Ana Sayfa YIL 15  SAYI 172173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004 EMail

HİLAFET’İN HAYATİYETİ, ÜMMET NEZDİNDE ZAAFA UĞRAYINCA HİLAFET’İ KAYBETTİK

Ali E. ABDULKERİM

Peygamber (sav)’den sonra Sahabe-i Kiram Hilafet’in yükünü üzerine aldılar. Hilafet için gerekenleri gerektiği gibi yerine getirdiler ve İslam risaletini aleme taşımada gerekli hayatiyeti gösterdiler. Sahabe (ra)’dan sonra da ümmet görevi yerine getirme hususunda gereken azamî gayreti gösterdi. Ümmet davetin taşınması noktasında ve Hilafet Devleti’nin dünya siyasetinde gösterdiği başarı doruk noktasına ulaştı, dünyanın zirvesinde yerini aldı. Bu bir müddet devam ettikten sonra zirveden aşağıya doğru inişe geçti. Ümmetteki fikri gerileme ve İslam davetinin taşınmasındaki hayatiyet zihinlerde zaafa uğrayınca bu düşüş gerçekleşti. Batı’nın ümmet üzerinde, dünya siyasetinden yani Hilafet Devleti’nin bulunduğu noktadan alaşağı etmek için birlik olup ümmete yönelik yapmış olduğu fikri çalışma ümmetin düşüşünü hızlandırdı. Batı’da gerçekleştirilen devrim ile birlikte yeni bir ideolojinin ortaya çıkarılması ve bununla birlikte Batı’nın kalkınmada da devrimin ortaya çıkmasıyla birlikte ümmet şaşkına döndü. Kendi halleriyle Batı’yı kıyas yaptılar ve Batı’nın ilerlemesini ve kendilerinin gerilemesini anlama noktasında zaafa düştüler. Şöyle bir yanlış anlayış hakim oldu ki bu da; gerilemelerinin sebebi olarak dinlerini gördüler. İşte bu anlayış ümmetin sonunu yani Hilafet’in yıkılması sürecini hızlandırdı. Hilafet makamının hayatiyeti nefislerde gevşemeye başladı. Ümmet şunu idrak edemedi; kalkınma veya gerileme ideolojiye bağlıdır. Yani İslam fikrine ve hayatiyet arz eden hususlarda gevşeklik meydana gelirse gerilemenin hasıl olacağı, İslam fikrine ve hayatiyet arz eden hususlara sımsıkı sarılıp İslam’a bağlanmaktan başka hiçbir şeyin varlığına önem vermemekle de kalkınmanın gerçekleşeceği veya devamı hususudur.

Ümmette fikri seviye düşmeye başladıktan sonra hem kendileri üzerine oynanan oyunları hem de kendi vakıalarını anlamada zorlandılar ve İslam fikrine ters fikirler benimsemeye başladılar. İslam ile hükmetme konusunda gereken önemi ortaya koymadılar ve bir kısım hükümlerin uygulanmasına son verip yerine gayri İslamî hükümleri uygulamaya başladılar. Ümmetin içerisinde var olan gayri İslamî temel üzerine kurulu kitlelere müsaade ettiler. Bunların ümmet içerisinde gayri İslamî fikirlere yani İslam akidesinden fışkırmayan fikirleri yaymalarına karşı durmadılar. Böylesi hareketlerin Batı’nın birer ajanları olduklarını anlamada gereken feraseti bulamadılar.

Hükümlerin uygulanmasına yönelik zafiyetle birlikte, milliyetçilik ve vatancılık fikirleri ümmeti birbirine kenetleyen bağı zayıflatmaya, ayrılık fikirlerinin belirmesine milliyetçilik ve vatancılık gibi İslam dışı fikirlerin ümmetin fertlerinin nefislerinde yer bulmaya başladı. Bununla birlikte ümmet içerisinde bağımsızlık fikirleri yer etti. Ümmetin fertlerinden bazıları kitlesel şekilde bu fikirleri yaymak, benimsetmek için hararetli çalışmalara giriştiler. Bu ve daha nice olaylar Hilafet’in yıkılış sürecini hızlandırdı. Hilafet’in ümmet nezdindeki etkisi iyece zayıflamaya başladı ve artık ümmet İslamî hükümlerin uygulanmamasına ses çıkarmaz oldu. Hilafet’in yıkılması için çalışan kitleler Batı’nın da kendilerini hem fikri yönden hem de maddi yönden desteklemeleri ile birlikte Hilafet’i zorlamaya başladılar. Bu zorlamalar ilk anda netice vermese de buna devam ettiler ve nihayet 3 mart 1924 senesinde bilfiil Hilafet, acımasız bir şekilde hem de ümmetin gözü önünde kaldırıldı. Sanki ümmetin üzerine ölü toprağı serpilmişçesine buna karşı duramadılar. Bu kaçınılmaz bir sonuçtu. Çünkü, Hilafet ve İslam hükümlerinin uygulanması ve alakaların İslam akidesinden fışkıran fikirler ile düzenlenmesi hayati meseleler olduğu noktasında, ümmetin nefsinde gereken önemini kaybetti.

Şu hususu anlamada ümmette hasıl olan hastalık İslam ümmetinin hayattaki varlığını yok etti. Ümmet, bir hüküm dahi olsa onun uygulamadan vazgeçip yerine gayri İslamî bir hükmün yürürlüğe girmesine asla müsaade etmemeliydi. Bu ümmete pahalı da olsa buna izin vermemeliydi.

Resul (sav) dünyasını değiştikten sonra devlet başkanlığı yerine Hz. Ebu Bekr (ra) geçti. Hz. Ebu Bekr (ra) Hilafet’e geçince bazı kabileler zekat vermemeyi öngördüler. İslam Devleti daha yeni idi ki, 10 sene olmuştu ve bununla birlikte Resul (sav) dünyasını da değişmişti. Hz. Ebu Bekir (ra) bunlara aldırış etmedi ve hemen orduyu hazırlatıp zekat vermeyi reddedenlere karşı savaşa hazırlandı. Eğer zekat vermeyenler bu davranışlarından vazgeçmezlerse onlarla savaşacağını kararlı bir şekilde ortaya koydu ve meşhur sözü söyledi: “Onlar Resul (sav)’e verdikleri bir keçinin yularını dahi olsa bana vermekten imtina ederlerse onlardan onu alıncaya kadar savaşırım” İşte bu kararlılık onları caydırdı.

Burada Hz. Ebu Bekir (ra) bir hükmün uygulanmasının dahi hayati bir mesele olduğunu ortaya koydu ki, bu savaşın neticesinde Müslümanlar telef olsa dahi hükmün uygulanmasından vazgeçmedi.

Biz ümmet olarak, Hilafet ve İslam hükümlerinin uygulanmasını yine hayatî hususlardan addetmek zorundayız. Hem Hilafet’in kurulması hem de onun devamlılığında aynı hayatiyeti göstermek zorundayız. Bu Müslüman olmamızın Allah’a ve Resulüne iman etmemizin gereğidir.

Ümmet nezdinde Hilafet’in varlığı hayatiyetine olan zaaflık Hilafet’in yıkılışına götürdü. Hilafet’in yıkılışından sonra onun tekrar kurulması noktasında ümmet ve ümmetin fertleri zaaf üzerinde devam edince, Hilafet’in tekrar ikamesi hususunda yeni fikirler ortaya atılmaya başlandı. Hilafet’in kurulmasının ve bir Halife nasb etmenin artık mümkün olmayacağı hatta İslam hayatının tekrar başlatılması ile ilgili öldürücü fikirler ümmette yer almaya başladı. Ümmetin içerisinde öylesine fikirler dolaşmaya başladı ki, artık İslam’ın bu günkü hayat problemlerine çare sunmasının mümkün olmadığı düşüncesi dolaşmaya başladı ve bunun yanında İslam ile alakalı Hilafet’le, Halifeyle, İslamî hayatın tekrar başlatılmasıyla ilgili hem direkt hem de dolaylı, hem Müslümanları yok etmek hem de İslam’ı yok etmek için küçük büyük bir çok düşünceler Müslümanların zihinlerine yerleştirmek için ortaya atıldı.

İşte bütün bu olumsuzlukları ortaya koymaktan maksadımız, içerisinde bulunduğumuz hali bilmek yönündedir. Peki İslamî hayatın başlaması ve Hilafet’in tekrar kurulması, ümmetin yaşamakta olduğu Allah (cc)’ın razı olmadığı bu hayattan, yeryüzünde zelil durumdan kurtulmak, laik olduğu mevkie önceden olduğu gibi şimdi de başarının doruk noktasına ulaşmak, devletler arası konumda tekrar birinci derecede olmak gerçekleşecekti? Evet muhakkak ki gerçekleşecek bunda hiç şüphe yoktur. Allah ve Resulüne döndüğümüzde bunu görürüz. Hem de yine vakıa olarak da bunu görmek mümkün, hiç de uzak değil. Sahih bir nazarla baktığımız zaman gün ışığı gibi ortada olduğunu görmemek mümkün değil.

Ümmetin gerilemesinin durdurulup tekrar yükselişe geçmesi 1950’lerde başlamıştır. Bu dönemde esaslı ve köklü bir kalkınmanın ve yükselişe geçmenin temeli atılmıştır. Biz burada kalkınmadan veya yükselmekten kastımız fikri kalkınmadır. Yoksa ekonomik kalkınma değildir. Ekonomik kalkınma fikri kalkınmanın ürünüdür. Fikri kalkınma gerçekleşmeden yani, insan hayat ve kainat hakkında aydın düşünüp şümullü fikir ortaya konduktan ve hayat hakkında bütün problemleri insani müşküllerin kendisinden fışkırdığı bir akide ortaya koymaktır. İşte esaslı ve köklü kalkınmanın ilk temeli budur ve bu temel üzerine diğer bütün fikirler sosyal hayatla alakalı, eğitim, ekonomi, devlet yönetimi, iç ve dış siyasetle alakalı fikirler ortaya çıkarılır. İşte kalkınmanın esasını bu teşkil etmektedir. Senelerdir ümmeti bu köklü ve esaslı kalkınmaktan uzaklaştırmak için teferruatla ilgili konulara ümmet yönlendirildi ve dar bir çerçevede İslam ümmeti mahzur bırakıldı. Ümmet ekonomik yönden darboğaza sokulmakta ve bu hal üzere devam etmesi için ümmet sürekli olarak fakir bırakılıp, ümmetin akıllarını, enerjisi bu yönde heder edilmektedir.

Ümmeti bütün bu olumsuzluklardan kurtarıp yine ümmeti esaslı ve köklü bir şekilde kalkındırmaya yönelik fikirler ortaya kondu bununla birlikte ümmet kalkınmanın doğru yolunu elde etmiş oldu. Yine ümmetin kalkınmasını sağlayacak olan fikirler ortaya konduktan sonra ümmete bu fikirlerin Kitap ve Sünnet’ten delilleri de gösterildi ki, ümmet bu fikirlerin yalnızca İslam akidesinden fışkırdığını görsün.

Yine şu anda ümmetin birinci derecede oluşturması gereken elzem olarak yerine getirmesi gerekenin İslamî hayatı başlatmak ki bunun yolu Râşidi Hilafet’i tekrar ikame etmek olduğunu da yine ortaya koydu ve Kitap ve Sünnet’ten delilleriyle ümmete gösterdi.

Ümmet için elzem olanın ne olduğu ortaya konduktan sonra da bunun gerçekleşmesi için ümmetin fertlerinden Müslümanlar bunun davasını üzerlerine aldılar. Hem de bu davayı hayati bir dava olarak addederek bu uğurda verilmesi ve yapılması gereken ne ise onu da yerine getirdiler ve getirmeye devam etmektedirler. Şu anda var olan kuvvetlerin baskılarına, yıldırmalarına, tacizlerine, rızkları kısıtlamalarına hatta şiddet kullanıp öldürmelerine, çoluk çocuğuna, ailesine, anne babasına ve akrabalarına yapılan işkencelere maruz kalmalarına rağmen Hilafet’in tekrar ikamesi için var güçleriyle çalışmaya devam etmektedirler. Ve yine ümmet bu davet taşıyıcılarına rağbet etmekte, kendilerini bu zelil hayattan kurtarıp kendilerinin izzet ve şerefe yeniden sahip kılacak fikrin bu davet taşıyıcılarında olduğunu gördü ve bu fikirleri benimsemede artık tereddüt etmemektedir.

Ümmetin geneline bir baktığımızda, ümmet kurtuluş için can atmakta. Kendilerini kurtaracak olan da, sadece İslam’ın ortaya koyduğu yönetim biçimi Hilafet olarak görüyor. İslam ümmeti yine şu içerisinde yaşadıkları hayatın Allah’ın razı olmadığı bir hayat olduğunu, şu anda başlarında bulunan yöneticilerin, kafirlerin uşakları onların hesabına çalışan birer ajan olduklarını idrak etmektedir. Şu anda yönetimde bulunan siyasilerin ve üzerlerine uygulanan sistemin İslam akidesinden fışkırmadığını da hissetti ve rahatsızlığını her an belli etmekte olduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Artık ümmetin bu yönelişi durdurulamayacaktır. Kafirler ve onların ajanları, uşakları olan idareciler ümmetin bu yükselişini durduramayacaktır. Ne kadar saptırmalara, hilelere, yıldırmalara, öldürmelere, aç bırakmalara rağmen Râşidi Hilafet’in tekrar kurulmasına engel olamayacaklar. Ümmet Hilafet’in tekrar kurulmasına evet dedi ve ümmetin evlatlarından bir kitle bu davayı hayati dava olarak üzerlerine aldılar, işi hakkıyla, canlarıyla, mallarıyla feda edebilecekleri neleri varsa feda ederek bu davayı üzerlerine aldılar. Artık bu davetin karşısında kim durabilir. Kafir batı mı yoksa onların uşakları ve ajanları mı??? Hayır.

YIL 15  SAYI 172173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004

Yukarı