İslâm'da
sulta (otorite) ümmete aittir. Bu kaide, şeriatın halifeyi
ümmet etrafından nasbedilir kılmasından ve halifenin otoriteyi
ümmetin biatı ile ele geçiriyor oluşundan alınmıştır.
Halifenin otoriteyi ümmetin biatı ile ele geçiriyor oluşunu
Resul (sav)'in şu sözü ortaya koymaktadır:
"…(Birisi
de) bir imama sadece dünyası için biat edip imam ona istediğini
verirse kendisine vefalı olan, vermezse vefalı olmayan
kimsedir." (Buhari, K. Ahkam, 6672)
Ubade
b. Samid, biat hadisinde şöyle dediği rivayet olundu:
"…Resulullah
(sav)'e zor ve kolaylıkta, hoş ve kerih durumlarda dinleyip itaat
etmek üzere biat ettik."
(Müslim, K. İmarat, 3426)
Böylece
halifenin nasbı (yönetime getirilmesi), Müslümanlar tarafından
kendisine biatlarıyla olmaktadır. Bu, Raşid Halifelerde de
hasıl olan husustur. Zira onlar Müslümanlardan biat aldılar. Müslümanların
kendilerine yaptıkları biat vasıtası olmaksızın Halife
olmadılar.
Halifenin
otoriteyi Müslümanların kendisine biatı ile alıyor oluşuna
gelince, bu itaat hadislerinde gayet açık görülmektedir. Resul (sav)
şöyle dedi:
"Kim
bir imama biat edip onunla tokalaşır ve kalbinin semeresini verirse
ona gücü yettiğince itaat etsin…" (Ahmed b.
Hanbel, Müs. Mükessirin min'es-Sahabe, 6503)
"Kim
itaattan elini çekerse, Kıyamet günü Allah'ın huzuruna
kendisi için bir delil olmaksızın çıkar." (Müslim,
K. İmarat, 3441)
FUNDAMENTALİZM
Fundamentalizm
(Köktencilik) terimi ilk defa, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da
ortaya çıktı. Yeni bilimler, felsefeler ve Nasrani inancına çok
sıkı bağlılık ile alakalı olarak, Kilisenin konumuna işaret
etmek için kullanıldı.
Fundamentalizmin
temelinin, Protestan hareketi olduğu sayılır. 1878’de
İncili Niagara Konferansı’nda ve Fundamentalizmin temel ilkelerinin
billurlaştırıldığı 1910’daki Genel Presbiteriyan
[kilisenin yönetim sistemi] Konferansı’nda, temel ilkeleri
şekillendirildi. Onlar; dini hayattan ayırma akidesine sahip
olan kapitalizm tarafından gerçekleştirilen bilimsel gelişmelere
ters düşen nasrani inancının ilkelerini temel alarak kuruldular.
Bu
hareket, İkinci Dünya Savaşı ile birlikte gözden kaybolduğu
halde; fundamentalizm, Avrupalıların zihinlerine bilim ve
ilerlemenin düşmanı olarak kazındı. Bu, uyanan asra uygun
olmayan bir fikri gerilik olarak düşünüldü. Öyle ki; toplum
ve hayat üzerindeki etkisi sürdüğü müddetçe onunla savaşılmalıydı.
Böylece
fundamentalizm, Nasraniliğin hayatın işlerinden
uzaklaştırılmasından sonra bilimsel ve sanayisel ilerlemelere
bir tepki olarak, Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkışı;
dini hayattan koparma akidesinden (laiklik) yani kapitalist
akideden çıkan, yeni hayat nizamına cevap vermekte
hıristiyanlığın yetersiz kalmasından dolayı idi. Bu durum
nasraniliğe inananları; maddi gelişmelerin çeşitli
şekillerini ve kapitalist kültürü reddeden bir tutum
benimsemeye sevk etti. Bununla beraber bu hareket, fundamentalizm;
hayatın işleri konusunda mevcut pratik çözümler göstermedeki
yetersizliği ve diğer nasranilerin kabul etmediği veya
inanmadığı düşüncelere ve disiplinlere sahip olmaları ve
bilimsel gelişmelere karşı olmaları gibi, kuruluş esasları
nedeniyle başarısız oldu ve ortadan kayboldu.
Dolayısıyla
birtakım yahudi ve nasrani hareketleri fundamentalist olarak
tarif etmenin kaynağı, bizzat Batı’nın kendisidir. Öyle ki
bu; kapitalist ideolojinin tatbik edilmesinden sonra ortaya çıkan
teknolojik, bilimsel ve endüstriyel gelişmelere muhalif olan dini
hareketlere yönelik bir dayanak oldu.
İşte
böylece birçok İslamî hareket ve onların mensupları;
Batılı düşünürler ve siyasetçiler ve daha sonra onların
yolunu izleyen bazı Müslümanlar tarafından, bu hareketlere
bağlanarak fundamentalizmle vasıflanıp tarif edilmesinden
gaye ise; bunlara karşı, evrensel bir kamuoyu oluşturup bunlara
karşı koymak ve saldırmak için imkan bulmaktır. Çünkü
onların görüş açılarına göre, fundamentalizm; gericilik ve
tepkiciliktir. Anlamı da bilimsel ve sanayisel ilerlemelere karşı
çıkmaktır.
Belli
bir hareketin kolaylıkla fundamentalist olarak damgalanması için,
onun modern materyalist hadarat ve insanların hayatları için
tehlike arz eden bir hareket olarak vasıflanması yeterlidir. Bu
da ona karşı koymak için gerekli sert tedbirlerin alınmasına
haklılık kazandırır. Mısır veya Cezayir gibi devletler, Müslümanları
idam etmek için harekete geçtiği zaman, bu hareket Batılı
kamuoyu tarafından destek ve takdir alır. Hiçbir insan hakları
örgütleri, buna karşı yerinden kalkmaz. Çünkü üzerine
gidilen insanlar, -onların iddialarına göre- fundamentalistlerdir. Özellikle onlar Cezayir’de suçsuz
insanlara karşı işlenen en tiksindirici haliyle çok büyük
boyutlarda katliamlar veya Mısır’da kıpti hıristiyanlar
ve turistleri öldürmekle ilgili olaylarla İslamî hareketler
olarak itham edilince bu vasfı pekiştirir.
Fundamentalizmin
tarifi ve vasfı, öylesine genişletildi ki; Müslümanların kötü
hayatlarını, Hilafet’i yeniden kurmak ve İslam hükümleri
ile hükmetmek suretiyle, İslamî bir hayata dönüştürmek
için çalışan her Hizb veya hareketi kapsar hale geldi. Dahası
yahudiler, Sırplar ve Amerikalılar ve diğerleri gibi,
kendilerinin haklarını gasp eden ve İslam topraklarını işgal
eden saldırganlara ve işgalcilere karşı olan bütün
hareketler de bu kapsama dahil edildi. Böylece topraklarını
işgal ve gasp eden düşmanlarına karşı savaşan mücahid
Müslümanlar, fundamentalistler ve teröristler oldu! Saldırgan
yabancı kuvvetlere hücum ederken şehit olarak ölenler de,
intiharcılar ve canî oldular!
Bu
vasıflanma ve tarif; haksızlığa ve işgallere karşı mücadele
veren her hareket ve bütün Müslümanlar için tehlikelidir.
İslamî Hayat’ı yeniden başlatmak için Şeriat’ın metodu
gereği hareket eden her Hizb için tehlike saçmaktadır. Çünkü
bu tarifin gayesi; kapitalist kalkınma çağında bilimsel ve
endüstriyel gelişmelere karşı savaşan nasrani ve yahudi
hareketleri gibi, İslam’ın da fundamentalist bir hareket olduğu
bahanesi altında, İslam’ın hayatın işlerine yeniden
müdahale etmesine davet eden ve İslamî bir hayat kurmak için
çalışan herhangi birine veya harekete saldırmak için meşru
gerekçeler üretmektir. İslamî hareketleri damgalamak için
bu terimin seçilmesinin nedeni, Batılı kamuoyunda bunun
kötü bir tarihi hatırasının bulunmasıdır. Öyle ki, Batılı
insanlar, bir devlet ve bir hayat nizamı olarak İslam’ın geri
dönüşüne karşı, yöneticilerinin arkasında yer
almaktadırlar.
Hiçbir
Müslüman’ın zihnine, İslamî hareketlerin fundamentalist
olarak tarif edilmesinin, onların dinin veya fıkhın usulleri
(temelleri) ile olan bağlantılarından kaynaklandığı düşüncesi
gelmemelidir. Zira İslam akidesinin usulleri veya temelleri; Allah’a,
Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Kıyamet gününe ve
Kader’e İman’dır. Fıkhın usulleri ise, fıkhın üzerine
bina edildiği kaidelerdir ki; müctehid bunları, onun fer’i
(detaylı) delillerinden pratik Şer’i hükümler istinbat etmekte
kullanır. (Zira fundamentalizm Arapça’ya Usulcülük olarak
tercüme edildi)
Batı
ıstılahında fundamentalizm; bu amaçla kurulan nasrani protestan
hareketi ile birlikte onun gayesi olarak bilinir ve İslamî
mefhumlarla veya ne geçmişteki ne de günümüzdeki İslamî
hareketler ile hiçbir alakası yoktur. İslam tarihinde, birtakım
siyasi hareketler, fikri akımlar ve fıkhi ekoller ortaya çıktı.
Bununla beraber onlar hiçbir şekilde kesinlikle, bu hıristiyan fundamentalist hareketlere benzemiyordu. Hatta Hicri yedinci yüzyılda
ictihat kapısını kapatmaya davet edenler bile, yeni ictihatlara
karşı çıkıp eskilerini korumaya çalışmalarına rağmen,
onlar gibi değildi. Üstelik onlar, Selef (ilk dönem) alimleri
tarafından inşa edilen İslam Fıkhı’nın, Halef (son dönem)
alimleri tarafından ele alınan her konuyu dahi kapsadığını düşünüyorlardı.
İslam
Dini, diğer dinlerden ayrı ve farklı olarak tek bir dindir. O
daha önce gelenleri nesih eden, Son Vahiy’dir. Allah (cc) inzal
ettiği gibi, Kıyamet Günü’ne kadar bu vahyi koruma sorumluluğunu
üzerine aldı. O (cc) şöyle buyurdu:
“Muhakkak
ki; Zikr’i Biz indirdik ve onu elbette yine Biz koruyacağız.”
[Hicr 9]
Bu,
akli akide üzerine bina edilmiş kapsamlı ve kamil bir ideolojidir
ki; ondan Kıyamet Günü’ne kadar insanların tüm işlerini
yürüten ve problemlerini çözen kapsamlı bir nizam fışkırmıştır.
Bu ideolojinin, insanın karşılaşabileceği herhangi bir
problem için, Şer’i hüküm göstermemesi hayal bile edilemez.
Nitekim Allah (cc) şöyle buyurmuştur:
“Her
şeyi beyan etmek için bu kitabı sana indirdik.” [Nahl
89]
Geçmişte
İslam dünyası tarafından, önemli bilimsel ve sanayisel gelişmelerin
kaydedilmesi; İslam’ın hayattan koparılmasından değil,
bilakis İslam’ın bütünüyle tatbik edilmesinden dolayı idi.
Bugünün dünyası tarafından gerçekleştirilen bilimsel ve
sanayisel gelişmelerin çoğunun gerçekleşmesi de; İslamî
hayat’ın ve İslam Devleti’nin gölgesi altında yaşayan Müslüman
alimlerin, bunların nazariyelerinin ve temel kanunlarının çoğunu
ortaya koymasından dolayı idi.
O
nedenle; İslam’ın ve İslamî hareketlerin, nasrani
hareketlerin tarifine benzer bir tarifle, fundamentalist olarak
tarif edilmesi, hatalı ve önyargılı bir tariftir. Bu, İslam’ın
veya İslamî hayatı yeniden başlatmak için çalışanların
vakıasına tatbik edilemez bir tariftir. Çünkü İslam, Müslümanların
içinde yaşadığı ve beşeri sistemlerin hükümlerinin hakim
olduğu mevcut fasid vakıayı değiştirmeye çalışmaktadır.
Oysa bu; hem biçim hem de muhteva bakımından, kapitalizm
öncesi nasraniliğe dayalı hayat vakıasını korumak isteyen
nasrani fundamentalist hareketlerin çalışmasına zıttır.
Dolayısıyla
Batı’nın İslamî hareketleri fundamentalist olarak tarif
etmesi; kapsamlı bir nizam olarak İslam’ın, yeniden dönüşüne
karşı bir savaş açmaktan başka bir şey değildir. Bu bir
stratejidir. Hatta Batı için hayati bir meseledir. Onlar
Üçüncü Dünya’yı özellikle İslam dünyasını, herhangi
bir hakiki dirilişten geri çevirmeyi ve uzaklaştırmayı gaye
edindiler. Bu sadece, onların sistemlerini kökünden kazıyacak,
tamah ve açgözlülüklerine son verecek olan Raşidi Hilafet’in
yeniden kurulmasını önlemek içindir.
Bakın
bir bilim adamının şahitliğini dinleyin! O Harvard
Üniversitesine Orta Doğu çalışmaları için giden bir misafir
bilim adamı. Bu adam ABD Kongresi’ne bir rapor sundu. Raporda şöyle
diyordu: “Fundamentalistler; hayatın her detayında Şeriatın
tatbik edilmesi gerektiği, Allah’ın emir ve yasaklarının bütünüyle
uygulanması gerektiği ve bunun tüm Müslümanları
bağlayıcı olduğu şeklinde bir bakış açısına sahiptirler.
İslam onların gücünün temel kaynağıdır. Şeriat geçmişte
uygulamalara uygun olduğu gibi, bugün de tüm uygulamalar
için uygundur.” Ve şöyle diyordu: “Fundamentalistler,
Batı Medeniyeti’nden şiddetli bir şekilde nefret etmektedirler.
Onu İslamî hükümlerin uygulanması önündeki en büyük
engel olarak görmektedirler.” Yine Amerikalı bilim
adamı John Esposito, Amerikan Kongresi’ne sunduğu bir raporda şöyle
diyordu: “Amerikan çıkarlarını en çok tehdit edenler,
Müslüman fundamentalistlerdir.”
Kafirlerin
saldırdıkları fundamentalizm budur, İslam Şeriatı’nın
hayatta yeniden tatbik edilmemesidir. Eğer fundamentalizm buysa,
o halde -onlara göre- Müslümanların tümü de fundamentalistlerdir. Çünkü Müslümanlar, kendilerini
kapitalizmin perişanlığından İslam’ın ihtişamına
taşıyacak ve onları koruyacak olan, ümmetin medar-ı iftiharı
Raşidi Hilafet Devleti’nin gölgesi altında İslam hükümlerinin
tamamının, bütünüyle tatbik edilmesini, şiddetli bir istek
ve heyecanla beklemektedirler. Nitekim Allah (cc) şöyle buyurdu:
“İslam’a
davet edildiği halde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim
kim olabilir? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
Onlar Allah’ın Nurunu, ağızlarıyla söndürmek
istiyorlar. Halbuki kafirler kerih görse de, Allah Nurunu
tamamlayacaktır.” [Saff 7-8]
|