Dünyanın değişen yeni çehresi sisli
havaların ortadan kalkması ile yavaş yavaş netleşmeye
başladı. Bugün gelinen nokta, yakın gelecekte Amerika’nın
çekim alanı dışında yeniliklerin doğma ihtimallerinin daha
ağırlık basmaya başladığını göstermektedir. Dünyanın
siyasi çehresini sarsacak, büyük değişikliklerin
yaşanacağı siyasi oluşumları şu üç aşamada irdelemek mümkündür:
1-Amerika’nın dünya egemenliği,
2-Şu an başı hangi devletin veya
devletlerin çekeceği belli olmayan menfaat çatışmalarının
dünya devletlerinin kapısına dayanmış olması.
3-Bütün bunların dışında bir
ideolojinin insanlığın karşısına yeniden kurtarıcı
vasfıyla çıkması.
Evet, dünya siyaseti bu üç noktada
belirginlik kazanmaya başlamış, bu doğrultuda da devletler
veya toplumlar saflarını belirgin kılmak için siyasetlerini
gözden geçirme, şekillenme, yenilenme ve bunların
eşliğinde ya etkin bir konuma gelme veya tabiilik seçeneğine
dayanarak ayakta kalabilme uğraşı verme gereği
duyduklarını sezinlemekteyiz. Bu hususları eldeki verilerle
konumuzun akışında biraz daha derinleştirmeye çalışalım:
1- Amerikan Egemenliği:
Komünizm ideolojisinin ve onun temsilcisi
olan Sovyetler Birliğinin çökmesiyle Amerika, dünya
siyasetini yalnız başına omuzlamaya kalkışmıştır. Daha
önceleri BM gibi kurumlarla etkin olmayı yeğleyen Amerika
her hususta tek güdümlü, tek tip bir dünya oluşumunu
arzulamaktadır. Aynen Hitler Almanya’sının dönemi gibi.
Bu noktadaki atılımlarına baktığımızda şu hususlar
karşımıza çıkmaktadır:
a-Dünya devletlerini güç kullanma tehdidi
ve caydırıcılık noktasında etkilemek için ortaya koyduğu
icraatlar, ki bu noktada;
-Terörizm,
-Sömürüde sınır ve muhatap tanımama,
-Teknolojinin son ürünü olan gelişmiş silahların
devreye konması.
Zaman zaman dünyadaki gelişmelere göre
devletlerin tehdit unsurları değişkenlik arzeder. Tehdit, dünya
devletlerinin konumu göz önünde bulundurularak tasarlanır ve
bu doğrultuda adımlar atılır. Önceleri savaş
gemilerinin gönderilmesi, seferberlik ilanı, alarm vermek, güç
kullanma imkanları ile korkutmak üzere ordunun sınıra
doğru hareket ettirilmesi gibi durumlar mevcuttu. 2. Dünya
savaşından sonra yerini fakir devletlerin kararlarını ve seçeneklerini
etkileme açısından, aynı türden bir davranış
sergilenerek, askeri ve ekonomik yardımlar aldı. Dünya
şu an tek süper gücün çekim alanında olduğu için,
(tehdit unsurlarını belirlemede uluslar veya devletler gözetilmeksizin)
bu gücün lanse ettiği tehdit ilkeleri geçerlilik
arzetmektedir. ABD’nin günümüz toplumları ve devletleri
ürküten tehdidi bir terörizm salgınıdır. Kısa vadede bu
tehdidin etkinlikleri belki görülebilir, fakat bu tehdidi
uzun vadeli kullanma imkanı devletlerarası ilişkilerde mümkün
gözükmemektedir. Bu noktada Amerika, sağlam olmayan bir
zemin üzerine basmıştır. Hakkında uluslararası platformda
bir mutabakata dahi varılmamış olan bu tehdit unsurunu
kendi perspektifinden ele alarak çıkış yapması bütün
dünya devletlerini suçlu konuma düşürmüştür. Aslında
Amerika, bu çıkışı ile kısa bir süre içerisinde planlandığı
şekilde Asya, Kafkaslar ve Orta Doğuda kalıcı bir şekilde
konuşlanmak istemektedir. Bu tehdit unsurunun ciddiyetini
hissettirmek için de hırçınlaşarak mazlum Müslüman
halkların üzerinde tüm gaddarlığını göstermektedir.
Hiçbir devlet, kendisini terörist olarak
görmezken bu noktada terörizmin Amerika tarafından nasıl
algılandığını da net olarak anlamış değillerdir. Dünya
devletleri bu sürecin akabinde terörist olarak karşılarında
ABD’nin çizdiği Müslüman portresini buluverdiler. Bunun
altında yatan asıl etken nedense bir çok devletin ya
gözünden kaçtı veya ilgilenmek istemediler. Amerika
haçlı orduları kozunu da kullanarak, yeni atılımlarla
imparatorluğunu genişletmek için boş olan alanları
doldurmak için harekete geçmiştir. Dünya devletlerinin ve
halkların karşısına çıkan bu durum gerçekten korkunçtur
ve bir o kadar da nefretin, kinin ve zulmün nüvesidir.
Çünkü ABD’nin tehdit unsuru olan terörizmin arkasında
yatan etkenler halklara, devletlere ve enerji kaynaklarına
doğrudan Amerikanın müdahalesini ortaya çıkartmış ve bu
doğrultudaki her girişimi meşru kılmıştır. Bu noktada
Amerika uluslararası yasaları, örfleri tanımadığı gibi
kendi içerisinde de kanun, yasa tanımamazlıkla eleştirilerin
odağı haline gelmiştir. Kamuoyu araştırmaları sonuçlarına
göre Amerikanın hiçbir dünya halkı tarafından sevilmediği
ortaya çıkmıştır. Yani top geriye tepmiş, avlanmaya
giderken avlanmış, dünyada terörist (?!) aramaya koyulmuşken
kendisi terörist konumuna düşmüştür.
Terörizm varsa ki (nasıl algılandığı
önemli) bu devletlerin kendi iç meselesi ile alakalı olan bir
husustur. Devletlerarası çatışmayı doğuran ancak devletler
nezdinde zuhur eden anlaşmazlık ve girişimlerdir. Amerikanın
yaptığı ise, hiçbir devletin varlığını kabul etmeksizin,
kendi isteği doğrultusunda, terörizm etkinliği altında
doğrudan müdahaleyi meşru kılmaktır. Ki, bu girişimin hiçbir
devlet tarafından onay bulması mümkün değildir.
Uluslararası devlet örfünde ve anlaşmalarında herhangi
bir devletin içerisindeki bir etkin guruba karşı
uluslararası ittifak (!) eşliğinde saldırı hakkı
tanımaz. Olsa olsa şu olabilir; dünya devletlerini tanımama,
sınırları kabullenmeme, hareket etme noktasında kendisinde
tam özgürlük hakkını bulma gibi hususlardır. İşte, ABD
bugün bunu yapmaktadır. İstediği alanda müdahale etme,
yargısız infazda bulunma, dünyada egemen güç ilkesini
terörizm bağıyla ilişkilendirerek kırıp dökme yöntemini
kullanmaktadır. Bu girişim ağır bir içerik taşıdığından
yani adalet yerine zulmün dozunu artıracağı için sürekli
tehdit unsuru olarak kalması mümkün gözükmemektedir.
Sonra, terörizm tehdidini ABD’nin sürekli olarak kullanma
olanağı da yoktur. Dünya devletleri bu aşamada tehdit unsuru
olarak gösterilen terörü (algılanan şekliyle) yapacakları
girişimlerle ortadan kaldırma becerisini gösterebilirler.
Veya ABD terör tehdidi ile istediği hedeflere ulaşma imkanı
bulmuş olabilir ki; bu maksatla yerleşmek istediği Orta Asya
ve Kafkaslara ulaşması, bir çok İslam beldesinde Müslümanları
despot yönetimler eşliğinde sindirmesi gibi. İşte bu
aşamadan sonra ABD başka tehdit unsurları bulması gerekir.
Bundan dolayı yeni tehdit unsuru nükleer ve kimyasal
silahlarla mücadele şeklinde geliştirilmektedir. Yani yeni
tehdidin adı kendisi dışında mevcut bütün silahların
yok edilmesi mücadelesi olarak belirginlik kazandığını müşahede
ediyoruz.
Başka bir bakış açısı ile terörizm
tehdidi kalıcı değildir, halkları birleştirici hiçbir
unsuru bünyesinde barındırmaz, zorla yaptırıcılık özelliği
vardır, yaptırılmak istenilen her hususta karşı tarafa
seçenek hakkı bırakmaz, aslı olmayan suçlamalarla muhatap
zan altında bırakılıp terörist vasfı yüklenerek düşman
gösterilir. Sonuçta güçsüzleri ezme, ülkeleri
sömürgeleştirme vardır.
Ortaya çıkan konum İngilizlerin
bıraktığı mirası devralma, büyük Britanya İmparatorluğunun
ABD İmparatorluğuna dönüştürülmesidir. Yapılan
icraatlara bakıldığında terörizm kılıcı İngilizlerin
yaptığı gibi Müslümanlar üzerinde kullanılmaktadır. Geçmişte
Osmanlının Hilafet Devletinin yıkılışını bekleyen aç
kurtlar, daha devlet yıkılmadan bir çok bölgeleri parsellemişler
ve enerji kaynak alanlarına göz dikmişlerdi. O sırada süper
güç olan İngiltere ulaştığı gücün etkinliğinde her
şeyin hakimi olarak ortaya çıkmış, hem askeri hem de siyasi
dünyada bir çok bölgeyi işgal etmişti.
a- Amerikanın kuvvet kullanımı
Bu çıkış, Amerikanın kırılmakta olan
bir asaya yaslanmasına benzer. Kuvvet kullanımı her şey
demek değildir ve kuvvet ancak adalet için kullanılmalıdır.
Adalet ne geçmişte ve ne de şu ana kadar Amerikanın bünyesinde
asla mevcut olmamıştır. Siyasi ve ideolojik alt yapılanmalar
olmadan yalın olarak güçle hayatî tarzlar belirlemek
devletleri hatta süper güçleri desteksiz bırakır. Aynen
Osmanlı Hilafet devletinde olduğu gibi. Güç kullanımına
ağırlık veren Osmanlı Hilafet devleti, bu denli bir ağırlığı
ideolojisinin toplumda kökleşmesi için kullanmamıştı. 11
Eylül sonrasında, Afganistan'da başlayan sıcak çatışmalar
(İslam aleminde Hilafet yıkıldıktan sonra da sıcak çatışma
sürekli varolmuştur) yüzünden ve Irak'a olası bir saldırı
takviminin işlemesinden dolayı, üstelik Filistin'de akan kan,
Amerikanın İsrail varlığını haklı kılmak için ürettiği
argümanlar ortada iken ABD ile nasıl beraber olunabilir
ki?! (kesinlikle olunmaması gerekir) Bu ancak mazlum halklar
zemininde tepkiselliği yaygınlaştırıp yeni bir siyasal
değerler üretimine dönük arayışları doğurur. Bu durum
kabullenilemez ve sürdürülemez bir durumdur. Her şeye
rağmen bütün sistemler ve devletler için geçerli olan kendi
kendinin tehdidi olmak istemiyorsa, güç ilişkileri üzerinden
siyasal değerleri eğip büken değil, siyasal değerler
üzerinden güç ilişkilerini yönlendiren bir rotaya girmek
zorundadır. Amerikanın meydanlara çıkışı Britanya
imparatorluğunun meydanlara çıkış döneminden bazı
farklılıklar arzeder. İngiltere o dönem ideolojisini
kullanma, bu doğrultuda siyasiler yetiştirip serpiştirme,
halklar üzerinde fikri hakimiyeti sağlama ve bütün bu girişimleri
askeri yapısıyla destekleme esasına dayanıyordu. Böylece
sömürgesini kökleştirebilmişti. Hatta bugün dahi el değiştiren
bir çok sömürge ülkeler İngilizlerin yetiştirdiği
kalıntı siyasilerin elindedir. Amerikanın bu bazda çalışmaları
olmasına rağmen köklü siyasiler yetiştirdiğinden
bahsetmek çok zordur. İngilizler bu farklı yapıları ile
dahi süper güç olma vasfını uzun ömürlü kılamamış ve
karşısında Almanya’yı, akabinde Amerika’yı bulmuştu.
Tarihi veriler göz önünde bulundurulduğu takdirde görülecektir
ki; Amerikanın bugünkü konumu o dönem zayıf temeller
üzerine oturan İngiltere’nin konumundan çok çok zayıftır.
b- Saldırgan ve zalimdir. Bir nevi ABD
zalimlik üzerine zalimlik serpiştirmektedir. Yani
İngilizlerin İslam beldelerinde ajanları yolu ile gerçekleştirdiği
zalimliğin üzerine oturmuştur, bununla da yetinmeyip
zalimliğini kat kat artırarak yaymıştır. Bu yapıda olan
bir devlet hiçbir toplumla barışık yaşama imkanına sahip
değildir. Kamuoyu yoklamaları da bunu doğrular niteliktedir.
Yapılan araştırmalarda dünya genelinde Amerika’ya bakış
negatiftir, pozitif bulanlar ise bağlılıklarını zoraki bir
evlilik olarak kabullenmektedirler.
c- Kördür. Kapitalizmle (batılda
olsa), ideolojisiyle bağlarını kopartmıştır.
İdeolojisiyle bağları koptuğu için kurallarını çıkar
tabakasının istekleri doğrultusunda yönlendirmekte ve hizmet
etmektedir ki bu da; hizmeti dar bir sahaya has kılar, sınıfçılığı
doğurur, menfaate dayalı çatışmalara zemin hazırlar.
Takındığı bu üslup hiçbir şeyi görmez, dünya toplumlarının
düştüğü hali anlamaz, insanlık namına ne var ise onu
yakıp yıkmayı, çılgınca bir sarhoşluğu doğurmuştur. Bu
sarhoşlukla İslam beldelerinde terör estiren ABD adım adım
ilerleyerek bütün dünya devletlerinin kapısını çalmaya başlamıştır.
2- Menfaat çekişmeleri yayılıyor
Globalleşme ve küreselleşme adı altında
dünya enerji kaynakları hakim gücün istekleri
çerçevesinde, ABD kapitalist zümresinin kontrolüne girmiştir.
Bu durum yoksul ülkeleri etkilemekle kalmayıp gelişmiş
veya gelişmekte olan ülkeleri de dolaylı olarak tesiri
altına almıştır. Peki ABD’nin bu çıkışı sürekli
midir
veya çatışma eksenleri tümden yok mu olmuştur? Tabii ki;
çatışma eksenleri var olacaktır. Şu an Amerika’nın çıkışları
karşısında sessizliğe bürünmüş olan dünyanın bu
sessizliğini bozacak etkenler elbette mevcuttur. Bunlardan
önde gelen noktalardan bir tanesi de menfaat çatışmalarıdır.
Her ne kadar dünyada 11 Eylülden sonra
menfaat ve çıkar savaşlarına dayalı bir yapılanmanın
gerçekleştiğinden söz edilse de bu gelişim yeni değildir.
Menfaat çatışması dünya dengesinde mihenk taşı olan
Hilafet Devletinin yıkılmasının ardından üretilen dünya
siyasetinin özünü teşkil etmektedir. O dönem içerisinde
Fransa, İtalya, Almanya sessizce İngiltere’yi takip ederken
aralarında içten içe bir çekişme söz konusu idi. İslam
söz konusu olduğu için tek millet güruhu olan Batı
ülkeleri bu tehlikeyi atlatıp, İslam ümmetini uyuşturduktan
sonra menfaat çekişmesine yöneldiler. Bu noktada gelişen
olaylar neticesi Avrupa milyonlarca insanını kaybetmiş, kendi
aralarında çok çetin savaşlar yaşamışlardır.
Batı ve doğu bloğu, yani kapitalist ve komünist
blokta temellerini menfaat ve çıkar esaslarına
dayandırmışlardı. Tarihte bu blok arasındaki çatışma böyle
iken, şu an bizzat AB'nin içinde Almanya ve Fransa gibi
devletçi gelenekten gelen odaklarla, İngiltere ve İtalya gibi
piyasacı gelenekten gelen odaklar çatışma halindedir.
Menfaat çekişmeleri ABD tarafından meydan
okuma şeklinde açıkça sergilenmesine rağmen karşısına
hiçbir devlet veya karşıt bir kutbun çıktığı şu an için
gözükmüyor. Ancak bu sessizlik, her an büyük bir patlamaya
gebedir.
Sömürüde oburlaşan ABD, dünyanın dört
köşesinde toplumların faydalanacağı bütün kaynakları
ellerinden almak için canavarca bir tavır sergilemektedir. Bu
tok karın ya bir gün patlayacak veyahut aç kalan toplumlar
açlıklarından dolayı oburlaşan Amerikanın boğazına
çökmek için yapışacaklardır. Çünkü ABD, AB ülkelerinin
ekonomik alanlarında derin yaralar açacak teşebbüslere de
yönelmiştir. Son dönemlerin ABD ve AB arasında demir-çelik,
uzay ve birçok ürünler konusunda anlaşmazlığa sürüklenmeleri
buna bir örnektir. Bu noktada AB Komisyon Başkanı Jenathan
Faul; “Avrupa’nın tekellerden hoşlanmadığını”
söyledi ve “sadece tek bir sisteme sahip olmanın
genelde dünyanın menfaatlerine aykırı düştüğünü”
savundu. (BBC 8/3/2002) ABD Rusya’nın, Çin’in, Hindistan’ın,
Japonya’nın ve diğer bir çok ülkelerin enerji kaynağı
olan petrol ve gaz havzaları üzerinde tam bir hakimiyet
kurmuştur. Bu durum kabullenilir bir ilişki yumağını
oluşturmaktan çok uzaktır. İngiltere de süper güç olduğunda
aynı işleri gerçekleştirmişti, neticede menfaat çatışmaları
doğrultusunda çıkan çatışmalarda sadece Avrupa’da
milyonlarca insan ölmüştü. Bu nedenle yeni durumu batılılar
arasında soğuk savaşa gönderme yapmak için, soğuk
barış dönemi olarak adlandırmak, parlak bir adlandırma
olacaktır.
Burada bütün gelişmelerin akışında Müslümanların
acı bir gerçeğin içerisine doğru sürüklendiğini de
izah etmek zorundayız. Şu an İslam beldelerinde bulunan
karton devletçiklerin ve hain idarecilerin İslam alemini küfür
devletlerinin olası bir menfaat çatışmasında ev sahipliği
yapmaya doğru sürüklediklerini görüyoruz. Yani yakın
bir zamanda İslam beldeleri büyük bir menfaat çatışma
alanı olmaya gebedir.
-Menfaat çatışmasının yaşanabileceği
ülkeleri göz önünde bulundurursak karşımıza şöyle bir
manzara çıkmaktadır:
Amerika İslam beldelerine genel anlamıyla
yerleşmiş durumdadır. Berlin duvarının ortadan kalkması
öncesi Avrupa içlerinde Amerikanın asker sayısı bir milyon
civarlarında idi. Şu an için Avrupa sınırlarında sayılı
derecede bir birlik bulunmaktadır. Bunun dışında birlikler
Balkan ülkelerine (Bosna, Kosova, Makedonya ve Arnavut gibi)
konuşlanmıştır. Diğer taraftan, Türkiye, Gürcistan,
Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Endonezya, Suudi Arabistan
ve diğer İslam beldelerinde büyük üstler ve askeri yığınaklarla
yerleşmiş konumdadır. Saydığımız ülkelerin bulunduğu
sınırlara baktığımızda karşımıza; AB, Çin, Rusya,
Hindistan gibi topluluklar ve ülkeler bulunmaktadır. Bu
ülkelerden hiç biri kendi sınırları içerisinde bir çatışmayı
asla kabul etmeyecekleri ortadadır. Geriye kalan tek
alternatif ise kozlarını İslam beldelerinde paylaşmaktır.
Buna yiten diğer bir etkende çatışmayı gerekli kılan, dünyayı
besleyen enerji kaynaklarının İslam beldelerinde bulunuyor
olmasıdır. Başka bir ifade ile Avrupa veya başka bir
devletin Amerika ile çatışma alanı Avrupa, Amerika
toprakları değil, İslam topraklarıdır. Bu demektir ki;
İslam ümmetin bugünkü bulunmuş olduğu halden daha da kötü
bir durumla karşı karşıyadır. Amerika’ya geçit
vermekle olası bir üçüncü dünya savaşına konukluk
etmeyi kabullenmiş olmaktadırlar. Bu büyük bir felaket
olacaktır. Çünkü böyle bir savaşta her türlü silahın
kullanılması söz konusudur. Müslümanlar bugün sahipsiz
oldukları için bu kullanıma müsaittir. ABD, Rusya, Çin
gibi devletlerin nükleer silahlarını buralarda kullanmaktan
caydıracak bir varlığın (İslam Devletinin) mevcut olmaması
bu fırsatı onlara verecektir. Şu an masum Müslüman halklara
karşı acımasız olanlar o zaman hiç mi hiç acımayacaklardır.
- İkinci hususa geldiğimizde; o da bu savaşın
bütün malzemesini Müslümanların oluşturmasıdır. Bilinçsiz,
hain idarecilerin elinde tutsak olmuş yığınlar, donatımlı
Müslüman askerî birlikler Amerika tarafından dolarlarla
satın alınmaktadır. Bunun canlı örneğini Afganistan, Türkiye,
Pakistan’da ve benzeri yerlerde alenen gerçekleştiriliyor.
İşin garip tarafı, satın alınanlar ilk etapta kendi
aralarında çatıştırılmaktadır. Bir dönem İngilizler
İslam Hilafet devletini yıkmak için Hindistan, Mısır,
Yemen, Anadolu gibi bir çok bölgelerde Müslümanları para ve
çeşitli desiselerle satın alarak İslam (Halifenin)
ordularına karşı savaştırmışlardı. Bugün Amerika bu işi
Müslümanları birbirine kırdırmak, varlığını korumak,
enerji kaynaklarında kendi adına bekçilik yaptırmak ve
olası diğer saldırılar için kullanmaktadır.
3- İdeolojik Hakimiyet
Yukarıda sergilenen yapılanmalar karşısında
belki büyük bir ürkeklik ve karamsarlık doğmuş olabilir.
Aslında bütün bunlar bilinen ve şu an dünya kamuoyunun
etkisinde kaldığı konulardır. Bugün dünya enerjisinin
emperyalist sömürgeye alet edilmesi neticesi her şeyin düşüncesizce
kullanıldığı, dünya nizamının bozulduğu bir süreçte yaşıyoruz.
Genelde insanlar umutlarını yitirdikleri, enerjilerini tükettikleri
ve derin çıkmaz içerisine yuvarlandıktan sonra
kurtulmanın yollarını aramaya koyuluyorlar. Daha önce bu çıkmazlara
düşmeden kendilerine gelen uyarılara pek kulak asmıyorlar.
Bütün bu oluşumlar karşısında tükenen,
yorgun düşen insanlığın dirilmesini sağlayacak olan tek
girişim ancak ve ancak ideolojik bir girişim olacaktır. Dünya
tarihini irdelediğimizde böylesi girişimlerin akabinde
adaletin tecellisini görürüz. Cahiliyet devrinden İslam
devletine geçiş bunun en güzel örneğidir. Belli bir
devletin öncülüğünde, dünya üzerindeki siyasi
kompozisyonun şekillendirildiği ve bir şekilde adaletin temin
edildiği dönemler, siyasi tarihin çok önemli
dönemeçleridir. Bugünkü haliyle Amerikanın bunu sağlaması
mümkün değildir. Çünkü temel baz aldığı bir ideolojisi
kalmamış, dünya için adalet üretmekten yoksun, entegre et,
parçala, köleleştir ve yönet mantığına dayanmaktadır. Güç
ilişkilerini neo-liberalizmin güvenlik ihtiyaçlarına göre
inşa etmiş bir siyasal kompozisyonu işlevselleştirmiştir.
Fiili güç tek başına yeterli değildir, insanlığın,
özelde Müslümanların kalkınması için bir ideoloji
çerçevesinde yapılanmaya ihtiyaç vardır. 11 Eylül'e
kadar dünya üzerindeki siyasal nizamı ABD'nin temsil ettiği
açık bir gerçekti. 11 Eylül bu fiili gücü olmasa da,
siyaset bilimindeki kullanımıyla, hegemonyasını, yani
siyasal düzenini, kapitalizmi, demokrasiyi, insan haklarını
fikri alanda ve fiili ameliyeler göz önünde bulundurularak
tartışmaya açmıştır. Fikri alanda zaten çökmüş olan
kapitalizmin Amerikanın bugünkü fiili çıkışları ile bu düzenin
tükendiğini göstermektedir. Bu noktada insanlık özelde
Müslümanlar için tek çıkar kapısı kalmıştır ki o da;
İslam ideolojini sahiplenmektir.
Müslümanlar kendi ideolojileri dışında tâbi
oldukları veya uyarlılık sağlamaya çalıştıkları diğer
nizamların altında sürekli ezilmişlerdir. Gerçekler şunu
göstermiştir ki; onlar ancak İslam’la ayağa kalkmış,
kalkınmış ve izzet bulmuşlardır.
İslam ideolojisi adalet ilkelerini insan
aklı olan nizamlara dayalı değil, vahye dayalı ilkelerden
almıştır. Bu ilkeleri temel edinme; Müslüman’a izzet
kazandıracak dünya insanlığını bu yolla adalet
dağıtılacaktır. Bundan dolayıdır ki; 1400 yıl İslam
bayrağı altında yaşayan gayr-i müslimlerden şikayet hasıl
olmamıştır. Zulüm görmemişler, korunmuşlar, aç bırakılmamışlar,
sömürgeleştirilmemişler, insani değerlerini ancak İslam’ın
hayatta olduğu dönem koruyabilmişlerdir. Bugün canavarlaşıp
kokuşmuş nizamların gidişatına dur diyecek tek nizam, insan
fıtratına en uygun olan İslam ideolojisidir.
Evet, bu ideoloji yeniden insanlığı kucaklamaya
hazırdır. Bugün belirli bir azınlık, hakim zümrenin dışında
insanlık İslamın hayati yapısının özlemini
çekmektedir. Görünüşe bakılırsa bu hakimiyeti gerçekleştirecek
olan kafirlerin elinde oyuncak olan hain liderler değil,
toplumlardan süzülüp gelen belli bir grubun gerçekleştirmesidir.
Evet, yaşanan ve yaşadığımız bunca olaylardan
sonra hiçbir parlak sayfası bulunmayan bu düzenler daha
insanlığı ne kadar kandırabilirler?! İşledikleri
cinayetlerle nizamlarını kimlere yuttura bilirler?!
İslam ümmetine sesleniyoruz!..
Sizlerin İslam ideolojisi üzerine sabitleşip
ayağa kalkmanız kafirlerin üzerinizdeki bütün oyunlarını
bozacaktır. Ordularınız ve insanlarınızın üç-beş
dolara satılmasına müsaade etmeyin, ordularınızı
birleştirin, tek ümmet olduğunuzu hatırlayın, Raşidi
Hilafet Devletini yeniden kurun ki; şeref ve izzet yeniden
sizlere ulaşsın. Ordularınız da ancak İslam bayrağı
altında cihad ruhunu bünyelerinde taşıyarak ancak izzet
bulabilirler. İşte o an, kafir Amerika ve yandaşlarının
ayakları İslam beldelerinden sökülüp atılabilir. Bunu
yapmaya her zaman muktedirsiniz. Yeter ki, sizler İslam’ın
bayraktarlığını üstlenmek için yeniden harekete geçin.
“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan
aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların
dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp
karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir.
Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara
257)
|