Peygamber
(sav)’den sonra Sahabe-i Kiram Hilafet’in yükünü üzerine aldılar.
Hilafet için gerekenleri gerektiği gibi yerine getirdiler ve
İslam risaletini aleme taşımada gerekli hayatiyeti gösterdiler.
Sahabe (ra)’dan sonra da ümmet görevi yerine getirme hususunda
gereken azamî gayreti gösterdi. Ümmet davetin taşınması noktasında
ve Hilafet Devleti’nin dünya siyasetinde gösterdiği başarı
doruk noktasına ulaştı, dünyanın zirvesinde yerini aldı. Bu
bir müddet devam ettikten sonra zirveden aşağıya doğru inişe
geçti. Ümmetteki fikri gerileme ve İslam davetinin
taşınmasındaki hayatiyet zihinlerde zaafa uğrayınca bu düşüş
gerçekleşti. Batı’nın ümmet üzerinde, dünya siyasetinden
yani Hilafet Devleti’nin bulunduğu noktadan alaşağı etmek için
birlik olup ümmete yönelik yapmış olduğu fikri çalışma
ümmetin düşüşünü hızlandırdı. Batı’da gerçekleştirilen
devrim ile birlikte yeni bir ideolojinin ortaya çıkarılması ve
bununla birlikte Batı’nın kalkınmada da devrimin ortaya çıkmasıyla
birlikte ümmet şaşkına döndü. Kendi halleriyle Batı’yı
kıyas yaptılar ve Batı’nın ilerlemesini ve kendilerinin
gerilemesini anlama noktasında zaafa düştüler. Şöyle bir yanlış
anlayış hakim oldu ki bu da; gerilemelerinin sebebi olarak
dinlerini gördüler. İşte bu anlayış ümmetin sonunu yani
Hilafet’in yıkılması sürecini hızlandırdı. Hilafet
makamının hayatiyeti nefislerde gevşemeye başladı. Ümmet şunu
idrak edemedi; kalkınma veya gerileme ideolojiye bağlıdır. Yani
İslam fikrine ve hayatiyet arz eden hususlarda gevşeklik meydana
gelirse gerilemenin hasıl olacağı, İslam fikrine ve hayatiyet
arz eden hususlara sımsıkı sarılıp İslam’a bağlanmaktan
başka hiçbir şeyin varlığına önem vermemekle de kalkınmanın
gerçekleşeceği veya devamı hususudur.
Ümmette
fikri seviye düşmeye başladıktan sonra hem kendileri üzerine
oynanan oyunları hem de kendi vakıalarını anlamada zorlandılar
ve İslam fikrine ters fikirler benimsemeye başladılar. İslam ile
hükmetme konusunda gereken önemi ortaya koymadılar ve bir kısım
hükümlerin uygulanmasına son verip yerine gayri İslamî
hükümleri uygulamaya başladılar. Ümmetin içerisinde var olan
gayri İslamî temel üzerine kurulu kitlelere müsaade ettiler.
Bunların ümmet içerisinde gayri İslamî fikirlere yani İslam
akidesinden fışkırmayan fikirleri yaymalarına karşı durmadılar.
Böylesi hareketlerin Batı’nın birer ajanları olduklarını
anlamada gereken feraseti bulamadılar.
Hükümlerin
uygulanmasına yönelik zafiyetle birlikte, milliyetçilik ve vatancılık
fikirleri ümmeti birbirine kenetleyen bağı zayıflatmaya,
ayrılık fikirlerinin belirmesine milliyetçilik ve vatancılık
gibi İslam dışı fikirlerin ümmetin fertlerinin nefislerinde yer
bulmaya başladı. Bununla birlikte ümmet içerisinde bağımsızlık
fikirleri yer etti. Ümmetin fertlerinden bazıları kitlesel
şekilde bu fikirleri yaymak, benimsetmek için hararetli çalışmalara
giriştiler. Bu ve daha nice olaylar Hilafet’in yıkılış sürecini
hızlandırdı. Hilafet’in ümmet nezdindeki etkisi iyece zayıflamaya
başladı ve artık ümmet İslamî hükümlerin uygulanmamasına
ses çıkarmaz oldu. Hilafet’in yıkılması için çalışan
kitleler Batı’nın da kendilerini hem fikri yönden hem de maddi
yönden desteklemeleri ile birlikte Hilafet’i zorlamaya başladılar.
Bu zorlamalar ilk anda netice vermese de buna devam ettiler ve
nihayet 3 mart 1924 senesinde bilfiil Hilafet, acımasız bir
şekilde hem de ümmetin gözü önünde kaldırıldı. Sanki
ümmetin üzerine ölü toprağı serpilmişçesine buna karşı
duramadılar. Bu kaçınılmaz bir sonuçtu. Çünkü, Hilafet ve
İslam hükümlerinin uygulanması ve alakaların İslam akidesinden
fışkıran fikirler ile düzenlenmesi hayati meseleler olduğu
noktasında, ümmetin nefsinde gereken önemini kaybetti.
Şu
hususu anlamada ümmette hasıl olan hastalık İslam ümmetinin
hayattaki varlığını yok etti. Ümmet, bir hüküm dahi olsa onun
uygulamadan vazgeçip yerine gayri İslamî bir hükmün yürürlüğe
girmesine asla müsaade etmemeliydi. Bu ümmete pahalı da olsa buna
izin vermemeliydi.
Resul
(sav) dünyasını değiştikten sonra devlet başkanlığı yerine
Hz. Ebu Bekr (ra) geçti. Hz. Ebu Bekr (ra) Hilafet’e geçince bazı
kabileler zekat vermemeyi öngördüler. İslam Devleti daha yeni
idi ki, 10 sene olmuştu ve bununla birlikte Resul (sav) dünyasını
da değişmişti. Hz. Ebu Bekir (ra) bunlara aldırış etmedi ve
hemen orduyu hazırlatıp zekat vermeyi reddedenlere karşı savaşa
hazırlandı. Eğer zekat vermeyenler bu davranışlarından vazgeçmezlerse
onlarla savaşacağını kararlı bir şekilde ortaya koydu ve
meşhur sözü söyledi: “Onlar Resul (sav)’e verdikleri bir
keçinin yularını dahi olsa bana vermekten imtina ederlerse
onlardan onu alıncaya kadar savaşırım” İşte bu
kararlılık onları caydırdı.
Burada
Hz. Ebu Bekir (ra) bir hükmün uygulanmasının dahi hayati bir
mesele olduğunu ortaya koydu ki, bu savaşın neticesinde
Müslümanlar telef olsa dahi hükmün uygulanmasından vazgeçmedi.
Biz
ümmet olarak, Hilafet ve İslam hükümlerinin uygulanmasını yine
hayatî hususlardan addetmek zorundayız. Hem Hilafet’in
kurulması hem de onun devamlılığında aynı hayatiyeti göstermek
zorundayız. Bu Müslüman olmamızın Allah’a ve Resulüne iman
etmemizin gereğidir.
Ümmet
nezdinde Hilafet’in varlığı hayatiyetine olan zaaflık Hilafet’in
yıkılışına götürdü. Hilafet’in yıkılışından sonra
onun tekrar kurulması noktasında ümmet ve ümmetin fertleri zaaf
üzerinde devam edince, Hilafet’in tekrar ikamesi hususunda yeni
fikirler ortaya atılmaya başlandı. Hilafet’in kurulmasının ve
bir Halife nasb etmenin artık mümkün olmayacağı hatta İslam
hayatının tekrar başlatılması ile ilgili öldürücü fikirler
ümmette yer almaya başladı. Ümmetin içerisinde öylesine
fikirler dolaşmaya başladı ki, artık İslam’ın bu günkü
hayat problemlerine çare sunmasının mümkün olmadığı düşüncesi
dolaşmaya başladı ve bunun yanında İslam ile alakalı Hilafet’le,
Halifeyle, İslamî hayatın tekrar başlatılmasıyla ilgili hem
direkt hem de dolaylı, hem Müslümanları yok etmek hem de İslam’ı
yok etmek için küçük büyük bir çok düşünceler
Müslümanların zihinlerine yerleştirmek için ortaya atıldı.
İşte
bütün bu olumsuzlukları ortaya koymaktan maksadımız, içerisinde
bulunduğumuz hali bilmek yönündedir. Peki İslamî hayatın
başlaması ve Hilafet’in tekrar kurulması, ümmetin yaşamakta
olduğu Allah (cc)’ın razı olmadığı bu hayattan, yeryüzünde
zelil durumdan kurtulmak, laik olduğu mevkie önceden olduğu gibi
şimdi de başarının doruk noktasına ulaşmak, devletler arası
konumda tekrar birinci derecede olmak gerçekleşecekti? Evet muhakkak
ki gerçekleşecek bunda hiç şüphe yoktur. Allah ve Resulüne
döndüğümüzde bunu görürüz. Hem de yine vakıa olarak da bunu
görmek mümkün, hiç de uzak değil. Sahih bir nazarla
baktığımız zaman gün ışığı gibi ortada olduğunu görmemek
mümkün değil.
Ümmetin
gerilemesinin durdurulup tekrar yükselişe geçmesi 1950’lerde başlamıştır.
Bu dönemde esaslı ve köklü bir kalkınmanın ve yükselişe geçmenin
temeli atılmıştır. Biz burada kalkınmadan veya yükselmekten
kastımız fikri kalkınmadır. Yoksa ekonomik kalkınma değildir.
Ekonomik kalkınma fikri kalkınmanın ürünüdür. Fikri kalkınma
gerçekleşmeden yani, insan hayat ve kainat hakkında aydın düşünüp
şümullü fikir ortaya konduktan ve hayat hakkında bütün
problemleri insani müşküllerin kendisinden fışkırdığı bir
akide ortaya koymaktır. İşte esaslı ve köklü kalkınmanın ilk
temeli budur ve bu temel üzerine diğer bütün fikirler sosyal
hayatla alakalı, eğitim, ekonomi, devlet yönetimi, iç ve dış
siyasetle alakalı fikirler ortaya çıkarılır. İşte
kalkınmanın esasını bu teşkil etmektedir. Senelerdir ümmeti bu
köklü ve esaslı kalkınmaktan uzaklaştırmak için teferruatla
ilgili konulara ümmet yönlendirildi ve dar bir çerçevede İslam
ümmeti mahzur bırakıldı. Ümmet ekonomik yönden darboğaza
sokulmakta ve bu hal üzere devam etmesi için ümmet sürekli
olarak fakir bırakılıp, ümmetin akıllarını, enerjisi bu yönde
heder edilmektedir.
Ümmeti
bütün bu olumsuzluklardan kurtarıp yine ümmeti esaslı ve köklü
bir şekilde kalkındırmaya yönelik fikirler ortaya kondu bununla
birlikte ümmet kalkınmanın doğru yolunu elde etmiş oldu. Yine
ümmetin kalkınmasını sağlayacak olan fikirler ortaya konduktan
sonra ümmete bu fikirlerin Kitap ve Sünnet’ten delilleri de
gösterildi ki, ümmet bu fikirlerin yalnızca İslam akidesinden
fışkırdığını görsün.
Yine
şu anda ümmetin birinci derecede oluşturması gereken elzem
olarak yerine getirmesi gerekenin İslamî hayatı başlatmak ki
bunun yolu Râşidi Hilafet’i tekrar ikame etmek olduğunu da yine
ortaya koydu ve Kitap ve Sünnet’ten delilleriyle ümmete
gösterdi.
Ümmet
için elzem olanın ne olduğu ortaya konduktan sonra da bunun gerçekleşmesi
için ümmetin fertlerinden Müslümanlar bunun davasını
üzerlerine aldılar. Hem de bu davayı hayati bir dava olarak
addederek bu uğurda verilmesi ve yapılması gereken ne ise onu da
yerine getirdiler ve getirmeye devam etmektedirler. Şu anda var
olan kuvvetlerin baskılarına, yıldırmalarına, tacizlerine,
rızkları kısıtlamalarına hatta şiddet kullanıp
öldürmelerine, çoluk çocuğuna, ailesine, anne babasına ve
akrabalarına yapılan işkencelere maruz kalmalarına rağmen
Hilafet’in tekrar ikamesi için var güçleriyle çalışmaya
devam etmektedirler. Ve yine ümmet bu davet taşıyıcılarına
rağbet etmekte, kendilerini bu zelil hayattan kurtarıp
kendilerinin izzet ve şerefe yeniden sahip kılacak fikrin bu davet
taşıyıcılarında olduğunu gördü ve bu fikirleri benimsemede
artık tereddüt etmemektedir.
Ümmetin
geneline bir baktığımızda, ümmet kurtuluş için can atmakta.
Kendilerini kurtaracak olan da, sadece İslam’ın ortaya koyduğu
yönetim biçimi Hilafet olarak görüyor. İslam ümmeti yine şu içerisinde
yaşadıkları hayatın Allah’ın razı olmadığı bir hayat
olduğunu, şu anda başlarında bulunan yöneticilerin, kafirlerin
uşakları onların hesabına çalışan birer ajan olduklarını
idrak etmektedir. Şu anda yönetimde bulunan siyasilerin ve
üzerlerine uygulanan sistemin İslam akidesinden fışkırmadığını
da hissetti ve rahatsızlığını her an belli etmekte olduğu açıkça
ortaya çıkmıştır. Artık ümmetin bu yönelişi durdurulamayacaktır.
Kafirler ve onların ajanları, uşakları olan idareciler ümmetin
bu yükselişini durduramayacaktır. Ne kadar saptırmalara,
hilelere, yıldırmalara, öldürmelere, aç bırakmalara rağmen Râşidi
Hilafet’in tekrar kurulmasına engel olamayacaklar. Ümmet Hilafet’in
tekrar kurulmasına evet dedi ve ümmetin evlatlarından bir kitle
bu davayı hayati dava olarak üzerlerine aldılar, işi hakkıyla,
canlarıyla, mallarıyla feda edebilecekleri neleri varsa feda
ederek bu davayı üzerlerine aldılar. Artık bu davetin
karşısında kim durabilir. Kafir batı mı yoksa onların
uşakları ve ajanları mı??? Hayır.
|