Şiddet Dışı Bir Cihad Yürütüyoruz
Radikal (!) Müslümanların, İslam’ı
geri getirmek için bozuk yönetimlerle yaptıkları mücadele
nedeniyle, Orta Asya kaynama noktasına geldi. Dünyada yankı
yapan Ahmed Raşid’in “Cihad” adlı kitabından bir bölümü
(özetini) buraya alıyoruz:
Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,
Türkmenistan ve sair Orta Asya Cumhuriyetlerinde mücadele
veren Müslümanların sayısı her ay artmaktadır.
Bir bütün olarak Orta Asya’da fakirlik ve
işsizlik artınca ve iktisadi çöküntü baş gösterip toplum
ağır borçların altına girince, her parti ve örgüt halka
mevcut olandan daha güzel bir hayat vaat etme imkanı buldu. Bu
bölgede yaşayan halkın yüzde altmışı yirmi beş yaşın
altındadır. Bu genç nüfus takriben elli milyon civarındadır.
Bu yeni neslin eğitim seviyesi düşük, işsiz ve açtır.
Temel hak ve hürriyetleri kısıtlanmış olarak, ömrünün
yarısına gelmiş olan bu gençleri kim tutabilir?! Bu nedenle
radikal (!) İslamî hareketlerin böylesine göz kamaştırmasında
şaşılacak bir durum yoktur. Özbekistan İslamî Hareketi’nin
yanı sıra, ondan daha yaygın olan Hizb-ut Tahrir de Orta
Asya’da kök salmıştır. Hizb-ut Tahrir’in emirine göre;
Orta Asya partinin egemenlik kurabileceği kaynaşma noktasına
gelmiştir. Halen Hizb-ut Tahrir’in emiri olan Şeyh
Abdulkadim Zellum ve partinin neşriyatları durumu şöyle
vasfetmektedir: “Ülkelerin Dar-ul İslam’a dönüşmesi
ve tek bir devlet haline getirilmesi meselesi, bütün
Müslümanların gerçekleştirmek için çalıştığı bir
hedeftir. Bunu gerçekleştirmek için takip edilmesi gereken
metod; Hilafetin tekrar kurulmasıdır.”
Gerçekten Hizb-ut Tahrir Özbekistan, Kırgızistan
ve Tacikistan’da halklar arasında en fazla yayılan
harekettir. Bölgedeki bütün üniversite ve yüksek okul öğrencileri
nezdinde kazandığı örnek itibar ise, daha büyüktür.
Hizb-ut Tahrir’in bölgede bulunan yönetimlere karşı
belirlediği mücadele biçimi, duruma en uygun olanıdır.
Kaldı ki diğer hareket mensuplarından daha çok Hizb-ut
Tahrir üyeleri hapishanelerdedir. Bu nedenle Hizb-ut Tahrir
hareketi, Özbekistan İslamî Hareketinden (IMU) daha çok meşhur
olmuştur.
Hizb-ut Tahrir, 1953’de Ürdün’de,
Filistinli Şeyh Takiyyuddin En-Nebhani emirliğinde bir
grup Filistinli tarafından kuruldu. En-Nebhani hayatı boyunca
bazı sayılı kitaplar ve neşriyatlar kaleme aldı. İşte
bunlar, Hizb-ut Tahrir’in düşüncesinin eksenini teşkil
etti. Örneğin şöyle yazıyordu: “Mesele birkaç
devlet kurmak meselesi değil, bütün İslam aleminden müteşekkil
tek bir devlet kurmak meselesidir.” En-Nebhani’nin
kitapları, şimdi İslam Aleminin her tarafında 1962’den
beri vardır.
Hizb-ut Tahrir’e göre cihad; Müslüman
güçlerin gayri müslimlere (kafirlere) karşı harekete
geçmesidir. Ancak bu parti, diğer radikal (!) cemaatlar gibi
İslam ülkelerindeki İslamî olmayan yönetimleri, Usame bin
Ladin’in kurduğu El-Kaide örgütünün yaptığı gibi,
şiddet kullanarak değiştirmeye davet etmiyor. Hizb-ut
Tahrir, IMU ile ilgileniyor ancak onların kabilevi (milliyetçi)
savaşlarına inanmıyor. Bunun yerine bu parti, milyonlarca Müslüman’ın
ayaklanıp Orta Asya’daki yönetimleri değiştirmeleri için
planlar düşünüp tasarlamaktadır. Kerimov’un Özbekistan’daki
yönetimini birkaç kuvvet ehli (güç/iktidar sahibi)
sayesinde devirmeye azmetmiştir.
Hizb-ut Tahrir’in yayılışı Orta Asya
sınırlarını aşmıştır. Orta Asya’da faaliyet gösteren
Hizb-ut Tahrir’in sair liderlerinin ne resimleri, ne de
kimlikleri ve ne buna dair bir ipucu ortada mevcut değildir.
Verilen direktiflerin, nasıl yerlerine ulaştığına dair
bir bilgi de yoktur.
Diğer taraftan Afganistan’daki savaş gibi
istikrarsızlık da, bu tür hareketlere kaynaklık ediyor.
Dahası bu tür gizli çalışan örgütlerin liderleri
kendilerini somut olarak ilan etmeksizin; bir Rus olan İslam
Kerimov’a alternatif olamazlar. Orta Asya halklarına ne
vereceklerini açıkça ilan etmedikleri sürece bu duruma
gelemezler. Orta Asya’da varolan yönetimlerin bu örgütlerle
baş edebilmelerinin en güzel yolu; onların bu yabancı
ideolojilerini yaymayı terk etmeleri şartıyla, İslamî eğitim
yapmalarına ve kendilerini açıkça ortaya koymalarına izin
vermeleridir. Çünkü daha iyi iktisadi ve içtimaî durumlar
düzelse bile, bu örgütlerin Orta Asya’daki etkisi ve
cazibesi kaybolmayacaktır. Nitekim çoğu İslam ülkelerinde
Hizb-ut Tahrir, toplumla kaynaşmış durumdadır. H.T. ve IMU
örgütleri sadece istisnai krizlerin oluşturduğu durumlarda,
gençlere peşinde koşacakları şahsiyetler sunmaya fırsat
verebilir. Ne var ki Orta Asya’daki hükümetler, artan tehdit
karşısında halkın hayati sorunlarını çözecek
yetenekten yoksun olarak katı ve sert tutumlarını
artırıyorlar. Bu nedenle halkın öfkesi artıyor ve yönetim
tabakası da yapılması gereken değişimi ihmal ediyorlar.
11 Eylül olayları ile başlayan kriz tehlikelerle
doludur. Fakat aynı zamanda değişim için de büyük bir fırsattır.
Batı’nın El-Kaide’ye karşı gerçekleştirdikleri
birliktelik Orta Asya devletlerini dünya devletler topluluğunun
aşırı İslam ve teröre karşı giriştiği savaşta, kendilerine
düşeni yapmayı gerektirdi. Bu nedenle yaptıklarının
doğuracağı sonuçları ihmal edemezler. Öyle ise; ABD’nin
önderliğindeki anlaşmalara katılırlarsa IMU vb.
örgütlerin tehdidinden kurtulurlar. (Kay: Daily T.
Gazetesi/Londra 23.01.02)
Hizb-ut Tahrir’li Gençlerin İngiltere’de
Düzenlediği Yürüyüş
Müslümanların bakışlarını, Arap ve İslam
dünyasının yöneticilerinin ihaneti dolayısıyla karşı
karşıya kaldıkları sorunlara çevirmek için bir miting
gerçekleştirildi. İngiltere’nin dört bir yanından
binlerce Müslüman bu mitinge katıldı.
Bu miting, Müslümanların duygularına tercüman
olan çeşitli gösterilerle çok başarılı ve göz kamaştırıcı
bir şekilde organize edildi. Miting sabah saat 11’de Hayd
Park’ta atılan sloganlarla başladı. Ardından Pakistan Elçiliğine,
sonra da Türkiye Elçiliğine yürüyüş gerçekleştirildi.
Miting boyunca insanlar, Londra’yı titreten tek ses olarak
tekbirlerle haykırdılar.
Tekbir sesleri, Türkiye Elçiliğine gelene
kadar devam etti. Türkiye Elçiliği önünde değişik
dillerle Müslümanların problemleri ve hal çarelerine dair
açıklamalar yaptılar. Miting yine Tekbirlerle sona erdi.
Bu yürüyüşten önce içinde; “İslam
ülkelerinde var olan yönetici ve rejimlerin yerinden
sökülüp atılması ve yerine Hilafetin kurulmasının
zamanı yaklaşmaktadır.” yazılı bir bildiri imzaya açıldı.
Bu bildiriyi İngiltere’de bulunan yaklaşık elli bin Müslüman
imzaladı. Bu bildiri, İngiltere’de bulunan bütün İslam
ülkelerinin elçiliklerine gönderildi.
Ankara 2 No'lu DGM, Hizb-ut Tahrir
davası sonuçlandı
Davanın karar duruşmasına, 7'si tutuklu 22
sanık ve avukatları katıldı. Örgütün yöneticisi olduğu
iddia edilen tutuklu sanık Remzi Özer, esasa ilişkin
savunmasında, hakkındaki suçlamaları reddetti. Hizb-ut
Tahrir'in bir terör örgütü değil, siyasi oluşum olduğunu
öne süren Özer, disket çözümleri ile Bursa ve
Ankara'daki diğer davalarda yargılanan kişilerin ifadeleri
doğrultusunda örgüt yöneticisi olduğunun iddia edildiğini,
ancak bu yönde delil bulunmadığını savundu. Mahkeme
Başkanı Hüseyin Eken, sanıklar M. Ali Kedicioğlu ve
Hayrullah Özer'in, beraatlarına karar verildiğini bildirdi.
Eken, sanık Remzi Özer'in, yasa dışı Hizb-ut Tahrir
örgütünün yöneticisi konumunda bulunduğunun
anlaşıldığını belirterek, 4 yıl 2 ay ağır hapis ve
para cezasına mahkum edildiğini bildirdi. Mahkeme 8 sanığı,
Hizb-ut Tahrir örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle 2 yıl
6'şar ay ağır hapis ve 2 milyar 372 milyon 760'şar bin lira
ağır para cezasına mahkum etti. 9 sanık ise örgütün
propagandasını yaptıkları gerekçesiyle, 10'ar ay hapis ve
416'şar milyon lira ağır para cezasına çarptırdı.
Mahkeme, suç tarihinde yaşları 18'den küçük olan 3 sanığı
da 6 ay 20'şer gün ağır hapis ve 277 milyon 777 biner lira
ağır para cezasına mahkum etti. (TRT İnternet 13 Mart 2002)
Malezya’da Başörtü Sorunu
1969’da İngilizler Singapur adasını Malezya’dan
ayırmışlardı. Bu yılın Şubat ayı itibariyle önce başörtü
meselesini ardından da bunu yasaklayan kanunlar çıkarıyorlar.
Türkiye’de kafir olan laikler başörtüsü kanunu bu
şekilde çıkarttılar. Şimdi devlet okullarında bu
yasaklandı. İleride Singapur’da İslamî okullarda
yasaklanacaktır. Daha çirkini Türkiye’deki sahte
müftülerin var olduğu gibi orada da aynısı vardır.
Singapur genel müftüsü şöyle fetva verdi; “Başörtüyü
çıkartmak zarar getirmez, fakat okulu terk etmek zarar
getirir. Öyleyse kızlar başörtülerini çıkartıp okula
gitsinler”.
Bu sahte müftünün fasit mantığını
kullanarak konuya başka bir boyuttan bakalım; başörtüyü
takıp okula gitmek mi zarar getirir? Niye kendi hükümetine
bunu söylemiyor? Niye hükümetine baskı yapmıyor, zayıf
olan kızlara baskı yapıyor? Demek ki, bu müftü bu adı
alıp sarık ve cüppe giyen devletin bir memurudur. Buna karşılık
maaş alıyor. Dinini dünyasıyla satmıştır!
ABD’li aydınların savaşa destek
mektupları
Aralarında Samuel Hungtington ve Francis
Fukuyama'nın da bulunduğu 60 ABD'li aydın, “savaşa
destek” mektubu yayınladı. ABD'nin Afganistan'dan
sonra İran ve Irak'tan Kuzey Kore'ye ve Güneydoğu Asya'ya
kadar yaymaya çalıştığı küresel savaşa Avrupa'dan
Çin'e ve İslam dünyasına kadar tepkiler yükselirken, ABD'li
aydınlar, yeni savaşı “meşrulaştırma” çabasına
giriştiler. Aralarında “Medeniyetler Çatışması”
tezi ile Türkiye'de tanınan Prof. Samuel Hungtington, Türkçe'ye
de çevrilen “Tarihin sonu” kitabının yazarı Prof.
Francis Fukuyama ve New York Times'ın uzun süre Ortadoğu
muhabirliğini yapan Samuel Freedman'ın da bulunduğu 60 ABD'li
aydın, ABD'nin yeni küresel savaşına destek veren ortak bir
mektup yayınladı.
Fransız “Le Monde” gazetesinde yayınlanan
“Amerika mektubu” başlıklı bir metni imzalayan aydınlar,
ABD'nin diğer ülkelere olan tavrını; “zaman zaman
adaletsiz davranıyor” diyerek eleştirir görünmekle
birlikte, Bush yönetiminin küresel savaşına (küresel
terörizmine) desteklerini ilan ettiler.
Topyekün savaş kapıda
ABD ve İsrail, Ortadoğu'yu büyük bir savaşa
sürüklüyor. İsrail'in güvenlik çıkarlarına ve enerji
kaynaklarına göre şekillenen kriz, İran, Irak, Suriye, Lübnan
ve Filistin'i de içine alacak bir savaşa dönüşmek üzere.
ABD ve İsrail, Ortadoğu'yu büyük bir savaşa sürüklüyor.
İsrail'in güvenlik çıkarlarına ve bölgenin enerji
kaynaklarına göre şekillenen kriz; İran, Irak, Suriye, Lübnan
ve Filistin'i de içine alacak bir savaşa, bölge ise tehlikeli
bir karmaşaya sürükleniyor. ABD Başkanı George Bush'un
İran ve Irak'ı "şeytan ekseni" içinde
zikretmesi, ABD ve İsrail'in İran ve Irak'a yönelik
provakatif suçlamalara devam etmesi, Washington'daki "Şahinler"in
ve Yahudi lobisinin ABD dış politikasını kontrol altına
almaları, İsrail'in Filistin ve Lübnan'da krizi tırmandırması,
yine İsrail'in Irak ve İran'a yönelik yoğun askeri
hazırlık içine girmesi, Kızıldeniz'den Basra Körfezi'ne
kadar bütün bölgenin kuşatma altına alınması,
Ortadoğu'da Türkiye'yi de içine alacak şekilde tehlikeli bir
savaş senaryosunun çizildiğini gözler önüne seriyor.
Amerika’da “Yalan Üretme Ofisi” kuruldu
11 Eylül saldırılarından sonra ABD Savunma
Bakanlığı'nın (Pentagon) bünyesinde “Stratejik
Etkileme Ofisi” kuruldu. Ofisin amacı; Amerika’nın
şeytanlıklarını gizlemek, medyaya yalan haber salmak, dünya
kamuoyunu yanıltmak ve hedef saptırmak. ABD Savunma Bakanlığı'nın
bünyesinde kurulan bu “Stratejik Etkileme Ofisi”
milyonlarca dolarlık bir bütçeyle kurulmuş olup, General
Simon P. Warden tarafından yönetilmektedir. Kendisi Amerikan
Hava Kuvvetleri’ndendir ve Amerikan Gizli Haber Servisi CIA
ile çalıştığı da bilinmektedir. Dünya Ticaret Merkezi’nin
en üst katında CIA’ nın bürosunun bulunması, bu binaya uçaklarla
bir saldırı gerçekleştirilmiş olması, saldırının
olduğu gün o binanın işçilerinin işe gitmemiş olmaları,
saldırıdan sonra "Stratejik Etkileme Ofisi"
adlı yalan üretme bürosunun kurulması ve başına da bir
pilotun getirilmesi akla çok şeyler getirmektedir.
Şarbon tozunu Amerika kendisi üretti ve
Müslümanların üzerine attı.
24.01.2002 tarihinde Alman devlet birinci
kanalında (ARD) yayınlanan Kontraste programında son derece
önemli bir iddia üzerinde duruldu. 11 Eylül olayı sonrası
Amerika´da ortaya çıkan ve Müslümanların üzerine yıkılan
şarbon tozunun Amerika´nın askeri laboratuarlarında
üretildiği ortaya çıktı. Amerika’nın bu tozu olası
bir savaşta kullanmak üzere ürettiği iddia edildi. Programda
konuşan kimyasal silah uzmanları bu tezi desteklediler.
Amerika´nın bu tozu tam olarak hangi savaşta kullanacağı
noktasında elde kanıt bulunmadığı yönetmen tarafından açıklandı.
Ortaya çıkan bu bilgileri değerlendirmesi için Almanya İçişleri
Bakanı Fischer´e yapılan müracaatlara bakanın hiç cevap
vermediği programda ifade edildi. Programda, bu tozu üreten
Amerika´nın, 1972 yılında kimyasal silah üretimini
yasaklayan anlaşmaya uymadığı ifade edildi. Yine, ABD´nin
BM bünyesinde, kimyasal silah
üretiminin gündeme gelmesini sabote ederek oturumları her
defasında engellediği ileri sürüldü. ABD´nin kimyasal
silah üretiyor bahanesini öne sürerek Irak´a saldırıya
hazırlandığı ve şarbon tozu olayı
ile alakalı Müslümanların hâla
töhmet altında tutuluyor olması bu programda ortaya çıkarılan
bilgileri son derece önemli kılmaktadır.
Hıristiyan Demokratların programda yaptıkları açıklamada,
başta Almanya olmak üzere AB’nin ve ABD´nin üzerine
gidilmesi doğrultusunda idi... (Son günlerde bütün Arap
ülkelerinin ve Avrupa Birliği’nin Amerika’nın Irak’a
saldırmak istemesine karşı çıktıklarına
şahit olduk). Böyle giderse AB ile Amerika’nın araları
açılacak. Avrupa ortak para birimine geçti. Avrupa’nın
uzun vadede niyeti Amerika’nın emrinde olan NATO’dan
ayrılıp, kendi askerî paktını oluşturmak.
Avrupa artık Amerika’nın arkasında kuyruk olmak
istememektedir. Avrupa Ordusu kurulduktan sonra Amerika
dünyada istediği gibi at oynatamayacak. Gelişmelerin
Müslümanların hayrına mı şerrine
mi olacağını zaman gösterecek. Ümmet
olarak ağır bir imtihandan geçtiğimiz muhakkaktır.
Tabii Müslümanlar olarak bize ne Avrupa’dan ne Amerika’dan
fayda yoktur. Müslümanlar olarak
önce gafletten uyanmak, daha sonra da kendi birliğimizi
tesis etmek zorundayız.
“Kafir olanlar da birbirlerinin yardımcılarıdır.
Eğer siz onu (Allah'ın emirlerini) yerine getirmezseniz yeryüzünde
bir fitne ve büyük bir fesat (kargaşa/savaş) olur.”
(Enfal 73)
Amerika'nın hürriyet anlayışı
17.02.02’de ABD Başkan yardımcısı Dick
Cheney Bahreyn’de konuşlanan Amerikan askerlerine hitap
ederken şöyle dedi; “Orta doğu Amerikan çıkarları için
önemli merkez öneme sahiptir. Bu çıkarlar ekonomik, askeri
ve siyasidir. Böylece, terörizme karşı savaşınız hürriyet
içindir.”
Hürriyetin ne olduğu anlaşıldı mı?! Amerikanın
ekonomik, askeri ve siyasi çıkarlarıdır. Amerikan çıkarlarına
karşı gelen veya Amerika’ya boyun eğmeyen teröristtir.
Amerika’ya boyun eğen, hizmet sunan ve onun çıkarlarını
sağlayanlar hürriyetçidir. George Bush şöyle demedi mi “Ya
bizimle beraber olursunuz, yada Amerika’ya karşısınız.”
İran-Amerikan ilişkileri gelişiyor
17.02.02’de Lübnanlı gazete olan Al-Hayat
gazetesinde şu haber geçti; “İran’da hükümet
milletvekillerinin Amerikanlarla temas ve diyalog kurmalarına müsaade
etmiştir. Böylece, İran Amerika’yla bir çok kanal açmıştır.
ABD Afganistan’da İslam’a ve Müslümanlara saldırırken
İran ABD’ye yardımcı olmuştur.”
Amerika ile Avrupa arasında savaş
23.03.02’de BBC Amerika ile Avrupa
arasında savaşın var olduğunu duyurdu. Et savaşından
sonra demir çelik savaşı başladı. Avrupa’dan gelen
sanayi ürünlerine fazla vergi ve engeller koyduğu için
Avrupa karşılık olmak üzere aynı şeyi yapacaktır. Avrupa
Amerikan sanayi ürünlerine akıllıca müeyyideler koyacağını
düşünmektedir. Bunun manası George Bush’un seçmeyen
eyaletlerden Bush’a fazla oy vermeyen eyaletlerden gelen
sanayi ürünlerine fazla vergi koyacaktır!
Amerikan halkı kendi devletleri gibi
aldatıcı ve yalancıdır
11 Eylül’de yıkılan Dünya Ticaret
Merkezinde ölenlerin yakınlarına hükümet tazminat
vermeye başladı. Bir çok kişi akrabası orada ölmediği
halde yalan söyleyip tazminat alıyor. En az yirmi beş kişi
belirlendi. Biri 270.000 dolar almıştı. Çünkü kardeşinin
enkazın altında kalarak öldüğünü beyan etmişti.
Araştırmadan sonra bu kişinin hiç kardeşi bulunmadığı
ortaya çıktı. Bir kadın orada annesinin öldüğünü
iddia etti ve 31.000 dolar aldı. Oysa annesinin 1998’de
öldüğü ve cesedinin yakıldığı ortaya çıktı. Başka
bir kişi 13 yaşındaki oğlunun orada öldüğünü iddia
etti ve yüklü tazminat aldı, oysa hiç çocuğu olmadığı
ortaya çıktı.
Bu yalancı halk, yalancı devlet ve hükümeti
kurdu. Veya yalancı devlet ve hükümet bu halkı yetiştirdi.
Şöyle veya böyle fark etmez. Çünkü, aynı neticedir.
Amerika daha araştırma yapmadan ilk saatlerde 11 Eylül
bombalamalarının failinin Müslümanların olduğuna dair
yalanı uydurdu. Hala bunu ispatlayamadı. Ama, amacı İslam’a
ve Müslümanlara haksızca ve vahşice saldırmaktadır. Hala
saldırırsını sürdürüyor. İslam dünyasındaki rejimler
ve yöneticiler bu yalancı büyük şeytana yardımcı oldular
ve olmaktadırlar. Müslümanların şeytana yardım edenlere
karşı savaşmaları farz değil midir?!
Tacikistan’da tutuklama
Mart ayının ortasında Lübnanlı Al-Manar
televizyonu Tacikistan güvenlik güçlerinin Hilafet devletini
kurmak için çalışan Hizb-üt Tahrir’e mensup olan bir çok
kişiyi tutukladığı ve bir kişiyi idam ettiğini duyurdu.
Şunu da ekledi: Tacikistan’da Hizb-üt Tahrir hayli
taraftar topladı.
Çin Müslümanları hem idam ediyor hem de Müslümanlara
zulmediyor
23.03.02’de devletlerarası af örgütü
Çin’in Amerika’daki 11 Eylül olaylarını ve terörizme
karşı yürütülen hamleyi istismar ederek o tarihten bugüne
kadar Müslümanlara karşı şiddetli (terörist) eylemleri
sürdürdüğünü duyurdu. Müslümanların inançlarına ve
ibadetlerine bile kayıtlar getirdi. Misal olarak, Ramazan
ayında öğrencilerin oruç tutmasını engelledi. Ayrıca, bir
çok Müslüman Usame bin Ladinle alakası olduğu gerekçesiyle
idam edildi.
İngiltere nükleer silah kullanabileceği
tehdidini savurdu
23.03.02’de İngiltere savunma bakanı isyancı
devletlere karşı nükleer silahı kullanabileceğine dair
tehditler savurdu. Amacı nedir acaba? Amerika’yı böyle savaşa
sürükleyip diğerlerinin ABD’yi vurmasını sağlamak mı?
|