Kerbela
ve Bağdat’taki saldırıların ardında kimler var?
2
mart 2004’te Batı ve Arap liderleri, Kerbela ve Bağdat’ta
Şiilere karşı yapılan saldırıları kınadılar. Bazıları
kınamalarında, saldırıların demokratik olmadığı, Şii ve Sünni
halkın arasını açarak, Irak’ı mezheplere bölmek amacıyla
El-Kaide tarafından yapıldığını iddia ettiler. Beyaz Saray sözcüsü
Scott Mc Clellan şöyle dedi: “Biz bu vahşi saldırıları
şiddetle kınıyoruz.” Devamla şöyle dedi: “Irak’ta,
Irak halkının demokratik geleceğini ve huzurunu bozmak isteyen,
özgürlük düşmanları var. Onlar başarısızlığa
uğrayacaklar. Demokrasi kökleşmektedir ve artık geri dönüş
yoktur...” İngiltere Başbakanı Tony Blair: “Saldırıların
Irak’taki dini grupları birbirlerine karşı kışkırtmak,
ilerlemeyi engellemek ve maksimum düzeyde halkı bölmek, fikir ayrılığı
ve kin oluşturmak için teşvik edildiği görülmektedir.”
dedi. İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw: “Patlamaların
Şii’lerin dini bayramlarından az önce olması ve Irak Yönetim
Konseyinin zorlu müzakereler ardından Irak anayasasının
tamamlandığı günden bir gün sonra vuku bulması tesadüf değildir.”
dedi.
Avrupa
Birliğinin dış siyaset sözcüsü Javier Solana bu utanç verici
kanlı saldırıları ve “kutsal aşure” gününü kabusa ve kan
gölüne çeviren saldırıları düzenleyen suçluları açıkça kınadığını
söyledi. Arap liderler bombalamaların hedefinin Irak’lı Şii’ler
ve Sünni’ler arasına nifak sokmak olduğundan korktuklarını
belirttiler.
ABD’li
tuğgeneral Mark Kimmitt; “Irak’ta kalan bir Ürdünlü Abu
Musab al-Zarqawi’nin ilk zanlı” olduğunu söyledi.
Amerikan yetkililer; “Bu zanlının Sünni’ler ve Şii’ler
arasında bir sivil savaş başlatabilmeyi ve 30 Haziran’da
yöntemin Iraklılara verilmesini engellemeyi hedeflediğini”
söyledi. Daha evvel (Ocak ayında) ABD istihbaratı bir disket
bulduklarını ve disketin zanlının yurtdışındaki El-Kaide’nin
üst düzeyine yazdığı bir mektubu içerdiğini iddia etti. Abu
Musab al-Zarqawi’nin yazdığı mektubun Iraklı Şiilerle
alakalı olduğu iddia ediliyor. Sözde diskette şöyle
bahsediliyor: “Onlar başa çıkılmaz engel, pusuda yatan
yılan, kurnaz ve kötü niyetli akrep, casusluk yapan düşman ve
insanın içine işleyen zehirdirler... Dikkatli bir gözlemci ve
araştıran bir seyirci Şiilik akımı bir tehlike ve gerçek bir
meydan okuma olduğunu görecektir. Düşman onlardır. Onlardan
sakının. Onlara karşı mücadele edin.”
Bu
mektup dört düşmanın teşhisini içeren bir askeri strateji
sergiliyor: Amerikalılar, Kürtler, Irak güvenlik güçleri ve Şiiler.
Mektupta şöyle devam ediyor: “Bizim fikrimizce, bunlar değişim
anahtarlarıdırlar. Onların dini, siyasi ve askeri hassas noktalarını
hedeflemek ve vurmak Sünnilere onların kuduz olduğunu gösterecek...
ve göğüslerindeki gizli kinin dişlerini çıkaracak.”
3
martta Amerikan medyası El-Kaidenin bombalı saldırılarla
alakalı olduğunu açıkladı.
ABD
Orta Doğu birliklerinin kumandanı general John Abizaid ABD
parlamento komitesine şunları söyledi: “Zarqawi’nin bu
saldırılarla alakalı olduğuna dair istihbaratımız var.”
Bu iddialara rağmen ABD elinde bu görüşü kanıtlayacak herhangi
bir delil yayınlamadı.
ABD
ve El-Kaide’nin iddiaları çatışmaktadır. Londra, Al-Quds Al-
Arabi gazetesi 3 martta Al-Qaeda Abu Hafs al- Masri Tugaylarından
olduğu iddia edilen bir mail aldığını açıkladı. Mailde: “Amerikan
askerleri Kerbela ve Bağdat’ta suçsuz Şiileri öldürdüler,”
yazıyordu. “Biz Müslümanlara suçsuz olduğumuzu söylüyoruz.”
Dahası,
olayların Amerikan versiyonunda çarpıklıklar bununla da
sınırlı değil. Amerikan işgal güçlerinin tuğgenerali Mark
Kimmitt; “Saldırılarla bağlantılı olarak 15 kişinin daha
tutuklandığını” söyledi. “Beşinin Farsça konuştuklarını”
söyledi ki, bu onların İran’dan oldukları anlamına gelmektedir.
Bu iddia El-Kaide’ye karşı yapılan suçlamaları geçersiz kılmaktadır.
İranlıların çoğunluğu Şiilerdir. El-Kaide’de Şiilerin olmadığına
inanılmaktadır. Bir şiinin kutsal bayramları ve ibadet yerlerine
olan bu saldırılara karışmış olması şaşırtıcıdır.
Aynı
zamanda tuğgeneral Kimmitt; “Bağdat’ta dördüncü intihar
eylemcisinin kemerindeki bombanın infilak etmediği ve
yakalandığı” haberini yalanladı. Amerikan güçleri
Kerbela’da olan saldırılarda ve patlamalarda kullanılmış olan
bombaların el arabalarıyla şehre sokulduğunu açıklandı.
Keza
Irak Sünni ve Şii liderleri bu bombalamaların ardında El-Kaide
olduğuna inanmakta zorluk çekmektedirler. Onlar Amerikalıları
saldırıları düzenlemiş olmakla ve aynı zamanda mezhepsel kini
oluşturmaya çalışmakla suçladılar. Sünni bir alim, Şeyh
Moayad Naimi: “Kritik saatler ve günlerle karşı
karşıyayız... Amerika’nın ve İsrail’in nifak tohumları
ekmeyi hedefleyen komplolarına karşı gözlerinizi açın.”
dedi.
Şii
bir alim olan Raed al-Kazemi şöyle dedi: “Eğer iki taraf
çarpışırsa, Amerika’nın kalmak için eline koz geçmiş olur.”
Kerbela’da yanmış kişiler için düzenlenen cenaze töreninde
büyük Şii alim Ayatollah Hadi al-Muddaresi: “Bunu yapanlar
Irak’ta bir sivil savaş istiyorlar. Fakat biz bu oyuna düşmeyeceğiz.”
dedi. O bunları söyler söylemez radikal alimlerin
destekçilerinden olan Moqtada al-Sadr destek çıktı ve
bağırdı: “Biz imansız Saddam’dan ve Amerika’dan intikam
almak istiyoruz.”
Beyrut’ta
Irak Şiilerinin yönetim sözcüsü Şeyh Hamed Khafaf ve Grand
Ayatollah Ali al-Husseini; “Böyle bir kutsal günde Amerikan
askerlerinden güvenliği arttırmaları için tekrar tekrar istekte
bulunduklarını fakat onların bu isteklerinin hafife
alındığını ve umursanmadığını söylediler.”
Sonuç
olarak açıkça görülmektedir ki; Amerika tüm Irak’ta
mezhepsel şiddet oluşturmaya çalışmaktadır. Amerika bombalamalardan
El-Kaide’yi sorumlu tutmakla ve yalanlar uydurmakla gerçek
niyetini gözler önüne sermektedir. Geçmişte Irak’a yaptığı
saldırıyı haklı çıkarabilmek için buna benzer yalanlar
üretmişti. Başkan Bush’un Irak, El-Kaide ve 11 Eylül arasında
bağlantıların bulunduğunu açıkladıktan sonra bunu şuan
yalanlayıp, üstelik Irak’ta kimyasal silahların
bulunmadığını da belirterek, CIA’yi suçlaması çok dikkat
çekicidir.
ABD
şuan Irak’tan paçayı kurtarmaya çalışmakta ve mezhepsel
ayrımcılık çıkararak tekrar kontrolü elde edebileceğine
inanmaktadır. Şu açığa çıkmış bir gerçektir ki; ABD
önceki Baas rejiminin güvenlik güçlerine yardımlarda
bulunmuştur. Ve beklenen ABD’nin planlarını gerçekleştirebilmek
için “Saddam’a karşı nefret” adı altında aynı
halkı tekrar kullanacak olmasıdır. Böylelikle Irak direncini kırmayı,
Şiilerin seçim isteklerini önleyebilmeyi, bağımsız bir Kürt
devleti için talepleri oyalamayı arzulamakta ve Irak’tan geri
çekileceği zaman, kendini korumak amacıyla BM’ye Irak’a
girmesine izin vermektedir. Şunu da belirtmek gerekir ki; Amerika’nın
belirlediği 30 Haziran geri çekilme tarihi yanıltmak
amacıyladır. ABD’nin asıl hedeflediği Amerikan taraftarı bir
hükümetle doğrudan işgali gerçekleştirebilmektir. Her ne
olursa olsun, ABD diğer Müslüman ülkelere karşı operasyon düzenleyebilmek
için Irak’ta büyük sayıda Amerikan askerlerini her zaman
bulunduracaktır.
Mart
2004, www.1924.org
Mısır´da
Hizb-u Tahrir Davasında 26 Mahkumiyet.
Mısır'da
yasaklı İslamcı örgüt Hizb-u Tahrir'i yeniden canlandırmak ve
bölge hükümetleri aleyhine komplo kurma suçlamasıyla
yargılanan 26 kişi hapis cezalarına çarptırıldı.
Aralarında
üç İngiliz vatandaşının da bulunduğu 12 sanık beşer yıl,
yedi sanık yedi yıl hapis cezasına çarptırılırken, geri kalan
sanıklara ise birer yıl hapis cezası verildi.
Sanıklar
arasındaki İan Nisbet, Rıza Pankhurst ve Macid Nawaz adlı
İngiltere vatandaşları 2002 Nisan ayında Mısır hükümetini
devirmeye çalıştıkları suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Ülkeye
Arapça öğrenmek amacıyla bulunduklarını söyleyen sanıklar,
Hizb-u Tahrir üyesi olduklarını beyan etmişlerdi.
Ancak
yasadışı herhangi bir eyleme karışmadıklarını söyleyen sanıklar,
ifadelerinin de işkence ile alındığını öne sürdüler.
Kararın
açıklanması ardından sanıklardan Nisbet "Mısır'daki
baskı düzenini değiştirmeyi hedefliyorduk. Şimdi bu şekilde,
baskıcı olduklarını kanıtladılar" dedi.
Hizb-u
Tahrir örgütü 1974'te başarısız bir darbe girişimi ardından
yasaklanmıştı.
Söz
konusu dava bir devlet güvenlik mahkemesinde görülüyordu. Bu
mahkemenin kararları temyize götürülemiyor. Verilmiş bir karar
ancak devlet başkanının affıyla değişebiliyor.
Kaynak:
BBC Türkçe Yayınları Internet Sitesi 25 Mart 2004
Amerikalılar
işkenceyi tıpkı Saddam gibi sürdürmektedirler.
Ebu
Garip hapishanesi Saddam Hüseyin’in yönetiminde, işkence ve kötü
muamele ile meşhurdu. Şimdi ise, hapishane Amerikalı askerlerin
Iraklılara karşı yaptıkları zulmün resimlerini, utandıracak
bir şekilde piyasaya çıkması ile birlikte Amerikalı diktatörler
tarafından aynı unvanı devam ettirmektedir. Resimler tek kelime
ile iğrenç ve de izleyicide Amerikalı askerler hakkında
aşağılamaktan başka bir şey bırakmamaktadır. Resimde bir
Iraklı mahkûm kutu üzerinde durmuş, kafasına torba geçirilmiş
ve ellerine elektrik kabloları bağlanmış vaziyette görüntüleniyor.
Uzun bir süre için kutu üzerinde terkedilmiş ve de kutudan düşerse
elektrikli idam ile karşılaşacağı kendisine bildirilmiş.
Başka
bir resimde görüntülenen o ki, mahkûmlar birbirlerinin üzerine
diz çökmüş, insan piramidi oluşturmak üzere, çıplak,
kafaları kapalı bir vaziyette durmakta. Bir Amerikalı asker,
arkalarında durup kameraya gülüyor.
Diğer
resimler ise, mahkûmları yan yana çıplak ve ayakta kafaları
kapalıyken, bir Amerikalı kadın askerin ayakta gülüp sigara
içmesi, mahkumun avret yerine işaret ettiği görüntülenmekte.
Bir mahkumun göğsünün üzerinde “tecavüz eden adam” yazılı
olması. Mahkuma saldıran bir köpek. Vücutlarında sövgü dolu
yazılı sözler vs.
George
Bush önderliğinde olan Kurtarıcılar (!) ile Saddam dönemindeki
işkenceciler arasındaki fark nedir? Bu türlü kötü muameleler
Irak ile sınırlı değil, lakin aynısı Afganistan’da, Somali
ve Bosna’da ortaya çıktı. Her nereye Batılı askerler
gitseler, beraberlerinde kötü zulüm ve işkence kültürünü
götürmektedirler.
Soruşturmada
olan Amerikan askerleri mahkumlara nasıl muamele yapılacağı hususunu
bilmediklerini iddia ediyorlar. Bu, Amerikalı askerler üniformalı
akılsız hayvanlardan farkı olmadığının ispatıdır ki,
onların medeni bir şekilde nasıl muamele etmeleri öğretilmelerine
ihtiyaç duyarlar. Batı’da büyük bir öfkeye ve şoka sebep
olan bu olayların tek nedeni, Batı televizyon kanalların
resimleri yayınlamasındandır. Hala diğer medyalar tarafından
Batı içerisinde herhangi fikri ve duygusal kışkırtma
yapılmadığı halde, düzenli olarak bu tür resimler ve yayınlar
yayınlamakta.
Bütün
bu olaylar kötü muamele ve işkencenin Batı kuvvetlerinde
sistematik olduğunu ispatlar. Bu güçlerin kurtuluş, özgürlük
veya dünya halklarının refahıyla meşgul olmadıkları, aksine
daha ziyade zulüm, esaret ve sömürge ile meşgul oldukları açık
seçik ortada.
Mayıs
2004, www.1924.org
Amerikalı
askerlerin Irak'ta intihar etmeleri.
Amerikan
işgalci güçlerin düşmekte olan moralin acımasız göstergesi
Amerikalı askerlerdeki intiharların korkunç sayısı. Irak’ta
‘Associated Press review of Army’ ‘in en son haberlerine göre,
geçen 7 ay zarfında en az 17 Amerikalı askerin ölümü, 15 ordu
personeli ve 2 bahriyeli intihar ettikleri doğrulanmıştır.
Bir
araştırmaya göre, Amerikalı askerler alışılmış orandan 3
kat daha fazla intiharlara kalkışmışlar ve de daha fazla ölü
sayısı olmuştur. 500’den fazla Amerikalı askerler Irak’tan
zihinsel sağlık nedenleriyle tahliye edildi.
Almanya’daki
‘Landstuhl’ ordu tıbbi merkezi Irak’tan 8093 yaralı ve
zihinsel hasta askerler aldı. Çoğunda zihinsel sağlık
sorunları var.
Neden
bunlar olmakta? Belli ki, hedefsiz bir şekilde hazırlanmış
işgalci güçlerin hedefleri intihara doğru giden askerler gibi
şaşkın durumda iken ‘koalisyon’ askerlerine ve onların
işbirlikçilerine yapılan günlük saldırılar ve pusuların
bedeli alınmakta.
Son
Eylül’de, bir askeri dergi ‘Stars and stripes’, 2000’den
fazla askerden yaptığı bir araştırmaya ve de ezici çoğunluğun
söylediğine göre morallerinin çok düşük olduğu ve de 3 te 1’i
Irak operasyonunun kendilerine net bir biçimde tarif edilmediğini
anlattılar. Araştırma aynı zamanda askerlerin çoğunluğun
kendisini ‘savaşmakta olan askerden’ çok kendilerin ‘oturan
ördek’ olarak gördüklerini ortaya çıkardı.
İşgal
nöbetinin sonu görünmediğinden, askerlerin Irak’ı terk etme
isteği o bakımdan hiç şaşırtıcı değil. Hayret verici olan;
çoğu intihar durumları olmak üzere askerlerin görevden uzaklaştırılıp
ve geri eve dönme maksadıyla kendilerini yaralama olayları da
ortaya çıktı. Haberlerin içinde bir askerin kendisine eve
dönemeyeceği kendisine bildirilince, kendi ayağından vurması
var... Kurşun atardamara isabet edince, asker kanamadan öldü. Başka
bir hadise de, feci bir şekilde askerin kendi midesine ateş etmesi
idi. Belli ki, yaranın neticesinde ülkeden tahliyesine böylece
zorlamak istedi.
Şu
açık ki, ABD askeri, düşmanı askeri teçhizat olara daha zayıf
olduğunu bildiği halde ABD askerlerin işgale devam etme isteği
olmadığı ve sadece evlerine dönmek istemektedirler.
Bu,
Batı’nın kendi hayatına bakış açısı ile -ki dünyanın
keyif ve rahatlığını aramayı içermekte- kendi askerlerine karşı
karşıya bulundukları Müslümanlarla -ki onların kalpleri İslam
ruhuyla, direniş, zorlukları yenme gücü ile yanıp tutuşmakta-
olan bir durum ile nasıl üstesinden geleceklerini sağlayamıyor.
Mayıs
2004, www.1924.org
ABD-İsrail
ilişkisi Haçlı seferini kuvvetlendirmekte.
Geçen
haftalarda ne zamanki ABD orta direk insanı öyle bir darbe yedi,
olaylar kendiliğinden gelişti, binaenaleyh ABD’nin yardımı
bile kendilerini haklı göstermek hususunda zorlanacaklar.
İlk
önce Mart ayında Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmet Yasin’in
acımasızca öldürülmesi. Bu bile tek başına İsrail tarafından
eşi görülmemiş bir cinayetti ve bunu da ABD’nin tam
desteğiyle yapmıştır. Sonra birkaç hafta içinde yeni atanmış
Abdel Aziz al-Rantissi Hamas liderinin öldürüldü.
Halbuki
Müslümanlara ve barış isteyenlerin yüzlerine gerçek bir tokat
olmuştur. ABD, savaş suçlusu Ariel Sharon’un hazırladığı
bir projeye tam destek vereceğini söylemiştir.
Bu
kara günlerde Müslüman yöneticilerden ne buluyoruz?
Kral
Abdullah zaten ABD’deyken kendisinin sadece Amerikan konumunu
netleştirmek istediğini söyledi. Washington’dan emirleri almanın
yerine ziyaretini kısaltıp ve de doğruca Ürdün’e
dönebilirdi.
Anlaşma
gereği ABD yardakçısı Mübarek halen ABD topraklarında idi.
Tehlike hakkında röportaj vermekte idi, belli ki kendisine danışılmamış.
Mutabakat Crawford, Texastaki Bush’un çiftliğindeki görüşmelerden
iki gün sonra oldu.
İslam
Dünyasındaki haberlere göre, başkan Bush’tan Sharon’a
verilen mektup yeni bir Balfour deklarasyonu olduğu, Yahudilerin
Filistine işgalini sağlanması 1917’ deki İngiliz vaadine
başvurma olduğu söylenmekte.
Ümmetin
karşı karşıya kaldığı işgal ve sömürü, Müslümanların
kanını ucuz bir bedele satan bozuk yönetimlerini alaşagı etmemelerinden
kaynaklanmaktadır.
Mayıs
2004, www.1924.org
Felluce’de
ölüm koalisyonunun katliamı.
“Öldürülenlerin
95% yasal hedeflerdi”, “Ateş gücünde kusursuz olmak için
yetiştirildi”, “ akıllıca kuvvet kullanma” ABD ordusunun
Irakta merkez komutanlığının başı General John Abizaid in
yorumlarından birkaç tanesi. Felluce’deki devam ede gelen
olaylar ancak, ABD güçlerinin katliamı olarak tarif edilebilir.
General Abizaid’in sözleri şaşırtıcı, özellikle Felluce’deki
hedeflerin 50%’si kadın ve 12 yaştan küçük olmasına rağmen.
Bunlara çamaşırını asarken 6 yaşındaki Haydar Abdel Wahhabin
annesine ateş edilip öldürülmesi dahil. Eşi, hanımın
öldürülmesine tepki gösterirken başından vuruldu. Kurşun
yaralı - yaşlı bir kadın beyaz bayrağı tutmaya çalışırken,
yaşlı bir adamın yüzükoyun evin kapısında uzanmışken- evin
içerisinden dehşete düşmüş kızlar “Baba!Baba!” diye çığlık
atmakta.
Felluce’deki
yerli hastaneler ve insan hakları örgütleri haber ajanslarına
ilk elden haberleri aktarmakta. “İftihal adında bir genç kız
beynine bir kurşun yemiş”, 51 yaşındaki babası “Amerikalıların
rastgele ateş açtıklarını” söylemekte. “Biz evin
içindeydik, kurşun kapıyı delip geçti ve de kızımın başına
isabet etti”. “Amerikalılar bizim bölgeye geldiler ve rastgele
ateş ettiler, işte bu yüzden çok fazla sivil yaralandı”.
İki
haftada 600 den fazla Müslüman katledildi ve de haber ajanslarına
göre katledilenlerin yarısı kadın ve çocuklardan oluşmakta
idi. ABD, kadın ve çocukların katledilmesine ucuz ikincil hasar
olarak bakmakta. Bu öyle bir ulus ki Irak halkına özgürlük,
terörizme karşı insan hakları için mücadele ettiğini iddia
etmekte. Meselenin gerçeği şu ki, insan canı ABD’yi ilgilendirmemekte.
Irak halkı işgalin bitmesini istiyor ve binlerce Iraklının,
koalisyon güçlerine karşı, savaşmaya başlaması, bu arzuyu açık
bir biçimde ortaya koyuyor.
Cellat
altın yüzük takmakta idi - İslam’da haram.
13
Mayıs, 2004 - Federal dedektifler Nicholas Berg’in kafası uçurulması
kayıt yapılmış video kasetinde, maskeli adam hakkında, Berg’in
vücudunda ve kasetin kendinde çok önemli ipuçları bulunmakta
olduğunu söylemekteler.
Kasetin
ses yayını incelendikten sonra CIA, katli yapan maskeli
konuşmacı Irak’taki El-Kaide’nin en önemli şahsı olan Abu
Musab el Zarkawi olduğu sonucuna vardı.
Aynı
zamanda Iraktaki Amerikan hedeflerine arka arkaya gelen intihar saldırıların
arkasında olduğu inanılmakta.
Başkan
Bush’un adlandırdığı “vahşi idam” olan öldürmenin kayıt
görüntüsü, 5 silahlı maskeli militanın sözlü mesajı ile birlikte,
salı günü El kaideye bağlı web sitesinde postalanmış idi.
Mesajın içeriğine göre, bu kafa kesme olayı, Ebu Garib
hapishanesindeki Amerikalı askerlerin, Irak’taki mahkumlara olan
zulme bir karşılık olduğu söylenmiş.
Kasetin
başında konuşan ve katledenin Zarkawi olduğu iddia edilirken,
Zarkawi sesi olup olmadığını öğrenmek için sesi bir önceki
kasetlerindeki sesi ile karşılaştırıldı. Kasette boşluktan
gelen ses kalitesi aynı zamanda odanın boş ve büyük olduğunu
belirtiyor. Kasetin yakın bir incelemesi bize, 5 maskeli adamdan hiçbirinin
eldiven giymediğini göstermekte, bundan dolayı federal memurlar
maskeli adamların ellerinde ipuçları verecek dövmeleri araştırmakta.
FBI ve CIA’nın incelemesindeki ipuçlarından biri de, Zarkawinin
sağ elinde takılı olan büyük altın yüzük, bazı bazı
zamanlarda, 6 dakikalık kasetin sürecinde parlaması idi.
FBI
ve CIA kasette bulduğu diğer kilit ayrıntıları incelemekle
birlikte beş maskeli adamın boyunu ve kilosunu Berg’in bilinen
kilosu ve boyuna göre hesaplamaya çalışmakta. Aynı zamanda dört
militanın omuz sapanlı olan silahlarını incelemekte, görünen o
ki, silahlar AK-47.
Federal
dedektifler gövdeyi incelemekte FBI adli (mahkeme, münazara)
ajanları keza Bağdat’ta bulunmuş olan ve şimdi ABD’de olan
telekomünikasyon uzmanının gövdesini incelemekte.
Ajanlar
Berg’in vücudunda veya öldürüldüğünde giymekte olduğu
turuncu tulum üzerinde kalmış olabilen -ince kıllar, parmak
izleri, lif- bir “kanıt izi” aranmakta.
Bush
yönetiminin Berg’in katillerini bulmak için vaat ettikleri gibi,
bu ufak kanıt parçaları ve izleri suçluları yakalamakta
yardımcı olabilecek.
Kaynak:
ABC
|