Ana Sayfa YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004 E-Mail

GLOBAL BİR ÜMMET

Ammar Zalloum (Tercüme: G. F.)

Dünyanın her yerindeki Müslümanlara, Müslümanları bir Ümmet olarak görmek farzdır. Her “terörizme karşı savaş” tartışması, İslam’a ve Müslümanlara karşı savaşla sonuçlanıyor. ABD başkan yardımcısı Dick Cheney bunu açık bir şekilde belirtti: “ABD’nin 40-50 kadar ülkeye karşı askeri veya daha başka operasyonlar düzenlemeyi düşündüğünü ve aynı zamanda bu savaşın 50 yıl veyahut daha uzun sürebileceğini” söyledi.

Amerika’nın Müslüman ülkelerindeki İslam Ümmetine karşı kullandığı askeri taktikleri görüyoruz. Gözükürde/açıktan Batı’daki Müslümanlara karşı herhangi bir “teröre karşı savaş” adı altında topyekün bir saldırı -dönem dönem bazı batı ülkelerinde tutuklamalar, sınır dışı etmeler mevcut olsa da- görülmemektedir. Avrupa veya Amerika’da yaşayan Müslümanlara karşı herhangi bir askeri saldırı olmaması Batı’daki Müslümanların “teröre karşı savaşa” dahil edilmediklerine anlamına gelmez ve buna inanmakta çok büyük bir hata olur. Batı’daki Müslümanlara karşı kullanılan taktiklerin askeri olmayıp fikri olduğunu bilmemiz hayati önem taşımaktadır.

Müslümanlara karşı bir fikri savaşın yürütülmesi yeni bir olay değildir. Bu metotlara Peygamberimiz (sav) zamanından beri başvurulmaktadır. Bu konuda Yahudi olan Abdullah İbn-u Sabah’ın yaptığı işler de malumdur.

Batı’nın Müslümanların beyinlerine yerleştirmek istediği anahtar konulardan biri; Batı’daki Müslümanların global Ümmetten bir parça olmadığıdır.

“Global Müslüman Birliğini (ümmet) anlayışını” Batı’nın bir tehlike olarak görmesi ve bunun kendileri için baş ağrısı olması Batı’daki Müslümanları şaşırtmaması gerek. Zamanın İngiltere Dışişleri Bakanı ikinci dünya savaşından kısa bir süre önce yaptığı bir konuşmada Batı’nın Müslümanlar için hazırladığı ve uygulanmaya konan aşağılık programdan bahsetti: “Müslümanların evlatları arasında birlik oluşturabilecek her şeyi ortadan kaldırmamız, son vermemiz gerek. Hilafet’i yıkmayı başardığımız gibi, Müslümanlar arasında hiçbir zaman kültürel veya fikri birlik oluşmamasını sağlamamız kaçınılmazdır.” dedi.

ABD’li haberci Sam Francis, 22/10/2004’de şöyle yazı: “Ciddi Hıristiyan ve Yahudilerin çoğu, Tanrı’nın kurallarıyla çarpışan bir ulusun veya devletin kurallarına uymak zorunlulukları olmadığı konusunda hemfikir olacaklardır. Fakat Hıristiyanların ve Yahudilerin çoğunluğu Hıristiyan devletlerle oluşan anlaşmazlıkta bu prensibe uyma çabasında bulunmamaktadırlar. Bu ülkeye kendi kendilerini davet etmiş olan Müslümanlar, böyle bir ihtiyaç duyuyorlarsa, bu ülkede rahat edemeyeceklerdir. Belki de onların biran evvel ait oldukları yere geri dönmeleri gerek. Onlar bunu yapmadıkları takdirde kendilerini, bu kadar az bağlı hissettikleri hükümet ve ulus onları ülkelerine dönmeye teşvik etmeliler.”

Müslümanların “global Ümmet” fikirlerini yok edebilmek için; entegrasyon dinlerarası diyalog, ırkçılık ve maddi menfaatleri kaybetme korkusu veya makam sevdası gibi fikirler sık sık kullanılmaktadır.

Buna 1992’de Bush yönetimi döneminde, ABD’nin müsteşarı Edward Djerejian’ın “Müslümanları hezimete uğratmak için yüzleşme yoluna değil anlaşma yoluna baş vurması” örneğini verebiliriz. Djerejian’ın tavsiyesi şunları içermekte idi:

1. Global Birlik hissini yok etmek için; “İslam dünyası” terimini değil “Müslüman ülkeler” teriminin kullanımı.

2. Ümmete Batı’nın görüşlerini aşılayabilmek için; Batı değerlerini içeren, İslam ülkelerinde kullanılan dillerde (Arapça, Urdu, Fars) kitapların yoğunlunu kazandırmak.

3. Açıkça Müslümanların İslamî kimliğini ortadan kaldırmak için; İslam ve Hıristiyan dinini birleştiren ortak değerlerin var olduğunun altını çizmeyi ve “bölünmeyi önlemek için” bölücü faktörlerden uzak durmayı içeren fetvalar vermek.

Beldelerimizde “böl ve yönet” kampanyası yürüten Batı’nın sömürgecileri dünyadaki tüm Müslümanların arasındaki güçlü bağı koparmak istemektedirler.

Başkan Bush dolaylı yoldan Amerikalı Müslümanlara bir ültimatom sundu. Uluslararası topluma seslenerek “Teröre karşı savaş” ilan edip, üstü kapalı bir şekilde iki çeşit ABD vatandaşı olabileceğini söyledi: “Ya bizimle beraber ya da bize karşı.”

Tüm dünyada yankılanan bu sözler karşısında Batı’daki Müslümanlar bir sadakat ikilemi arasında kaldılar. Bu noktada; güçlenen Amerikanın savaş makinesi tarafından vahşice katledilen din kardeşlerine mi sadakat göstersinler? Yoksa içinde yaşadıkları İngiliz, Fransız, Amerikan veya diğer Batılı uluslara mı sadakat göstersinler?

Medyada, Müslüman vatandaşların hainlik veya çeşitli suçlamalarla tutuklanmaları haberlerinin sütunları doldurması ile Müslümanların “doğru” seçim yapmadıkları takdirde başlarına gelebilecek şeyler vicdanlarına işlendi. ABD bu planlarına elverişli örnekler de oluşturdu: ABD doğumlu Yaser Esam Hamdi ve John Walker Lindh’e, Afganistan’da ABD işgalci güçlerine karşı çarpışırken yakalandı ve bunları “düşmanın askerleri” olarak damgaladı. 31/8/2002’de, CNN, Lindh’in Amerikalılardan, işlediği suç için -yani değerli Müslüman kardeşlerine yardım ettiği için- özür dilediğini aktardı.

“Global Ümmete” karşı yapılan bu tür caydırıcı tutuklamalara, saldırılara tüm Avrupa’da rastlayabiliriz. Müslümanlar, içerisinde yaşadıkları ulusun (Batı ülkelerinin) düşmanı olan Müslüman ülkelere veya halklara karşı sempati beslemeleri durumunda tutuklanmaktadırlar. Örneğin; bu gün Afganlıları sevmek bir suçtur. Çünkü bu halkı sevmeyi, uydurdukları terörist Taliban’la eşdeğer tutmaktadırlar. Çeçenleri, Filistinlileri, Iraklıları v.b. sevmek düşmanlık kategorisinde mütalaa edilmektedir.

Allah (cc)’nın hükümlerinden uzak kalmayı istemiyorsak ve O’nun cezasından -bir nebze de olsa- çekiniyorsak Batı’nın “Teröre karşı savaşını”, amaçlarını ve sonuçlarını iyi kavramamız gerek.

Küffar, Şer’i hükümleri, Batı’daki Müslümanların “global Ümmetle” olan alakalarını kontrol etmeye çalışmaktadır.

Kafirler, dünyanın diğer bir ucunda yaşayan değerli Müslüman kardeşlerimizin acılarını hissetmeyen bir şahsiyet oluşturmak istemektedir.

Kafirler, Ümmete saldırmayı ve ardından Batı’daki Müslümanların yaşadıkları ülkeden haraç almayı gerektiren bir senaryo yazmaktadırlar.

Kafirler, Ümmeti birleştirmek amacıyla; devlet kurmak (Hilafet Devleti) için zorunlu (yapılması gereken) çalışma fikrini Batı’daki Müslümanlardan silmek istemektedir.

Kafirler, bizleri ebediyen küfür otoritesi altında bölecek olan Batı’yı anavatan olarak bilmemizi istemektedirler.

Farklı özgeçmişlerimizin veya dillerimizin olmasına rağmen “tek global Ümmet” olduğumuzu bilmemiz bizler için hayati önem taşımaktadır. Bu konuyla alakalı şer’i hükümlerin realitesi budur ve başka bir görüş Allah (cc)’nın nezdinde geçerli değildir. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın...” (Ali İmran 103)

Ayrıca Allah (cc) tüm inananların kardeş olduğunu belirtmektedir:

“Müminler ancak kardeştirler...” (Hucarat 10)

Allah (cc) Müslümanlar arasındaki tek farkı şöyle belirtmektedir:

“Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucarat 13)

Eğer Ümmet tekse (ki tektir), dinimiz, yaratıcımız aynıysa (ki aynıdır), öyle ise bu Ümmet arasında ayrılık olmamalıdır. Medine antlaşması yapıldığında Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Medine’li, Kureyş’li ve onlara tabi olanlar diğer ümmetler dışında tek ümmettirler.”

Peygamber (sav)’den gelen diğer rivayetlerden bazıları şöyledir: “Mü’minler birbirlerine sevgi, dostluk, saygı göstermekte tek bir vücut gibidirler. Vücudun bir azası rahatsız olduğunda diğer azaları da uyuyamaz ve ateşlenir.”

“Şüphesiz babanız birdir, Rabbiniz birdir. Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha takva dışında bir üstünlüğü yoktur.”

Peygamber (sav): “Dikkat edin! Risaleti tebliğ ettim mi? Dediler ki: Evet. Peygamberimiz (sav) şöyle buyurdu: “Allah’ım şahit ol, Allah’ ım şahit ol, Allah’ım şahit ol. Buna şahit olanlar, burada olmayanlara tebliğ etsin.”

Ardından Peygamberimiz (sav) milliyetçilikten kavimcilikten ve vatancılıktan bahsetti ve bu hususta şöyle buyurdu: “Onu terk edin, o pisliktir.”

Dünyanın her yerindeki Müslümanlar üzerine; Müslümanların, diğer ümmetlerden ayrı, tek bir ümmet olduklarını anlamak farzdır.

Tüm Batı ulusların büyük mücadeleler vererek Ümmetin global yapısını sarsmak ve bozmak istemelerine rağmen, Ümmet bir çok alanda hala birlik içerisindedir. İslam’ın tarihi tüm Müslümanların tarihidir. Peygamberimizin (sav)’in sünneti hepimiz için başvurulabilecek bir kaynaktır. Aynı şekilde sahabe (ra) da başvurulabilecek bir kaynaktır. Hiçbir baskı veya tereddüt olmadan uyguladığımız ahkam sayısı sayılamayacak kadar çoktur.

Küffarın bozmayı başaramadığı şeylerden biri de; ümmetin İslam’a karşı sevgi ve hassaslığından doğan birliğidir. Bu kopmaz bağda en etken olan bağ tabi ki; imanımızdır. Dünyadaki tüm Müslümanların Keşmir, Afganistan, Filistin ve diğer İslam ülkelerindeki Müslümanların acılarını hissediyor ve paylaşıyor olmaları buna bir örnektir.

Biz burada ümmetin sahip olduğu duygulardan ve inançtan bahsediyoruz, fiillerden değil. Fakat ümmetin duyguları üzerinde kontrolü yoktur. Bu kontrol onlardan çalındı ve batılı küfür uluslarına, onları ve şeytanı temsil eden hain Müslüman yöneticilerin ellerine verildi.

Müslümanlar, dünyanın her yerinde acı çeken, baskı altında yaşayan din kardeşlerine yardım etmeye ve onların üzerine uygulanan baskıyı kaldırmaya susamışlardır. Filistin ve Afganistan’daki Müslüman kardeşlerimizin çektiği zulme dayanamayıp, global ümmet şuuru içerisinde Bağdat, Amman, Tahran, Londra, Cakarta, Kahire, Paris ve diğer ülkelerin sokaklarındaki yürüyüşlerinde tek vücut oluşlarını gördük. Fakat, “global ümmetin” birlik resmi henüz tamamlanmış değil. Batıdaki Müslümanlara bu resmi tamamlamada ve “global ümmet” anlayışına ulaşmakta önemli bir rol düşüyor: İslam şahsiyetini anlatmak… İşte, üniversitede, evde ve her nerede olursa olsun, İslam’ın birer elçileri olmak üzerlerine farzdır. “Yürüyen Kur’an’ı Kerim” olan sevgili Peygamberimizi kendimize örnek almamız farzdır.

Batıdaki Müslümanlar, Allah-u Teala’nın emrettiği şekilde “global ümmeti” fiziksel bir devlet şekline döndürme çalışmalarına yardım etme sorumluluğunu taşımaktadırlar.

Cafer İbn-i Ebu Talip ve bir grup sahabe Hıristiyan kral Necaşi tarafından yönetilen Habeşistan’da yaşıyorlardı. Onlar, Müslüman kimliklerini ifade ediyorlar (Batı’daki Müslümanların da yapması gereken budur) ve hiçbir zaman küfür sistemlerine veya kültürüne entegre ve asimile olmuyorlardı.

Onlar İslam’ın elçileriydiler. Onlar anında ve açıkça İslam’ın emirlerini tebliğ ediyorlardı. Onlar hayatlarının her alanında mükemmel bir örnek idiler. Bunun sonucu ise birçok kişinin, hatta Necaşi’nin dahi İslam’a sarılması oldu. Onlar Allah (cc)’ın emrettiği gibi ümmeti temel otorite altında birleştirme yani devlet kurma farzını yerine getirmeyi hiç unutmuyorlardı.

Allah (cc) bizleri “global ümmete” karşı görevini ve sorumluluğunu hatırlayanlardan eylesin.

YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004

Yukarı