Ana Sayfa YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ 153-157

Esad MANSUR

"Ey iman edenler! Sabir ve salat ile (Allah'tan) yardım isteyin. Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara 153)

Arapça'da sabr sözcüğü Türkçe'de aynı telaffuzla geçmektedir. Sabr'ın manası dayanmak, tahammül etmek, başlattığın şey üzerinde sebatlık göstermek, başına gelen musibete ve sana dokunan her eziyete karşı dayanmak ve yılmamaktır.

Bu nedenle, Allah (cc), daha önceki ayette nimetlere karşı teşekkür etmemizi istedi. Bu ayette ise, sabretmemizi istedi.

Bunun içeriği: Size yalnız nimetler dokunmayacak, başınıza musibetler gelecektir. Öyleyse sabredeceksiniz. İki durumda da kârlı çıkarsınız. Dünyada ve ahirette mutlu olursunuz anlamındadır.

Resulullah (sav) söyle buyurdu:

"Müminin işi ne güzeldir! Allah onun hakkında ne hüküm uygularsa o mümin için hayır olur. Eğer ona iyilik dokunursa teşekkür eder, bu mümin için hayır olur. Ona bir zarar dokunursa sabreder, bu da onun için hayırdır."

Zira, Allah-u Teala Al-i İmran suresinde "Günleri insanlar arasında değiştiririz" buyurdu. Bunun manası, bir gün iyi, bir gün kötü olabilir. İnsana bir gün iyilik gelir, başka bir gün kötülük gelir. Bu nedenle insan hem teşekkür eden kimse olacağı gibi sabreden de olacaktır. İnsan bu haliyle "kaza ve kadere" tam inanmış olur. Çünkü insanın iradesi dışında birtakım musibetler ve iyilikler gelir.

Öte yandan, İbn-i Kesir, Taberi, Kurtubi ve Celaleyn tefsirlerinde, sabretmek yine de Allah (cc)'a itaat etmede ve isyan etmemede olmalıdır diye açıklıyorlar. Farzları yerine getirmek ve günah işlememek için sabretmek gerekir. Nitekim farzları yerine getirmek canlılık ister, insan tabiatında tembeldir. Kendisine canlılık getirmek için Allah'tan yardım dileyecektir.

Ayrıca, nefis günah işlemeye meyillidir. Öyleyse nefsi günahtan alıkoymak için güç ve irade gerekir. Bundan dolayı, insan farzları yapmak ve yapmaya devam etmek için sabır ister. Örneğin; İslam davetini yüklenmek uğrunda mücadele etmek ağır bir görevdir. Bunu sürdürebilmek için sabır gerekir. Sabredenler kuvvetli irade sahibi olurlar. Bu davette insan çok eziyet çeker, özellikle başka insanlardan ve devletlerden. Bu görevi devam ettirmek sabır isteyen bir farzdır, kusur gösterip vazgeçmek ise insanı günahkar yapar.

Bir kısım insanlar, işin başında iken daveti yüklenmek için heyecanlanır ve canlı olurlar. Bir müddet sonra gevşemeye baslar. Bunun nedeni sabırsızlıktır. Eğer insan davetine tam inanır, güvenir ve onu kavrarsa sabreder. Bu daveti yüklenmek ağır bir görevdir. Yol uzayabilir, engel ve zorluklar çıkabilir. Bu durumda sabretmek ve dayanmak gerekir.

Allah-u Teâla, Kur'an-ı Kerim’de olumlu manada sabır kelimesini 97 defa kullandı. Ayrıca cehennemde ve azapta kafirlerle alay ederek birkaç yerde sabır kelimesini kullanıyor.

İnsan her zaman her istediğini gerçekleştiremeyebilir. Bu nedenle hedefine ulaşmak için sabretmesi gerekir. Alim Takiyyuddin en-Nebhani 'Düşünme Metodu' kitabında ciddiyeti açıklarken bunun üç şartından birinin sabır olduğunu söylemiştir.

1. Hedefi tayin etmek

2. Bunu gerçekleştirmek için gerekli olan üslup, vesile ve araçları kullanmak

3. Bunu gerçekleştirinceye kadar her zorluğa ve eziyete dayanmak ve sabretmektir.

Ancak bu şekilde insan işinde ciddi olur. Ciddi olanlarda böylece veya bu şartlarla tanınırlar.

Allah-u Teâla bir çok ayette sabretmeye davet etti ve sabredenleri övdü. Hatta şöyle buyurdu:

"...Sabredenler ecirlerini hesapsız alır." (Zümer 4)

Bundan daha güzel haber ve ödül var mıdır?

İnsan sabırlı olursa ağır başlı, hikmet sahibi, sakin, derin ve aydın düşünen birisi olur. Başka ifadeyle büyük adam olur.

Dava adamlarının en önemli sıfatı budur. Ölünceye kadar daveti üzerinde soğukkanlı olarak devam etmelidir.

Sabırla beraber salata başvuracağız. Salatın iki manası vardır. Namaz ve dua. Bu iki manadan hangisini kabul edersen doğrudur.

Daha doğrusu iki manayla amel edilir. Resulullah (sav)’in bir hadisinde şöyle geçti:

"Biri sinirlenirse abdest alsın, çünkü abdest ateşi söndürür.” Bir başka hadiste ise, “Resulullah (sav)’in başına ağır bir iş geldiğinde hemen namaz kılardı.”

İnsan namaz ve duaya başvurursa Allah (cc)'a yaklaşır ve huzur bulur. Nitekim Allah-u Teâla bir ayette söyle buyurdu:

"Muhakkak ki kalpler Allah’ın zikriyle mutmain olur." (Ra’d 28)

Zira, kulun iradesi dışında olan her şey Allah (cc)’dandır. Bu kaza ve kaderdendir. Öyleyse mümin Allah (cc)'ya başvurup O'na sığınmalıdır.

“Allah yolunda öldürülenlere "ölüler" demeyin. Bilakis onlar diridirler, lâkin siz anlayamazsınız.” (Bakara 154)

Allah yolunda ölenler "Şehit" olarak adlandırıldı. Zira kıyamet gününde kafirlere İslam’ı tebliğ ettiğine şahit olacak.

Ancak dinlemedikleri için onlarla savaştı ve bunun uğrunda öldürüldü. En değerli canını bunun için feda etmiştir. Bu nedenle, sırf Allah (cc)’ın sözünü yükseltmek için çarpışanlara şehit denilir. Allah yolunda savaşanlar mücahit diye adlandırılır.

Resulullah (sav)'e söyle soruldu:

"Adam ganimet için savaşır, şöhret için savaşır, makam için de savaşır, hangisi Allah yolunda savaşmış olur? Resulullah (sav), Allah’ın sözünü yükseltmek için kim savaşırsa Allah yolunda savaşmış olur." (Müslim)

İşte bu hadis ayeti açıklamaktadır. Allah’ın sözünü yükseltmek için çarpışıp öldürülenler Allah yolunda savaşmış olurlar. Bunlara şehit denir, hesapsız cennete girerler. Ayrıca diri kalırlar. Allah’ın sözünü yükseltmek için canlarını feda ettiler ve şehitlik makamına müstahak oldular.

Allah’ın sözünün manası ise; Allah’ın dinidir, hakimiyetidir. Allah’ın dinini yükseltmek O'nun hakimiyetini yeryüzünde tesis etmektir. Öyleyse, en değerli görev Allah’ın dinini yeryüzünde hakim kılmaktır. Resulullah (sav)'in sahabeleri şehit olmak için savaşta yarışıyorlardı. Diğer müminler için örnek oldular. Din ancak Cihat’la korunur ve yükselir. Dinin hakimiyeti için Cihat terk edilince Müslümanlar yenildiler, parçalandılar ve bu düşmanlarının kendilerine galip gelmelerine ve hakim olmalarına sebep oldu. Resulullah (sav) "Bir kavim Cihadı terk ederse zillete uğrar" derken ne kadarda doğru söyledi.

Peki şehitlerin hayatları nasıldır? Onu bilmiyoruz ve nasıl yaşadıklarını hiç hissetmiyoruz. Ayette geçtiği gibi "Onlar canlıdır, diridirler fakat siz bunu hissetmezsiniz." Sahih-i Müslim’de şu hadis geçmektedir:

"Şehitlerin ruhları, yeşil kuşların boğazlarında bulunup Cennette istediği gibi dolaşır. Ondan sonra Allah’ın arşı altında asılı kandillerde barınır. Rabbin onlara baktı ve dedi ki: Ne istiyorsunuz? Dediler ki: “Başka ne isteriz, oysa bize her şeyi verdin, bize verdiklerini başkasına vermedin.” Ondan sonra ilk söylediğini söyleyip ve kendileri sormadan terk edilmeyeceklerini görünce dediler ki: “Rabbimiz, bizi dünyaya tekrar döndür ki, tekrar senin uğrunda öldürülünceye kadar savaşalım istiyoruz.” dediler, çünkü onlar şehitlerin savaşının ne kadar büyük olduğunu gördüler. Fakat, Rabbimiz diyor ki: “Oraya (dünyaya) tekrar dönmeyeceklerini yazdım (karar aldım)."

Kafirler cihadın değerini ve kendilerine karşı tehlikesini anlayınca, bu kelimeden söz edilmesini yasakladılar. 1998'de Senegal’ın başkenti Dakar'da toplanan İslam Konferansı ülkeleri, Amerika’nın emriyle cihat kelimesini kullanmayacaklarına dair karar aldılar. Bu kararla beraber Allah yolunda savaşan mücahitler artık terörist ilan edildiler!

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!” (Bakara 155)

 

“O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allah'ın kullarıyız ve biz O'na döneceğiz, derler.” (Bakara 156)

 

“İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Bakara 157)

Allah-u Teâla, bu ayette müminleri muhakkak şekilde imtihan edeceğine dair bir yeminde bulunuyor. Ayette geçiyor. Burada ki harfi yemin etmek için kullanılır. harfi ise pekiştirmek için kullanılır. Muhakkak ve şüphesiz manasına gelir. kelimesinin manası ise imtihan ediyoruz anlamında olup "bela" kökünden gelir. Bela imtihan manasında geçmektedir. Türkçe’de musibet manasında kullanılır. Arapça’da da aynı manada kullanılır. "Kum" siz zamiri manasına gelir.

Daha önceki ayette Allah-u Teâla müminlere "Sabır ve Salat’la Allah'tan yardım isteyin, şüphesiz ki Allah, sabredenlerle beraberdir." diye seslenirken onları bir şeye hazırladı. O ise, bu ayette geçmektedir. Sizi imtihan edeceğiz, deneyeceğiz ki, sabredenleri bilelim. Peki Rabbimiz bizleri ne ile imtihan edecek? İnsanın korkulu durumları olacaktır. Ancak korku emniyetsizlikten gelir. Allah-u Teâla, Nur suresinin 55. ayetinde salih amel işleyen kullarının korkularını güvene dönüştüreceğini vaat etti. Enfal suresi 26. ayette ise, insanların birtakım korkuları varken, Allah onları barındırdı ve yardımı ile destekledi şeklinde ifade ediliyor. Korku, insana zarar veya musibet dokunacağı ya da menfaat kaçırılacağı endişesinden doğar. Bugün müminler korkuyla imtihan ediliyor. Maalesef günümüzde Müslümanların çoğu, İslam davetini yüklenirken beraberinde getireceği tehlikelerden korkuyorlar. Kafirlerden her an zarar ve musibet geleceğinden veya menfaatlerini kaybedeceklerinden korkuyorlar. Hapse atılabilirler, öldürülebilirler, görev ve mallarını kaybedebilirler. Açlıkla da imtihan edilebilir veya sıkıntıları olabilir. Eşleri, çocukları, ana, baba ve diğer akrabalarını kaybedebilirler. Allah-u Teâla bunların imtihan vesilesi olduğunu bildirdi. Müslümanlar bunlardan bir kısmı ile imtihan edilebilirler. Zira dünya imtihan yeridir ve hiç birimiz burada kalıcı değiliz. Cenneti kazananlardan olabilmek için burada imtihan ediliyoruz. Bu imtihan neticesinde, Allah-u Teâla bizlerin amellerine göre ya azap verir ya da ödüllendirir. Bu nedenledir ki Allah (cc), "sabredenlere müjdeler olsun" dedi. Sabredenlerin önemli bir sıfatını gösterdi. Başlarına bir bela geldiği vakit "biz Allah'a aitiz ve O'na döneceğiz" derler. Mümin, kendisinin Allah (cc)'nın mülkü olduğunu bilir. Mademki insan Allah (cc)'nın mülküdür, o halde mülk sahibi olan Allah, mülkünde dilediğini yapar ve onu yok edebilir. Zira Allah (cc), bütün kainatın olduğu gibi insanın da yaratıcısıdır. Allah (cc), insana sağlık verdi, mal ve zenginlikler verdi. Ona hastalık verir ya da her hangi bir uzvunu eksiltirse, bu zulüm değil adalettir. Bunları veren Allah (cc)'dır. Geri alma hakkı da O'na aittir. İnsanı incelediğimiz vakit herbirinin değişik vesilelerle imtihan edildiğini görürüz. Allah-u Teâla'nın adaleti böyle tecelli eder.

Bütün bu imtihan çeşitleri Allah-u Teâla'nın takdiridir. Bunları kabullenmemek ya da isyan etmek kişiyi küfre götürür. Türkiye eski cumhurbaşkanlarından Kenan Evren, petrol eksikliğinden şikayet ederken "Allah bile adalet yapmadı, bir ülkeye petrol verdi diğerine vermedi" seklinde sözler saffetti. Oysa ki, bu düzenin sahibi Allah (cc)'dır ve dilediğini artırır ya da eksiltir. Suudi Arabistan’a bol miktarda petrol verirken orda bulunmayan yeşilliği ve suyu Türkiye’ye vermişse bu O'nun adaletindendir. Oysa ki, Müslümanlar bir bütün olarak tek bir İslam Devleti çatısı altında toplanırlarsa, iste o zaman bu zenginliklerin tamamına sahip olabilirler.

İnsanın başına her ne gelirse gelsin Allah (cc)'dandır ve bu da imtihandır. Ancak mümin, başına gelenlere rağmen kendisinin Allah’a ait olduğunu ve tekrar ona döneceğini bilir. Hiç kimse dünyada kalıcı olmadığına göre insanların yeri ya cennet ya da cehennemdir. Bunu insanın amelleri belirler. Allah’ın Salat ve Rahmeti mümin kulların üzerine vuku bulur. Allah’ın Salatı, O'nun affı ve mağfireti demektir. Böylece, mümin başına bir musibet geldiği vakit, sabrederse, Allah’ın mülkü olduğunu ve yine O'na döneceğini hatırlarsa, Allah-u Teâla bu musibete karşı mümin kullarının günahlarını siler ve onlara rahmetini indirir.

Musibetlere karşı sabretmek ve Allah (cc)'yı hatırlamak karşılığında mağfiret ve rahmet gelir. Resulullah (sav) bunu şu hadiste açıkladı:

"Bir kul, başına bir musibet gelince şöyle derse: “Allah'ım bu musibete karşı bana ecir ve sevap ver, yerine bana bundan daha hayırlı şey de ver.” Allah hem ona sevap verir hem de daha hayırlı şey de verir." (Müslim)

Ümmü Seleme, kocası vefat edince şu sözleri söyledi: “Fakat dedi ki, "Peki benim için kocam Abu Seleme'den kim daha hayırlı olabilir ki? İddetim (dört ay on gün) geçtikten sonra baktım ki, Resulullah (sav) beni ziyaret ediyor ve bana evlenme teklifini sunuyor, böylece Allah bana kocamdan daha hayırlı bir eş ve rahmeti temin etti." Dedi. (İbn-i Hanbel)

Bu şekilde hem Allah (cc)'nın mağfiretini kazandı hem de en hayırlı kocayla Allah ona rahmet indirdi. İşte bu şekilde hareket edenler, hidayetli kimselerdir. İnsan kendi iradesiyle hidayetli olabilir. Önemli olan sabredip Allah'a sığınmaktır. Aksi durumda ise sabırsızlık (isyan) dalaleti (sapıklığı) getirir. Hidayet ve dalalet insanın iradesiyle olur. Allah insanı hidayete zorlamadığı gibi dalalete de zorlamıyor. Zira Allah şöyle buyurdu:

"Rabbinizden hak geldi, kim hidayetli olursa kendisi için hidayetli olur, kim dalâlet ederse ancak kendi aleyhine olur..." (Yunus 108)

Hak geldikten, Resul gönderildikten ve ayetler indikten sonra hidayet ve dalalette insan serbesttir. Hidayet ve dalalet Allah (cc) tarafından yaratıldı ve insan bunları seçme hakkına sahiptir. Ayrıca, hidayeti isteyene Allah (cc) yardım eder, dalaleti isteyeni de yalnız bırakır ve ona şeytan musallat olur.

YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004

Yukarı