Ana Sayfa YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004 E-Mail

OTORİTE ÜMMETE AİTTİR

Hizb-ut TAHRİR

 İslâm'da sulta (otorite) ümmete aittir. Bu kaide, şeriatın halifeyi ümmet etrafından nasbedilir kılmasından ve halifenin otoriteyi ümmetin biatı ile ele geçiriyor oluşundan alınmıştır. Halifenin otoriteyi ümmetin biatı ile ele geçiriyor oluşunu Resul (sav)'in şu sözü ortaya koymaktadır:

"…(Birisi de) bir imama sadece dünyası için biat edip imam ona istediğini verirse kendisine vefalı olan, vermezse vefalı olmayan kimsedir." (Buhari, K. Ahkam, 6672)

Ubade b. Samid, biat hadisinde şöyle dediği rivayet olundu:

"…Resulullah (sav)'e zor ve kolaylıkta, hoş ve kerih durumlarda dinleyip itaat etmek üzere biat ettik." (Müslim, K. İmarat, 3426)

Böylece halifenin nasbı (yönetime getirilmesi), Müslümanlar tarafından kendisine biatlarıyla olmaktadır. Bu, Raşid Halifelerde de hasıl olan husustur. Zira onlar Müslümanlardan biat aldılar. Müslümanların kendilerine yaptıkları biat vasıtası olmaksızın Halife olmadılar.

Halifenin otoriteyi Müslümanların kendisine biatı ile alıyor oluşuna gelince, bu itaat hadislerinde gayet açık görülmektedir. Resul (sav) şöyle dedi:

"Kim bir imama biat edip onunla tokalaşır ve kalbinin semeresini verirse ona gücü yettiğince itaat etsin…" (Ahmed b. Hanbel, Müs. Mükessirin min'es-Sahabe, 6503)

"Kim itaattan elini çekerse, Kıyamet günü Allah'ın huzuruna kendisi için bir delil olmaksızın çıkar." (Müslim, K. İmarat, 3441)

 

FUNDAMENTALİZM

 

Fundamentalizm (Köktencilik) terimi ilk defa, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da ortaya çıktı. Yeni bilimler, felsefeler ve Nasrani inancına çok sıkı bağlılık ile alakalı olarak, Kilisenin konumuna işaret etmek için kullanıldı.

Fundamentalizmin temelinin, Protestan hareketi olduğu sayılır. 1878’de İncili Niagara Konferansı’nda ve Fundamentalizmin temel ilkelerinin billurlaştırıldığı 1910’daki Genel Presbiteriyan [kilisenin yönetim sistemi] Konferansı’nda, temel ilkeleri şekillendirildi. Onlar; dini hayattan ayırma akidesine sahip olan kapitalizm tarafından gerçekleştirilen bilimsel gelişmelere ters düşen nasrani inancının ilkelerini temel alarak kuruldular.

Bu hareket, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte gözden kaybolduğu halde; fundamentalizm, Avrupalıların zihinlerine bilim ve ilerlemenin düşmanı olarak kazındı. Bu, uyanan asra uygun olmayan bir fikri gerilik olarak düşünüldü. Öyle ki; toplum ve hayat üzerindeki etkisi sürdüğü müddetçe onunla savaşılmalıydı.

Böylece fundamentalizm, Nasraniliğin hayatın işlerinden uzaklaştırılmasından sonra bilimsel ve sanayisel ilerlemelere bir tepki olarak, Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışı; dini hayattan koparma akidesinden (laiklik) yani kapitalist akideden çıkan, yeni hayat nizamına cevap vermekte hıristiyanlığın yetersiz kalmasından dolayı idi. Bu durum nasraniliğe inananları; maddi gelişmelerin çeşitli şekillerini ve kapitalist kültürü reddeden bir tutum benimsemeye sevk etti. Bununla beraber bu hareket, fundamentalizm; hayatın işleri konusunda mevcut pratik çözümler göstermedeki yetersizliği ve diğer nasranilerin kabul etmediği veya inanmadığı düşüncelere ve disiplinlere sahip olmaları ve bilimsel gelişmelere karşı olmaları gibi, kuruluş esasları nedeniyle başarısız oldu ve ortadan kayboldu.

Dolayısıyla birtakım yahudi ve nasrani hareketleri fundamentalist olarak tarif etmenin kaynağı, bizzat Batı’nın kendisidir. Öyle ki bu; kapitalist ideolojinin tatbik edilmesinden sonra ortaya çıkan teknolojik, bilimsel ve endüstriyel gelişmelere muhalif olan dini hareketlere yönelik bir dayanak oldu.

İşte böylece birçok İslamî hareket ve onların mensupları; Batılı düşünürler ve siyasetçiler ve daha sonra onların yolunu izleyen bazı Müslümanlar tarafından, bu hareketlere bağlanarak fundamentalizmle vasıflanıp tarif edilmesinden gaye ise; bunlara karşı, evrensel bir kamuoyu oluşturup bunlara karşı koymak ve saldırmak için imkan bulmaktır. Çünkü onların görüş açılarına göre, fundamentalizm; gericilik ve tepkiciliktir. Anlamı da bilimsel ve sanayisel ilerlemelere karşı çıkmaktır.

Belli bir hareketin kolaylıkla fundamentalist olarak damgalanması için, onun modern materyalist hadarat ve insanların hayatları için tehlike arz eden bir hareket olarak vasıflanması yeterlidir. Bu da ona karşı koymak için gerekli sert tedbirlerin alınmasına haklılık kazandırır. Mısır veya Cezayir gibi devletler, Müslümanları idam etmek için harekete geçtiği zaman, bu hareket Batılı kamuoyu tarafından destek ve takdir alır. Hiçbir insan hakları örgütleri, buna karşı yerinden kalkmaz. Çünkü üzerine gidilen insanlar, -onların iddialarına göre- fundamentalistlerdir. Özellikle onlar Cezayir’de suçsuz insanlara karşı işlenen en tiksindirici haliyle çok büyük boyutlarda katliamlar veya Mısır’da kıpti hıristiyanlar ve turistleri öldürmekle ilgili olaylarla İslamî hareketler olarak itham edilince bu vasfı pekiştirir.

Fundamentalizmin tarifi ve vasfı, öylesine genişletildi ki; Müslümanların kötü hayatlarını, Hilafet’i yeniden kurmak ve İslam hükümleri ile hükmetmek suretiyle, İslamî bir hayata dönüştürmek için çalışan her Hizb veya hareketi kapsar hale geldi. Dahası yahudiler, Sırplar ve Amerikalılar ve diğerleri gibi, kendilerinin haklarını gasp eden ve İslam topraklarını işgal eden saldırganlara ve işgalcilere karşı olan bütün hareketler de bu kapsama dahil edildi. Böylece topraklarını işgal ve gasp eden düşmanlarına karşı savaşan mücahid Müslümanlar, fundamentalistler ve teröristler oldu! Saldırgan yabancı kuvvetlere hücum ederken şehit olarak ölenler de, intiharcılar ve canî oldular!

Bu vasıflanma ve tarif; haksızlığa ve işgallere karşı mücadele veren her hareket ve bütün Müslümanlar için tehlikelidir. İslamî Hayat’ı yeniden başlatmak için Şeriat’ın metodu gereği hareket eden her Hizb için tehlike saçmaktadır. Çünkü bu tarifin gayesi; kapitalist kalkınma çağında bilimsel ve endüstriyel gelişmelere karşı savaşan nasrani ve yahudi hareketleri gibi, İslam’ın da fundamentalist bir hareket olduğu bahanesi altında, İslam’ın hayatın işlerine yeniden müdahale etmesine davet eden ve İslamî bir hayat kurmak için çalışan herhangi birine veya harekete saldırmak için meşru gerekçeler üretmektir. İslamî hareketleri damgalamak için bu terimin seçilmesinin nedeni, Batılı kamuoyunda bunun kötü bir tarihi hatırasının bulunmasıdır. Öyle ki, Batılı insanlar, bir devlet ve bir hayat nizamı olarak İslam’ın geri dönüşüne karşı, yöneticilerinin arkasında yer almaktadırlar.

Hiçbir Müslüman’ın zihnine, İslamî hareketlerin fundamentalist olarak tarif edilmesinin, onların dinin veya fıkhın usulleri (temelleri) ile olan bağlantılarından kaynaklandığı düşüncesi gelmemelidir. Zira İslam akidesinin usulleri veya temelleri; Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Kıyamet gününe ve Kader’e İman’dır. Fıkhın usulleri ise, fıkhın üzerine bina edildiği kaidelerdir ki; müctehid bunları, onun fer’i (detaylı) delillerinden pratik Şer’i hükümler istinbat etmekte kullanır. (Zira fundamentalizm Arapça’ya Usulcülük olarak tercüme edildi)

Batı ıstılahında fundamentalizm; bu amaçla kurulan nasrani protestan hareketi ile birlikte onun gayesi olarak bilinir ve İslamî mefhumlarla veya ne geçmişteki ne de günümüzdeki İslamî hareketler ile hiçbir alakası yoktur. İslam tarihinde, birtakım siyasi hareketler, fikri akımlar ve fıkhi ekoller ortaya çıktı. Bununla beraber onlar hiçbir şekilde kesinlikle, bu hıristiyan fundamentalist hareketlere benzemiyordu. Hatta Hicri yedinci yüzyılda ictihat kapısını kapatmaya davet edenler bile, yeni ictihatlara karşı çıkıp eskilerini korumaya çalışmalarına rağmen, onlar gibi değildi. Üstelik onlar, Selef (ilk dönem) alimleri tarafından inşa edilen İslam Fıkhı’nın, Halef (son dönem) alimleri tarafından ele alınan her konuyu dahi kapsadığını düşünüyorlardı.

İslam Dini, diğer dinlerden ayrı ve farklı olarak tek bir dindir. O daha önce gelenleri nesih eden, Son Vahiy’dir. Allah (cc) inzal ettiği gibi, Kıyamet Günü’ne kadar bu vahyi koruma sorumluluğunu üzerine aldı. O (cc) şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki; Zikr’i Biz indirdik ve onu elbette yine Biz koruyacağız.” [Hicr 9]

Bu, akli akide üzerine bina edilmiş kapsamlı ve kamil bir ideolojidir ki; ondan Kıyamet Günü’ne kadar insanların tüm işlerini yürüten ve problemlerini çözen kapsamlı bir nizam fışkırmıştır. Bu ideolojinin, insanın karşılaşabileceği herhangi bir problem için, Şer’i hüküm göstermemesi hayal bile edilemez. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Her şeyi beyan etmek için bu kitabı sana indirdik.” [Nahl 89]

Geçmişte İslam dünyası tarafından, önemli bilimsel ve sanayisel gelişmelerin kaydedilmesi; İslam’ın hayattan koparılmasından değil, bilakis İslam’ın bütünüyle tatbik edilmesinden dolayı idi. Bugünün dünyası tarafından gerçekleştirilen bilimsel ve sanayisel gelişmelerin çoğunun gerçekleşmesi de; İslamî hayat’ın ve İslam Devleti’nin gölgesi altında yaşayan Müslüman alimlerin, bunların nazariyelerinin ve temel kanunlarının çoğunu ortaya koymasından dolayı idi.

O nedenle; İslam’ın ve İslamî hareketlerin, nasrani hareketlerin tarifine benzer bir tarifle, fundamentalist olarak tarif edilmesi, hatalı ve önyargılı bir tariftir. Bu, İslam’ın veya İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışanların vakıasına tatbik edilemez bir tariftir. Çünkü İslam, Müslümanların içinde yaşadığı ve beşeri sistemlerin hükümlerinin hakim olduğu mevcut fasid vakıayı değiştirmeye çalışmaktadır. Oysa bu; hem biçim hem de muhteva bakımından, kapitalizm öncesi nasraniliğe dayalı hayat vakıasını korumak isteyen nasrani fundamentalist hareketlerin çalışmasına zıttır.

Dolayısıyla Batı’nın İslamî hareketleri fundamentalist olarak tarif etmesi; kapsamlı bir nizam olarak İslam’ın, yeniden dönüşüne karşı bir savaş açmaktan başka bir şey değildir. Bu bir stratejidir. Hatta Batı için hayati bir meseledir. Onlar Üçüncü Dünya’yı özellikle İslam dünyasını, herhangi bir hakiki dirilişten geri çevirmeyi ve uzaklaştırmayı gaye edindiler. Bu sadece, onların sistemlerini kökünden kazıyacak, tamah ve açgözlülüklerine son verecek olan Raşidi Hilafet’in yeniden kurulmasını önlemek içindir.

Bakın bir bilim adamının şahitliğini dinleyin! O Harvard Üniversitesine Orta Doğu çalışmaları için giden bir misafir bilim adamı. Bu adam ABD Kongresi’ne bir rapor sundu. Raporda şöyle diyordu: “Fundamentalistler; hayatın her detayında Şeriatın tatbik edilmesi gerektiği, Allah’ın emir ve yasaklarının bütünüyle uygulanması gerektiği ve bunun tüm Müslümanları bağlayıcı olduğu şeklinde bir bakış açısına sahiptirler. İslam onların gücünün temel kaynağıdır. Şeriat geçmişte uygulamalara uygun olduğu gibi, bugün de tüm uygulamalar için uygundur.” Ve şöyle diyordu: “Fundamentalistler, Batı Medeniyeti’nden şiddetli bir şekilde nefret etmektedirler. Onu İslamî hükümlerin uygulanması önündeki en büyük engel olarak görmektedirler.” Yine Amerikalı bilim adamı John Esposito, Amerikan Kongresi’ne sunduğu bir raporda şöyle diyordu: “Amerikan çıkarlarını en çok tehdit edenler, Müslüman fundamentalistlerdir.”

Kafirlerin saldırdıkları fundamentalizm budur, İslam Şeriatı’nın hayatta yeniden tatbik edilmemesidir. Eğer fundamentalizm buysa, o halde -onlara göre- Müslümanların tümü de fundamentalistlerdir. Çünkü Müslümanlar, kendilerini kapitalizmin perişanlığından İslam’ın ihtişamına taşıyacak ve onları koruyacak olan, ümmetin medar-ı iftiharı Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesi altında İslam hükümlerinin tamamının, bütünüyle tatbik edilmesini, şiddetli bir istek ve heyecanla beklemektedirler. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurdu:

“İslam’a davet edildiği halde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez. Onlar Allah’ın Nurunu, ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler kerih görse de, Allah Nurunu tamamlayacaktır.” [Saff 7-8]

YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004

Yukarı