Ana Sayfa YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ 148-152

Esad MANSUR

“Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey müminler!) Siz hayır işlerinde yarışın. Nerede olursanız olun sonunda Allah hepinizi bir araya getirir. Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 148)

Daha önceki ayet de (Bakara 145) Allah-u Teâla, onların Hz. Muhammed (sav)’in kıblesine uymayacakları ve aslında Hz. Muhammed (sav)‘in de onların kıblelerine uymayacağını beyan etmiştir. Bu ayette o ayete dayanarak Allah-u Teâla diyor ki; “her milletin bir kıblesi var, herkes kendi kıblesine yönelecektir.”

Bu ayet için başka bir tefsir var; her kabile ve her halk Kabe’ye bir taraftan yöneliyor, doğudaki Müslümanlara göre Kabe batıda bulunuyor ve batıya yöneliyorlar, batıdakilere göre ise Kabe doğuda bulunuyor doğuya yöneliyorlar. Kuzey ve güneyde bulunanlar için de aynı şey geçerlidir.

Böylece her tarafta bulunan Müslümanların değişik yönleri vardır. Ondan sonraki 149. ve 150. ayetler bundan söz ediyor. Nereden çakarsan veya gelirsen veyahut nerede bulunursan bulun Mescid-i Haram’a doğru yönel diye emir veriyor.

Bu sebeple hayır işlerine doğru koşun emrini veriyor. Eğer birinci tefsir doğru ise bütün insanlara veya din sahiplerine bir hitap var, hepiniz hayır işlerine koşun emrini veriyor. Mademki herkesin kıblesi var, bu kıbleye yönelirken hayır işleri yapmak istiyorlar veya kıbleye yönelmek hayır işlerden bir parçadır ve kıbleleri hayır işleri yapmaya davet ediyor.

Çünkü ibadet hayır işleri yapmaya çağırıyor. Zira, herkes kıblesine hırslıdır. Öyleyse herkes hayır işleri yapmaya hırs göstersin. Hayır işleri Allah (cc) tarafından belirlenmiştir. Allah (cc)’ın belirlediği işler hayırlı olur, nehy ettiği işler çirkin ve hayırsız olur. Nitekim, hayır işlerin temeli tek Allah (cc)’ya Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğine ve Resullüğüne, Kur’an’a ve Kur’an’ın içerdiği bütün akidelere inanmaktır. Aslında, bu iman olmadan bütün hayır işler rüzgarın götürdüğü kül gibi yok olurlar. 

“Rablerini inkar edenlerin durumu (şudur): Onların amelleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler. İyiden iyiye sapıtma işte budur.” (İbrahim 18)

Mademki herkes bir yerde bulunuyor, öyleyse nerede ölürse ölsün Allah hepsini getirip toplayacaktır. Bu Allah’a zor bir iş değildir. Zira Allah her şeye kadirdir. 

“Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Bu emir Rabbinden sana gelen gerçektir. (Biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Bakara 149)

Mescid-i Harama doğru yüzleri yönlendirmekle ilgili ikinci emir olarak bu ayet geliyor. Bu ayette Allah-u Teâla bu yönelmenin kendisinden geldiğini kesin şekilde dile getiriyor.

“Şüphesiz ki bu Rabbinden gelen haktır”. Allah (cc), emiri yerine getirip getirmeyeceğimizi kontrol edecektir. Allah (cc), (haşa) gaflete düşmez, uykusu yoktur, unutkanlığı yoktur, gücü sınırsızdır, çünkü tek ilahtır. Yaratıcı odur, nasıl gafil olabilir ki? Mümkün değildir. Öyleyse Allah (cc)’dan korkmalıyız, bizi devamlı kontrol ettiğini devamlı hatırlamalıyız. Allah (cc) gafil olmayıp hepimizi kontrol ettiğini her an hatırlarsak ona isyan etmeyiz, insanlardan etkilenmeyip sadece onun rızasını düşünürüz ve hedefleriz. Mescid-i Harama doğru yönelme öyle önemli bir meseledir ki, Allah (cc) üçüncü emrinde aşağıdaki ayette tekrarlıyor:

“(Evet Resûlüm!) Nereden yola çıkarsan çık (namazda) yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Nerede olursanız olunuz, yüzünüzü o yana çevirin ki, aralarından haksızlık edenler (kuru inatçılar) müstesna, insanların aleyhinizde (kullanabilecekleri) bir delili bulunmasın. Sakın onlardan korkmayın! Yalnız benden korkun. Böylece size olan nimetimi tamamlayayım da doğru yolu bulasınız.” (Bakara 150)

Allah-u Teâla Mescid-i Haram’a doğru yüzleri çevirmek için yinede bu ayette iki defa emri tekrarladı. 144. ayete iki defa 149. ayette bir defa bu emri tekrarladı. Allah-u Teâla bir kaç ayette bu emri beş defa tekrarlamış oldu.

Bu, bunun ehemmiyetini gösterir. Çünkü ayrılma konusunu içerir. Daha doğrusu ayrılmanın temelini atmıştır. Bu ayrılma küfür ile iman, kafirler ile müminler arasında gerçekleşiyor. Bu ayrılma olmazsa küfür imanla ve kafirler müminlerle karışırlar. Allah-u Teâla niçin kıble değiştirdiğini bu ayette izah ediyor:

· İnsanların bize delilleri bulunmasın.

· Bize nimetini tamamlayacaktır.

· Hidayetli olmamız içindir.

1. Nokta: İnsanların bize karşı delilleri bulunmasın diye. Manası: “Yahudiler ve Hıristiyanlar şunu demesinler; Müslümanlar bizim kıblemize yöneliyorlar. Onlar bize tabidir, onlar bizim gibidir veya bizden bir parçadır.” Bu şekilde Yahudilerle ve Hıristiyanlarla hiç bir noktada yakınlığımız kalmadı. Oysa temelde onlar Allah (cc)’ya şirk koşuyorlar. Allah (cc)’ın indirdiği kitapları değiştirdiler. Kur’an'a Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğine ve elçiliğine hiç inanmıyorlar. O zaman niye onların yöneldikleri kıbleye yönelelim. Allah (cc) bunun için kıbleyi değiştirdi.

Onlardan tamamen ayrıyız. Ne zaman onlarla beraber oluruz? Eğer şirksiz tek Allah (cc)’ya inanırlarsa, Kur’an’a ve Muhammed (sav)‘in nübüvvetine ve resullüğüne inanırlarsa bir oluruz.

2. Nokta: Bize nimetini tamamlaya-caktır. Bunun manası; nimet İslam’dır. İslam’ı tamamlayacaktır. Tam kapsamlı bir din haline getirecektir. Maide suresinin 3. ayetinde dini kamil kıldığını ve tamamladığını Allah (cc) duyurmuştur. Ama, bu ayette Allah (cc) dini tamamlayacağım diyor, kıbleyi Kabe’ye çevirdiğinde dini tamamladığının bir parçasıdır. Çünkü küfür ile iman ve kafirler ile Müslümanlar arasındaki farkı apaçık şekilde ortaya koymuş oldu.

3. Nokta ise; hidayetli olmamız içindir. Kabe’ye yönelmek hidayetten bir parçadır. Kabe’ye doğru yönelme olmazsa namaz hiç kabul edilemez.

Kafirlerden ve dinlerinden dinimizle ayrıldığımız zaman hidayetli oluruz.

Onlara benzersek ve dinimizi onların dinlerine benzetirsek veya dinlerarası diyaloğa çağıranlar gibi onlarla müşterek noktaları arayıp birleşelim diyenlere uyarsak hidayetli olamayız. Demek ki, eskiden beri Yahudiler ve Hıristiyanlar bizi kendilerine yaklaştırmaya veya uydurmaya çalışıyorlardı.

Zira, onlar bu hareketleriyle bizi kendi aralarında eritmek veya kendilerine hidayeti götürmemizi engellemek isterler. Hidayetsiz olanlar delaletli olarak nitelenmiştir. Ehl-i Kitap delaletli (sapık)tırlar.

Ümmetimiz İslam’la hidayetli olmuş, doğru yolu bulmuştur. Kabe’ye doğru yönelmekle hidayet tamamlanır. Allah (cc)’nın dinine tabi olundukça hidayet gerçekleşir. “Ancak onlardan olan zalimler ayrıdır”. Ayette geçen ifadenin Kureyş'i, kast ettiği rivayet edildi. Bunlar Ehl-i Kitap’tan bir kısım olabilir. Çünkü ayetler Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasındaki tartışmaları sergiledi. Bunlardan korkmayın yalnız benden korkun. Bu zalim olanlar Kıble’nin değişmesini hazmedeme-yenler ve Müslümanlarla inatla cedelleşen-lerdir. Oysa Ehl-i Kitap olanlar bu değişimle ilgili daha önce bilgiye sahip idiler. İnatla cedelleşenlerden korkmamalınız yalnız Allah (cc)’dan korkmanız talep edildi. Başka bir ifadeyle onlara boş vereceğiz, inatla cedelleşmelerine aldırış etmeyeceğiz. Çünkü bunlara ne kadar delil gösterilirse gösterilsin hiç kani olmak istemiyorlar. Halbuki, bu Allah (cc)’nın emridir. Neden Allah (cc) böyle istedi bilinmez ve bu nedenle onun emrine itiraz edilmez. 

“Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resûl gönderdik. Öyle ise siz beni (ibadetle) anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın bana nankörlük etmeyin!” (Bakara 151-152)

Nasıl sizden ve sizin aranızdan bir resul gönderdik! Bu resul size ayetlerimizi okuyor, sizi temize çıkartıyor, Kitap’ı ve hikmeti size öğretiyor ve daha önce bilmediğiniz şeyleri öğretiyor (Bakara 151). Bu nedenle Allah (cc)’yı anın ki, Allah (cc) da sizi ansın, ona teşekkür edin ve kafir olmayın (Bakar 152).

Allah-u Teâla kendi mümin kullarını bu büyük nimeti hatırlatıyor, kendilerinden bir elçi gönderdi. Bu elçi kendilerine Allah (cc)’nın ayetlerini okur, bu ayetleri onlara okudukça doğruyu, hakkı gösterir, yolu aydınlatır ve müminleri ne güzel duruma getirir. Böylece onları temize çıkartır, kitabı ve hikmeti öğretir, kitap ise Kur’an-ı Kerimdir. Kuran dışındaki Resulün öğrettiği nedir? Sünnetten başka bir şey var mıdır? Bu nedenle sünnetin başka adı hikmettir. Hikmetin manası isabetli veya doğru fikirdir. Sünnet; Resulullah (sav)’in amelleri, sözleri ve takriridir. Bunlar hepsi birer isabetli şeylerdir. Eğer bir hadis sahih olarak ispatlanırsa o sünnetten bir parça olur ve doğru fikir sayılır. Onula amel edilir. Ayrıca daha önce bilmediklerini kendilerine öğretiyor onları nasıl derin ve aydın düşüneceklerini öğretiyor, nasıl samimi insan ve suni hareket yapmadan güzel şekilde davranacaklarını da öğretiyor. Böylece, Müslümanlar en hayırlı ve yüksek insanlar oldular. Düşünceleri ve davranış-larıyla birer parlayan yıldız oldular. Yaşam tarzları değişti, büyük hadarete ve medeniyete sahip oldular, ilim sahipleri oldular, cahiliye hali neydi ve İslam’la müşerref olduktan sonra ne hale geldiler?. Gerçek Tin süresinde Allah-u Teâla insanları en yüksek ve en güzel şekilde yarattığını hatırlatırken iman edenler ve imandan fışkıran fikirlere göre salih amel yapmıyorlar dışında en alçak duruma düştüklerini bize söylüyorlar. Şimdiki dahiliyeye bakın; zina, fuhuş, homoseksüellik, açılma saçılma, aşırı zenginlik ve aşırı fakirlik, insanların haklarını yeme, insanları ezmek ve sömürmek, zulmetmek ve horlamak, parayla, malla, elbiseyle ve başka şeylerle övünmek ve kibirlenmek, hakkı tanımamak, yalan söylemek, aldatmak, kandırmak ve bütün kötü hareketler yaygın oldular. Hatta batılılar bu kötü ve çirkin sıfatları ve davranışlarıyla övünüyor, onu çağdaş medeniyet olarak adlandırıyorlar.

Tamamen Lut kavmi gibidir. Onlar homoseksüellikle ve kötü davranışlarıyla övünüyorlardı, Lut (as) ile alay ediyorlardı ve alay ederken şöyle diyorlardı; “Güya bunlar temizlik ve iffet istiyor?”

İşte Allah (cc)’nın nimeti sayesinde Müslümanlar en temiz ve en yüksek insanlar haline geldiler. Amerika ve batı devletleri Müslümanlarla alay ediyorlar ve onları kendileri gibi kötü ve alçak insan haline getirmeye çalışıyorlar.

Allah-u Teâla müminlere o nimetleri hatırlatırken onlardan şunu istiyor; kendisini anmak ve kendisine teşekkür etmek ve kafir olmamaktır. Hem de Allah’ı anarlarsa Allah onları anacaktır. Allah’ı anmak hem sözle olur hem amelle olur. Allah’ı sözle anmak, zikretmek, teşbih, istiğfar, tekbir, hamd etmek, dua etmek, Kuran okumak, insanlara Allah (cc)’nın ayetlerini hatırlatmak, insanları Allah (cc)’ya davet etmek, marufu emretmek, münkeri nehy etmek, insanları hidayete getirmek için çağırmak, zalimlere hak sözü, Allah (cc)’nın emir ve yasaklarını hatırlatmaktır. Bunların hepsi Allah (cc)’yı zikretmekten birer parçadır. Amelle Allah (cc)’yı anmak ise; namaz kılmak, oruç tutmak, hac yapmak, zekat vermek, cihad etmek, Allah (cc)’nın indirdikleriyle hükmetmek ve sair Allah (cc)’nın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından vazgeçmektir. Biz sözle ve amelle Allah (cc)’yı ansak, Allah bizi anar, bize bakar ve yardım eder. Eğer Allah (cc)’yı unutursak Allah bizi unutur. Haşr suresinde dediği gibidir. 

“Allah'ı, unutanlar gibi olmayın Allah onları unuttu, onlar fasık insanlardır,” (Haşr 19)

Kalple Allah (cc)’yı anmakla olur; teşbih, hamd ve tekbir etmek, istiğfar ve rahmet dilemek, dua etmek, Allah (cc)’yı düşünmek, nimetleri hatırlamak, haset etmemek, kin beslememek, müminler buğz etmez, çünkü Allah (cc) böyle şeylerden nehy ettiği için böyle güzel kalbe sahip olmak hepsi Allah (cc)’yı zikretmekten birer parçadır. Bu zikir ruhtur, çünkü Allah’la ilişkiyi idrak etmek manasındadır. Bunun neticesi ruhaniyettir. Böylece; mümin yüksek ruhaniyete sahip olur. Buhari’nin rivayet ettiği şu Kutsi Hadis vardır: “Allah (cc) dedi ki; ‘Ey adem oğlu, kendi nefsinde beni zikredersen, seni nefsimde zikredeceğim, bir grup insanlar arasında beni zikredersen, meleklerden daha hayırlı bir grup arasında seni zikrederim. Eğer bana bir karış kadar yaklaşırsan sana bir arş kadar yaklaşırım. Eğer bana yürüyerek gelirsen sana koşarak gelirim. Öyleyse Allah’a kalple, sözle ve amelle yaklaşmak zikir sayılır ve onun neticesi zikir eden mümine Allah’ın yaklaşması ve yardım etmesidir.

Allah’a teşekkür etmek ise hem sözle hem amelle gerçekleşir. Sözle biliniyor, her nimete karşı Allah (cc)’ya şükürler olsun demektir. Amelle ise, onun uğrunda harcamaktır. Cihada, İslam davetine, fakirlere, muhtaçlara ve bütün hayır işlerinde harcamaktır. Bu sebeple Allah-u Teâla bir ayette: 

“Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.” (İbrahim 7)

“Eğer teşekkür ederseniz size fazla fazla vereceğim, fakat nankörlük ederseniz sizin için şiddetli azap hazırladım demektir.” Kafir olmayın ifadesi nankör olmayın manasında bu ayette geçer. Kafir olmak Allah (cc)’nın nimetini red etmek, nankör olmak ve gerçeği örtmektir. Nimeti red eden, nankör insandır. Yine de gerçeği örten kimse nankördür.

Allah bize İslam nimeti verdiği için ona teşekkür etmeliyiz. Bu nimeti red etmek nankörlüktür. Sağlık, mal, mülk ve diğer maddi nimetlere karşı Allah (cc)’ya teşekkür etmeliyiz. Bize verdiği mal ve mülkten harcamalıyız. Malımız ve mülkümüz bereketli olur. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “sadaka yüzünden hiç mal eksilmez.” (ibn-i hanbel) İnsan kendi malının eksilmediği ve ihtiyaçlarına yettiğini hisseder. Sağlık nimetine amelle teşekkür etmek ise Allah uğrunda cihad etmek, İslam davetini yüklenmek, insanlarla, fakirlerle ve zayıflarla ilgilenmek, muhtaçlara yardım etmek, zalimlere karşı çıkmak, mazlumlara sahip çıkmak, ve bunun uğrunda eziyeti tahammül etmektir.

YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004

Yukarı