iki önemli gün birbirine taban tabana zıttırlar. Biri tarih
boyunca imanı ve hakkı temsil ederken, öbürü de küfrü ve batılı
temsil etmiştir. Biri İslam ümmeti için gurur ve izzet kaynağı
iken, öbürü ise utanç ve zillet kaynağıdır. Biri sevinç ve
nur günü, öbürü de üzüntü, keder ve karanlık günüdür.
Biri insanlık tarihinde yıldız gibi parlarken, öbürü de
tarihin en kara lekesidir. Bu iki günün birincisi hicret
günüdür. Hicret günü, Müslümanların izzet bulduğu ve
Resulullah (sav)’in Medine-i Münevvere’de kurduğu İslam Devleti’nin
doğuş günüdür. Öbür gün ise sömürgeci kafir devletlerle işbirliği
yapan Mustafa Kemal’in ve beraberindeki hainlerin İstanbul’da 03
Mart 1924’de ilga ettikleri İslam Devleti olan Hilafet’in
yıkılış günüdür. Bu iki günün biri İslam ümmetine izzeti
hatırlatırken, öbürü ise tam tersi hatırlandıkça ümmeti
derin bir üzüntüye ve kedere boğar. Her iki günün anılarında
ibret verici yönler vardır.
Resulullah
(sav)’in hicret ettiği günü anımsadığımızda aklımıza ilk
gelen şey, Resulullah (sav)’in ilk peygamberlik dönemi; Mekke-i
Mükerrem’de yaptığı tebliğ, toplumla yaptığı fikri mücadeleler,
Mekke’nin ileri gelenlerine karşı verdiği siyasi çatışma ve
Resulullah (sav)’in getirdiği hak dava ile batıl -cahiliye- dava
arasındaki amansın çetin mücadelelerdir. Bu mücadelelerde
saflar iyice ayrılmıştı. Hak tarafında Resulullah (sav) ve
beraberindeki mü’min sahabeler bulunurken, diğer batıl tarafta
da küfrü temsil eden azgın liderleri duruyordu. Allah-u Teala ne
güzel tasvir etmiştir:
“Bu
iki zümrenin (müminlerle kafirlerin) durumu, kör ve sağır ile gören
ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu? Hâla
ibret almıyor musunuz?” (Hud 24)
“Körle
gören, karanlıkla aydınlık, gölgeyle sıcak bir olmaz.” (Fatır
19-21)
Bu
hak-batıl mücadelesi devam ederken, beraberinde sıkıntı,
zorluk, eziyet ve işkenceler büyüyordu. Bunların karşısında
Resulullah (sav) ve onunla beraber sahabeler İslam davası ve onun
geleceği uğruna sebatlık gösteriyor, Allah yolunda hiçbir kınayanın
kınamasından korkmuyor ve yüce davalarından asla vazgeçmiyorlardı.
İslam davasının şiddetli günlerinde Resulullah (sav) davanın
önünü açmak için Taif’e giderek gücü ellerinde
bulunduranlardan İslam’ı hakim kılmak için yardım talebinde
bulunuyordu, fakat kötü şekilde karşılanıyor ve
taşlanıyordu. Sıkıntılar ve ızdıraplar giderek
şiddetleniyordu. Bunun üzerine Resulullah (sav) Allah (cc)’a en
muhtaç olduğu Taif olayında ona yalvararak şöyle dua ediyordu:
“Ey Allah’ım! kuvvetimin zaafını, takatımın azlığını
ve insanlara karşı güçsüzlüğümü sana şikayet ediyorum. Ey
merhametlilerin merhametlisi! Zayıf düşmüşlerin Rabbı sensin.
Ve Rabbım sensin. Beni kimin bakımına bırakıyorsun? Kötü
muamale yapan uzak kimselere mi? Yoksa işini ele verdiğin bir düşmana
mı? Eğer bana karşı senden bir gazab yoksa hiç aldırış
etmem. Fakat benim için daha rahat olan Senin afiyetindir. Senin
Vechinin Nuruna sığınırım. O nur ki, onun için karanlıklar açıldı.
Dünya ve Ahiret işi onun üzerine salah buldu. Bana gazabını
indirmeden veya benim üzerime Senin öfkenin yerleşmesinden
afiyetin benim için daha geniştir. Her şey senin rızan içindir.
Bütün güç ve kuvvet Senin elindedir.” (İbni Hişam
sireti, Assire-n nebeviyye)
Evet,
davanın bu çetin günlerinden sonra Allah-u Teala Resülun’e
Akabe biatını nasip etti. Fakat kafirler yine boş durmadılar ve
Resulullah (sav)’i öldürmeye teşebbüs ettiler. Her şeyi gören
ve işiten Allah-u Teala Resulullah (sav)’i kurtarıyor ve Ona
hicret etmeyi emrediyordu. Mediney-i Münevvere’ye hicret eden
Resulullah (sav) orada İslam’ı pratik olarak uygulamak için
İslam Devleti kuruyor, Allah yolunda cihad ediyor, İslam nurunu
Arap yarım adasına yaymak ve küfür karanlıklarını yok etmek için
İslam risaletinin önünü engelleyen kafirlerle savaşıyordu.
Şeri
hüküm olan Hilafet’in yıkıldığı günü anımsadığımızda
da aklımıza ilk gelen şey, Hilafet Devleti’ni yıkmak için
kafir devletlerin ve onlarla işbirlikçi olan ajan ve hainlerin
İslam’a ve Müslümanlara üşüşmeleridir. Kafir devletler,
Hilafet’e bazen zarar vererek bazen de Müslümanları öldürerek
yıktılar. Ümmetin çöküşü öyle bir hale geldi ki, Mustafa
Kemal gibi kafir, yahudi kökenli hain biri bütün Müslümanların
gözü önünde çıkıp İslam nizamı ve Darül İslam olan
Hilafet’i ilga etmeyi ilan ediyordu. İslam dünyası Müslümanların
devleti olan Hilafet’in yıkılmasıyla çalkalanıyordu. Bu yüzden
Resulullah (sav)’ın kurduğu Darü-l İslam tekrar Darü-l küfüre
dönüştü ve İslam öncesi olan cahiliye ve karanlık devri
İslam memleketlerinde tekrar üstümüze çöktü. İslam devleti
hayat ortamından uzaklaştırılıp yerine çağdaş cahiliye
gelince, artık İslam ümmetinin durumu çerçöplere benzedi ve
kafirler Müslümanlar üzerine üşüşmeye başladılar. Bakın
Resulullah (sav) ne buyuruyor: “Diğer milletler, oburların
yemeğe üşüştükleri gibi üzerinize üşüşecekler. Orada biri
dedi ki: Neden, sayımız az mı olacak? Dedi ki: bilakis o gün siz
çok olacaksınız. Lakin siz selin önündeki çerçöpler gibi
olacaksınız. Allah kafirlerin kalbinden sizin korkunuzu alacak ve
sizin kalbinize Vehen yerleştirecek. Orada biri sordu: Ey Allah’ın
Resülu Vehen nedir? Dedi ki: Dünyayı sevmek ve ölümden nefret
etmek.” (Ebu Davud, kitabul melahim: 3745)
İşte
tarihi günler böyledir. Tıpkı gece ve gündüz gibi bazen lehte,
bazen de aleyhte olabilmekteler. Ancak bu iki ayrı tarihi gün
sünnetullah’a uygun olarak İslam ümmetinin layık olduğu
şekilde ve onun durumuna oranla tahakkuk eder. Eğer Müslümanlar
izzeti ve onuru İslam risaletinde ararlarsa hicret günü gibi
onurlu bir günle şereflenip izzet bulacaklardır:
“...Kim
benim hidayetime -Allah’ın nizamına- uyarsa o sapmaz ve bedbaht
olmaz.” (Ta-ha 123)
Yok
eğer izzetli ve onurlu bir hayata tekrar kavuşmak üzere İslam
Devleti’ni Resulullah (sav)’in metodu gereği olarak kurmazlarsa
Hilafet’in yıkılış günü gibi lekeli bir günle zillet
bulacaklardır:
“Kim
de beni anmaktan -Allah’ın nizamı olan hidayet yolundan- yüz
çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak...”
(Ta-ha 124)
Resulullah
(sav)in hicret ettiği günde olduğu gibi bu gün de İslam ümmeti
karanlık ve zulüm ortamından kurtulmak üzere izzetli bir hayat
arıyorsa ve bu uğurda fedakarlık yapıp İslamî hayatın
başlatılması için siyasi ve yaptırım gücü olan İslam
Devleti’ni yeniden kurmak için doğru ve sahih bir şekilde çalışırsa
Allah-u Teala ona tekrar zaferi, izzeti ve üstünlüğü nasip
edecektir:
“Ey
iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz
O da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (Muhammed
7)
“Şüphesiz
peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem
şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.” (Mü’min
51)
Aksi
takdirde eğer İslam ümmeti Allah (cc)’ın rızasını kazanmak
üzere zillet ve zulüm ortamından kurtulmak için hiçbir çaba
sarf etmez, dünyayı ahirete tercih etmeye devam eder ve yüksek
hedeflere sahip olmayıp da yere çakılırsa, o zaman Allah-u Teala
onurlu ve izzetli hayatı nasip etmez, bilakis İslam ümmetine yakışmayan
bu zilletli ve sıkıntılı hayat devam edecektir.
İslam
ümmetinin tarihin bazı dönemlerinde çökmesi veya zafiyet
göstermesi belki çok garip bir durum olabilir. Çünkü tarih
boyunca her ümmetin bir çöküşü olmuştur. Ancak daha garip ve
anormal olanı, bu şanlı ümmetin tekrar kalkınıp bütün
dünyaya liderlik yapmayı hiç düşünmeden çöküntünün hala
devam etmesidir. İslam ümmeti köklü ve canlı bir ümmettir. Bu
canlılık İslam akidesinden kaynaklanmaktadır. Canlı ve köklü
ümmetler üzüntülü ve kederli günleri hatırlamakla
yetinmezler, aksine o günlerden ibret alıp tekrarlarına izin
vermez. Aynı şekilde sevinçli günlerle övünmekle yetinmeyip
onları tekrar yaşatmak için gayret sarf eder. Eğer canlı
ümmetlerin durumu bu ise, en doğru akideye sahip olan İslam
ümmetinin durumu kat kat daha üstün olması gerekmez mi? Zira bütün
Müslümanlar Allah (cc)’nın şu buyruğunu okumuyorlar mı?
“Allah,
sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden
öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne
sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini
(İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri)
korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını
vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş
tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkar ederse, işte bunlar asıl
büyük günahkârlardır.” (Nur 55)
Ve
Resulullah (sav)’in şu hadisini işitmiyorlar mı? “Nübüvvet
aranızda Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Sonra
Nübüvvet üzere halifelik olacak, Allah dilediği kadar kalacak
sonra onu kaldıracak. Sonra ısırıcı hükümranlık olacak,
Allah dilediği kadar kalacak sonra onu kaldıracak. Sonra zorbacı
hükümranlık olacak, Allah dilediği kadar kalacak sonra onu
kaldıracak. Ve sonra Nübüvvet üzere Raşidi hilafet olacak,
sonra sustu.” (Ahmed 17680)
Aynı
zamanda Allah-u Teala’nın şöyle buyurduğunu duymuyorlar mı?
“De
ki: (yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de mü’minler
de görecektir.” (Tevbe 105)
Evet,
Müslümanlar bu ilahi hitabları okuduktan ve duyduktan sonra
hilafetin geçmişte olduğu gibi bugün de tekrar doğması için
hakkıyla Allah (cc)’a tevekkül edip dayanarak, yalnız ona güvenerek
çalışmadan kurulamayacağına kanaat getirmeleri gerekmez mi?
Allah (cc)’dan gelen bu ilahi hitaplar ve Resulullah (sav)’in müjdeleri;
İslam ümmetinin Resulullah (sav)’in metoduna ve sahabelerin
siretine uygun olarak ciddi şekilde çalışmasına teşvik edici
bir faktör olması gerekir. İslam ümmeti iyi bilmelidir ki,
İslam’ın yönetim nizamı olan Hilafet’in yıkılmasının
üzerinden üç gün geçtikten sonra onu tekrar kurmak için ciddi
şekilde çalışmazsa cahiliye üzere ölecek, onun geleceği daha
karanlık olacak ve sonu da çok daha vahim olacaktır.
İslam
ümmetinin ikinci günü olan ve İslam tarihinin en facialı olayı
Hilafet’in yıkılışından tam 80 yıl geçti. Bu süre içinde
İslam ümmeti zillet, zulüm ve karanlık devrini yaşadı. Hiçbir
düşman ondan korkmamak ve hiçbir dost onu saymamaktadır. Artık
insanlara çıkartılmış en hayırlı ümmet konumuna gelmenin,
dünyaya hakim olan kapitalizmin zulmü ve karanlıklarından
kurtulup ölüm-kalım meselesi ve İslam ümmetinin izzeti ve
saadeti olan Raşidi Hilafet Devleti’ni kurmanın zamanı
gelmiştir. Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:
“…Eğer
O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum
getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed 38)
|