Sünnet;
Efendimiz Muhammed (sav)’in nübüvvetine ve risaletine dair kesin
delilden dolayı Şer’î delildir. Muhammed (sav)’in kendi hevasından
değil de kendisine vayh edileni konuştuğuna ve yaptığı
uyarıların ancak kendisine Allah’tan gelen vahiy olduğunu gösteren
hem sübutu hem de delâleti katî delil olduğundan dolayı da Şer’î
delildir.
Ancak
Sünnetteki vahiy, Sünnetin lafızlarını değil ancak anlamını
kapsamaktadır. Allah, Resul’üne o anlamları vahy etmiş, o da
bu vahyi kendisinden bir lafızla veya fiille veya takrir ile yani sükut
ile ifade etmiştir.
Sünnet,
aralarında herhangi bir fark olmaksızın Kitap gibi bir delildir.
Bunun nedeni de, Kur'an’ın delil oluşuna dair kesin delil
getirildiği gibi Sünnetin delil oluşuna da kesin delil
getirilmiş olmasıdır.
Delili,
Kitap ile sınırlandırmak İslâm’a karşı çıkanların/saldıranların
görüşüdür. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:
“…Resul
(sav) size ne verdi ise alın, sizi neden nehyettiyse ondan
sakının...” (Haşr 7)
“Peygambere
itaat edenler, Allah’a itaat etmiş olur...” (Nisa 80)
“…Peygamberin
emrine muhalefet olanlar, kendilerine bir fitne veya elim bir
azabın isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nûr 63)
“Mü’min
bir erkek ve kadın için Allah ve Resulü bir işte hükmettiğinde
o işlerinden dolayı onlara bir seçenek yoktur...”
(Ahzâb 36)
“Hayır,
Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan bir ihtilafta seni hakem
kılmadıkça ve senin verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı
duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş
olmazlar.” (Nisâ 65)
“…Bir
hususta ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve Resulü’ne
götürün...” (Nisâ 59)
Vefatından
sonra bir işi Allah’ın Resulü’ne götürmek, onun Sünnetine
götürmektir.
“…Allah’a
itaat edin, Rasul’e itaat edin…” (Nûr 54)
“Eğer
Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin...” (Âli
İmrân 31)
Bu,
sübutu ve delâleti katî nasslar; Kur'an’ın alınması gibi Sünnetin
de alınmasının vacibiyetine ve Sünneti inkar edenin kesin olarak
kâfir olduğuna dair gayet açık delillerdir. Böylece aralarında
herhangi bir fark olmaksızın Kur'an’ın alınması gibi Sünnetin
de delil olarak alınması farz olmaktadır.
“Yanımızda
Allah’ın Kitabı var, onu alırız” denmesi caiz değildir.
Çünkü bu ifadeden Sünnetin terki anlaşılabilir. Bilakis Sünnetin
Kur'an’la birleştirilmesi, birbirinden ayrılmaması zorunludur.
Nebi (sav), Hadisinde bu konuya dikkat çekmiştir ve şöyle
buyurmuştur:
“İleride
sizden bir adam koltuğuna yaslanmış olarak benden bir Hadis
okuyacak sonra şöyle diyecektir: ‘Bizimle sizin aranızda Allah’ın
Kitabı vardır. Onda helâl bulduğunuzu helâl kabul ederiz, haram
bulduğumuzu da haram kabul ederiz.’ Dikkat ediniz! Allah’ın
Resulü’nün haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.”
(İbni Mace, K. Mukaddime, 12)
Nebi
(sav)’in şöyle dediği rivayet edildi:
“İleride
sizden birisi şöyle diyecek: ‘Bu Allah’ın kitabıdır. Onda
helâl olanı helâl kabul ederiz, haram olanı da haram kabul
ederiz.’ Dikkat edin! Kime benden bir Hadis ulaşır ve onu
yalanlarsa, Allah’ı, Resulü’nü ve ona Hadisi söyleyeni
yalanlamış olur.”
Sünnet,
Kitab’a ilave hüküm koymaktadır. Çünkü Kitap iki veya daha
fazla hususa ihtimalle gelmekte, Sünnet ise bu ikisinden birisini
tayin etmektedir. Dolayısıyla Sünnete başvurulup Kitab’ın görünürdeki
gereği terk edilmektedir. Örnek olarak Allah-u Teâla şöyle
buyurmaktadır:
“…Geriye
kalanlar size helâl kılındı…” (Nisa 24)
Bu
ayet şu ayetin son kısmıdır:
“Anneleriniz,
kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz,
erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren
anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, eşlerinizin anneleri ve
kendileriyle zifafa girdiğiniz eşlerinizden üvey kızlarınız
size haram kılındı. Eğer o kadınlarla zifafa girmemiş iseniz
onların kızları ile evlenmenizde sizin için bir vebal yoktur.
Öz oğullarınızın hanımları ve iki kız kardeşi aynı anda
nikahınızda birleştirmeniz size haram kılındı. Ancak daha
önce geçmiş olan müstesna. Şüphesiz ki Allah mağfiret
edendir, çok bağışlayandır. Evli kadınlarla nikahlanmanız da
size haram kılındı. Sahip olduğunuz cariyeler müstesna. Bunlar
Allah’ın size yazdıklarıdır. Geriye kalanlar ise size helâl kılındı.”
(Nisâ 23-24)
Bu
ayette zikredilenler dışında kalanların tamamının helâl olduğuna
delâlet etmektedir. Sünnet gelip karısının üzerine; karısının
halası ve teyzesi ile nikahlanmasını bu genellilikten çıkarmıştır.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kadın,
halası veya teyzesi üzerine nikahlanmaz.” (Müslim,
K. Nikâh, 2518)
Böylece
Kitab’ın zahiri terk edilmiş, Sünnet Kitab’ın önüne geçmiştir.
Bazen
Kitab’ın zahiri bir emir olur, Sünnet gelip onun zahirinden çıkarır.
Nitekim Kur'an’ın zahiri, tüm mallardan zekatın alınmasını
getirmiştir. Sünnet ise tayin ettiği belirli mallarla bu emri
tahsis etmiştir. Zekatın alınmasını bu mallarla sınırlı
kılmıştır. Böylece bu malların dışındaki mallardan zekat
alınmaz.
Kur'an’a
nispetle Sünnet, Kur'an’ı açıklayandır. Allah-u Teâla şöyle
buyurmaktadır:
“Onlara
indirileni açıklayasın diye Biz sana zikri indirdik.” (Nahl
44)
Bu
nedenledir ki, Kur'an’ın Şer’î hükümleri tarifi çoğunlukla
küllidir, cüzi değildir. Cüzi olarak gelenler ise, külli
üzerine getirilmiştir. Kur'an cami’dir/toplayandır. İçinde
külli hükümleri toplamamış olan cami/toplayan olmaz. Çünkü
şeriat Kur'an’ın nüzulünün tamamlanması ile
tamamlanmıştır. Sünnet ise, sayısının ve konularının çok
olması nedeni ile Kitab’ın açıklayıcısıdır. Sünnet’te
var olan her şeyin Kitap’ta aslı vardır, onu tafsili veya
icmali olarak veya her iki şekilde birden açıklamıştır. Sünnet,
açıklamak ve netleştirmek yönüyle bir bütün olarak Kur'an
üzerine hüküm koyucu olarak gelmiştir.
Sünnet,
Kur'an-ı Kerim’de haklarında nass bulunmayan bir çok hükümler
getirmiştir. Ancak bu hükümler Kur'an’da zikredilen asıllarına
ilave olarak gelmiştir. Bu hükümler Kur'an’da olanı beyan
kabilindendir. Böylece Sünnet Kur'an’ın açıklayıcısı
olmaktadır. Sünnetin Kur'an’ ın açıklayıcısı olması
şu şekilde özetlenebilir:
1)
Kur'an’ın mücmelini detaylandırmak:
Allah,
Kitabında vakitlerini, rükunlarını ve rekatlarının sayısını
beyan etmeden namazı emretmiştir. Bu hususları Sünnet beyan etmiştir.
Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Beni
nasıl namaz kılıyor görüyorsanız siz de öyle namaz kılınız.”
Kitap’ta,
haccın farziyeti detayları belirtilmeksizin yer almıştır. Bu
detayları Sünnet beyan etmiştir. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“Hac
ile ilgili hususları benden alınız.”
Kitap’ta
zekatın vacibiyeti, zekatın neler hakkında farz olduğu, farz
olan miktar beyan edilmeksizin yer almıştır. Sünnet bunları
beyan etmiştir. v.b.
2)
Genelini tahsis etmek:
Kur'an’da
bir takım genel konular yer almıştır. Sünnet bu genelliği
tahsis etmiştir. Örneğin:
Allah-u
Teâla, çocukların babalarına mirasçı olmalarının
gerektiğini şu ayet-i kerimede belirtmiştir:
“Çocuklarınız
hakkında Allah şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar
veriniz.”
Bu
hüküm, her babanın miras bırakacağı ve her çocuğun da mirasçı
olabileceği hususunda geneldir. Resulullah (sav)’in şu sözü;
“(Biz)
peygamberler topluluğu miras bırakmayız. Geride
bıraktıklarımız sadakadır.”
Sünnet,
miras bırakan babalardan peygamberlerin olmadığı hususunda ayeti
tahsis etmiştir. Yine Resulullah (sav)’in;
ÇáúÞóÇÊöáõ áÇ íóÑöËõ “Katil varis
olamaz.” sözü, mirasçıları katil dışındaki
kimselerle tahsis etmiştir.
Aynı
şekilde Allah-u Teâla şöyle buyurdu:
“İçinizden
eşler bırakarak vefat edenlerin eşleri kendilerinden dört ay on
gün beklerler.”
Bu
ayet, kocalarının vefatı durumunda kadının bekleme süresinin
dört ay on gün olduğuna delâlet eder. Bu ayet, kocasının
vefatından yarın ay sonra doğum yapan Sabia el-Eslemiye Hadisi
ile tahsis edilmiştir. Zira Resulullah (sav) onun serbest olduğunu
haber vermiştir. Böylece ayetin, hamile kadınlar dışındaki
kadınlara mahsus olduğu beyan edilmiştir.
3)
Kitab’ın mutlak olanını sınırlandırması:
Kur'an’da
mutlak olarak gelen ayetler vardır. Sünnet bu mutlaka muayyen bir
şey ile sınırlandırmıştır. Örnek olarak Allah-u Teâla şöyle
demiştir:
“Hırsızlık
yapan erkek ile hırsızlık yapan kadının ellerini kesin.”
Bu
ayet, her hırsızlık ve her hırsız hakkında mutlaktır. Sünnet,
hakkında el kesme cezasının uygulanacağı hırsızlığı,
çeyrek dinar ve daha fazlasıyla kayıt altına almıştır. Resul (sav)
şöyle demiştir:
“El
kesme, çeyrek dinar ve üstünde vardır.”
Ayrıca
malın saklandığı yerden çıkarılması gibi daha başka
meselelerle sınırlandırmıştır. Bütün bu sınırlandırmalar
Sünnet ile gelmiştir.
4)
Hükümlerin detaylarından bir detayı Kur'an’da geçen aslına
ilhak etmek:
Zira
bu feri yeni bir teşri olarak açığa çıkıyor. İncelendiğinde
onun Kur'an’da geçen aslına ilhak olduğu anlaşılır. Bu tür
durumlar çoktur.
Örnek
olarak Allah-u Teâla varis için miras haklarını belirlenmiş
olarak zikretmiştir. Fakat;
“Çocuklarınız
hakkında Allah şöyle emrediyor: Erkeğe iki dişinin payı kadar
veriniz.”
“Şayet
erkek ve kız kardeşler iseler o zaman erkek için kadının iki
payı vardır.”
Bu
ayetlerin nassları dışında “asabe” mirasçılarını baba
tarafından yakını olanları zikretmemiştir. Bu ayetler,
çocuklar ve kardeşler dışında kalan baba tarafından yakınlara
belirlenmiş bir miras payı olmadığını, bilakis belirlenmiş
miras paylarının ödenmesinden sonra, arta kalanı almasını
gerektirmektedir. Nitekim Resulullah (sav) şu sözü ile bunu beyan
etmiştir:
“Miras
kalan malı feraiz sahipleri arasında paylaştırınız. Feraizden
arta kalanı ise en yakın erkeğe veriniz.”
Böylece
bu Hadiste erkek çocuklardan olmayan akrabalar da kardeşlere ve
evlatlara katılmıştır. Aynı şekilde kız kardeşler ve kızlar
da asabe sayılmışlardır. Esved (ra)’den şöyle rivayet edildi:
“Muaz b. Cebel, bir kız çocuk ile bir kız kardeşe miras
paylaştırırken onlardan her birine yarım hisse verdi. O zaman o,
Yemen’de idi ve Resulullah (sav) de hayatta idi.” Bildiği bir
delil olmasaydı Muaz, Resulullah (sav) hayatta iken böyle bir
durumda hüküm vermekte acele etmezdi.
Allah-u
Teâla, iki kız kardeşi aynı anda nikah altında bulundurmayı
haram kılmıştır ve şöyle buyurmuştur:
“Ve
iki kız kardeşi birleştirmeniz (aynı anda nikah altında
bulundurulması) da haram kılındı.”
Ayet,
kadının teyzesi veya halası ile aynı anda nikah altında
bulundurulamayacağını zikretmemiş, fakat Nebi (sav) şu sözü
ile bunu beyan etmiştir:
“Kadın,
halası veya teyzesi üzerine nikahlanmaz.”
Böylece
bütün bunları iki kız kardeşin aynı anda nikah altında
bulundurulması yasağına ilhak etmiş oldu.
Allah-u
Teâla’nın şu ayeti de böyledir:
“Onlara
tayyibat/temiz şeyleri helal kılar ve habais/pis şeyleri haram
kılar.”
Bu
ayette tafsilat zikredilmedi. Sünnet, tayyibat olanlardan mı yoksa
habais olanlardan mı olduğu hususunda şüpheye düştüğü
hükümleri bilmesi için müçtehidin başvuracağı hususları
belirleyip o hususu ayette geçen tayyibat ve habaise ilhak etmiştir.
Zira Sünnet evcil eşeklerin etinin, pençesi olan kuşların ve köpek
dişi olan vahşi hayvanların etinin yenmesini yasaklayıp
bunları habaise ilhak etmiştir.
Nitekim
İbn Abbas (ra)’da şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah (sav),
köpek dişi olan her vahşi hayvanın ve pençesi olan kuşun
etinin yenmesini yasakladı.”
Cabir
(ra)’dan şu rivayet edildi: “Resulullah (sav), Hayber günü
evcil eşeklerin ve katırların etlerinin, köpek dişi olan vahşi
hayvan ve pençesi olan kuşların etinin yenmesini haram kıldı.”
Ayrıca
Sünnet, kertenkele, tavşan v.b. hayvanların etinin yenilmesini
mubah kılıp bunları tayyibata ilhak etti. İbn Ömer (ra)’dan şöyle
rivayet edildi: “Bedevinin birisi Resulullah (sav)’e kızarmış
tavşan ve katık olarak hazırladığı sıba getirip önüne
koydu. Resulullah (sav) onu aldı. Yemedi. Fakat ashabına ondan
yemelerini istedi.” Sıba, hardal ve kuru üzümden hazırlanan
bir tür katıktır.
Allah,
öğretilmiş av hayvanlarının yakaladığı hayvanların etinin
yenmesini mubah kılmıştır. Buradan anlaşılıyor ki;
eğitilmemiş ise avı ancak kendisi için yakalamış
olacağından, yakaladığı av haramdır. Hayvan eğitilmiş
olmasına rağmen avdan yerse, iki asıl arasında kalmış olur.
Zira eğitilmiş olmak, avı senin için yakalamasını gerektirir.
“Yemek” ise, avı senin için değil kendisi için yakalamış
olmasını gerektirir. Dolayısıyla iki asıl arasında bir çelişki
vardır. İşte bu noktada Sünnet durumu açıklığa
kavuşturmuştur. Nebi (sav) şöyle buyurmaktadır:
“Eğer
yiyecek olursa sen o avdan yeme. Çünkü ben bu durumda onun avı
ancak kendisi için yakalamış olmasından korkarım.”
Allah-u
Teâla, emzirme/sütten dolayı haram kılınanlar hakkında şöyle
dedi:
“Sizi
emziren süt anneleriniz ve süt kardeşleriniz... (de haram
kılındı).”
Nebi
(sav) sütten dolayı haram olan bu iki hususa sütten dolayı
akraba olanları nesepten dolayı haram kılınan diğer akrabalar
gibi ilhak etmiştir. Sütten dolayı, hala, teyze, erkek kardeş
kızları, kız kardeş kızları v.b.ni de ilhak etti. şöyle
buyurdu:
“Allah
nesepten dolayı haram kılınanı sütten dolayı da haram kıldı.”
Allah-u
Teâla şöyle buyurdu:
“Bu
işlerde sizden iki erkek şahit getirin. İki erkek şahit olmazsa,
bir erkek iki kadın şahit getirmek lazım olur.”
Bu
ayette mali konularda bir erkeğin şahitliğine kadınların
şahitliği ilave edilerek hüküm verilmiştir. Sünnet buna bir
şahitle birlikte yemini ilhak etmiştir. Zira Nebi (sav) bu
şekilde hüküm vermiştir. Ali (ra)’dan rivayet edildiğine göre
Nebi (sav) bir şahit ve yeminle hükmetmiştir. Böylece bir şahit
ve yemin, iki erkek şahidin veya bir erkek iki kadın şahidin
yerini almıştır. Sahihi Müslim’de İbnu Abbas (ra)’dan
merfuan rivayet edildiğine göre; Resulullah (sav) Ebu Bekir,
Ömer, Osman (y) bir şahidin şahitliği ve davacının da yemini
ile hükmediyorlardı.
İşte
bu minval üzere Sünnet Kitap’ta yer almayan ve yeni teşri olan
fakat aslına ilhak edilmiş bir çok hüküm getirmiştir. Ancak bu
demek değildir ki; Kur'an’daki aslına ilhakın dışında
Resulullah (sav) yeni bir teşri getirmemiştir. Resul (sav)’in
getirdiği her yeni teşrinin mutlaka Kur'an’daki aslına ilhak
edilmiş olması gerektiği anlamına da gelmez. Bilakis bu çok
rastlanan ve genel olandır. Fakat Resulullah (sav), bazen Kur'an’da
bir asıla ilhak olmamış yeni teşri getirmiştir. Hatta bazen
getirdiği yeni bir teşriin Kur'an’da bir aslı olmayabilir.
Buna
örnek; kamu menfaatlerinden sayılan hususlar arasında yer
aldığı sabit olunan kamu mülkiyeti Resul (sav)’ün getirdiği
yeni bir teşri olup Resul (u)’in şu Hadisi ile belirlenmiştir:
“Müslümanlar
üç şeyde ortaktırlar: Su, mera ve ateş.”
Bu,
Kur'an’daki bir asla ilhak olunmuş bir teşri değildir.
Gümrüklerden
vergi almanın haram oluşu da Resul (sav)’in şu sözü ile
sabittir.
“Gümrük
vergisi alan da cennete giremez.”
Bu
hüküm de Kur'an’daki bir asla ilhak şeklinde değildir.
Ancak
bu tür hükümler azdır. Genel olan ise Resul (sav)’in getirmiş
olduğu teşriin Kur'an’daki aslına ilhak etme şeklinde
olmasıdır.
İşte
böylece Sünnetin, Kitab’a dönücü olduğunu görürüz. Kur'an’ın
mücmelini tafsil, genelini tahsis, mutlakını takyid ve feri
aslına ilhak gibi Sünnette yer alan hususlar, Kitab’ın hükümlerinin
anlamlarını şerh ve tefsir konumundadırlar. Bununla birlikte Sünnette,
aslı Kur'an’da geçmeyen yeni teşriler de vardır. Böylece
Sünnet, Kur'an beyan etmekte ve yeni hükümler koymaktadır.
Sünnetin
Kur'an’ı beyan etmesine şu ayet delâlet etmektedir:
“Sana,
insanlara indirileni beyan edesin diye bu zikri indirdik.”
Sünnetin
yeni teşride bulunduğuna ise şu ayet delâlet etmektedir:
“Herhangi
bir şey hakkında anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah ve Rasulü’ne
götürünüz.”
Allah
(cc)’ya götürmek, Kitabına götürmektir. Resul (sav)’e
götürmek, hayatında söz konusudur. Ölümünden sonra ise
götürmek işlemi onun Sünnetine olur. Anlaşmazlık Kur'an’ı
anlamada ve hükümlerin çıkartılmasında mutlaktır. Sünnete
götürmek de Kur'an’da var olan husus hakkında olsun yeni teşri
hakkında olsun mutlaktır. Bunun için Allah-u Teâla şöyle
buyurdu:
“Rasul’e
itaat edenler, Allah’a itaat etmiş olur.”
“Onun
emrine muhalefet edenler ... sakınsınlar.”
“Onun
emri” tabiri geneldir. Çünkü o, muzaf olan bir cins isimdir.
Buna
binaen Sünnet Kur'an gibi Şer’î bir delildir. Nitekim
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Size
iki şey bırakıyorum. Ona sarıldığınızda asla
sapıtmazsınız. Allah’ın Kitabı ve Nebisinin Sünneti.”
|