Ayrıca
aynı dönemde Ahmed Ziyauddin Gümüşhane’yi ve onun müridi
Mehmed Zahid Kokt’u, Süleymancılar, Oflular, Menzilciler,
Holdingci Modernistler ayrıca Mahmud Sami Ramazanoğlu gibi nakşi
gruplar mevcuttur.
Nakşiliğin
gerek doktrini ve kurallarıyla gerek ruhanilerin yaşam tarzıyla
İslam’dan çok farklı bir çizgide olduğunu anlamak hiç de zor
değildir. Bunun için tarikatın temel dinamiklerini kısaca
incelemek yeterlidir.
Bunlar
başlıca üçtür: “Biat”, “Kelimat-ı Semaniye” ve “zikir”.
Bu dinamikler “Seyr-u Sülüh” adı altında sistematize
edilmiştir.
I-BİAT
Şeyhin
verdiği mistik eğitime emir ve talimatlara müridin kesin şekilde
boyun eğmesini amaçlayan tarikattaki bu biat her bakımdan İslam’daki
biattan farklıdır. Oysa İslam’daki biat Müslüman kişinin
Şer-î yeterliliğine sahip adaylar arasından birisine biat edip
Halifeyi seçmiştir. Bundan amaç İslam kardeşliği, birliği ve
İslam ahkamının uygulanmasıdır. Biat bu anlamda tarikatçının
tam tersine evrensel bir din taşımaktadır.
II-
KELİMAT_I SEMANİYE
Sekiz
kelime diye adlandırılan bu kelimelerin hepside Farsça bileşik
kelimedir. Çünkü Nakşibendi tarikatının dili Fars’çadır.
Şahı Nakşibendi’nin de bunlara eklediği 3 kavramla toplam 11
ilkeden oluşur.
1-
Hûş Der Dem: Solunumu kontrol etmek, gafletle solumamak, her
saniye Allah’ın zatı üzerinde düşünmeyi yoğunlaştırmak ve
bu suretle bir konsantrasyon sağlamaktır.
2-
Nazar Ber Kadem: Hiçbir yöne yüz çevirmemek gözleri yalnızca
öne dikmektir. Amaç yine dikkatin dağılmasını önlemektir. Ayrıca
belirtmek gerekir ki tıpkı rabıta gibi İslam’a mal edinmek
istenen bu yabancı kavramın esasen amaçladığı şey düşünmeyi
kısıtlamak ve bilinci dondurmaktır.
3-
Sefer Der Vatan : Sözlük olarak vatandan ayrılmak demektir.
Bununla sözde melek düzeyine ulaşabilmek için insanın eksik
yalanlarını gidermesi amaçlanmaktadır. Çünkü bu ilkenin kaynağını
aldığını Budizm de iç temizliğe ulaşmak için çile
yöntemini öngörmektedir. Müslüman emir ve yasaklara titizlikle
uyarak Allah katında en yüksek mertebeye ulaşır ama insan
olarak.
4-
Halvet Der Encümen: İnsanlar arasında iken dikkati onların
üzerinden yoğunlaştırmamak.
Tarikattaki
Halvet Der Encümen ilkesinden asıl amaç ise kişinin kendini
zihinsel açıdan otomatik olarak denetlemesidir. Bu eğer
başarılırsa insan kendini fizyolojik olarak da düzenleme olanağını
elde edebilir. Bu esasen yoga mesleğinin temel amaçlarından
biridir. Nitekim bazı kimselerin yoğun telkinde bünyelerini
denetim altına alabildikleri hatta bu yöntemle kalp atışlarını
dakikada 300 defa vuruş yaptırabildiği saptanmış bir gerçektir.
Keza Hint fakirlerin vücutlarına şiş saplamaları ateş
üzerinde gezmeleri cam para ve anahtar gibi sert ve kesici cisimler
yutmaları gibi olağanüstü sandığımız bütün eylemler yine
Fizyolojik konsantrasyonla yapılmaktadır. İtiraf etmek gerekir
ki, Nakşiliğin ta yüzyıllar önce Hint kaynaklı din ve
felsefelerden elde ettiği transandantal, mistik, ve hipnotik yönlendirme
usulleri bugün birkaç Nakşi şeyhinin elinde sihirli değnek gibi
kullanılmaktadır. Esasen bu usullerin gerek psikosomatik tıp,
gerek psikanaliz, gerekse fakirizm açısından çağımızda hiçbir
yanı kalmamıştır. Hatta dünyanın bir çok ülkelerinde adeta
evliyacılık oynar gibi bu yöntemler sıradan insanlar tarafından
ya bir şov yapmak için ya bir hobi olarak yada nadiren bir
alternatif tıp yöntemi olarak terapi amacıyla uygulanmaktadır.
Aslında bu konudaki uygulamaların temeli insan bilincinin çeşitli
yollarla şartlandırılmasına dayanmaktadır. Bu ise belli bir
kelimenin binlerce kez tekrara ettirilmesiyle olur. Buna yoga
dilinde “MANTRA” denir. Şartlandırma ayrıca belli bir cismin
yada hafızada canlandırılacak herhangi bir şeklin sürekli
olarak zihinde tutulmasıyla da olur ki, buna da yine yoga dilinde
“YONTRA” denir. Bütün bunlardan kademeli olarak iki amaç
güdülür.
a)
Dıştan gelen her türlü uyarımları engelleyerek yada
onları en aza indirerek insanın bilincini belli bir noktada
yoğunlaştırmasıdır.
b)
Merkezi sinir sisteminin etkinliğini mümkün olduğunca
etkileyecek şartlı refleksi gerçekleştirmektedir. Mürid bu
durum da artık bir robottan farksızdır. Bütün varlığıyla
şeyhin emrine amadedir.
5-
Yâd Gerd: Allah’ı anmaya aralıksız devam etmek. İlk
bakışta masumane görünüyor ama derinlemesine incelendiğinde hiç
de İslam’ın özüne uymadığı anlaşılıyor.
“Yâd
Gerd” kapsamında yapılan zikrin üç önemli özelliği vardır.
a-
Zikir sırasında gözler ve ağız kapalı dil damağa
yapışıktır.
b-
Burundan nefes alınarak ciğerler iyice hava doldurulduktan
sonra Kelime-i Tevhid ya da Lafza-i Celal sadece zihinden
tekrarlanır. Üç, beş, yedi, dokuz, on bir, on üç, on beş, en
çok yirmi bir kez bu şekilde yapılacak tekrardan sonra nefes
salıverilir ve yeniden nefes alınarak bu şekilde zikre devam
edilir.
c-
Tarikat teorisyenleri tarafından “leteif” diye
adlandırılan ve vücudun belirli noktalarında bulunduğu ileri sürülen
spitüel merkezlere iletimde bulunur. Bunların hepsinden amaç yine
konsantrasyonu sağlamaktır. Bazen bu nefes alma durumlarında kana
fazla oksijen gittiğinden bir çeşit uyuşma olarak kendini gösteren
durumlar meydana gelir. Buna hemen bir isim bulmuşlardır. SEKR:
“Sarhoşluk” veya “Gaybet kendinden geçme”.
6-
Baz Geşt: Dönüş demektir. Yogada “doğrusal zaman”
kavramının aşamalara bölünerek koordine edilmesi kuralı
vardır. Bu kural Nakşiliğe “Baz Geşt” olarak
yansımıştır. Mürit zikrini tamamladıktan sonra normal solunuma
geçer bu sırada şu tekmili verir: “Allah’ım amacım sensin
ve istediğim senin hoşnutluğundur.”
7-
Nigâh Daşt: Müridin kalbini vesveselerden koruması demektir.
Aslında burada müridin “Masiva” diye hiçbir şey görmediğine
ve bu arada kendisinde “Masivadan” olmadığına inanması ve bu
inancı zedeleyecek herhangi bir vesveseye gönül kapısını açmamasıdır.
8-
Yâd Daşt: Yani hatırlamak. Sözlerin soyut anlamlarından vaz
geçip Allah’ın bizzat kendisine yönelmek. Bu halin ise ancak
“Fena” ve “Beka” mertebelerine eriştikten sonra mürid
için söz konusu olabileceğini açıklamaktadır. bu ilkeye
ulaşan mürid Nakşiliğe göre artık kendisinin “masiva” dan
sayılmadığına kesinlikle inanan kimsedir.
“Masiva”
Allah’tan başka her şey demek olan bir terimdir.
Şahı
Nakşibendi tarafından 3 ilke daha eklemiştir ki bunlar (9, 10,
11):
9-
Vukùf-u Zamânî: İki ya da üç saatte bir nefis ve vicdan
muhasebesi yapmak yine konsantrasyon için.
10-Vukùf-u
Adedi: Zikirde belli sayısal limitler üzerinde duraksamasıdır.
Örneğin Kelime-i Tevhid’i zikrederken her dokuz tekrardan sonra
küçük bir mola vermek gibi. İlginçtir ki, yoga türlerinde
birinde aynen böyle bir uygulama vardır. “montra” diye
adlandırılan özel ve daha çok kutsal sözcükler belli sayıda
tekrarlanarak ona da kısa molacıklar verilir. Dolayısıyla Vukùf-u
Adedi kavramının da tarikata yine yoga da alındığı ihtimali güçlenmektedir.
Çünkü İslam’da ne böyle limitle sınırlı bir zikir şekli
vardır ne böyle bir kavram ne de Kuran ve Sünnet’le belirlenmiş
olan ibadetlerden başka bu kadar basamaklı bir “Seyr-u Sülüh”
vardır.
11-
Vukùf-u Kalbî: Kalbi hem söz hem de anlamıyla meşgul
bulundurmak. Aslında bu yoga dilinde konsantrasyondur. Hipnotik
Trans’a hazırlayıcı aşamaların sonucudur. Tarikatta da en son
aşama olan “vecd” haline müridin ulaşabilmesi için geçtiği
mistik uygulamaların en ileri basamağıdır. Fiziksel tüm iz ve
izlenimlerin zihinden silindiği bir nokta olan “vecd” haline
işte bu “Vukùf-u Kalbî” ile ancak ulaşılabilir.
Sonuç
olarak bunun da İslam’ın öğretileriyle bir bağlantısı
yoktur.
RABITA
Arapça
“rabt” kökünde türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek,
iliştirmek, ve bağlamak anlamına gelir. Bir tasavvuf terimi
olarak (daha doğrusu) Nakşibendi tarikatının kurallarından biri
olarak Rabıta: Müridin kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş
varsayarak ondan feyiz aldığını (ondan metafizik olarak güç
aldığını) ya da nurlandığını zihninde canlandırmasıdır.
Nakşibendi tarikatının öncüleri tarafından rabıtanın
ayrıntılı olarak değişik açıklamaları vardır. Ama
özellikle daha güncel olması bakımından Necip Fazıl Kısakürek
tarafından sadeleştirmiş ve Abdülhakim Arussiye ait olan tanım
çok ilginçtir:
“Rabıta
ilahi - zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahedede makamına
varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında
o zatın suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir”.
“Pirin
kıyafet ve heyetine aynen bürünmek, kendini mürşid şekline görmek
ve hayal etmek. Bu vaziyette meydanda olan sanki pirdir, kendisi değil.
Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela, Kuran dinlerken
gözlerini yumar ve kendini pirin vücut ve kıyafetinde görür. O
an sanki pirdir, kendisi değil. Keza Kuran okurken, vaaz ve ders
dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve
heyetinde hayal eder. Namazda kıyam ve kıraat fiillerini yerine
getiren sanki pirdir, kendisi değil.
Genelde
“Hatm-i huveceğan” adı altında uygulanan zikir merasimi
sırasında halka şeklinde oturan mürideler şeyhin “veta
vekilmin” komutu ile rabıtaya başlarlar. Toplu yapıldığı
gibi tek başına yapılabiliyor. Genelde aşağıdaki gibi
uygulanır:
a-
Abdestli olmak: Genelde sabah, ikindi ve yatsı sonra düzenlendiği
için halakaya katılan müridlerin hepsi zaten abdestlidir.
b-
İnabeli olmak: Yani müridin mürşit olarak kabul ettiği
şeyhe el vermesidir. El verme olayı gerçekleşmemişse Hatm-i
Huvaceğan halkasına kabul edilmezler. Hatta şeyhi olmayanın
şeyhi şeytanlarda denir.
c-
Kapıyı kilitlemek : Aslında kapının içerden kilitlenmesi sırf
rabıtaya bağlı bir kural değildir. Nakşibendilere göre Hatm-i
Huvaceğanayının bir ayrıntısıdır.
d-
Ortamı karartmak: Vakit gece ise ışıkları söndürmek
gündüz ise pencerelere perde germek suretiyle ortam karartmak.
e-
“Ters Teverruk” Oturuşu ile oturmak: Sol ayak dik tutulur,
sağ ayağın parmak uçları da köprü gibi duran sol bacağın
altından biraz dışarı çıkartılır.
f-
Gözleri yummak: Gerek toplu olarak gerek yalnız yapılan zikir
sırasında muhakkak gözler kapalı olmak durumundadır.
g-
Nefesi kontrol altına almak: Rabıta yaparken ağız
kapalıdır. Soluk burundan alınır. Nakşibendi tarikatında
başlıca iki çeşit zikir vardır. Bunlardan biri sözlü zikir
olan “ vird” dir, diğeri ise zihinsel zikir olan “rabıta”
dır ki, her ikisinde nefes kontrol altındadır.
h-
Sabit ve hareketsiz durmak: Tamamen sabit durmak ve en ufak bir
ilinti dahi mırıldanmamak.
i-
Mürşidin şeklini zihinde canlandırmak: Bu kural rabıtanın
özünü oluşturur. Süleymancılar ve Menzilciler gibi bazı
kollarında şeyhin fotoğrafına bakmak suretiyle de rabıta
yapılır.
Abdulhakim
Arvasi n. Fazıl Kısaküreğin tercümesiyle aynen şöyle der: “Kendinizi
vakıa halinde ölü ve teneşir tahtası üzerinde kefene sarılmış
tasavvur edeceksin”.
Mezarda
olduğunuz halde, Mürşidi, Piri Allah ile aranızda vesile ve
vasıta mevkiinde zatı düşünerek, onu yanınızda ve
karşınızda farz ederek ve onun yüce alnına, yani iki kaşı
arasına gözlerinizi dikeceksiniz, o zatın simasına hayal
hazinesinde yer verecek onu kalbinizde hayal yoluyla durduracaksınız.
j-
Mürşidin Ruhaniyetten yardım dilemek: (ruhaniyetten istimdat)
Müridin şeyhinden himmet, bereket, ve yardım dilemesidir. Bunun
için şeyhin genç, yaşlı, sağ ve ölmüş olması arasında hiçbir
fark yoktur.
Ne
gariptir ki, Rabıta yapmak bir ibadet midir sorusuna hiçbir Nakşibendi
doğru dürüst cevap verememiştir. Özellikle iki ayeti kerimeyi
delil olarak getirirler.
“Ey
iman edenler Allaha (itaatsizlikten) sakının ve doğrularla
beraber olun.” (Tevbe 119)
“Ey
iman edenler Allaha (itaatsizlik) den sakının ve ona (sizden
hoşnut olacak) vesileler arayınız.” (Maide 35)
Bu
iki ayeti kerimenin rabıtaya delil olduğunu ileri sürmekte
kendilerini ne kadarda küçük düşüyorlar.
Aslında
olayı derinlemesine incelediğimizde Budizimden etkilenmiş olan
Nakşibendi tarikatının konusu toplum ve hayat değil, kişinin iç
dünyasıdır. Budistler bunu uzun uzun düşünmek ve çile
çekmekle bu işi yaparlar. Nakşiler ise rabıtayla. Budizmin
temelini meditasyon oluşturmaktadır. Meditasyon ise belli
kurallara bağlı ve bilinçli bir düşünme ve davranma
biçimleridir. Budistler maditasyonu orijinal adı “yoga” terimi
olan ve özel bazı kurallar neticesinde yapılabilen psikolojik bir
ayindir. Tıpkı rabıta gibi.
YOGA
Ruhu
zat-ı ilahiye ile birleştirme amacına yönelik bir nefis
terbiyesi ve tefekkürden ibaret bir dinsel Hint felsefesidir. Tanımlama
aynen böyle tarikatçıların Rabıta tarifine ne kadarda uyuyor.
SONUÇ:
Yaklaşık bin yıldır bir nevi evrim sürecinden geçerek, zaman
dilimleri içinde bazen de siyasi otorite tarafından beslenerek
şimdiki hale gelen ve ümmetin içinde bir hastalık olarak yerini
alan Tarikatçılığı bir kalemde düzeltmemiz mümkün değildir.
Düşünen insanları etkilemek kolaydır. Ne yazık ki bu insanlar
düşünme melekesini kaybetmiş tabiri caiz ise bir nevi uyur gezer
insanlardır. Sonuç ne olursa olsun onlarda var olan bu hastalığı
tedavi etmek için çalışmalı gayret sarf etmeliyiz. Bunu
yaparken de üslup ve konuşma şeklimize yeterince önem vermeli,
bu Müslümanlara gerçeği anlatmak için mücadele etmeliyiz. En
azından daha tam anlamıyla entegre olmamış Müslümanlar
olabilir düşüncesindeyiz.
Ümmetin
içindeki bu durumdan yalnız ve yalnız Raşidi Hilafet İslam
Devleti’nin kurulmasıyla gerçek kalkınmanın sağlanacağını
hepimiz biliyoruz. Bu devletin bir an önce kurulması için bize
yardım et Ya Rabbi.
“Ey
Rabbimiz; Bizi doğru yola erdirmişken gönüllerimizi artık
saptırma ve kendi tarafından bize bir rahmet bağışla gerçek
şu ki sen sınırsız bağışlayansın.” (Ali İmran 8)
Ya
Rabbi duamızı kabul et.
AMİN.
|