Allah-u
Teâla Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurur:
“...Bugün
size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin
için din olarak da İslâm'ı beğendim...”
(Maide 3)
Allah-u
Teâla bu ayeti kerimede, kulları için din olarak sadece İslam’ı
beğendiğini açıklamıştır. Bütün insanların sorunlarına ve
problemlerine çözüm açısından İslam tek kamil şeriat ve
yegane doğru metoddur (yoldur). Bu ayeti kerimenin başka türlü
anlaşılması söz konusu değildir. Çünkü başka anlamlar
ayette net olarak açıklanan İslam’ın kamil oluşuna zıt olup,
Allah’ın İslam’ı beğendiği ilkesiyle çelişmektedir. Zira
Resulullah (sav) Medine’ye hicret edip, İslam Devleti’ni
kurduktan hemen sonra helal-haram ile ilgili ayetler nazil olmaya başlamıştır.
Dolayısıyla bu ayetin gereği olarak İslam Şeriatı insanın
fiillerini kuşatmış ve bu fiiller neticesinde doğan bütün
problem ve sorunlarına çözüm getirmiştir. Bu ise yapı
itibariyle İslam Şeriatı’nın geniş ve kapsamlı oluşundan
kaynaklanmaktadır. Yani İslam Şeriatı her zaman ve her zemin
için geçerlidir. Zira geçmişte olsun, günümüzde de olsun ve
gelecek zamanda olsun insandan sadır olan hiçbir fiil veya iş
yoktur ki, onunla ilgili İslam Şeriatı’nda bir Şer-i hüküm
bulunmasın ve yeryüzünde herhangi bir problemin çözümü olmasın.
Allah-u Teâla buyurur ki:
“...Ayrıca
bu Kitab'ı (Kur’an-ı) da sana, her şey için bir açıklama,
bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde
olarak indirdik.”
(Nahl 89)
Abdurrahman
bin El-Sulemi, El-İrbaz bin Sariye’nin şunları anlatırken
işittiğini rivayet etti: “Bir gün Resulullah (sav) gözyaşların döküldüğü ve kalplerin titrediği çok
etkileyici bir hutbe okudu. Dedik ki: Ey Allah’ın Resûlü! Bu
hutbe sanki veda hutbesi idi, bize ne tavsiye edersin? Dedi ki:
Sizi, gecesi gündüzü gibi apaçık ve bembeyaz bir hüccet (açıklayıcı
delil) üzere bıraktım. Artık kim bundan yüz çevirirse helaka uğrayandır...”
(İbni Mace, Kitab-ul mukaddime:43; Musned Ahmed, Musned
el-şamiyyin:16519)
İslam
Şeriatı her zamanda ve her zeminde insanın sorunlarına çözüm
getirirken, ona -yani insana- insan sıfatıyla bakar, başka bir
vasıfla bakmaz. Yani bir problemin çözüme ihtiyacı olan birey
vasfıdır. İslam, Allah’ın bütün insanlık için beğenip seçtiği
ve bundan dolayı gönderdiği şeriattır. Ve insanların renk,
cinsiyet, dil; iklim, muhit, zemin ve zamanları ne kadar
değişirse değişsin onların problemlerini doğru olarak
çözmeye yegane muktedir din İslam’dır. Çünkü insan oğlu
sabit ve değişmeyen belli kriterler (fıtrat) üzere yaratılmıştır:
“...Allah’ın
yaratışı insanları üzerine yarattığı fıtrattır. Allah'ın
yaratışında değişme yoktur...”
(Rum 30)
Fıtri
olan içgüdü ve uzvi ihtiyaçlar her zaman ve her zeminde değişmediği
için çözümler de değişmeyecektir. İnsanın tabiatı
itibarıyla onun bir takım arzu ve isteklerinin çeşitlenmesi ve
çoğalması meselesine gelince; İslam Şeriatı bu konuda genel ve
kapsamlı hükümler belirtmiştir. İnsanın yeni gelişmekte olan
arzu ve istekleri bu umumi hükümler kapsamına girer ve çözümü
onun içinde aranır. İşte İslam Şeriatı’nın genişliği
budur. Ayrıca bu genişlik İslam fıkhının gelişmesi ve
zenginleşmesine neden olmuştur. İslam Şeriatı’nın
genişliği ile ilgili bir kaç örnekle konu daha da netleştirilebilir.
Mesela Allah-u Teâla şöyle buyurur:
“...Sizin
için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin...”
(Talak
6)
Bu
ayetten açık olarak şu Şer-i hüküm istinbat edilir (çıkartılır):
Boşanacak olan bir kadın hamile ise doğum yaptıktan sonra çocuğu
emzirmesi karşılığında para almaya müstahaktır. Yine bu
ayetten “bir bedel veya emek karşılığı faydalanma üzerine
yapılan bir sözleşme” anlamını taşıyan ecirlik (işçilik)
ve kiralama da istinbat edilir. Bu hüküm sadece boşanacak olan
kadın için geçerli olmayıp işçi, çiftçi veya memur için de
geçerlidir. Yani alın teriyle emek sarf eden her çalışanın
para alma hakkı vardır. Aynı zamanda bu hüküm ev, araba ve diğer
vasıtaları kiralamak için de geçerlidir.
Yine
Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:
“Ey
iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu)
zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın.
Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.”
(Cum’a 9)
Bu
ayetten istinbat edilmesi gereken Şer-i hüküm, Cuma namazına
gitmeyi engelleyen alış-veriş yapmanın haramlığı. Yani Cuma
namazı esnasında alış-veriş yapmak Şeriat’ça bir eğlence
sayılmıştır. Bu ayeti kerimeyi İslam Şeriatı’nın
genişliği açısından ele alacak olursak, ayetin konusu olan
eğlenmeyi gerektiren her türlü kira kontratını yapmak da bir
eğlencedir. Dolayısıyla alış-veriş ile ilgili hüküm kira
kontratı hakkında da geçerli olur.
Bir
gün Hus’um kabilesinden bir adam Resûlullah (sav)’e gelerek
şunu sordu: “Babam çok yaşlı iken İslam’a girdi. Deveye
binecek durumda olmadığı için ben onun yerine hacc edebilir
miyim? Resulullah (sav) ona: Sen onun en büyük (erkek) çocuğu
musun? diye sorunca, adam: Evet ya Resulullah diye cevap verdi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) ona şu cevabı verdi: Eğer baban borçlu
iken onun borcunu ödersen geçerli olur muydu? Adam evet deyince,
o
zaman aynı şekilde onun yerine hacc edebilirsin.” (Buhari;1442,
Müslim;1334) Borç ödeme olayı (kaza olarak) hacca gitme vakıasına
benzediği için Şeriatın genişliğinden bahs etmek mümkündür.
Mesela Allah-u Teâla Kur’an’da şöyle buyurmuştur:
“Ey
müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki
de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları
alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler...”
(Hucurât 11)
Bu
ayetin konusu mümin erkeklerin birbirleriyle ve mümin kadınların
birbirleriyle dalga geçmelerinin haram olduğudur. Ancak İslam
Şeriatı geniş olduğundan dolayı ayetin hükmü başka vakıalar
için de geçerli olabiliyor. Ayetin mefhumu ise mümin erkeklerin
özel hayatta veya namazda mümin kadınlardan ayrı bulunmaları
gerekir. Çünkü Kur’an-ı kerim erkeklere hitap ederken,
kadınlara da ayrı olarak aynı hitabı yöneltmiştir.
Şeriatın
genişliğiyle ilgili bir başka örnek; Allah-u Teâla şöyle
buyurmuştur:
“Onlara
(düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için
bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını,
sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz,
Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz...”
(Enfâl
60)
Bu
ayetten Allah’ın düşmanlarını ve kafirleri korkutmak üzere
askeri ve ağır sanayi hazırlığının farziyeti istinbat edilir.
Ayetin içerdiği hüküm kıyamete kadar geçerli olduğu için
geçmişte hazırlıklar; kılıç, mızrak, ok ve kalkanlarla
olduğu gibi bu gün de savaş uçakları, kıtalar arası uzun
menzilli ve akıllı füzeleri, tankları ve zırhları, uçak
gemileri ve denizaltı üreten silah fabrikaları, yeni askeri
savaş teknikleri ve uzay uyduları gibi kafirleri korkutacak, yani
onları korkutmayı gerektiren her türlü hazırlıklarla
olmalıdır.
İşte
değişik ve çeşitli problemleri çözmek için çeşitli Şer-i hükümlerin
istinbat edilmesine ilişkin Şer-i nassların geniş olması,
İslam şeriatının her zamanda ve her zeminde, her nesilde ve her
toplumda hayat ile ilgili bütün problemleri ve sorunları
çözmeye muktedir olduğunu gösterir.
İslam
Şeriatı’nın -yukarıda ifade edildiği gibi- geçmişte ve
gelecekte insanın bütün sorunlarına ilişkin çözüm genişliği
ve zaman kapsamlılığı, İslam akidesine aykırı da olsa her türlü
düşünceyi kabul etme yumuşaklığı ve ortama uyma esnekliği anlamına
gelmez. Zira “İslam şeriatı yumuşak ve esnektir” kavramı
çok tehlikelidir. Bu söz İslam Şeriatı’nı saptırma amaçlı
söylenen bir sözdür.
Bu
kavram, 1789 yılında gerçekleşen Fransız devriminden ve Batı’nın
dini hayattan ayırıp, kiliseyi de hayat ortamından uzaklaştırdığından
dolayı, sadece ekonomik olarak kalkındıktan sonra ortaya çıkmıştır.
Dolayısıyla özgürlük, yenilik, esneklik ve gelişkenlik gibi
kavramlar yeni olup lügat anlamı değil, ıstılahı anlamda
kullanılmaktadır. Şöyle ki: Batı’nın kalkındığı dönemlerde
İslam alemi inişin en hızlı dönemini ve fikri gerilemenin en aşağısını
yaşıyordu. Her iki durumdan dolayı İslam aleminde fikri
yenilgiyi kabul eder bir psikoloji ve bir kompleks doğmuştur. Ne
yazık ki, bu kompleks virüsü bütün İslam alemini sarmıştır.
Bu süreç Hilafet yıkılıncaya kadar yaklaşık bir asır devam
etmiştir. Batı’nın takındığı tavır ise işi çıkmaza sürükledi.
Batı bu sefer Müslümanlara onların hayatla ilgili yeni gelişen
problemleri hakkında çözüm sunmaya başladı. Zafiyet içinde boğulan
Müslümanlar da İslam’dan bir çözüm vermekten aciz kaldıkları
gibi Batı’nın kendilerine sunduğu çözümleri “İslam’a
aykırı değildir” diye kabul etmeye başladılar. Bu yüzden
Müslümanlar arasında “kadın özgürlüğü”, “sosyalizm”,
“demokrasi”, “düşünce özgürlüğü”, “laiklik”, “kişisel
özgürlük” gibi türküler söylenmeye başlandı. Sonuç olarak
da Müslümanlar bu tür düşünce ve mefhumları aldılar ve hatta
bunların hepsinin İslam’dan fışkırdığını iddia ettiler.
Bu tür Müslümanların gerekçeleri ise “İslam şeriatı
geniştir ve her şeyi alır (!)” Mesela meşhur Mısır’lı
şair Ahmed Şevki, Resûlullah’dan söz ederken şöyle diyordu
şiirinde: “Sen sosyalistlerin liderisin” Muhammed
El-gazali isminde Mısır’lı yazarın da “İslam’da
sosyalizm” isimli kitabında İslam’ı sosyalizm’le
karşılaştırarak eş değerli tutuyordu. Yusuf El-karadawi “İslam
devleti fıkhından bir esinti” isimli kitabının 9. sayfasında
şöyle diyordu: “İslam vasatçılık ekolu ise İslam’ı
berrak olan kaynaklarından alır, İslam’ın hayat, birey, aile,
toplum ve devlet için bir hayat nizamı olduğuna inanır...demokrasi’nin
İslam’a en yakın sistem olduğunu görür. Tabi ki onu bir takım
yabancı unsurlardan arındırıp, İslam’ın gereken değer ve hükümleriyle
yamaladıktan sonra.”
Fikri
olarak yenik düşen Müslümanlar bunları yaparken, İslam
şeriatının donuk olmadığını, aksine her şeyi içine kabul
edecek şekilde son derece esnek ve yumuşak olduğunu kanıtlamak
istiyorlardı. Oysaki bunlar asıl meseleyi unutmuş veya unutur
gibi davrandılar. Bunlar İslam şeriatının sabit olan akideye
dayandığını, bu akidenin fikirlerin ölçüsü olduğunu ve
helal-haram’ın da bütün fiillerin ölçüsü olduğunu umursamadılar.
Allah-u Teâla buyurur ki:
“...Eğer
bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten
inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün...”
(Nisa 59)
Resulullah
(sav) de şöyle buyurmuştur: “Sizden birinin hevası benim
getirdiğime (Vahy’e, İslam şeriatına ve Şer-i hükme) tabi
olmadıkça, iman etmiş olmaz.”
Şeriatın
geniş olması demek çözüme ihtiyacı olan sorunlara ve kötü
vakıaya uymak yada ona göre şekillenmek değil, tam tersi kötü
ortamı ve hayatı şekillendirmek demektir. Zaten öyle olmazsa
şeriat konumundan çıkar ve çözücü olmaz, çözüme ihtiyacı
olan konuma gelir. Yine İslam Şeriatı her şeyin ölçüsü
olunca, çözümlerin heva ve hevesten değil Şer-i nasslardan
alınması lazım gelir. Bu yüzden İslam’dan kaynaklanmayan
insan ve hayat ile ilgili sorunların her türlü çözümleri
İslam dışıdır, alınması da caiz değildir. Çözümler ancak
İslam Şeriatı içinde aranır. Resulullah (sav) bununla ilgili
olarak şöyle buyurur:
“Kim
dinimiz üzere olmayan bir işi yaparsa, o red olunur.”
(Müslim, Akdiyye, 3243)
“Kim
bizim bu emrimizde (dinimizde) olmayanı (dinden diye) icad ederse,
o red olunur.”
(Müslim, Akdiyye, 3242)
Bu
yüzden Müslüman bir kimse hayatta özgür değildir, dilediğini
ölçüsüz yapamaz, aksine o bütün amellerinde, davranışlarında,
görüşlerinde ve sözlerinde vahiy olan Şer-i hükümlere kayıtlıdır.
Bunun dışına asla çıkamaz:
“Bu
söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları
aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.”
(Bakara 229)
“...Bunlar
Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa,
şüphesiz kendine zulmetmiş olur...”
(Talak 1)
Kişisel
özgürlük gerekçesiyle Allah’a isyan edemez. Çünkü amellerde
Şer-i hükümlere riayet etmemek Allah’a isyan etmek demektir.
Allah’a isyan eden kimse ise, İslam’ın hukuk sistemi
gereğince Şer-i hakim olan Halife tarafından cezalandırılır.
Mesela; Müslüman kimse kişisel özgürlük gerekçesiyle zina
yapamaz, düşünce özgürlüğü gerekçesiyle Kur’an’la alay
edemez, inanç özgürlüğü gerekçesiyle mürted olup dinini değiştiremez,
kadın hakları veya özgürlüğü gerekçesiyle Müslüman bir kadın
Şer-i kıyafeti riayet etmeksizin açılıp saçılamaz. Çünkü
İslam’a mensup olmak Şer-i hükümlere kayıtlı olmak demektir:
“Hayır,
Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni
hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş
olmazlar.”
(Nisa 65)
Ayrıca
İslam Devleti’nde İslam’ın toplumsal hükümleri sadece
Müslümanlar üzere değil gayrimüslim olan zımmiler üzerine de
uygulanır. Örneğin; kafir zımmi bir kimse “Ben Müslüman değilim”
gerekçesiyle toplumda içki içemez. Zira Resulullah (sav) İslam’ın
hükümlerini zımmiler üzerine de uygulamıştır. Cabir ibni
Abdullah şöyle rivayet eder: “Nebi (sav) zina yaptıklarından
dolayı yahudi bir erkeğe ve bir kadına recm haddını uyguladı.”
Dolayısıyla, her şeyi almak -İslam şeriatına aykırı da olsa-
bahanesiyle “İslam şeriatı esnektir” sözü son derece
tehlikelidir. Çünkü bu sözün en tehlikeli sonucu, İslam’ın
özelliğini kayıp etmesi ve dinimizden kaynakla inanmadığı
halde ondanmış gibi bir çok şeyleri almamızdır. Zira bunda hem
dünyada hem de ahirette büyük hüsran vardır:
“...De
ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem
kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu
apaçık hüsrandır.”
(Zümer 15)
“Şeriat
gelişkendir ve sürekli değişiklik arz eder” sözü de Şeriat’ın
varlığı açısından çok daha tehlikelidir. Zira gelişkenlik,
bir durumdan bir başka duruma geçmek veya zamana göre değişmek
demektir. Gelişkenlikten anlaşılan tek şey İslam’ın hükümlerinin
değişmesidir. Bu demektir ki, İslam’ın hükümleri zamana
göre gelişmekte ve değişmektedir. Buna göre haram olan bir şey
zaman akımına uğrayarak gelişip helal olarak değişebilir!
Helal da aynı şekilde gelişip harama dönüşebilir! İşte bu
bozuk mefhumdan dolayı olumsuz olarak etkilenip kafirleri memnun
etmeye çalışan bazı Müslümanlar bulunmuşlardır.
Öyle
ki, “Şer-i hükümler zamanın ve mekanın değişimine bağlı
olarak değişebilir”, “Müslüman memleketlerinin ayrı olması
caizdir”, “Müslümanların kafirlerden yardım almaları ve
onlarla işbirliği yapmaları sakıncalı değildir”, “kafirlere
İslam topraklarını teslim etmek günah değildir”, ve “faiz
alınabilir” diyecek kadar etkilenmişlerdir. Bu tehlikeli
mefhumlar sayesinde yukarıda zikrettiğimiz İslam’dan bilinmesi
gereken, yani İslam’ın temel meseleleri Müslümanlar arasında
tartışılır hale geldi. Oysa Resulullah (sav) Müslümanların
ayrı ayrı devletçiklere bölünmeyip tek devlet olmaları
hususunda şöyle buyurmamış mıdır?
“İşiniz
(yönetimle ilgili) bir adam (Halife) üzerinde karar kılınmışken
birisi gelip sizin birliğinizi parçalamak ve cemaatinizi bölmek
isterse onu öldürün.”
(Müslim, kitabu’l İmara, 3443)
Ve
Müslümanların savaş esnasında kafir devletlerle birlikte
savaşmaları hususunda: “Müşriklerin ateşiyle (kafir devletlerin
yardımıyla) aydınlanmayın (savaşta asla yardım almayın).”(Ahmed
ve Nese-i)
Yine
Allah-u Teâla faizle alakalı şöyle buyurmamış mıdır?
“...Allah
alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır...”
(Bakara
275)
Bu
zehirli ve yıkıcı mefhumlar yüzünden İslam Şeriatı,
gelişmekte ve yenilenmekte gerekçesiyle Müslümanlar nezdinde
haramları helâla, helâlları da haramlara dönüştürdüler.
Hatta öyle ki, 21. yüzyılda hırsızın elini kesmek vahşi bir
uygulama olup, onun yerine hapis cezası verilmeli diyenler olmuş,
zinayı çirkin görmeyen tam tersi teşvik eden kanunlar çıkarılarak
recm veya sopa vurma cezası yerine sadece erkekleri kapsayan
cezalar gelmiştir. Bu tağuti ve beşeri sistem hayatla ilgili mefhumları
öyle ters yüz etti ki, zina yapan bir kadına hayat kadını
unvanını verilir. Keza memleketin servetini çalmak üzere paralarını
çalıştıran hırsızların adı yatırımcı veya stratejik ortak
olmuştur.
Allah-u
Teâla’nın Şeriat’ı ve İslam’ın hükümleri değişmez.
Allah’ın hırsızlık yapan kişi hakkındaki hükmü ve cezası
el kesmektir. Bu kişi ister Hicri 1. yüzyılda isterse Miladi 25.
yüzyılda hırsızlık yapsın. Zina da yine zinadır, ister Ömer
bin Hattab zamanında olsun isterse bugün olsun. Zamanın
ilerlemesi veya insanların bakış açısının farklılık arz
etmesi hırsızlık cezasının vakasını hiç bir zaman değiştirmez,
rol de oynamaz. Aynı şekilde Batı’da çok rağbet görmesi veya
halkı Müslüman memleketlerde yapılmasına teşvik edilmesi
zinanın haramlığını geçersiz kılmaz. Allah’ın hükümlerini
değiştirmek ve tahrif etmekten korunabilmesi için bu hükümlerin
pratik hayatta uygulanması gerek.
|