Tüm
Müslümanların bugün içinde bulundukları şu konumda neyi
konuşmaları, yazmaları, tartışmaları, neyin üzerinde düşünmeleri
ve kafa yormaları, çözüm yolları keşfetmeye ve neyi gerçekleştirmeye
çalışmaları gerekir? Tüm Müslümanların gündemlerinin asıl
konusu ne olmalıdır?
Müslümanlar
bu soruların doğru cevaplarını tespit edip yürürlüğe
koymadıkça, daima içinde bulundukları şartlardan etkilenerek
düşünmeye ve davranmaya devam edeceklerdir. Halbuki
Müslümanlar, akidelerinden çıkan fikirlere göre içerisinde
bulundukları ortamı değiştirmelidirler. Zira, vaka düşüncenin
kaynağı olursa insan ve toplumlar o vakaya göre şekil alırlar.
Başka bir ifade ile "zaman sana uymazsa sen zamana uy"
görüşü ağırlık kazanır. Ancak vaka düşüncenin kaynağı
değil de değişim için konu olursa, insan vakayı düşüncesi doğrultusunda
değiştirmeye çalışır.
ASIL
SORUNU TESPİT ETMENİN ÖNEMİ
Müslümanların
günümüzdeki konumunu incelerken şuna dikkat etmek gerekir.
Bizlerin asıl sorunu, mevcut toplum ve sistemler içerisinde
Müslümanların rahatını/refahını sağlamak değildir. Asıl
mesele, Müslümanları mevcut cahiliye toplum ve sistemlerinin yaşam
çarkları arasından çekip çıkartmaktır. Kısaca, teferruata
boğulmadan sorunların esasını tespit edip, her zaman bütün
dikkatlerimizi ve zamanımızı onun üzerine toplamalıyız.
Çünkü asıl mesele çözüme kavuşmadan diğer feri meselelerin
hiç birisi köklü olarak bir çözüm bulamaz. Nitekim 80 yıldır
Müslümanlar en ufak sorunlarını dahi çözebilmiş değildir. Bu
yüzden Müslümanlar olarak artık uyanık davranmak ve asıl
meselemiz üzerine eğilmek zorundayız. Bu ise ölüm kalım meselesi
olan İslamî hayatın tekrar başlatılması ve Hilafet Devletinin
kurulması meselesidir.
Aksi
durumda çalışmalarımız ve sarf ettiğimiz emeklerimiz hem dünyada
hem de ahirette heder olur.
Allah-u
Teâla şöyle buyurdu:
“Ey
iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz
O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.”
(Muhammed 7)
ÜMMETİN
İÇİNDE BULUNDUĞU KONUM
İslam
ümmetinin içerisinde bulunduğu konum, ümmetin kendisinden acilen
kurtulması gereken vahim bir vakadır. Bu, tam ortasında
bulunduğumuz kurtlar sofrasından (kapitalizmden) kurtulmak için
ve İslam Devleti’nin kurulması açısından ümmet için ölüm
kalım meselesidir. Zira günümüzde hakaretlere uğrayan, malları
gasp edilen, öldürülen, tecavüze uğrayan ve sömürülenler
Müslümanlardır. Savaşların bitmediği tek bölge ise Ortadoğu’dur.
Bütün bunlar günümüzün acı gerçekleridir. Bunlara sebebiyet
veren unsurları inceleyecek olursak, şöyle sıralayabiliriz:
1)
İslam Toplumu ve Devletinin Bulunmaması:
Yeryüzünün
hiçbir tarafında İslamî hayatın bir bütün olarak yaşandığı
İslam toplumu ve İslam Devleti yoktur. Üzerinde Müslümanların
yaşadığı İslam topraklarının var olmasına rağmen, oralara
Şer-i Hüküm’lerle hükmeden bir İslam Devleti (Hilafet)
yoktur. Dolayısıyla İslam toplumu da yoktur. Çünkü toplum
sadece fertlerden teşekkül etmez. Fertlerle birlikte fikir, duygu
ve nizamdan oluşur. Başka bir ifade ile, bir beldede hangi
akidenin fikir ve nizamı hakimse o beldede yaşayan insanlar da o
akidenin ismini alırlar. Eğer Kapitalizmin nizamı hakim ise o
toplum kapitalist toplum, İslam nizamı hakim ise, o toplum İslam
toplumu olur. Kapitalist bir toplum içerisinde, o toplumla uyum
halinde yaşayan Müslümanlar, şahsiyetlerini (İslam
şahsiyetini) kaybetmiş ya da kaybetmeye mahkum olmuş bir durumdadırlar.
İslamî
şahsiyete sahip Müslümanlar, gayri İslamî bir toplum içinde o
toplumla uyum halinde yaşamazlar. Bilakis o toplumun yapısını
kendi şahsiyetlerine uydurmaya, toplumu tüm unsurları ile İslamî
topluma dönüştürmeye çalışırlar. İslam şahsiyeti, kişinin
İslam akidesine imanı ile birlikte, o akideden fışkıran
fikirlere, hükümlere ve bunların gerektirdiği tavırlara sahip
olması demektir.
Yeryüzünde
Dar-ul İslam’ın bulunmaması da günümüz vakasının bir
başka boyutudur. Zira bir beldenin Dar-ul İslam olabilmesi için o
beldede Şer-i Hüküm’lerin uygulanıyor olması ve
savunmasının da Müslümanların elinde olması gerekir. Bunun dışındaki
bölgeler Dar-ul küfürdür. Velev ki, o bölgenin ahalisinin tamamı
Müslüman da olsa. Günümüz vakasının bir boyutu budur. Yani
İslam topraklarının çeşitli küfür ve cahiliye nizamları ile
kültürel, siyasi ve hatta askeri olarak fiilen işgal ve gasp
altında oluşudur. Dar-ul İslam’ın Dar-ul küfre dönüşmesi
halinde orayı en kısa zamanda tekrar Dar-ul İslam’a dönüştürmek
için gerekli mücadeleyi yapmak tüm Müslümanlara farzdır.
Dolayısıyla bu durum ümmetin ölüm kalım meselesidir.
2)
Cahiliye Hayatının Yaşanıyor Olması:
İslam
devleti ve toplumunun bulunmadığı bir ortamda gerçek anlamda
İslamî bir hayat yaşanıyor denilemez. Şayet Müslümanlar
içerisinde yaşadıkları toplumu değiştirmek için çaba sarf
etmiyorlarsa bunun cahiliye yaşantısından pek bir farkı olmaz.
Zira
Allah-u Teâla şöyle buyurdu:
“Yoksa
onlar (İslâm öncesi) cahiliye idaresini mi arıyorlar? İyi
anlayan bir topluma göre, hükümranlığı Allah'tan daha güzel
kim vardır?” (Maide 50)
Bu
konuda Resul (sav) şöyle buyurmuştur:
"Kim
boynunda bir biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş
olur." (Müslim)
Dolayısıyla
Hilafet Devleti’nin olmadığı bir bölgede sürdürülen ve değiştirilmesi
için çaba sarf edilmeyen bir yaşam cahiliye hayatının
kendisidir.
İslamî
hayat ise, içerisinde bazı İslamî motiflerin olduğu hayat
değildir. İslamî hayat, hayatın tamamında İslam’ın bir bütün
olarak hakim olduğu hayattır. Yani İslamî hayat; Allah-u Teâla’dan
başka ilahın tanınmadığı ve onun nizamının hüküm sürdüğü
bir hayattır. Bunun dışındaki bir hayat İslamî olmayan
cahiliye hayatıdır. Heva ve heveslere göre ilahların seçildiği,
egemenliğin insanın kendisine verildiği ve kula kulluğun
yapıldığı bir hayattır. Bu hayat, insanı inebileceği en alt
seviyeye indirir ve zelil kılar. Sadece yaratıcıya kullukla
imtihan edilecek olan insanı ebedi azaba layık kılar ve akıbetini
hüsranla sonuçlandırır. Peki ne oldu da, Müslümanlar bu duruma
düştüler?
Allah-u
Teâla şöyle buyurdu:
“Bu
da, bir millet kendilerinde bulunanı (güzel ahlâk ve meziyetleri)
değiştirinceye kadar Allah'ın onlara verdiği nimeti
değiştirmeyeceğinden dolayıdır. Gerçekten Allah işitendir,
bilendir.” (Enfal 53)
Müslümanlar
dün izzet, şeref, haysiyet, maddi refah ve üstünlük nimetini
nefislerine yerleştirdikleri bir hayata sahiptiler. Bu ise İslamî
hayattı. Müslümanlar o zamanlar İslam’a inanmakla yetinmeyip
onu hayatlarına bir ölçü yapmışlardı. Kısaca İslam fert ve
toplum olarak Müslümanların yaşam bünyesinde fiilen vardı. Müslümanlar
İslam’ın hayır dediğine hayır, şer dediğine şer, kötü
dediğine kötü, iyi dediğine de iyi olarak bakmışlardı. Bunun
neticesi olarak da Allah-u Teâla'dan nimet olarak izzetli bir hayat
buldular. Ancak nezamanki Müslümanların duygu ve düşünceleri
değiştirilmeye başlandı, ümmet içerisine fitne atıldı, işte
o zaman Müslümanların şahsiyetinde gevşemeler oldu. Hatta batı
kültürü, nizamı ve fikirleri ümmetin bünyesinde yer etmeye başladı.
İyi ile kötü, güzel ile çirkin, doğru ile yanlış İslam açısından
değil de fert ve toplumun heva ve hevesiyle belirlenmeye başlandı.
İslam kardeşliği yerine milletçilik ve vatancılık duygularına
yer verildi. Toplumsal ilişkilerde laiklik akidesine göre hareket
edildi, Şer-i Hüküm’lerden uzaklaşıldı. Dolayısıyla içerisinde
bulunduğumuz bu zelil ve perişan ortam oluştu. Kısaca, ümmetin
hastalığının sebebi Müslümanların şahsiyetlerini yitirmeleri
ya da en azından yitirmeye başlamalarıdır. Bu durum ümmetin bir
an önce kurtulması ve İslamî hayatı yeniden başlatması
için bir ölüm kalım meselesidir. Aksi halde dünyada
zillet içinde yaşamak, ahirette ise azaba mahkum olmak vardır. O
halde bu iki yönlü kayıptan, hüsrandan kurtulmak için tek çare
İslamî hayata dönmektir.
Allah-u
Teâla şöyle buyurdu:
"…Bir
topluluk nefislerindekini değiştirmedikçe, muhakkak ki Allah o
topluluğun halini değiştirmez…" (Ra’d 11)
Fert
ve top-lum olarak İslam’la yeniden yapılan-mamızın manası,
İslam’la bağlantımızı teorik konum-dan pratiğe dönüş-türmemizdir.
İsla-mî fikir, mefhum ve nizamını hayatımıza hakim
kılmamızdır. İslam toplumunu ve devletini oluşturarak İslamî
hayatı fiilen tekrar başlatmamızdır. Kısaca İslam risaletini
aleme tatbik, tebliğ ve cihat yoluyla nur ve hidayet meşalesi
olarak taşıyacak olan Hilafet Devleti’ni kurmamız gerekir.
Şu
halde Hilafet Devleti’nin kurulması Müslümanlar olarak hepimiz
için ölüm kalım meselesidir ki, içerisinde bulunduğumuz vahim
konumdan kurtulabilelim. Başka çıkar yol yoktur. İnsanlık bugün
bir refaha ve huzura muhtaçtır. O halde bu kurtuluş aynı zamanda
bütün insanlığın kurtuluşudur. Zira insana alternatif olarak
sunulan bütün beşeri ideolojiler iflas etmiş durumdadır. Buna
rağmen batılı fikir adamları kapitalizmi "yeni dünya
düzeni" adı altında süsleyerek yeniden yapılandırmak
istemektedirler. Ancak kapitalizm öylesine köhnemiştir ki, artık
dikiş tutmamaktadır. Bunun gibi diğer fikirler, mefhumlar, cumhuriyetçilik,
milliyetçilik, vatancılık ve insan hakları maskesi altında
sunulan bütün demokratik palavraların da artık faydası kalmamıştır.
Müslümanlar bütün bu zararlı fikirlerin ümmeti hüsrana uğrattığını
artık fark eder olmuştur. İnsanı kurtuluşa erdirecek olan ise
onun fıtratına uygun olan İslam fikridir. Bu durumda Müslümanların
yapması gereken İslam’ı iyi anlayıp hayatlarına ölçü
olarak benimsemeleridir.
MÜSLÜMANLAR
UYANIK OLMALIDIRLAR
İslam
beldelerinde yaşanan hüzün verici olayların artık farkına
varılmıştır. Bu durumda Müslümanların yapması gereken
uygulama, siyasi uyanıklıkla çözümler getirmektir. Bu çözüm
ise Resul (sav)'in hayatında mevcuttur. Aksi durumda batılı kafirlerin
ve Müslümanlara hükmeden kuklalarının oyunları devam
edecektir. Aynı zamanda, içimizde bulunan ve Hilafet’ in ve
İslam’ın sap-tırılması için çalı-şan sahte alimlere
karşı da uyanık ol-mak zorundayız.
Müslümanlar
iyi bilmelidirler ki, ne Hilafet ne de halife sembolik ruhani bir
liderlik değildir. Hilafet bütün Müslümanları tek bir bayrak
olan Tevhid Bayrağı altında toplayan bir devlettir. Halife ise,
Şer-i Hüküm’leri Müslümanlar üzerine uygulaması için
ümmetin rızasıyla ve biat yoluyla seçilen kişidir.
Sonuç
olarak Müslümanlar, içeri-sinde bulundukları vahim konumdan
kurtulup İslamî hayatı yeniden başlatmak zorundadırlar. Böylece
işkencelere, mal-ların gasp edilmesine, tecavüzlere ve her
türlü aşağılanmalara son verip, geçmişte olduğu gibi izzetli
ve şerefli bir hayatı başlatmış olacaklardır.
Allah-u
Teâla şöyle buyurmuştur:
"…Aralarında
Allah’ın indirdikleri ile hükmet. Haktan sana gelenin dışında
onların hevalarına uyma…" (Maide 48)
|