Ana Sayfa YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004 E-Mail

ARAŞTIRMA - İNCELEME

NAKŞİBENDİLİK VE RABITA

[2. Bölüm]

Mustafa A.

Ayrıca aynı dönemde Ahmed Ziyauddin Gümüşhane’yi ve onun müridi Mehmed Zahid Kokt’u, Süleymancılar, Oflular, Menzilciler, Holdingci Modernistler ayrıca Mahmud Sami Ramazanoğlu gibi nakşi gruplar mevcuttur.

Nakşiliğin gerek doktrini ve kurallarıyla gerek ruhanilerin yaşam tarzıyla İslam’dan çok farklı bir çizgide olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Bunun için tarikatın temel dinamiklerini kısaca incelemek yeterlidir.

Bunlar başlıca üçtür: “Biat”, “Kelimat-ı Semaniye” ve “zikir”. Bu dinamikler “Seyr-u Sülüh” adı altında sistematize edilmiştir.

I-BİAT

Şeyhin verdiği mistik eğitime emir ve talimatlara müridin kesin şekilde boyun eğmesini amaçlayan tarikattaki bu biat her bakımdan İslam’daki biattan farklıdır. Oysa İslam’daki biat Müslüman kişinin Şer-î yeterliliğine sahip adaylar arasından birisine biat edip Halifeyi seçmiştir. Bundan amaç İslam kardeşliği, birliği ve İslam ahkamının uygulanmasıdır. Biat bu anlamda tarikatçının tam tersine evrensel bir din taşımaktadır.

II- KELİMAT_I SEMANİYE

Sekiz kelime diye adlandırılan bu kelimelerin hepside Farsça bileşik kelimedir. Çünkü Nakşibendi tarikatının dili Fars’çadır. Şahı Nakşibendi’nin de bunlara eklediği 3 kavramla toplam 11 ilkeden oluşur.

1- Hûş Der Dem: Solunumu kontrol etmek, gafletle solumamak, her saniye Allah’ın zatı üzerinde düşünmeyi yoğunlaştırmak ve bu suretle bir konsantrasyon sağlamaktır.

2- Nazar Ber Kadem: Hiçbir yöne yüz çevirmemek gözleri yalnızca öne dikmektir. Amaç yine dikkatin dağılmasını önlemektir. Ayrıca belirtmek gerekir ki tıpkı rabıta gibi İslam’a mal edinmek istenen bu yabancı kavramın esasen amaçladığı şey düşünmeyi kısıtlamak ve bilinci dondurmaktır.

3- Sefer Der Vatan : Sözlük olarak vatandan ayrılmak demektir. Bununla sözde melek düzeyine ulaşabilmek için insanın eksik yalanlarını gidermesi amaçlanmaktadır. Çünkü bu ilkenin kaynağını aldığını Budizm de iç temizliğe ulaşmak için çile yöntemini öngörmektedir. Müslüman emir ve yasaklara titizlikle uyarak Allah katında en yüksek mertebeye ulaşır ama insan olarak.

4- Halvet Der Encümen: İnsanlar arasında iken dikkati onların üzerinden yoğunlaştırmamak.

Tarikattaki Halvet Der Encümen ilkesinden asıl amaç ise kişinin kendini zihinsel açıdan otomatik olarak denetlemesidir. Bu eğer başarılırsa insan kendini fizyolojik olarak da düzenleme olanağını elde edebilir. Bu esasen yoga mesleğinin temel amaçlarından biridir. Nitekim bazı kimselerin yoğun telkinde bünyelerini denetim altına alabildikleri hatta bu yöntemle kalp atışlarını dakikada 300 defa vuruş yaptırabildiği saptanmış bir gerçektir. Keza Hint fakirlerin vücutlarına şiş saplamaları ateş üzerinde gezmeleri cam para ve anahtar gibi sert ve kesici cisimler yutmaları gibi olağanüstü sandığımız bütün eylemler yine Fizyolojik konsantrasyonla yapılmaktadır. İtiraf etmek gerekir ki, Nakşiliğin ta yüzyıllar önce Hint kaynaklı din ve felsefelerden elde ettiği transandantal, mistik, ve hipnotik yönlendirme usulleri bugün birkaç Nakşi şeyhinin elinde sihirli değnek gibi kullanılmaktadır. Esasen bu usullerin gerek psikosomatik tıp, gerek psikanaliz, gerekse fakirizm açısından çağımızda hiçbir yanı kalmamıştır. Hatta dünyanın bir çok ülkelerinde adeta evliyacılık oynar gibi bu yöntemler sıradan insanlar tarafından ya bir şov yapmak için ya bir hobi olarak yada nadiren bir alternatif tıp yöntemi olarak terapi amacıyla uygulanmaktadır. Aslında bu konudaki uygulamaların temeli insan bilincinin çeşitli yollarla şartlandırılmasına dayanmaktadır. Bu ise belli bir kelimenin binlerce kez tekrara ettirilmesiyle olur. Buna yoga dilinde “MANTRA” denir. Şartlandırma ayrıca belli bir cismin yada hafızada canlandırılacak herhangi bir şeklin sürekli olarak zihinde tutulmasıyla da olur ki, buna da yine yoga dilinde “YONTRA” denir. Bütün bunlardan kademeli olarak iki amaç güdülür.

a) Dıştan gelen her türlü uyarımları engelleyerek yada onları en aza indirerek insanın bilincini belli bir noktada yoğunlaştırmasıdır.

b) Merkezi sinir sisteminin etkinliğini mümkün olduğunca etkileyecek şartlı refleksi gerçekleştirmektedir. Mürid bu durum da artık bir robottan farksızdır. Bütün varlığıyla şeyhin emrine amadedir.

5- Yâd Gerd: Allah’ı anmaya aralıksız devam etmek. İlk bakışta masumane görünüyor ama derinlemesine incelendiğinde hiç de İslam’ın özüne uymadığı anlaşılıyor.

“Yâd Gerd” kapsamında yapılan zikrin üç önemli özelliği vardır.

a- Zikir sırasında gözler ve ağız kapalı dil damağa yapışıktır.

b- Burundan nefes alınarak ciğerler iyice hava doldurulduktan sonra Kelime-i Tevhid ya da Lafza-i Celal sadece zihinden tekrarlanır. Üç, beş, yedi, dokuz, on bir, on üç, on beş, en çok yirmi bir kez bu şekilde yapılacak tekrardan sonra nefes salıverilir ve yeniden nefes alınarak bu şekilde zikre devam edilir.

c- Tarikat teorisyenleri tarafından “leteif” diye adlandırılan ve vücudun belirli noktalarında bulunduğu ileri sürülen spitüel merkezlere iletimde bulunur. Bunların hepsinden amaç yine konsantrasyonu sağlamaktır. Bazen bu nefes alma durumlarında kana fazla oksijen gittiğinden bir çeşit uyuşma olarak kendini gösteren durumlar meydana gelir. Buna hemen bir isim bulmuşlardır. SEKR: “Sarhoşluk” veya “Gaybet kendinden geçme”.

6- Baz Geşt: Dönüş demektir. Yogada “doğrusal zaman” kavramının aşamalara bölünerek koordine edilmesi kuralı vardır. Bu kural Nakşiliğe “Baz Geşt” olarak yansımıştır. Mürit zikrini tamamladıktan sonra normal solunuma geçer bu sırada şu tekmili verir: “Allah’ım amacım sensin ve istediğim senin hoşnutluğundur.”

7- Nigâh Daşt: Müridin kalbini vesveselerden koruması demektir. Aslında burada müridin “Masiva” diye hiçbir şey görmediğine ve bu arada kendisinde “Masivadan” olmadığına inanması ve bu inancı zedeleyecek herhangi bir vesveseye gönül kapısını açmamasıdır.

8- Yâd Daşt: Yani hatırlamak. Sözlerin soyut anlamlarından vaz geçip Allah’ın bizzat kendisine yönelmek. Bu halin ise ancak “Fena” ve “Beka” mertebelerine eriştikten sonra mürid için söz konusu olabileceğini açıklamaktadır. bu ilkeye ulaşan mürid Nakşiliğe göre artık kendisinin “masiva” dan sayılmadığına kesinlikle inanan kimsedir.

“Masiva” Allah’tan başka her şey demek olan bir terimdir.

Şahı Nakşibendi tarafından 3 ilke daha eklemiştir ki bunlar (9, 10, 11):

9- Vukùf-u Zamânî: İki ya da üç saatte bir nefis ve vicdan muhasebesi yapmak yine konsantrasyon için.

10-Vukùf-u Adedi: Zikirde belli sayısal limitler üzerinde duraksamasıdır. Örneğin Kelime-i Tevhid’i zikrederken her dokuz tekrardan sonra küçük bir mola vermek gibi. İlginçtir ki, yoga türlerinde birinde aynen böyle bir uygulama vardır. “montra” diye adlandırılan özel ve daha çok kutsal sözcükler belli sayıda tekrarlanarak ona da kısa molacıklar verilir. Dolayısıyla Vukùf-u Adedi kavramının da tarikata yine yoga da alındığı ihtimali güçlenmektedir. Çünkü İslam’da ne böyle limitle sınırlı bir zikir şekli vardır ne böyle bir kavram ne de Kuran ve Sünnet’le belirlenmiş olan ibadetlerden başka bu kadar basamaklı bir “Seyr-u Sülüh” vardır.

11- Vukùf-u Kalbî: Kalbi hem söz hem de anlamıyla meşgul bulundurmak. Aslında bu yoga dilinde konsantrasyondur. Hipnotik Trans’a hazırlayıcı aşamaların sonucudur. Tarikatta da en son aşama olan “vecd” haline müridin ulaşabilmesi için geçtiği mistik uygulamaların en ileri basamağıdır. Fiziksel tüm iz ve izlenimlerin zihinden silindiği bir nokta olan “vecd” haline işte bu “Vukùf-u Kalbî” ile ancak ulaşılabilir.

Sonuç olarak bunun da İslam’ın öğretileriyle bir bağlantısı yoktur.

RABITA

Arapça “rabt” kökünde türetilmiş bir kelimedir. Sözlükte birleştirmek, iliştirmek, ve bağlamak anlamına gelir. Bir tasavvuf terimi olarak (daha doğrusu) Nakşibendi tarikatının kurallarından biri olarak Rabıta: Müridin kendini mürşidi ile yüz yüze gelmiş varsayarak ondan feyiz aldığını (ondan metafizik olarak güç aldığını) ya da nurlandığını zihninde canlandırmasıdır. Nakşibendi tarikatının öncüleri tarafından rabıtanın ayrıntılı olarak değişik açıklamaları vardır. Ama özellikle daha güncel olması bakımından Necip Fazıl Kısakürek tarafından sadeleştirmiş ve Abdülhakim Arussiye ait olan tanım çok ilginçtir:

“Rabıta ilahi - zati sıfatlarla tahakkuk etmiş ve müşahedede makamına varmış bir kamil ve mükemmele kalp bağlayıp huzur ve gıyabında o zatın suretini hayal hazinesinde muhafaza etmekten ibarettir”.

“Pirin kıyafet ve heyetine aynen bürünmek, kendini mürşid şekline görmek ve hayal etmek. Bu vaziyette meydanda olan sanki pirdir, kendisi değil. Bu kısım rabıta ibadetlere mahsustur. Mesela, Kuran dinlerken gözlerini yumar ve kendini pirin vücut ve kıyafetinde görür. O an sanki pirdir, kendisi değil. Keza Kuran okurken, vaaz ve ders dinlerken, namaz kılarken, kendisini mürşidin kıyafet ve heyetinde hayal eder. Namazda kıyam ve kıraat fiillerini yerine getiren sanki pirdir, kendisi değil.

Genelde “Hatm-i huveceğan” adı altında uygulanan zikir merasimi sırasında halka şeklinde oturan mürideler şeyhin “veta vekilmin” komutu ile rabıtaya başlarlar. Toplu yapıldığı gibi tek başına yapılabiliyor. Genelde aşağıdaki gibi uygulanır:

a- Abdestli olmak: Genelde sabah, ikindi ve yatsı sonra düzenlendiği için halakaya katılan müridlerin hepsi zaten abdestlidir.

b- İnabeli olmak: Yani müridin mürşit olarak kabul ettiği şeyhe el vermesidir. El verme olayı gerçekleşmemişse Hatm-i Huvaceğan halkasına kabul edilmezler. Hatta şeyhi olmayanın şeyhi şeytanlarda denir.

c- Kapıyı kilitlemek : Aslında kapının içerden kilitlenmesi sırf rabıtaya bağlı bir kural değildir. Nakşibendilere göre Hatm-i Huvaceğanayının bir ayrıntısıdır.

d- Ortamı karartmak: Vakit gece ise ışıkları söndürmek gündüz ise pencerelere perde germek suretiyle ortam karartmak.

e- “Ters Teverruk” Oturuşu ile oturmak: Sol ayak dik tutulur, sağ ayağın parmak uçları da köprü gibi duran sol bacağın altından biraz dışarı çıkartılır.

f- Gözleri yummak: Gerek toplu olarak gerek yalnız yapılan zikir sırasında muhakkak gözler kapalı olmak durumundadır.

g- Nefesi kontrol altına almak: Rabıta yaparken ağız kapalıdır. Soluk burundan alınır. Nakşibendi tarikatında başlıca iki çeşit zikir vardır. Bunlardan biri sözlü zikir olan “ vird” dir, diğeri ise zihinsel zikir olan “rabıta” dır ki, her ikisinde nefes kontrol altındadır.

h- Sabit ve hareketsiz durmak: Tamamen sabit durmak ve en ufak bir ilinti dahi mırıldanmamak.

i- Mürşidin şeklini zihinde canlandırmak: Bu kural rabıtanın özünü oluşturur. Süleymancılar ve Menzilciler gibi bazı kollarında şeyhin fotoğrafına bakmak suretiyle de rabıta yapılır.

Abdulhakim Arvasi n. Fazıl Kısaküreğin tercümesiyle aynen şöyle der: “Kendinizi vakıa halinde ölü ve teneşir tahtası üzerinde kefene sarılmış tasavvur edeceksin”.

Mezarda olduğunuz halde, Mürşidi, Piri Allah ile aranızda vesile ve vasıta mevkiinde zatı düşünerek, onu yanınızda ve karşınızda farz ederek ve onun yüce alnına, yani iki kaşı arasına gözlerinizi dikeceksiniz, o zatın simasına hayal hazinesinde yer verecek onu kalbinizde hayal yoluyla durduracaksınız.

j- Mürşidin Ruhaniyetten yardım dilemek: (ruhaniyetten istimdat) Müridin şeyhinden himmet, bereket, ve yardım dilemesidir. Bunun için şeyhin genç, yaşlı, sağ ve ölmüş olması arasında hiçbir fark yoktur.

Ne gariptir ki, Rabıta yapmak bir ibadet midir sorusuna hiçbir Nakşibendi doğru dürüst cevap verememiştir. Özellikle iki ayeti kerimeyi delil olarak getirirler.

“Ey iman edenler Allaha (itaatsizlikten) sakının ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe 119)

“Ey iman edenler Allaha (itaatsizlik) den sakının ve ona (sizden hoşnut olacak) vesileler arayınız.” (Maide 35)

Bu iki ayeti kerimenin rabıtaya delil olduğunu ileri sürmekte kendilerini ne kadarda küçük düşüyorlar.

Aslında olayı derinlemesine incelediğimizde Budizimden etkilenmiş olan Nakşibendi tarikatının konusu toplum ve hayat değil, kişinin iç dünyasıdır. Budistler bunu uzun uzun düşünmek ve çile çekmekle bu işi yaparlar. Nakşiler ise rabıtayla. Budizmin temelini meditasyon oluşturmaktadır. Meditasyon ise belli kurallara bağlı ve bilinçli bir düşünme ve davranma biçimleridir. Budistler maditasyonu orijinal adı “yoga” terimi olan ve özel bazı kurallar neticesinde yapılabilen psikolojik bir ayindir. Tıpkı rabıta gibi.

YOGA

Ruhu zat-ı ilahiye ile birleştirme amacına yönelik bir nefis terbiyesi ve tefekkürden ibaret bir dinsel Hint felsefesidir. Tanımlama aynen böyle tarikatçıların Rabıta tarifine ne kadarda uyuyor.

SONUÇ: Yaklaşık bin yıldır bir nevi evrim sürecinden geçerek, zaman dilimleri içinde bazen de siyasi otorite tarafından beslenerek şimdiki hale gelen ve ümmetin içinde bir hastalık olarak yerini alan Tarikatçılığı bir kalemde düzeltmemiz mümkün değildir. Düşünen insanları etkilemek kolaydır. Ne yazık ki bu insanlar düşünme melekesini kaybetmiş tabiri caiz ise bir nevi uyur gezer insanlardır. Sonuç ne olursa olsun onlarda var olan bu hastalığı tedavi etmek için çalışmalı gayret sarf etmeliyiz. Bunu yaparken de üslup ve konuşma şeklimize yeterince önem vermeli, bu Müslümanlara gerçeği anlatmak için mücadele etmeliyiz. En azından daha tam anlamıyla entegre olmamış Müslümanlar olabilir düşüncesindeyiz.

Ümmetin içindeki bu durumdan yalnız ve yalnız Raşidi Hilafet İslam Devleti’nin kurulmasıyla gerçek kalkınmanın sağlanacağını hepimiz biliyoruz. Bu devletin bir an önce kurulması için bize yardım et Ya Rabbi.

“Ey Rabbimiz; Bizi doğru yola erdirmişken gönüllerimizi artık saptırma ve kendi tarafından bize bir rahmet bağışla gerçek şu ki sen sınırsız bağışlayansın.” (Ali İmran 8)

Ya Rabbi duamızı kabul et.

AMİN.

YIL 15  SAYI 169-170-171  ZİLKADE/ZİLHİCCE/MUHARREM 1425 / 2004

Yukarı