Ana Sayfa YIL 13   SAYI 148   MUHARREM 1423   NİSAN 2002 E-Mail

DÜNYA DÜZENİ NEREYE GİDİYOR?

Ahmet SEYFULİSLAM

Dünyanın değişen yeni çehresi sisli havaların ortadan kalkması ile yavaş yavaş netleşmeye başladı. Bugün gelinen nokta, yakın gelecekte Amerika’nın çekim alanı dışında yeniliklerin doğma ihtimallerinin daha ağırlık basmaya başladığını göstermektedir. Dünyanın siyasi çehresini sarsacak, büyük değişikliklerin yaşanacağı siyasi oluşumları şu üç aşamada irdelemek mümkündür:

1-Amerika’nın dünya egemenliği,

2-Şu an başı hangi devletin veya devletlerin çekeceği belli olmayan menfaat çatışmalarının dünya devletlerinin kapısına dayanmış olması.

3-Bütün bunların dışında bir ideolojinin insanlığın karşısına yeniden kurtarıcı vasfıyla çıkması.

Evet, dünya siyaseti bu üç noktada belirginlik kazanmaya başlamış, bu doğrultuda da devletler veya toplumlar saflarını belirgin kılmak için siyasetlerini gözden geçirme, şekillenme, yenilenme ve bunların eşliğinde ya etkin bir konuma gelme veya tabiilik seçeneğine dayanarak ayakta kalabilme uğraşı verme gereği duyduklarını sezinlemekteyiz. Bu hususları eldeki verilerle konumuzun akışında biraz daha derinleştirmeye çalışalım:

1- Amerikan Egemenliği:

Komünizm ideolojisinin ve onun temsilcisi olan Sovyetler Birliğinin çökmesiyle Amerika, dünya siyasetini yalnız başına omuzlamaya kalkışmıştır. Daha önceleri BM gibi kurumlarla etkin olmayı yeğleyen Amerika her hususta tek güdümlü, tek tip bir dünya oluşumunu arzulamaktadır. Aynen Hitler Almanya’sının dönemi gibi. Bu noktadaki atılımlarına baktığımızda şu hususlar karşımıza çıkmaktadır:

a-Dünya devletlerini güç kullanma tehdidi ve caydırıcılık noktasında etkilemek için ortaya koyduğu icraatlar, ki bu noktada;

-Terörizm,

-Sömürüde sınır ve muhatap tanımama,

-Teknolojinin son ürünü olan gelişmiş silahların devreye konması.

Zaman zaman dünyadaki gelişmelere göre devletlerin tehdit unsurları değişkenlik arzeder. Tehdit, dünya devletlerinin konumu göz önünde bulundurularak tasarlanır ve bu doğrultuda adımlar atılır. Önceleri savaş gemilerinin gönderilmesi, seferberlik ilanı, alarm vermek, güç kullanma imkanları ile korkutmak üzere ordunun sınıra doğru hareket ettirilmesi gibi durumlar mevcuttu. 2. Dünya savaşından sonra yerini fakir devletlerin kararlarını ve seçeneklerini etkileme açısından, aynı türden bir davranış sergilenerek, askeri ve ekonomik yardımlar aldı. Dünya şu an tek süper gücün çekim alanında olduğu için, (tehdit unsurlarını belirlemede uluslar veya devletler gözetilmeksizin) bu gücün lanse ettiği tehdit ilkeleri geçerlilik arzetmektedir. ABD’nin günümüz toplumları ve devletleri ürküten tehdidi bir terörizm salgınıdır. Kısa vadede bu tehdidin etkinlikleri belki görülebilir, fakat bu tehdidi uzun vadeli kullanma imkanı devletlerarası ilişkilerde mümkün gözükmemektedir. Bu noktada Amerika, sağlam olmayan bir zemin üzerine basmıştır. Hakkında uluslararası platformda bir mutabakata dahi varılmamış olan bu tehdit unsurunu kendi perspektifinden ele alarak çıkış yapması bütün dünya devletlerini suçlu konuma düşürmüştür. Aslında Amerika, bu çıkışı ile kısa bir süre içerisinde planlandığı şekilde Asya, Kafkaslar ve Orta Doğuda kalıcı bir şekilde konuşlanmak istemektedir. Bu tehdit unsurunun ciddiyetini hissettirmek için de hırçınlaşarak mazlum Müslüman halkların üzerinde tüm gaddarlığını göstermektedir.

Hiçbir devlet, kendisini terörist olarak görmezken bu noktada terörizmin Amerika tarafından nasıl algılandığını da net olarak anlamış değillerdir. Dünya devletleri bu sürecin akabinde terörist olarak karşılarında ABD’nin çizdiği Müslüman portresini buluverdiler. Bunun altında yatan asıl etken nedense bir çok devletin ya gözünden kaçtı veya ilgilenmek istemediler. Amerika haçlı orduları kozunu da kullanarak, yeni atılımlarla imparatorluğunu genişletmek için boş olan alanları doldurmak için harekete geçmiştir. Dünya devletlerinin ve halkların karşısına çıkan bu durum gerçekten korkunçtur ve bir o kadar da nefretin, kinin ve zulmün nüvesidir. Çünkü ABD’nin tehdit unsuru olan terörizmin arkasında yatan etkenler halklara, devletlere ve enerji kaynaklarına doğrudan Amerikanın müdahalesini ortaya çıkartmış ve bu doğrultudaki her girişimi meşru kılmıştır. Bu noktada Amerika uluslararası yasaları, örfleri tanımadığı gibi kendi içerisinde de kanun, yasa tanımamazlıkla eleştirilerin odağı haline gelmiştir. Kamuoyu araştırmaları sonuçlarına göre Amerikanın hiçbir dünya halkı tarafından sevilmediği ortaya çıkmıştır. Yani top geriye tepmiş, avlanmaya giderken avlanmış, dünyada terörist (?!) aramaya koyulmuşken kendisi terörist konumuna düşmüştür.

Terörizm varsa ki (nasıl algılandığı önemli) bu devletlerin kendi iç meselesi ile alakalı olan bir husustur. Devletlerarası çatışmayı doğuran ancak devletler nezdinde zuhur eden anlaşmazlık ve girişimlerdir. Amerikanın yaptığı ise, hiçbir devletin varlığını kabul etmeksizin, kendi isteği doğrultusunda, terörizm etkinliği altında doğrudan müdahaleyi meşru kılmaktır. Ki, bu girişimin hiçbir devlet tarafından onay bulması mümkün değildir. Uluslararası devlet örfünde ve anlaşmalarında herhangi bir devletin içerisindeki bir etkin guruba karşı uluslararası ittifak (!) eşliğinde saldırı hakkı tanımaz. Olsa olsa şu olabilir; dünya devletlerini tanımama, sınırları kabullenmeme, hareket etme noktasında kendisinde tam özgürlük hakkını bulma gibi hususlardır. İşte, ABD bugün bunu yapmaktadır. İstediği alanda müdahale etme, yargısız infazda bulunma, dünyada egemen güç ilkesini terörizm bağıyla ilişkilendirerek kırıp dökme yöntemini kullanmaktadır. Bu girişim ağır bir içerik taşıdığından yani adalet yerine zulmün dozunu artıracağı için sürekli tehdit unsuru olarak kalması mümkün gözükmemektedir. Sonra, terörizm tehdidini ABD’nin sürekli olarak kullanma olanağı da yoktur. Dünya devletleri bu aşamada tehdit unsuru olarak gösterilen terörü (algılanan şekliyle) yapacakları girişimlerle ortadan kaldırma becerisini gösterebilirler. Veya ABD terör tehdidi ile istediği hedeflere ulaşma imkanı bulmuş olabilir ki; bu maksatla yerleşmek istediği Orta Asya ve Kafkaslara ulaşması, bir çok İslam beldesinde Müslümanları despot yönetimler eşliğinde sindirmesi gibi. İşte bu aşamadan sonra ABD başka tehdit unsurları bulması gerekir. Bundan dolayı yeni tehdit unsuru nükleer ve kimyasal silahlarla mücadele şeklinde geliştirilmektedir. Yani yeni tehdidin adı kendisi dışında mevcut bütün silahların yok edilmesi mücadelesi olarak belirginlik kazandığını müşahede ediyoruz.

Başka bir bakış açısı ile terörizm tehdidi kalıcı değildir, halkları birleştirici hiçbir unsuru bünyesinde barındırmaz, zorla yaptırıcılık özelliği vardır, yaptırılmak istenilen her hususta karşı tarafa seçenek hakkı bırakmaz, aslı olmayan suçlamalarla muhatap zan altında bırakılıp terörist vasfı yüklenerek düşman gösterilir. Sonuçta güçsüzleri ezme, ülkeleri sömürgeleştirme vardır.

Ortaya çıkan konum İngilizlerin bıraktığı mirası devralma, büyük Britanya İmparatorluğunun ABD İmparatorluğuna dönüştürülmesidir. Yapılan icraatlara bakıldığında terörizm kılıcı İngilizlerin yaptığı gibi Müslümanlar üzerinde kullanılmaktadır. Geçmişte Osmanlının Hilafet Devletinin yıkılışını bekleyen aç kurtlar, daha devlet yıkılmadan bir çok bölgeleri parsellemişler ve enerji kaynak alanlarına göz dikmişlerdi. O sırada süper güç olan İngiltere ulaştığı gücün etkinliğinde her şeyin hakimi olarak ortaya çıkmış, hem askeri hem de siyasi dünyada bir çok bölgeyi işgal etmişti.

a- Amerikanın kuvvet kullanımı

Bu çıkış, Amerikanın kırılmakta olan bir asaya yaslanmasına benzer. Kuvvet kullanımı her şey demek değildir ve kuvvet ancak adalet için kullanılmalıdır. Adalet ne geçmişte ve ne de şu ana kadar Amerikanın bünyesinde asla mevcut olmamıştır. Siyasi ve ideolojik alt yapılanmalar olmadan yalın olarak güçle hayatî tarzlar belirlemek devletleri hatta süper güçleri desteksiz bırakır. Aynen Osmanlı Hilafet devletinde olduğu gibi. Güç kullanımına ağırlık veren Osmanlı Hilafet devleti, bu denli bir ağırlığı ideolojisinin toplumda kökleşmesi için kullanmamıştı. 11 Eylül sonrasında, Afganistan'da başlayan sıcak çatışmalar (İslam aleminde Hilafet yıkıldıktan sonra da sıcak çatışma sürekli varolmuştur) yüzünden ve Irak'a olası bir saldırı takviminin işlemesinden dolayı, üstelik Filistin'de akan kan, Amerikanın İsrail varlığını haklı kılmak için ürettiği argümanlar ortada iken ABD ile nasıl beraber olunabilir ki?! (kesinlikle olunmaması gerekir) Bu ancak mazlum halklar zemininde tepkiselliği yaygınlaştırıp yeni bir siyasal değerler üretimine dönük arayışları doğurur. Bu durum kabullenilemez ve sürdürülemez bir durumdur. Her şeye rağmen bütün sistemler ve devletler için geçerli olan kendi kendinin tehdidi olmak istemiyorsa, güç ilişkileri üzerinden siyasal değerleri eğip büken değil, siyasal değerler üzerinden güç ilişkilerini yönlendiren bir rotaya girmek zorundadır. Amerikanın meydanlara çıkışı Britanya imparatorluğunun meydanlara çıkış döneminden bazı farklılıklar arzeder. İngiltere o dönem ideolojisini kullanma, bu doğrultuda siyasiler yetiştirip serpiştirme, halklar üzerinde fikri hakimiyeti sağlama ve bütün bu girişimleri askeri yapısıyla destekleme esasına dayanıyordu. Böylece sömürgesini kökleştirebilmişti. Hatta bugün dahi el değiştiren bir çok sömürge ülkeler İngilizlerin yetiştirdiği kalıntı siyasilerin elindedir. Amerikanın bu bazda çalışmaları olmasına rağmen köklü siyasiler yetiştirdiğinden bahsetmek çok zordur. İngilizler bu farklı yapıları ile dahi süper güç olma vasfını uzun ömürlü kılamamış ve karşısında Almanya’yı, akabinde Amerika’yı bulmuştu. Tarihi veriler göz önünde bulundurulduğu takdirde görülecektir ki; Amerikanın bugünkü konumu o dönem zayıf temeller üzerine oturan İngiltere’nin konumundan çok çok zayıftır.

b- Saldırgan ve zalimdir. Bir nevi ABD zalimlik üzerine zalimlik serpiştirmektedir. Yani İngilizlerin İslam beldelerinde ajanları yolu ile gerçekleştirdiği zalimliğin üzerine oturmuştur, bununla da yetinmeyip zalimliğini kat kat artırarak yaymıştır. Bu yapıda olan bir devlet hiçbir toplumla barışık yaşama imkanına sahip değildir. Kamuoyu yoklamaları da bunu doğrular niteliktedir. Yapılan araştırmalarda dünya genelinde Amerika’ya bakış negatiftir, pozitif bulanlar ise bağlılıklarını zoraki bir evlilik olarak kabullenmektedirler.

c- Kördür. Kapitalizmle (batılda olsa), ideolojisiyle bağlarını kopartmıştır. İdeolojisiyle bağları koptuğu için kurallarını çıkar tabakasının istekleri doğrultusunda yönlendirmekte ve hizmet etmektedir ki bu da; hizmeti dar bir sahaya has kılar, sınıfçılığı doğurur, menfaate dayalı çatışmalara zemin hazırlar. Takındığı bu üslup hiçbir şeyi görmez, dünya toplumlarının düştüğü hali anlamaz, insanlık namına ne var ise onu yakıp yıkmayı, çılgınca bir sarhoşluğu doğurmuştur. Bu sarhoşlukla İslam beldelerinde terör estiren ABD adım adım ilerleyerek bütün dünya devletlerinin kapısını çalmaya başlamıştır.

2- Menfaat çekişmeleri yayılıyor

Globalleşme ve küreselleşme adı altında dünya enerji kaynakları hakim gücün istekleri çerçevesinde, ABD kapitalist zümresinin kontrolüne girmiştir. Bu durum yoksul ülkeleri etkilemekle kalmayıp gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri de dolaylı olarak tesiri altına almıştır. Peki ABD’nin bu çıkışı sürekli midir veya çatışma eksenleri tümden yok mu olmuştur? Tabii ki; çatışma eksenleri var olacaktır. Şu an Amerika’nın çıkışları karşısında sessizliğe bürünmüş olan dünyanın bu sessizliğini bozacak etkenler elbette mevcuttur. Bunlardan önde gelen noktalardan bir tanesi de menfaat çatışmalarıdır.

Her ne kadar dünyada 11 Eylülden sonra menfaat ve çıkar savaşlarına dayalı bir yapılanmanın gerçekleştiğinden söz edilse de bu gelişim yeni değildir. Menfaat çatışması dünya dengesinde mihenk taşı olan Hilafet Devletinin yıkılmasının ardından üretilen dünya siyasetinin özünü teşkil etmektedir. O dönem içerisinde Fransa, İtalya, Almanya sessizce İngiltere’yi takip ederken aralarında içten içe bir çekişme söz konusu idi. İslam söz konusu olduğu için tek millet güruhu olan Batı ülkeleri bu tehlikeyi atlatıp, İslam ümmetini uyuşturduktan sonra menfaat çekişmesine yöneldiler. Bu noktada gelişen olaylar neticesi Avrupa milyonlarca insanını kaybetmiş, kendi aralarında çok çetin savaşlar yaşamışlardır.

Batı ve doğu bloğu, yani kapitalist ve komünist blokta temellerini menfaat ve çıkar esaslarına dayandırmışlardı. Tarihte bu blok arasındaki çatışma böyle iken, şu an bizzat AB'nin içinde Almanya ve Fransa gibi devletçi gelenekten gelen odaklarla, İngiltere ve İtalya gibi piyasacı gelenekten gelen odaklar çatışma halindedir.

Menfaat çekişmeleri ABD tarafından meydan okuma şeklinde açıkça sergilenmesine rağmen karşısına hiçbir devlet veya karşıt bir kutbun çıktığı şu an için gözükmüyor. Ancak bu sessizlik, her an büyük bir patlamaya gebedir.

Sömürüde oburlaşan ABD, dünyanın dört köşesinde toplumların faydalanacağı bütün kaynakları ellerinden almak için canavarca bir tavır sergilemektedir. Bu tok karın ya bir gün patlayacak veyahut aç kalan toplumlar açlıklarından dolayı oburlaşan Amerikanın boğazına çökmek için yapışacaklardır. Çünkü ABD, AB ülkelerinin ekonomik alanlarında derin yaralar açacak teşebbüslere de yönelmiştir. Son dönemlerin ABD ve AB arasında demir-çelik, uzay ve birçok ürünler konusunda anlaşmazlığa sürüklenmeleri buna bir örnektir. Bu noktada AB Komisyon Başkanı Jenathan Faul; “Avrupa’nın tekellerden hoşlanmadığını” söyledi ve “sadece tek bir sisteme sahip olmanın genelde dünyanın menfaatlerine aykırı düştüğünü” savundu. (BBC 8/3/2002) ABD Rusya’nın, Çin’in, Hindistan’ın, Japonya’nın ve diğer bir çok ülkelerin enerji kaynağı olan petrol ve gaz havzaları üzerinde tam bir hakimiyet kurmuştur. Bu durum kabullenilir bir ilişki yumağını oluşturmaktan çok uzaktır. İngiltere de süper güç olduğunda aynı işleri gerçekleştirmişti, neticede menfaat çatışmaları doğrultusunda çıkan çatışmalarda sadece Avrupa’da milyonlarca insan ölmüştü. Bu nedenle yeni durumu batılılar arasında soğuk savaşa gönderme yapmak için, soğuk barış dönemi olarak adlandırmak, parlak bir adlandırma olacaktır.

Burada bütün gelişmelerin akışında Müslümanların acı bir gerçeğin içerisine doğru sürüklendiğini de izah etmek zorundayız. Şu an İslam beldelerinde bulunan karton devletçiklerin ve hain idarecilerin İslam alemini küfür devletlerinin olası bir menfaat çatışmasında ev sahipliği yapmaya doğru sürüklediklerini görüyoruz. Yani yakın bir zamanda İslam beldeleri büyük bir menfaat çatışma alanı olmaya gebedir.

-Menfaat çatışmasının yaşanabileceği ülkeleri göz önünde bulundurursak karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır:

Amerika İslam beldelerine genel anlamıyla yerleşmiş durumdadır. Berlin duvarının ortadan kalkması öncesi Avrupa içlerinde Amerikanın asker sayısı bir milyon civarlarında idi. Şu an için Avrupa sınırlarında sayılı derecede bir birlik bulunmaktadır. Bunun dışında birlikler Balkan ülkelerine (Bosna, Kosova, Makedonya ve Arnavut gibi) konuşlanmıştır. Diğer taraftan, Türkiye, Gürcistan, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Endonezya, Suudi Arabistan ve diğer İslam beldelerinde büyük üstler ve askeri yığınaklarla yerleşmiş konumdadır. Saydığımız ülkelerin bulunduğu sınırlara baktığımızda karşımıza; AB, Çin, Rusya, Hindistan gibi topluluklar ve ülkeler bulunmaktadır. Bu ülkelerden hiç biri kendi sınırları içerisinde bir çatışmayı asla kabul etmeyecekleri ortadadır. Geriye kalan tek alternatif ise kozlarını İslam beldelerinde paylaşmaktır. Buna yiten diğer bir etkende çatışmayı gerekli kılan, dünyayı besleyen enerji kaynaklarının İslam beldelerinde bulunuyor olmasıdır. Başka bir ifade ile Avrupa veya başka bir devletin Amerika ile çatışma alanı Avrupa, Amerika toprakları değil, İslam topraklarıdır. Bu demektir ki; İslam ümmetin bugünkü bulunmuş olduğu halden daha da kötü bir durumla karşı karşıyadır. Amerika’ya geçit vermekle olası bir üçüncü dünya savaşına konukluk etmeyi kabullenmiş olmaktadırlar. Bu büyük bir felaket olacaktır. Çünkü böyle bir savaşta her türlü silahın kullanılması söz konusudur. Müslümanlar bugün sahipsiz oldukları için bu kullanıma müsaittir. ABD, Rusya, Çin gibi devletlerin nükleer silahlarını buralarda kullanmaktan caydıracak bir varlığın (İslam Devletinin) mevcut olmaması bu fırsatı onlara verecektir. Şu an masum Müslüman halklara karşı acımasız olanlar o zaman hiç mi hiç acımayacaklardır.

- İkinci hususa geldiğimizde; o da bu savaşın bütün malzemesini Müslümanların oluşturmasıdır. Bilinçsiz, hain idarecilerin elinde tutsak olmuş yığınlar, donatımlı Müslüman askerî birlikler Amerika tarafından dolarlarla satın alınmaktadır. Bunun canlı örneğini Afganistan, Türkiye, Pakistan’da ve benzeri yerlerde alenen gerçekleştiriliyor. İşin garip tarafı, satın alınanlar ilk etapta kendi aralarında çatıştırılmaktadır. Bir dönem İngilizler İslam Hilafet devletini yıkmak için Hindistan, Mısır, Yemen, Anadolu gibi bir çok bölgelerde Müslümanları para ve çeşitli desiselerle satın alarak İslam (Halifenin) ordularına karşı savaştırmışlardı. Bugün Amerika bu işi Müslümanları birbirine kırdırmak, varlığını korumak, enerji kaynaklarında kendi adına bekçilik yaptırmak ve olası diğer saldırılar için kullanmaktadır.

3- İdeolojik Hakimiyet

Yukarıda sergilenen yapılanmalar karşısında belki büyük bir ürkeklik ve karamsarlık doğmuş olabilir. Aslında bütün bunlar bilinen ve şu an dünya kamuoyunun etkisinde kaldığı konulardır. Bugün dünya enerjisinin emperyalist sömürgeye alet edilmesi neticesi her şeyin düşüncesizce kullanıldığı, dünya nizamının bozulduğu bir süreçte yaşıyoruz. Genelde insanlar umutlarını yitirdikleri, enerjilerini tükettikleri ve derin çıkmaz içerisine yuvarlandıktan sonra kurtulmanın yollarını aramaya koyuluyorlar. Daha önce bu çıkmazlara düşmeden kendilerine gelen uyarılara pek kulak asmıyorlar.

Bütün bu oluşumlar karşısında tükenen, yorgun düşen insanlığın dirilmesini sağlayacak olan tek girişim ancak ve ancak ideolojik bir girişim olacaktır. Dünya tarihini irdelediğimizde böylesi girişimlerin akabinde adaletin tecellisini görürüz. Cahiliyet devrinden İslam devletine geçiş bunun en güzel örneğidir. Belli bir devletin öncülüğünde, dünya üzerindeki siyasi kompozisyonun şekillendirildiği ve bir şekilde adaletin temin edildiği dönemler, siyasi tarihin çok önemli dönemeçleridir. Bugünkü haliyle Amerikanın bunu sağlaması mümkün değildir. Çünkü temel baz aldığı bir ideolojisi kalmamış, dünya için adalet üretmekten yoksun, entegre et, parçala, köleleştir ve yönet mantığına dayanmaktadır. Güç ilişkilerini neo-liberalizmin güvenlik ihtiyaçlarına göre inşa etmiş bir siyasal kompozisyonu işlevselleştirmiştir. Fiili güç tek başına yeterli değildir, insanlığın, özelde Müslümanların kalkınması için bir ideoloji çerçevesinde yapılanmaya ihtiyaç vardır. 11 Eylül'e kadar dünya üzerindeki siyasal nizamı ABD'nin temsil ettiği açık bir gerçekti. 11 Eylül bu fiili gücü olmasa da, siyaset bilimindeki kullanımıyla, hegemonyasını, yani siyasal düzenini, kapitalizmi, demokrasiyi, insan haklarını fikri alanda ve fiili ameliyeler göz önünde bulundurularak tartışmaya açmıştır. Fikri alanda zaten çökmüş olan kapitalizmin Amerikanın bugünkü fiili çıkışları ile bu düzenin tükendiğini göstermektedir. Bu noktada insanlık özelde Müslümanlar için tek çıkar kapısı kalmıştır ki o da; İslam ideolojini sahiplenmektir.

Müslümanlar kendi ideolojileri dışında tâbi oldukları veya uyarlılık sağlamaya çalıştıkları diğer nizamların altında sürekli ezilmişlerdir. Gerçekler şunu göstermiştir ki; onlar ancak İslam’la ayağa kalkmış, kalkınmış ve izzet bulmuşlardır.

İslam ideolojisi adalet ilkelerini insan aklı olan nizamlara dayalı değil, vahye dayalı ilkelerden almıştır. Bu ilkeleri temel edinme; Müslüman’a izzet kazandıracak dünya insanlığını bu yolla adalet dağıtılacaktır. Bundan dolayıdır ki; 1400 yıl İslam bayrağı altında yaşayan gayr-i müslimlerden şikayet hasıl olmamıştır. Zulüm görmemişler, korunmuşlar, aç bırakılmamışlar, sömürgeleştirilmemişler, insani değerlerini ancak İslam’ın hayatta olduğu dönem koruyabilmişlerdir. Bugün canavarlaşıp kokuşmuş nizamların gidişatına dur diyecek tek nizam, insan fıtratına en uygun olan İslam ideolojisidir.

Evet, bu ideoloji yeniden insanlığı kucaklamaya hazırdır. Bugün belirli bir azınlık, hakim zümrenin dışında insanlık İslamın hayati yapısının özlemini çekmektedir. Görünüşe bakılırsa bu hakimiyeti gerçekleştirecek olan kafirlerin elinde oyuncak olan hain liderler değil, toplumlardan süzülüp gelen belli bir grubun gerçekleştirmesidir.

Evet, yaşanan ve yaşadığımız bunca olaylardan sonra hiçbir parlak sayfası bulunmayan bu düzenler daha insanlığı ne kadar kandırabilirler?! İşledikleri cinayetlerle nizamlarını kimlere yuttura bilirler?!

İslam ümmetine sesleniyoruz!..

Sizlerin İslam ideolojisi üzerine sabitleşip ayağa kalkmanız kafirlerin üzerinizdeki bütün oyunlarını bozacaktır. Ordularınız ve insanlarınızın üç-beş dolara satılmasına müsaade etmeyin, ordularınızı birleştirin, tek ümmet olduğunuzu hatırlayın, Raşidi Hilafet Devletini yeniden kurun ki; şeref ve izzet yeniden sizlere ulaşsın. Ordularınız da ancak İslam bayrağı altında cihad ruhunu bünyelerinde taşıyarak ancak izzet bulabilirler. İşte o an, kafir Amerika ve yandaşlarının ayakları İslam beldelerinden sökülüp atılabilir. Bunu yapmaya her zaman muktedirsiniz. Yeter ki, sizler İslam’ın bayraktarlığını üstlenmek için yeniden harekete geçin.

“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.” (Bakara 257)

YIL 13  SAYI 148  MUHARREM 1423  NİSAN 2002

Yukarı