Ana Sayfa YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004 E-Mail

İslam Şeriat’ının Genişliğinin Yenilik, Esneklik ve Gelişkenlik İle İlişkisi

Fuad HAMİDOĞLU

Allah-u Teâla Kur’an-ı Kerim'de şöyle buyurur:

“...Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak da İslâm'ı beğendim...” (Maide 3)

Allah-u Teâla bu ayeti kerimede, kulları için din olarak sadece İslam’ı beğendiğini açıklamıştır. Bütün insanların sorunlarına ve problemlerine çözüm açısından İslam tek kamil şeriat ve yegane doğru metoddur (yoldur). Bu ayeti kerimenin başka türlü anlaşılması söz konusu değildir. Çünkü başka anlamlar ayette net olarak açıklanan İslam’ın kamil oluşuna zıt olup, Allah’ın İslam’ı beğendiği ilkesiyle çelişmektedir. Zira Resulullah (sav) Medine’ye hicret edip, İslam Devleti’ni kurduktan hemen sonra helal-haram ile ilgili ayetler nazil olmaya başlamıştır. Dolayısıyla bu ayetin gereği olarak İslam Şeriatı insanın fiillerini kuşatmış ve bu fiiller neticesinde doğan bütün problem ve sorunlarına çözüm getirmiştir. Bu ise yapı itibariyle İslam Şeriatı’nın geniş ve kapsamlı oluşundan kaynaklanmaktadır. Yani İslam Şeriatı her zaman ve her zemin için geçerlidir. Zira geçmişte olsun, günümüzde de olsun ve gelecek zamanda olsun insandan sadır olan hiçbir fiil veya iş yoktur ki, onunla ilgili İslam Şeriatı’nda bir Şer-i hüküm bulunmasın ve yeryüzünde herhangi bir problemin çözümü olmasın. Allah-u Teâla buyurur ki:

“...Ayrıca bu Kitab'ı (Kur’an-ı) da sana, her şey için bir açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)

Abdurrahman bin El-Sulemi, El-İrbaz bin Sariye’nin şunları anlatırken işittiğini rivayet etti: “Bir gün Resulullah (sav) gözyaşların döküldüğü ve kalplerin titrediği çok etkileyici bir hutbe okudu. Dedik ki: Ey Allah’ın Resûlü! Bu hutbe sanki veda hutbesi idi, bize ne tavsiye edersin? Dedi ki: Sizi, gecesi gündüzü gibi apaçık ve bembeyaz bir hüccet (açıklayıcı delil) üzere bıraktım. Artık kim bundan yüz çevirirse helaka uğrayandır... (İbni Mace, Kitab-ul mukaddime:43; Musned Ahmed, Musned el-şamiyyin:16519)

İslam Şeriatı her zamanda ve her zeminde insanın sorunlarına çözüm getirirken, ona -yani insana- insan sıfatıyla bakar, başka bir vasıfla bakmaz. Yani bir problemin çözüme ihtiyacı olan birey vasfıdır. İslam, Allah’ın bütün insanlık için beğenip seçtiği ve bundan dolayı gönderdiği şeriattır. Ve insanların renk, cinsiyet, dil; iklim, muhit, zemin ve zamanları ne kadar değişirse değişsin onların problemlerini doğru olarak çözmeye yegane muktedir din İslam’dır. Çünkü insan oğlu sabit ve değişmeyen belli kriterler (fıtrat) üzere yaratılmıştır:

“...Allah’ın yaratışı insanları üzerine yarattığı fıtrattır. Allah'ın yaratışında değişme yoktur...” (Rum 30)

Fıtri olan içgüdü ve uzvi ihtiyaçlar her zaman ve her zeminde değişmediği için çözümler de değişmeyecektir. İnsanın tabiatı itibarıyla onun bir takım arzu ve isteklerinin çeşitlenmesi ve çoğalması meselesine gelince; İslam Şeriatı bu konuda genel ve kapsamlı hükümler belirtmiştir. İnsanın yeni gelişmekte olan arzu ve istekleri bu umumi hükümler kapsamına girer ve çözümü onun içinde aranır. İşte İslam Şeriatı’nın genişliği budur. Ayrıca bu genişlik İslam fıkhının gelişmesi ve zenginleşmesine neden olmuştur. İslam Şeriatı’nın genişliği ile ilgili bir kaç örnekle konu daha da netleştirilebilir. Mesela Allah-u Teâla şöyle buyurur:

“...Sizin için çocuğu emzirirlerse onlara ücretlerini verin...” (Talak 6)

Bu ayetten açık olarak şu Şer-i hüküm istinbat edilir (çıkartılır): Boşanacak olan bir kadın hamile ise doğum yaptıktan sonra çocuğu emzirmesi karşılığında para almaya müstahaktır. Yine bu ayetten “bir bedel veya emek karşılığı faydalanma üzerine yapılan bir sözleşme” anlamını taşıyan ecirlik (işçilik) ve kiralama da istinbat edilir. Bu hüküm sadece boşanacak olan kadın için geçerli olmayıp işçi, çiftçi veya memur için de geçerlidir. Yani alın teriyle emek sarf eden her çalışanın para alma hakkı vardır. Aynı zamanda bu hüküm ev, araba ve diğer vasıtaları kiralamak için de geçerlidir.

Yine Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.” (Cum’a 9)

Bu ayetten istinbat edilmesi gereken Şer-i hüküm, Cuma namazına gitmeyi engelleyen alış-veriş yapmanın haramlığı. Yani Cuma namazı esnasında alış-veriş yapmak Şeriat’ça bir eğlence sayılmıştır. Bu ayeti kerimeyi İslam Şeriatı’nın genişliği açısından ele alacak olursak, ayetin konusu olan eğlenmeyi gerektiren her türlü kira kontratını yapmak da bir eğlencedir. Dolayısıyla alış-veriş ile ilgili hüküm kira kontratı hakkında da geçerli olur.

Bir gün Hus’um kabilesinden bir adam Resûlullah (sav)’e gelerek şunu sordu: “Babam çok yaşlı iken İslam’a girdi. Deveye binecek durumda olmadığı için ben onun yerine hacc edebilir miyim? Resulullah (sav) ona: Sen onun en büyük (erkek) çocuğu musun? diye sorunca, adam: Evet ya Resulullah diye cevap verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav) ona şu cevabı verdi: Eğer baban borçlu iken onun borcunu ödersen geçerli olur muydu? Adam evet deyince, o zaman aynı şekilde onun yerine hacc edebilirsin. (Buhari;1442, Müslim;1334) Borç ödeme olayı (kaza olarak) hacca gitme vakıasına benzediği için Şeriatın genişliğinden bahs etmek mümkündür. Mesela Allah-u Teâla Kur’an’da şöyle buyurmuştur:

“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler...” (Hucurât 11)

Bu ayetin konusu mümin erkeklerin birbirleriyle ve mümin kadınların birbirleriyle dalga geçmelerinin haram olduğudur. Ancak İslam Şeriatı geniş olduğundan dolayı ayetin hükmü başka vakıalar için de geçerli olabiliyor. Ayetin mefhumu ise mümin erkeklerin özel hayatta veya namazda mümin kadınlardan ayrı bulunmaları gerekir. Çünkü Kur’an-ı kerim erkeklere hitap ederken, kadınlara da ayrı olarak aynı hitabı yöneltmiştir.

Şeriatın genişliğiyle ilgili bir başka örnek; Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz...” (Enfâl 60)

Bu ayetten Allah’ın düşmanlarını ve kafirleri korkutmak üzere askeri ve ağır sanayi hazırlığının farziyeti istinbat edilir. Ayetin içerdiği hüküm kıyamete kadar geçerli olduğu için geçmişte hazırlıklar; kılıç, mızrak, ok ve kalkanlarla olduğu gibi bu gün de savaş uçakları, kıtalar arası uzun menzilli ve akıllı füzeleri, tankları ve zırhları, uçak gemileri ve denizaltı üreten silah fabrikaları, yeni askeri savaş teknikleri ve uzay uyduları gibi kafirleri korkutacak, yani onları korkutmayı gerektiren her türlü hazırlıklarla olmalıdır.

İşte değişik ve çeşitli problemleri çözmek için çeşitli Şer-i hükümlerin istinbat edilmesine ilişkin Şer-i nassların geniş olması, İslam şeriatının her zamanda ve her zeminde, her nesilde ve her toplumda hayat ile ilgili bütün problemleri ve sorunları çözmeye muktedir olduğunu gösterir.

İslam Şeriatı’nın -yukarıda ifade edildiği gibi- geçmişte ve gelecekte insanın bütün sorunlarına ilişkin çözüm genişliği ve zaman kapsamlılığı, İslam akidesine aykırı da olsa her türlü düşünceyi kabul etme yumuşaklığı ve ortama uyma esnekliği anlamına gelmez. Zira “İslam şeriatı yumuşak ve esnektir” kavramı çok tehlikelidir. Bu söz İslam Şeriatı’nı saptırma amaçlı söylenen bir sözdür.

Bu kavram, 1789 yılında gerçekleşen Fransız devriminden ve Batı’nın dini hayattan ayırıp, kiliseyi de hayat ortamından uzaklaştırdığından dolayı, sadece ekonomik olarak kalkındıktan sonra ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla özgürlük, yenilik, esneklik ve gelişkenlik gibi kavramlar yeni olup lügat anlamı değil, ıstılahı anlamda kullanılmaktadır. Şöyle ki: Batı’nın kalkındığı dönemlerde İslam alemi inişin en hızlı dönemini ve fikri gerilemenin en aşağısını yaşıyordu. Her iki durumdan dolayı İslam aleminde fikri yenilgiyi kabul eder bir psikoloji ve bir kompleks doğmuştur. Ne yazık ki, bu kompleks virüsü bütün İslam alemini sarmıştır. Bu süreç Hilafet yıkılıncaya kadar yaklaşık bir asır devam etmiştir. Batı’nın takındığı tavır ise işi çıkmaza sürükledi. Batı bu sefer Müslümanlara onların hayatla ilgili yeni gelişen problemleri hakkında çözüm sunmaya başladı. Zafiyet içinde boğulan Müslümanlar da İslam’dan bir çözüm vermekten aciz kaldıkları gibi Batı’nın kendilerine sunduğu çözümleri “İslam’a aykırı değildir” diye kabul etmeye başladılar. Bu yüzden Müslümanlar arasında “kadın özgürlüğü”, “sosyalizm”, “demokrasi”, “düşünce özgürlüğü”, “laiklik”, “kişisel özgürlük” gibi türküler söylenmeye başlandı. Sonuç olarak da Müslümanlar bu tür düşünce ve mefhumları aldılar ve hatta bunların hepsinin İslam’dan fışkırdığını iddia ettiler. Bu tür Müslümanların gerekçeleri ise “İslam şeriatı geniştir ve her şeyi alır (!)” Mesela meşhur Mısır’lı şair Ahmed Şevki, Resûlullah’dan söz ederken şöyle diyordu şiirinde: “Sen sosyalistlerin liderisin” Muhammed El-gazali isminde Mısır’lı yazarın da “İslam’da sosyalizm” isimli kitabında İslam’ı sosyalizm’le karşılaştırarak eş değerli tutuyordu. Yusuf El-karadawi “İslam devleti fıkhından bir esinti” isimli kitabının 9. sayfasında şöyle diyordu: “İslam vasatçılık ekolu ise İslam’ı berrak olan kaynaklarından alır, İslam’ın hayat, birey, aile, toplum ve devlet için bir hayat nizamı olduğuna inanır...demokrasi’nin İslam’a en yakın sistem olduğunu görür. Tabi ki onu bir takım yabancı unsurlardan arındırıp, İslam’ın gereken değer ve hükümleriyle yamaladıktan sonra.”

Fikri olarak yenik düşen Müslümanlar bunları yaparken, İslam şeriatının donuk olmadığını, aksine her şeyi içine kabul edecek şekilde son derece esnek ve yumuşak olduğunu kanıtlamak istiyorlardı. Oysaki bunlar asıl meseleyi unutmuş veya unutur gibi davrandılar. Bunlar İslam şeriatının sabit olan akideye dayandığını, bu akidenin fikirlerin ölçüsü olduğunu ve helal-haram’ın da bütün fiillerin ölçüsü olduğunu umursamadılar. Allah-u Teâla buyurur ki:

“...Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün...” (Nisa 59)

Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur: “Sizden birinin hevası benim getirdiğime (Vahy’e, İslam şeriatına ve Şer-i hükme) tabi olmadıkça, iman etmiş olmaz.”

Şeriatın geniş olması demek çözüme ihtiyacı olan sorunlara ve kötü vakıaya uymak yada ona göre şekillenmek değil, tam tersi kötü ortamı ve hayatı şekillendirmek demektir. Zaten öyle olmazsa şeriat konumundan çıkar ve çözücü olmaz, çözüme ihtiyacı olan konuma gelir. Yine İslam Şeriatı her şeyin ölçüsü olunca, çözümlerin heva ve hevesten değil Şer-i nasslardan alınması lazım gelir. Bu yüzden İslam’dan kaynaklanmayan insan ve hayat ile ilgili sorunların her türlü çözümleri İslam dışıdır, alınması da caiz değildir. Çözümler ancak İslam Şeriatı içinde aranır. Resulullah (sav) bununla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Kim dinimiz üzere olmayan bir işi yaparsa, o red olunur.” (Müslim, Akdiyye, 3243)

“Kim bizim bu emrimizde (dinimizde) olmayanı (dinden diye) icad ederse, o red olunur.” (Müslim, Akdiyye, 3242)

Bu yüzden Müslüman bir kimse hayatta özgür değildir, dilediğini ölçüsüz yapamaz, aksine o bütün amellerinde, davranışlarında, görüşlerinde ve sözlerinde vahiy olan Şer-i hükümlere kayıtlıdır. Bunun dışına asla çıkamaz:

“Bu söylenenler Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın onları aşmayın. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa işte onlar zalimlerdir.” (Bakara 229)

“...Bunlar Allah'ın sınırlarıdır. Kim Allah'ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur...” (Talak 1)

Kişisel özgürlük gerekçesiyle Allah’a isyan edemez. Çünkü amellerde Şer-i hükümlere riayet etmemek Allah’a isyan etmek demektir. Allah’a isyan eden kimse ise, İslam’ın hukuk sistemi gereğince Şer-i hakim olan Halife tarafından cezalandırılır. Mesela; Müslüman kimse kişisel özgürlük gerekçesiyle zina yapamaz, düşünce özgürlüğü gerekçesiyle Kur’an’la alay edemez, inanç özgürlüğü gerekçesiyle mürted olup dinini değiştiremez, kadın hakları veya özgürlüğü gerekçesiyle Müslüman bir kadın Şer-i kıyafeti riayet etmeksizin açılıp saçılamaz. Çünkü İslam’a mensup olmak Şer-i hükümlere kayıtlı olmak demektir:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Ayrıca İslam Devleti’nde İslam’ın toplumsal hükümleri sadece Müslümanlar üzere değil gayrimüslim olan zımmiler üzerine de uygulanır. Örneğin; kafir zımmi bir kimse “Ben Müslüman değilim” gerekçesiyle toplumda içki içemez. Zira Resulullah (sav) İslam’ın hükümlerini zımmiler üzerine de uygulamıştır. Cabir ibni Abdullah şöyle rivayet eder: “Nebi (sav) zina yaptıklarından dolayı yahudi bir erkeğe ve bir kadına recm haddını uyguladı.” Dolayısıyla, her şeyi almak -İslam şeriatına aykırı da olsa- bahanesiyle “İslam şeriatı esnektir” sözü son derece tehlikelidir. Çünkü bu sözün en tehlikeli sonucu, İslam’ın özelliğini kayıp etmesi ve dinimizden kaynakla inanmadığı halde ondanmış gibi bir çok şeyleri almamızdır. Zira bunda hem dünyada hem de ahirette büyük hüsran vardır:

“...De ki: Gerçekten hüsrana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Bilesiniz ki, bu apaçık hüsrandır.” (Zümer 15)

“Şeriat gelişkendir ve sürekli değişiklik arz eder” sözü de Şeriat’ın varlığı açısından çok daha tehlikelidir. Zira gelişkenlik, bir durumdan bir başka duruma geçmek veya zamana göre değişmek demektir. Gelişkenlikten anlaşılan tek şey İslam’ın hükümlerinin değişmesidir. Bu demektir ki, İslam’ın hükümleri zamana göre gelişmekte ve değişmektedir. Buna göre haram olan bir şey zaman akımına uğrayarak gelişip helal olarak değişebilir! Helal da aynı şekilde gelişip harama dönüşebilir! İşte bu bozuk mefhumdan dolayı olumsuz olarak etkilenip kafirleri memnun etmeye çalışan bazı Müslümanlar bulunmuşlardır.

Öyle ki, “Şer-i hükümler zamanın ve mekanın değişimine bağlı olarak değişebilir”, “Müslüman memleketlerinin ayrı olması caizdir”, “Müslümanların kafirlerden yardım almaları ve onlarla işbirliği yapmaları sakıncalı değildir”, “kafirlere İslam topraklarını teslim etmek günah değildir”, ve “faiz alınabilir” diyecek kadar etkilenmişlerdir. Bu tehlikeli mefhumlar sayesinde yukarıda zikrettiğimiz İslam’dan bilinmesi gereken, yani İslam’ın temel meseleleri Müslümanlar arasında tartışılır hale geldi. Oysa Resulullah (sav) Müslümanların ayrı ayrı devletçiklere bölünmeyip tek devlet olmaları hususunda şöyle buyurmamış mıdır?

“İşiniz (yönetimle ilgili) bir adam (Halife) üzerinde karar kılınmışken birisi gelip sizin birliğinizi parçalamak ve cemaatinizi bölmek isterse onu öldürün.” (Müslim, kitabu’l İmara, 3443)

Ve Müslümanların savaş esnasında kafir devletlerle birlikte savaşmaları hususunda: “Müşriklerin ateşiyle (kafir devletlerin yardımıyla) aydınlanmayın (savaşta asla yardım almayın).”(Ahmed ve Nese-i)

Yine Allah-u Teâla faizle alakalı şöyle buyurmamış mıdır?

“...Allah alışverişi helal, faizi ise haram kılmıştır...” (Bakara 275)

Bu zehirli ve yıkıcı mefhumlar yüzünden İslam Şeriatı, gelişmekte ve yenilenmekte gerekçesiyle Müslümanlar nezdinde haramları helâla, helâlları da haramlara dönüştürdüler. Hatta öyle ki, 21. yüzyılda hırsızın elini kesmek vahşi bir uygulama olup, onun yerine hapis cezası verilmeli diyenler olmuş, zinayı çirkin görmeyen tam tersi teşvik eden kanunlar çıkarılarak recm veya sopa vurma cezası yerine sadece erkekleri kapsayan cezalar gelmiştir. Bu tağuti ve beşeri sistem hayatla ilgili mefhumları öyle ters yüz etti ki, zina yapan bir kadına hayat kadını unvanını verilir. Keza memleketin servetini çalmak üzere paralarını çalıştıran hırsızların adı yatırımcı veya stratejik ortak olmuştur.

Allah-u Teâla’nın Şeriat’ı ve İslam’ın hükümleri değişmez. Allah’ın hırsızlık yapan kişi hakkındaki hükmü ve cezası el kesmektir. Bu kişi ister Hicri 1. yüzyılda isterse Miladi 25. yüzyılda hırsızlık yapsın. Zina da yine zinadır, ister Ömer bin Hattab zamanında olsun isterse bugün olsun. Zamanın ilerlemesi veya insanların bakış açısının farklılık arz etmesi hırsızlık cezasının vakasını hiç bir zaman değiştirmez, rol de oynamaz. Aynı şekilde Batı’da çok rağbet görmesi veya halkı Müslüman memleketlerde yapılmasına teşvik edilmesi zinanın haramlığını geçersiz kılmaz. Allah’ın hükümlerini değiştirmek ve tahrif etmekten korunabilmesi için bu hükümlerin pratik hayatta uygulanması gerek.

YIL 15  SAYI 172-173   SAFER/REBİULEVVEL 1425   NİSAN/MAYIS 2004

Yukarı