|
“Herkesin
yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde
yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya
getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 148)
|
Daha
önceki ayet de (Bakara 145) Allah-u Teâla, onların Hz. Muhammed (sav)’in
kıblesine uymayacakları ve aslında Hz. Muhammed (sav)‘in de
onların kıblelerine uymayacağını beyan etmiştir. Bu ayette o
ayete dayanarak Allah-u Teâla diyor ki; “her milletin bir kıblesi
var, herkes kendi kıblesine yönelecektir.”
Bu
ayet için başka bir tefsir var; her kabile ve her halk Kabe’ye
bir taraftan yöneliyor, doğudaki Müslümanlara göre Kabe batıda
bulunuyor ve batıya yöneliyorlar, batıdakilere göre ise Kabe doğuda
bulunuyor doğuya yöneliyorlar. Kuzey ve güneyde bulunanlar için
de aynı şey geçerlidir.
Böylece
her tarafta bulunan Müslümanların değişik yönleri vardır.
Ondan sonraki 149. ve 150. ayetler bundan söz ediyor. Nereden
çakarsan veya gelirsen veyahut nerede bulunursan bulun Mescid-i
Haram’a doğru yönel diye emir veriyor.
Bu
sebeple hayır işlerine doğru koşun emrini veriyor. Eğer birinci
tefsir doğru ise bütün insanlara veya din sahiplerine bir hitap
var, hepiniz hayır işlerine koşun emrini veriyor. Mademki
herkesin kıblesi var, bu kıbleye yönelirken hayır işleri yapmak
istiyorlar veya kıbleye yönelmek hayır işlerden bir parçadır
ve kıbleleri hayır işleri yapmaya davet ediyor.
Çünkü
ibadet hayır işleri yapmaya çağırıyor. Zira, herkes kıblesine
hırslıdır. Öyleyse herkes hayır işleri yapmaya hırs göstersin.
Hayır işleri Allah (cc) tarafından belirlenmiştir. Allah (cc)’ın
belirlediği işler hayırlı olur, nehy ettiği işler çirkin ve
hayırsız olur. Nitekim, hayır işlerin temeli tek Allah (cc)’ya
Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine ve Resullüğüne, Kur’an’a
ve Kur’an’ın içerdiği bütün akidelere inanmaktır.
Aslında, bu iman olmadan bütün hayır işler rüzgarın götürdüğü
kül gibi yok olurlar.
|
“Rablerini
inkar edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir
günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından
hiçbir şeyi elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma işte budur.”
(İbrahim 18)
|
Mademki
herkes bir yerde bulunuyor, öyleyse nerede ölürse ölsün Allah
hepsini getirip toplayacaktır. Bu Allah’a zor bir iş değildir.
Zira Allah her şeye kadirdir.
|
“Nereden
yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına
çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah
yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara 149)
|
Mescid-i
Harama doğru yüzleri yönlendirmekle ilgili ikinci emir olarak bu
ayet geliyor. Bu ayette Allah-u Teâla bu yönelmenin kendisinden
geldiğini kesin şekilde dile getiriyor.
“Şüphesiz
ki bu Rabbinden gelen haktır”. Allah (cc), emiri yerine
getirip getirmeyeceğimizi kontrol edecektir. Allah (cc), (haşa)
gaflete düşmez, uykusu yoktur, unutkanlığı yoktur, gücü sınırsızdır,
çünkü tek ilahtır. Yaratıcı odur, nasıl gafil olabilir ki? Mümkün
değildir. Öyleyse Allah (cc)’dan korkmalıyız, bizi devamlı
kontrol ettiğini devamlı hatırlamalıyız. Allah (cc) gafil olmayıp
hepimizi kontrol ettiğini her an hatırlarsak ona isyan etmeyiz,
insanlardan etkilenmeyip sadece onun rızasını düşünürüz ve
hedefleriz. Mescid-i Harama doğru yönelme öyle önemli bir
meseledir ki, Allah (cc) üçüncü emrinde aşağıdaki ayette
tekrarlıyor:
|
“(Evet
Resûlüm!) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü
Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü
o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar)
müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili
bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece
size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.”
(Bakara 150)
|
Allah-u
Teâla Mescid-i Haram’a doğru yüzleri çevirmek için yinede bu
ayette iki defa emri tekrarladı. 144. ayete iki defa 149. ayette
bir defa bu emri tekrarladı. Allah-u Teâla bir kaç ayette bu emri
beş defa tekrarlamış oldu.
Bu,
bunun ehemmiyetini gösterir. Çünkü ayrılma konusunu içerir.
Daha doğrusu ayrılmanın temelini atmıştır. Bu ayrılma küfür
ile iman, kafirler ile müminler arasında gerçekleşiyor. Bu
ayrılma olmazsa küfür imanla ve kafirler müminlerle karışırlar.
Allah-u Teâla niçin kıble değiştirdiğini bu ayette izah
ediyor:
·
İnsanların bize delilleri bulunmasın.
·
Bize nimetini tamamlayacaktır.
·
Hidayetli olmamız içindir.
1.
Nokta:
İnsanların bize karşı delilleri bulunmasın diye. Manası: “Yahudiler
ve Hıristiyanlar şunu demesinler; Müslümanlar bizim kıblemize yöneliyorlar.
Onlar bize tabidir, onlar bizim gibidir veya bizden bir parçadır.”
Bu şekilde Yahudilerle ve Hıristiyanlarla hiç bir noktada yakınlığımız
kalmadı. Oysa temelde onlar Allah (cc)’ya şirk koşuyorlar.
Allah (cc)’ın indirdiği kitapları değiştirdiler. Kur’an'a
Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğine ve elçiliğine hiç inanmıyorlar.
O zaman niye onların yöneldikleri kıbleye yönelelim. Allah (cc)
bunun için kıbleyi değiştirdi.
Onlardan
tamamen ayrıyız. Ne zaman onlarla beraber oluruz? Eğer şirksiz
tek Allah (cc)’ya inanırlarsa, Kur’an’a ve Muhammed (sav)‘in
nübüvvetine ve resullüğüne inanırlarsa bir oluruz.
2.
Nokta:
Bize nimetini tamamlaya-caktır. Bunun manası; nimet İslam’dır.
İslam’ı tamamlayacaktır. Tam kapsamlı bir din haline
getirecektir. Maide suresinin 3. ayetinde dini kamil kıldığını
ve tamamladığını Allah (cc) duyurmuştur. Ama, bu ayette Allah (cc)
dini tamamlayacağım diyor, kıbleyi Kabe’ye çevirdiğinde dini
tamamladığının bir parçasıdır. Çünkü küfür ile iman ve
kafirler ile Müslümanlar arasındaki farkı apaçık şekilde
ortaya koymuş oldu.
3.
Nokta
ise; hidayetli olmamız içindir. Kabe’ye yönelmek hidayetten bir
parçadır. Kabe’ye doğru yönelme olmazsa namaz hiç kabul
edilemez.
Kafirlerden
ve dinlerinden dinimizle ayrıldığımız zaman hidayetli oluruz.
Onlara
benzersek ve dinimizi onların dinlerine benzetirsek veya
dinlerarası diyaloğa çağıranlar gibi onlarla müşterek
noktaları arayıp birleşelim diyenlere uyarsak hidayetli olamayız.
Demek ki, eskiden beri Yahudiler ve Hıristiyanlar bizi kendilerine
yaklaştırmaya veya uydurmaya çalışıyorlardı.
Zira,
onlar bu hareketleriyle bizi kendi aralarında eritmek veya
kendilerine hidayeti götürmemizi engellemek isterler. Hidayetsiz
olanlar delaletli olarak nitelenmiştir. Ehl-i Kitap delaletli
(sapık)tırlar.
Ümmetimiz
İslam’la hidayetli olmuş, doğru yolu bulmuştur. Kabe’ye
doğru yönelmekle hidayet tamamlanır. Allah (cc)’nın dinine
tabi olundukça hidayet gerçekleşir. “Ancak onlardan olan
zalimler ayrıdır”. Ayette geçen ifadenin Kureyş'i,
kast ettiği rivayet edildi. Bunlar Ehl-i Kitap’tan bir kısım
olabilir. Çünkü ayetler Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasındaki
tartışmaları sergiledi. Bunlardan korkmayın yalnız benden korkun.
Bu zalim olanlar Kıble’nin değişmesini hazmedeme-yenler ve Müslümanlarla
inatla cedelleşen-lerdir. Oysa Ehl-i Kitap olanlar bu değişimle
ilgili daha önce bilgiye sahip idiler. İnatla cedelleşenlerden
korkmamalınız yalnız Allah (cc)’dan korkmanız talep edildi.
Başka bir ifadeyle onlara boş vereceğiz, inatla cedelleşmelerine
aldırış etmeyeceğiz. Çünkü bunlara ne kadar delil
gösterilirse gösterilsin hiç kani olmak istemiyorlar. Halbuki, bu
Allah (cc)’nın emridir. Neden Allah (cc) böyle istedi bilinmez
ve bu nedenle onun emrine itiraz edilmez.
|
“Nitekim
kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran,
size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten
bir Resûl gönderdik. Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de
sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!”
(Bakara 151-152)
|
Nasıl
sizden ve sizin aranızdan bir resul gönderdik! Bu resul size
ayetlerimizi okuyor, sizi temize çıkartıyor, Kitap’ı ve
hikmeti size öğretiyor ve daha önce bilmediğiniz şeyleri öğretiyor
(Bakara 151). Bu nedenle Allah (cc)’yı anın ki, Allah (cc) da
sizi ansın, ona teşekkür edin ve kafir olmayın (Bakar 152).
Allah-u
Teâla kendi mümin kullarını bu büyük nimeti hatırlatıyor,
kendilerinden bir elçi gönderdi. Bu elçi kendilerine Allah (cc)’nın
ayetlerini okur, bu ayetleri onlara okudukça doğruyu, hakkı gösterir,
yolu aydınlatır ve müminleri ne güzel duruma getirir. Böylece
onları temize çıkartır, kitabı ve hikmeti öğretir, kitap ise
Kur’an-ı Kerimdir. Kuran dışındaki Resulün öğrettiği
nedir? Sünnetten başka bir şey var mıdır? Bu nedenle sünnetin
başka adı hikmettir. Hikmetin manası isabetli veya doğru fikirdir.
Sünnet; Resulullah (sav)’in amelleri, sözleri ve takriridir.
Bunlar hepsi birer isabetli şeylerdir. Eğer bir hadis sahih olarak
ispatlanırsa o sünnetten bir parça olur ve doğru fikir
sayılır. Onula amel edilir. Ayrıca daha önce bilmediklerini
kendilerine öğretiyor onları nasıl derin ve aydın düşüneceklerini
öğretiyor, nasıl samimi insan ve suni hareket yapmadan güzel
şekilde davranacaklarını da öğretiyor. Böylece, Müslümanlar
en hayırlı ve yüksek insanlar oldular. Düşünceleri ve davranış-larıyla
birer parlayan yıldız oldular. Yaşam tarzları değişti, büyük
hadarete ve medeniyete sahip oldular, ilim sahipleri oldular,
cahiliye hali neydi ve İslam’la müşerref olduktan sonra ne hale
geldiler?. Gerçek Tin süresinde Allah-u Teâla insanları en yüksek
ve en güzel şekilde yarattığını hatırlatırken iman edenler
ve imandan fışkıran fikirlere göre salih amel yapmıyorlar
dışında en alçak duruma düştüklerini bize söylüyorlar.
Şimdiki dahiliyeye bakın; zina, fuhuş, homoseksüellik, açılma
saçılma, aşırı zenginlik ve aşırı fakirlik, insanların
haklarını yeme, insanları ezmek ve sömürmek, zulmetmek ve
horlamak, parayla, malla, elbiseyle ve başka şeylerle övünmek ve
kibirlenmek, hakkı tanımamak, yalan söylemek, aldatmak, kandırmak
ve bütün kötü hareketler yaygın oldular. Hatta batılılar bu kötü
ve çirkin sıfatları ve davranışlarıyla övünüyor, onu çağdaş
medeniyet olarak adlandırıyorlar.
Tamamen
Lut kavmi gibidir. Onlar homoseksüellikle ve kötü davranışlarıyla
övünüyorlardı, Lut (as) ile alay ediyorlardı ve alay ederken şöyle
diyorlardı; “Güya bunlar temizlik ve iffet istiyor?”
İşte
Allah (cc)’nın nimeti sayesinde Müslümanlar en temiz ve en
yüksek insanlar haline geldiler. Amerika ve batı devletleri
Müslümanlarla alay ediyorlar ve onları kendileri gibi kötü ve
alçak insan haline getirmeye çalışıyorlar.
Allah-u
Teâla müminlere o nimetleri hatırlatırken onlardan şunu
istiyor; kendisini anmak ve kendisine teşekkür etmek ve kafir
olmamaktır. Hem de Allah’ı anarlarsa Allah onları anacaktır.
Allah’ı anmak hem sözle olur hem amelle olur. Allah’ı sözle
anmak, zikretmek, teşbih, istiğfar, tekbir, hamd etmek, dua etmek,
Kuran okumak, insanlara Allah (cc)’nın ayetlerini hatırlatmak,
insanları Allah (cc)’ya davet etmek, marufu emretmek, münkeri
nehy etmek, insanları hidayete getirmek için çağırmak,
zalimlere hak sözü, Allah (cc)’nın emir ve yasaklarını
hatırlatmaktır. Bunların hepsi Allah (cc)’yı zikretmekten
birer parçadır. Amelle Allah (cc)’yı anmak ise; namaz kılmak,
oruç tutmak, hac yapmak, zekat vermek, cihad etmek, Allah (cc)’nın
indirdikleriyle hükmetmek ve sair Allah (cc)’nın emirlerini
yerine getirmek ve yasaklarından vazgeçmektir. Biz sözle ve
amelle Allah (cc)’yı ansak, Allah bizi anar, bize bakar ve
yardım eder. Eğer Allah (cc)’yı unutursak Allah bizi unutur.
Haşr suresinde dediği gibidir.
|
“Allah'ı,
unutanlar gibi olmayın Allah onları unuttu, onlar fasık insanlardır,”
(Haşr 19)
|
Kalple
Allah (cc)’yı anmakla olur; teşbih, hamd ve tekbir etmek, istiğfar
ve rahmet dilemek, dua etmek, Allah (cc)’yı düşünmek,
nimetleri hatırlamak, haset etmemek, kin beslememek, müminler buğz
etmez, çünkü Allah (cc) böyle şeylerden nehy ettiği için
böyle güzel kalbe sahip olmak hepsi Allah (cc)’yı zikretmekten
birer parçadır. Bu zikir ruhtur, çünkü Allah’la ilişkiyi
idrak etmek manasındadır. Bunun neticesi ruhaniyettir. Böylece;
mümin yüksek ruhaniyete sahip olur. Buhari’nin rivayet ettiği
şu Kutsi Hadis vardır: “Allah (cc) dedi ki; ‘Ey adem oğlu,
kendi nefsinde beni zikredersen, seni nefsimde zikredeceğim, bir
grup insanlar arasında beni zikredersen, meleklerden daha hayırlı
bir grup arasında seni zikrederim. Eğer bana bir karış kadar
yaklaşırsan sana bir arş kadar yaklaşırım. Eğer bana yürüyerek
gelirsen sana koşarak gelirim.” Öyleyse Allah’a kalple,
sözle ve amelle yaklaşmak zikir sayılır ve onun neticesi zikir
eden mümine Allah’ın yaklaşması ve yardım etmesidir.
Allah’a
teşekkür etmek ise hem sözle hem amelle gerçekleşir. Sözle
biliniyor, her nimete karşı Allah (cc)’ya şükürler olsun
demektir. Amelle ise, onun uğrunda harcamaktır. Cihada, İslam
davetine, fakirlere, muhtaçlara ve bütün hayır işlerinde harcamaktır.
Bu sebeple Allah-u Teâla bir ayette:
|
“Hatırlayın
ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım
ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok
şiddetlidir! diye bildirmişti.” (İbrahim 7)
|
“Eğer
teşekkür ederseniz size fazla fazla vereceğim, fakat nankörlük
ederseniz sizin için şiddetli azap hazırladım demektir.” Kafir
olmayın ifadesi nankör olmayın manasında bu ayette geçer. Kafir
olmak Allah (cc)’nın nimetini red etmek, nankör olmak ve gerçeği
örtmektir. Nimeti red eden, nankör insandır. Yine de gerçeği
örten kimse nankördür.
Allah
bize İslam nimeti verdiği için ona teşekkür etmeliyiz. Bu
nimeti red etmek nankörlüktür. Sağlık, mal, mülk ve diğer
maddi nimetlere karşı Allah (cc)’ya teşekkür etmeliyiz. Bize
verdiği mal ve mülkten harcamalıyız. Malımız ve mülkümüz
bereketli olur. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “sadaka
yüzünden hiç mal eksilmez.” (ibn-i hanbel) İnsan
kendi malının eksilmediği ve ihtiyaçlarına yettiğini hisseder.
Sağlık nimetine amelle teşekkür etmek ise Allah uğrunda cihad
etmek, İslam davetini yüklenmek, insanlarla, fakirlerle ve zayıflarla
ilgilenmek, muhtaçlara yardım etmek, zalimlere karşı çıkmak,
mazlumlara sahip çıkmak, ve bunun uğrunda eziyeti tahammül
etmektir.
|