George Washington
Bush Alman Başbakanı Gerhard Schröder’le yaptığı görüşmeden
sonra Ortadoğu Projesi dünya ajandalarına resmen girmiştir.[1]
Aslında bu proje bir başka versiyonla 2002 yılında 12 Aralıkta
Birleşik Devletler Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından
(Ortadoğu için modern bir gelecek) adı altında ilan edilmiş ve
bu projenin uygulanması için 2003 yılında 29 milyon Dolar
finanse edildiğini beyan etmiştir.[2]
Şu var ki, her ne kadar proje resmen ilan edilmişse de içeriği
hakkında kesin bir açıklama yapılmamıştır. Fakat her geçen gün
bir medya literatürü oluşmaya başlamıştır. Bu literatürde
hakim olan ana fikirde 19. yy. Avrupa’sının bölgede yürürlüğe
koyduğu planları ve siyaseti bu yy.da Amerikanın ortaya koyduğu
görüşü hakimdir.[3]
Dolayısıyla ortaya atılan bütün varsayımlar haziran ayındaki
NATO zirvesine kadar kesin bir öngörüde bulunmanın hatalı olacağı
görüşü ile sonuçlanmakta ve geleceğe yönelik açık bir resim
çizmemektedir. Her halükarda meselenin ehemmiyeti açısından
hali hazırdaki literatürde yer alan veriler doğrultusunda geniş
bir perspektiften inceleyerek projenin İslam ümmetine neye mâl
olacağını bütün çehresiyle ortaya koymak istedik.
Planın
uygulanmak istendiği coğrafi alan ve özellikleri
Şunu belirtmekte
yarar var ki; Büyük Ortadoğu Projesiyle ilgili bazı önemli
detaylar halen belirtilmemiştir. Bu detaylardan birisi de projenin
uygulanacağı bölgelerdir. ABD’li yetkililer bu konuda oldukça
titiz davranarak herhangi bir açıklama yapmamışlardır. Fakat
ABD’nin izlediği yol haritası göz önüne alırsa, Büyük
Ortadoğu diye tanımlanan bölgenin coğrafi olarak Kuzey Afrika ülkeleri,
Doğu Akdeniz kıyısındaki ülkeler, Basra Körfezi kıyısındaki
ülkelerde dahil bu günkü Ortadoğu ülkeleri, Kafkasya ve Orta
Asya ve Türk bölgelerini de kapsayan bir bölgeyi tanımlamak için
kullandığı söylenebilir[4].
Her ne kadar sınırlar bu şekilde genelleniyorsa da, sınırları
özelleştirerek projenin 23 Ülkeyi kapsadığını ve bu ülkelerinde;
Moritanya, Fas, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Sudan, Yahudi varlığı,
Ürdün, S. Arabistan, Yemen, Umman, B.A.E., Bahreyn, Katar,
Kuveyt, Irak, Suriye, Lübnan, Türkiye, İran, Pakistan ve
Afganistan olduğunu belirten kaynaklarda mevcuttur[5].
Fakat Ortadoğu kavramı her ne kadar coğrafi bir kavram olarak gözükse
de, aslında bu ifade siyasidir. Yüzyıl kadar önce ünlü
jeopolitikçi Mahan tarafından (Arabistan ile Hindistan arasındaki)
bölgeyi tanımlamak için kullanılmıştır. Şu anda ise ABD Büyük
Ortadoğu ifadesiyle 3 kadim kıtanın ortası: Kuzey Afrika, Küçük
Ortadoğu, Güney Asya, Orta Asya ve Kafkasya’yı kastetmektedir[6].
Eğer ki Projenin sınırsal boyutunu göz önüne alırsak, sadece
Arap ülkelerini kapsamadığı, Arap ülkelerine komşu olup Arap
kimliği taşımayan fakat halkı Müslüman olan beldeleri de
kapsadığını görünce, Projenin maksatlarından bazısını da
kestirmekte güçlük çekilmemektedir[7].
Ayrıca bazı uzmanlar Osmanlı Hilafet Devletinin sahip olduğu
toprakların aynısı olduğunu belirtmekte, Projenin Osmanlı şablonuna
aynen uygunluk sağladığını ve bu yönüyle de hayretler içinde
kaldıklarını da belirtmektedirler[8].
Bölgenin
coğrafi özellik ve nüfus yapısı
Planın uygulanacağı
bölgenin toplam yüzölçümü 16.909.000 km². Kıyaslama yapılması
açısından belirtmek gerekirse ABD’nin toplam yüzölçümü
9.269.000 km², 25 AB ülkelerinin toplam yüzölçümü 4.150.000
km²‘dir. Planın uygulanacağı alan, yani Ortadoğu bölgesini,
Atlas okyanusu, Akdeniz, Karadeniz, Hazardenizi, Kızıldeniz ve
Arapdenizi çevrelemektedir. Aden Körfezi, İran körfezi, Umman ve
Basra körfezi gibi önemli körfezler yeralmaktadır. Bölge, ne
Amerika ne de Afrika kıtasına kıyaslanamayacak kadar stratejik öneme
sahiptir.
Bölgenin belirli
alanı çöllerle kaplı ama yeryüzünün en önemli vâdileri ve
verimli alanları burada yer almaktadır, örneğin; Nil vadisi,
Hint vadisi, Mezopotamya bölgesi, Nil, Fırat ve Dicle
nehirleriyle, Arap yarım adası bölge içerisindedir. Bu bölgenin
en önemli yeraltı zenginliği ise Petrol ve Gaz rezervleridir[9].
1996 verilerine göre bölgedeki Petrol rezervlerini gözler önüne
sermek istersek, İran 93 milyar varil, Irak 112 milyar,
Kuveyt 96,5 milyar, S. Arabistan 261,5 milyar, B.A.E. 97,8
milyar varil Petrol rezervine sahiptirler[10].
Yine Kasım 2003 Washington Nixon Center verilerine göre Dünya
Petrol Rezervlerinin 2/3’si Basra Körfezinde bulunuyor (674
milyar varil). Doğal gaz rezervinin ise 35% (1,9 trilyon m³).
2002 yılında Basra
Körfezi günde ortalama 22 milyon varil Petrol çıkarmış. Dünya
üretiminin 32%’i ABD üretiminin neredeyse 3 misli. Petrol üretimi
2015’te günde 29 milyon varile, 2025’te ise 41 milyon varile yükseleceği
tahmin ediliyor. Buna Orta Asya Petrol ve Doğalgazını ilave
edersek, Dünya sisteminde hangi köprü başlarının tutulması
gerektiğini gün gibi açığa çıkmaktadır[11].
Bölgenin nüfus
potansiyeline gelince; 2001 verilerine göre bölgede toplam 575
milyon kişi mevcuttur. Yine kıyaslama yapacak olursak, Toplam 25
AB ülkesinin nüfusu 453 milyon, ABD’nin nüfusu 285 milyondur. Büyük
Ortadoğu bölgesinde nüfus büyüme hızı 1,9% ile 2,4% arasında
değişmektedir. Bunun anlamı ise her 30 yılda bir bölge nüfusu
çifte katlayacak demektir! Bu sebeple de 2030 yılında bölgenin nüfusunun
1 milyara ulaşması tahmin edilmektedir! Bölgede 50 milyonun üzerinde
nüfusu olan 4 ülke bulunmaktadır; Mısır 65 milyon, İran 65
milyon, Pakistan 141 milyon ve Türkiye 66 milyondur. Sadece Kahire
ve İstanbul şehirlerinin nüfusları 15 er milyondur. Bölgede şehirleşme
oranı ise Asya ve Afrika ülkelerinden daha fazladır[12].
Büyük
Ortadoğu Projesinin kapsamı
Büyük Ortadoğu
Projesi dahilinde tanımlanan coğrafyada hayata geçirilecek olan dönüşüm
sürecinin birtakım özellikleri, şimdiden Afganistan ve Irak’ın
yeniden yapılandırılması deneyimleriyle ortaya konulmuştur.
Ancak bu projenin içeriğinin geliştirilmesi yeni değildir. Esasında
birinci körfez krizinden sonra ABD başkanı Bush’un 6 mart 1991
kongrede yaptığı Yeni Dünya Düzeni başlığı altındaki konuşması
2002 de yayınlanan Bush Doktrini olarak da adlandırılan ABD’nin
Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin de ana hatlarını oluşturmaktadır.
ABD başkanı Bush 6
mart 1991 tarihinde kongrede yaptığı konuşmada, Arap ülkelerinin
elinde bulunan kitle imla silahlarının oluşmakta olan barış
odaklı Yeni Dünya Düzenini tehdit etmekte olduğunu belirtmiş ve
bunların engellenmesi için, bölgenin yeniden yapılandırılmasını
öngören 4 aşamalı bir
plan ortaya koymuştur. Bu 4 aşamalı yol haritasında sırasıyla;
bölgedeki kitle imha silahlarının kontrolü, siyasal
sistemlerinin demokratikleştirilmesi, fakirliğin ortadan kaldırılması
ve bölgede güvenliğin yeninden inşası için NATO çatısı altında
oluşturulacak olan bir gücün bölgeye konuşlandırılması öngörülmekteydi.
Eylül 2002 tarihli
Bush doktrinin genel unsurları incelendiği zaman 1991 tarihli
belgede vurgulanan konuların aynı şekilde yeni belgenin de kapsamına
alınmış olduğu görülmektedir. Ancak 1991 tarihli konuşmadan
farklı olarak Bush doktrini sadece bölgenin refah temelli bir
perspektifle dönüştürülmesini öngörmekle kalmamakta aynı
zamanda İslam toplumlarında Dinin toplumsal ve siyasal içeriğinin
de farklılaştırılmasını sağlayacak bir dizi yeniliğin bölgede
uygulanmasını amaçlamakta[13].
Şu ana kadar projenin kapsamı hakkında bilgi vermemekle birlikte
yukarda sunduğumuz 1991 deki kongre konuşması ve 2002 de açıklanan
Bush doktrini BOP hakkında ipuçları vermektedir. Bu noktadan da
hareketle Dünya medyasında yer alan projenin maddeleri hakkındaki
ifadeleri şöyle sıralayabiliriz :
a)
Avrupa’da
2 inci Dünya Savaşı sırasında yürürlüğe konulan marşal
planı benzeri bir model olarak düşünülen Ortadoğu Kalkınma
Bankası kurulacak.
b)
2010’a
kadar Ortadoğu’da okur-yazar oranı 50% arttırılacak
c)
Ülkelerin
Alfabeleri değiştirilecek
d)
Batılı
klasikler arapçaya çevrilecek, Batı kültürü bu yolla bölgeye
sokulmuş olacak
e)
Küçük
girişimcilere özellikle de kadınlara 500 milyon Dolar yardım yapılacak
f)
Okur-yazar
ve kültürel yozlaşma artarken, ılımlı Müslüman tipi oluşturulacak
g)
Müslüman
toplumların demokratikleşmesini sağlayabilmek için kadın hakları
yasalarla garanti altına alınacak
h)
Bölgede
yaşayan topluluklar Vahhabi İslam anlayışından uzaklaştırılacak
ve Tasavvuf anlayışı desteklenecek
i)
Bölgedeki
radikal İslamcı ve Amerikan aleyhtarı rejimlerin yok edilmesi ve
yerine ılımlı İslam diye tanıtılan demokratik rejimler
getirilecek[14].
Dolayısıyla proje
ele alındığında sadece siyasi ve toplumsal düzenleme yapılmakla
kalmamakta, aynı zamanda İslam dininde ıslahata gidilmek
istenmektedir, zira böyle bir ıslahata ve yapılanma planına
Avrupa ve ABD büyük gereksinim duymaktadır. Buradan hareketle
projenin hem açık hem gizli hedefleri olduğu ortaya çıkmaktadır[15].
Şimdide bu planın
proje üzerinde yer alan ülkelerde hayata geçirilmesi için
ABD’nin izleyeceği yolu ele alalım. Projeyi hayata geçirme üslubu
ülkelerin Rejim, İslam ve Demokrasiyi algılayışlarına göre değişiklik
arz etmektedir. Genelde ABD kaynakları bu kategorileri kullanarak
proje kapsamındaki ülkeleri 4 kısma ayırmaktadırlar.
1)
Batıyı
tamamen kendilerine düşman gören rejimler: Bu rejimler
Afganistan’daki Taliban ve Iraktaki Saddam benzeri rejimlerdir. Bu
kategori içerisine Suriye, İran ve uzak ihtimal Filistin rejimleri
dahil edilebilir. Böylesi ülkelerde Demokrasiye geçilmesi ve
gerekli reformların başlatılması için hali hazırdaki yönetim
kadrosunda yer alan sulta askeri yolla ABD tarafından uzaklaştırılmak
zorundadır.
2)
Batıyı
düşman görmekle birlikte Batının askeri gücünden korkan
rejimler. ABD ye göre bu rejimler yapmacık davranıp Batıya karşı
iki yüzlü hareket etmektedirler. Bu rejimler bir taraftan Cihad
kavramının vuku bulmaması için caba sarf ettiklerini
belirtirken, diğer taraftan bu duyguyu cesaretlendirici eylemlerde
bulunmaktadırlar. ABD ye göre proje hayata geçirilmeden önce bu
rejimlerde ortadan tamamen kaldırılmalıdır. Bu kategoride yer
alan ülkeler ise: Sudan, Moritanya, S. Arabistan ve Libya gibi ülkelerdir.
3)
Kalkınmanın
sadece Batı medeniyetindeki özgürlük ve demokrasi ile gerçekleşeceğini
kabullenen rejimler, fakat bu rejimler her ne kadar Batıyı
destekleseler de içerdeki İslamî gruplarla mücadele etmek
zorunda kalıyorlar. Bu kategoridekilere ABD askeri müdahaleye
gerek yok diyor, doğal seyriyle projenin bu rejimlerde uygulanacağını
belirtiyor. Bu kategoride de: Fas, Tunus, Mısır, Ürdün, Küçük
Körfez ülkeleri ve Pakistan yer almaktadır.
4)
Son
kategoride ise tam demokratik ülkeler yer almakta ve bu ülkeler
ise yahudi varlığı ve Türkiye’dir. ABD projeyi Ortadoğu da
hayata geçirme sürecinde bu iki ülkeyle tam yardımlaşma yapılmasını
öngörmektedir.
Ayrıca uzmanlar
yukarıdaki ilk iki rejim tipi ülkelere (Wrong States) Yanlış ülkeler,
son ikisine de (Merit States) Övgüye layık olan ülkeler
demektedirler[16].
İşte bu sıralamayı
göz önüne alırsak, ABD projenin uygulanması için, gerektiğinde
askeri güç kullanacak, gerektiğinde de işbirliği ve yardım
formülünü uygulayacaktır.
ABD’nin
projeyi gerçekleştirmekle elde edeceği çıkarlar
1)
ABD
soğuk savaşın sona ermesinden itibaren uluslararası sistemin tek
güç merkezi haline gelmiştir. Bu konuma ulaşacağı kuruluş döneminden
beri planlanan ABD, bu projeyle milli sınırların önemsizleştiği,
etnik olarak karmaşık bir coğrafi alana yayılmış, antik çağ
imparatorluklarına benzer bir hegemonya ağı oluşturmayı amaçlamıştır.
Bu ağda toprak temelli hiçbir sınır ABD imparatorluğunun hükümranlık
alanını sınırlayamaz. ABD imparatorluğu yönetimi Büyük
Ortadoğu Bölgesinin derinliklerine uzanan toplumsal düzenin tüm
katmanlarında faaliyet yürütecektir[17].
2)
ABD,
demokrasi, hürriyet gibi kavram aldatmacasıyla, Cebel Tarık’tan,
Hindistan’a kadar bulunan halkları kandırarak bölgede bulunan Dünya
Petrol Rezervlerini kendi kontrolü altına alacaktır[18].
Eğer halkları kandıramaz ise bunu askeri kontrolle gerçekleştirecektir.
3)
Yahudi
varlığının güvenliği ve Ortadoğu barış sürecinin
tamamlanmasıyla uluslararası arenada kendi prestijini artırmak.
4)
AB’nin
Fas’tan Suriye’ye kadar kapsayan Akdeniz projesine alternatif
olarak bölgedeki güçler terazisini bu projeyle dengelemiş
olacak.
5)
Türkiye’nin
AB’yle yakınlaşması itibariyle, ABD yahudi varlığıyla bu
proje sayesinde bölgede yalnızlık hissetmeyecek.
6)
Bush
yönetimi Afganistan ve Irak’ta hedeflerine ulaşamamalarından
dolayı bu projeyle Kasım seçimlerine kadar gündemi değiştirmek[19].
7)
ABD’nin
en büyük hedeflerinden birisi belki de en önemlisi, kendisine karşı
tehdit oluşturacak İslamî bir yapılanmaya anında müdahale
edebilmek, gerekirse NATO gücünden yararlanmak.
8)
Soykırım
projesiyle dünya nüfusunu dengelemek adı altında BOP kapsamındaki
ülkelerde insan katliamını yapmak ve bu sayede Müslüman nüfusunu
azaltmak[20].
ABD
projeyi gerçekleştirmek için kimlerle ortaklık yapabilir?
Brezinski “Küresel
balkanlar” olarak tanımladığı bu bölgede, ABD hegemonyasının
inşa edilmesi için ABD’nin yahudi varlığı, Hindistan, Rusya,
Türkiye ve AB ile işbirliği yapabileceğini öngörmektedir.
Ancak bu çerçevede değerlendirilen tüm bu ülkelerin ABD ile
hareket edecekleri ortak bir bölgesel girişimde, çeşitli
sorunlarla karşılaşma ihtimalleri vardır. Bu çerçevede bölgede
Amerikan kültürel değerlerine en yakın varlık olan yahudiler
her ne kadar silahlı örgütlerle mücadele konusunda ABD’ye yardımcı
olabilecek kapasitede olsa da, bölgede kökleşmiş hale gelen
Filistin sorununun kendi lehine çözümlenmesi talebi, ABD’nin
stratejik planları ile uyumlu değildir. Ayrıca yahudi varlığının
politik anlamda bölgedeki Arap ülkeleriyle diyalog
kurabilmesi de bölgede gerginlikler doğurma ihtimalini arttırmaktadır.
Bölgede en fazla
etkilenen ülkelerden biride Rusya’dır. Eğer bu projenin sınırları
iddia edildiği gibi, Karadeniz ve Hazardenizi’ne kadar uzanıyorsa
bu, Rusya’nın BOP’a sınırdaş olacağı manasına gelecektir
ki bu husus bile
Rusya’nın projeye olumsuz bakması için tek başına yeterli bir
sebep olacaktır. Oysa Grosmann’ın son Ortadoğu gezisi sırasında
BOP coğrafyasının yeniden şekillendirildiği Kafkasya, Orta Asya
ve İran’ın bu coğrafyadan çıkarıldığını ifade etmiştir.
Gerçekten bu projenin başarı şansı için böylesi bir düzenleme
zorunludur. Zira ABD’nin Orta Asya’dan sonra başta Gürcistan
olmak üzere Güney Kafkasya’ya yerleşmesi Rusya için kesinlikle
tehdit unsuru sayılacaktır. Rusya ile ABD arasında rekabetin en
önemli unsuru olan bu bölgenin enerji kaynaklarına hakimiyeti açısından
bir geçiş ülkesi olan Gürcistan sorunu Rusya açısından
stratejik ve politik bir içerik kazanmaya başlamıştır.
Rusya’nın bunu fark etmesi nedeniyle zannederiz Grosmann bu açıklamayı
yapmak zorunda kalmıştır. Her ne kadar bu açıklamayı yapsa da
ABD Edward Schewardnadze’yi devirmekle Rusya ile girdiği, Güney
Kafkaslarda etkinlik savaşında Gürcistan’ı bölünmenin eşiğine
getirmiş, ABD yanlısı kişinin Gürcistan’ın başına
getirilmesiyle, kısmen de olsa bölgede ABD hakimiyeti sağlanmıştır.
Bu girişimle Grosmann’ın inandırıcılığı kaybolmuştur.
Fakat Rusya Aceristan kartını oynayarak sözde Tiflis yönetimini
özelde de ABD’yi tehdit etmiştir. ABD timlerinin, Aceristan
lideri Aslan Abaşitze’yi ortadan kaldırmaları için yapacakları
girişimi Rusya engellemiştir. Rus milletvekili Victor Alknis yaptığı
basın toplantısında olayı aynen ilan etmiştir, ayrıca olayın
gerçekleşmesinin planlandığı günün ertesinde Moskova
belediye başkanı Yuri Luşkov, Trabzon üzerinden Aceristan’a geçmiştir[21].
Buradan da anlaşılıyor ki Rusya gerektiğinde ABD’yi frenlemek
için Aceristan yönetimini ve halkını ABD’ye karşı sürekli
kullanacaktır. Diğer taraftan Ortadoğu sorunun hallinden sonra
dikkat merkezine alınacak husus içerisinde değişik federe
cumhuriyetleri ve halkları barındıran devasa büyüklükteki
Rusya Federasyonu Toprakları olacaktır. Ve bu aşamadan sonra
Rusya’nın Federalizmi yeniden tartışmaya açılabilecektir. Bu
sebeple sınırları kendi yanı başına kadar uzanan ve enerji
gibi hayati konularda inisiyatifin ABD’ye geçebileceği BOP’un
Rusya açısından desteklenmemesi için yeterince haklı
sebeplerdir[22].
ABD anlayışına
yakın bir Demokratik yapıya
sahip olan Hindistan, ABD ile yıllardır devam ettirdiği savunma işbirliği
BOP kapsamında oldukça verimli sonuçlar doğurabilecektir. Ancak
Hindistan’ın Müslüman ülkelere yönelik ortak askeri bir
harekatta yer alması, özellikle Pakistan’la arasındaki ilişkileri
olumsuz yönde etkileyebilecektir. Ayrıca kendi içerisindeki Müslüman
nüfusunda tepkisine sebep olacak böyle bir karar Hindistan’ın iç
politikasında da istikrarsızlığa sebep olacaktır.
Türkiye’nin BOP
kapsamındaki ülkelere gerek coğrafi yakınlığı, gerekse Orta
Asya ülkeleriyle arasındaki akrabalık ilişkileri sayesinde, son
derece önemli bir ortak olabileceği değerlendirilmektedir. NATO
üyesi Türkiye’nin AB ve yahudi varlığı ile yürüttüğü iyi
ilişkilerin (şu aralar gergin gözükmekte) yanı sıra bölgedeki
en büyük askeri güce sahip olması da Türkiye’nin bu projedeki
katkısını daha da önemli kılmaktadır, ancak böyle bir girişimde
iç güvenliği için tehdit oluşturabilecek
Siyasal İslamî gruplar ve Kürtler ile ilgili problemler Türkiye
için riskler oluşturmaktadır.
Brezinski ye göre
ABD’nin bölgeyi yeniden yapılandırma konusunda yegane güvenebileceği
tek aktör AB’dir. AB’nin 1970’lerden beri izlemekte olduğu
ılımlı politikalar bu proje dahilinde yapıcı sonuçlar doğurabilecektir.
Bunun yanı sıra AB’nin bölgenin ekonomik olarak yeniden düzenlenmesi
konusunda da ABD ile ortak sorumluluk paylaşabilecek ekonomik güce
sahip olması ve NATO şemsiyesi altında yapılandırılmış
Transatlantik güvenlik işbirliği de askeri anlamda AB’yi
avantajlı seçenek haline getirmektedir[23].
Diğer taraftan AB ülkeleri de boş durmamakta, BOP’a karşı
alternatif stratejiler geliştirmektedirler. Bu çerçevede Fransa
ve Almanya “Ortadoğu’da Ortak Geleceğe İlişkin Stratejik
İşbirliği” adlı belgeyi hazırlamışlar ve bu belgeyi diğer
AB ülkelerine de dağıtmışlardır[24].
Ayrıca Almanya BOP bölgesinde ABD’nin etkinliğini geriletecek
birtakım girişimlerde bulunmuş, bu çerçevede Rusya’nın da
girişimiyle İran üzerindeki Ticari ve Stratejik inisiyatifin
otomatikman kendisine geçmesini sağlayacak Moskova-Berlin-Tahran
arasındaki demiryolunun birleştirilmesi antlaşması yapılmıştır[25].
Yine
bu çerçevede Alman dışişleri bakanı Jochka
Fischer
Azerbaycan’ı 21 nisan 2004 tarihinde ziyaret etmiş ve ABD’nin
Kafkaslardaki etkisini azaltmak amacıyla söz konusu ülkeyle
birtakım görüşmeler yapmıştır. Bu ziyaretle Kafkasya’yı AB
ülkelerine yaklaştırmayı hedeflemiştir[26].
Buradan da anlaşıldığı üzere AB çok yönlü politika
izleyerek ABD’yi hem kontrolü altında tutma, hem sıkıştırma
ve hem de çıkar elde etme çabasındadır. Bu sonuçlar itibariyle
ABD’nin yegane BOP ortağı AB ülkeleridir.
Sonuç
Bu proje Müslümanlara
yönelik Haçlı seferidir. 21’inci yy batının İslam’ı
kontrol altına almak için seferber olduğu bir yüzyıl olmuştur.
Şaron’un Filistin’de uyguladığı katliamlar, ABD’nin
Afganistan ve Irak işgali Irak’tan başlayıp Kudüs’e kadar bütün
bölgeyi ele geçirip yahudi varlığına hediye etmeye uyarlı
stratejisi, enerji ve su kaynaklarını denetim altına
almaya çalışması, İslam beldelerini savunmasız bırakmaya
ayarlı politikaları, “Terörle küresel savaşın” genel
stratejisinin farklı aşamaları olarak öne çıkmaktadır. Ayrıca
ABD ve yahudi varlığının ve Dünya nüfusunu dengelemek için
soykırım projeleri geliştirmeleri BOP’un ne kadar vahim bir
proje olduğunu ortaya koymaktadır.
İslam beldelerinin
halkları bu durumunun farkındadırlar. Ama bu komplolardan
kurtulabilmelerinin çaresi baştaki kukla yönetimleri devirmekle mümkündür.
Batının ve ABD’nin kendilerine yönelik topyekûn Haçlı
seferine karşı gerçek anlamda karşı koyabilmelerinin de öncelikli
şartı baştaki kuklaları alaşağı edip bunların yerine şeref
ve izzetlerini koruyacak Halifeyi nasbetmekle mümkündür. Ve
neticede de izzet ve şeref timsali olan Raşidi Hilafet
Devleti’nin İslam beldelerinde şekillenmesiyle, BOP’un imhası
mümkün olacaktır. Allah’tan en kısa zamanda nusret talep
ederek İslam ümmetini Batı’nın ve ABD’nin şerrinden korumasını
niyaz ederiz.
“Hatırla ki,
kafirler seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri yahut seni
(yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar
(sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü
Allah tuzak kuranların en iyisidir.”
(Enfal 30)