Ne yazık ki, şu anda İslam’ın temel
meseleleri üzerinde insanların ilahlaştırıldığı,
helalların haramlaştırıldığı, haramların da
helallaştırıldığı bir devir yaşıyoruz.
“(Yahudiler) Allah'ı bırakıp
bilginlerini (hahamlarını); (hıristiyanlar) da rahiplerini ve
Meryem oğlu Mesîh'i (İsa'yı) Rabler edindiler.
Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu.
O'ndan başka tanrı yoktur. O, bunların ortak koştukları
şeylerden uzaktır.” (Tevbe 31)
Halife Ömer b. Abdülaziz şöyle diyordu: “Ey
insanlar! Şüphesiz Allah Nebi'nizden sonra başkasını göndermeyecek
ve ona indirdiği bu Kitaptan (Kuran’dan) başkasını
indirmeyecektir. Allah’ın Nebi aracılığıyla helal ettiği
şey kıyamete kadar helal, haram ettiği şey de kıyamete
kadar haram kalacaktır....” (Daremi)
Allah-u Teala
Kur’an-ı Kerimde şöyle
buyurmaktadır:
“Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan
çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi
kalkarlar. Bu hâl onların "Alış-veriş tıpkı faiz
gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alış-verişi
helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden
bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan
kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim
tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada
devamlı kalırlar. Allah faizi yok eder, sadakaları ise
artırarak bereketlendirir. Allah küfürde ve günahta ısrar
eden hiç kimseyi sevmez..... Ey iman edenler! Allah'tan
korkun. Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı
derhal terkedin. Şayet (bu şer-i hükmü) yerine
getirmezseniz, Allah ve Resûlü tarafından (faizi mubah
kılanlara karşı) artık bir savaşın açıldığından
haberiniz olsun. Eğer tevbe edip vazgeçerseniz, sermayeniz
sizindir; ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa uğramış
olursunuz.” (Bakara 275,6,8,9)
Faiz konusuna bütün İslam uleması icma
ederek haram hükmünü vermiş, gerek Bakara süresindeki faiz
ile ilgili ayetlerin subutu kati (nassın Allah’tan kesin
gelmesi), delaleti kati (nassın söz konusu konuya kesin
şekilde delalet etmesi) olup muhkem olduğuna ittifak etmişlerdir.
Bu konuda seleften -geçmiş devirde yaşamış İslam
ulemasından- faize cevaz veren bir alime dahi
rastlanmamaktadır. Resulullah (sav)’e faizle ilgili ayetler
nazil olduğu günden, sömürgeci kafir devletlerin Hilafet
Devleti’ni yıkarak Müslümanların zihniyetlerini bozup, Müslümanların
kapitalizm kültürü ve batı hadaratından büyük ölçüde
(göze batacak şekilde) etkileninceye, şer-i nass ve deliller
tevil cihetine gidilinceye kadar durum böyle idi. Yani faize
cevaz veren hiçbir kimse olmadı. Ne acıdır ki; günümüzün
fetva anlayışı şer-i delilden yoksun, sırf yöneticilerin
ekmeğine yağ sürmek için, para karşılığında kumaş
parçası gibi kişinin boyuna ve pozuna göre ölçülüp
dikilir hale getirildi. Bu gibi sakat mizaçlı(1), İslam
dışı anlayışları ortaya atan, İslam uleması kisvesi
altında saklanan ve yine İslam uleması geçinen kimseler
yahudilerin ve Hıristiyanların ahlakları ile ahlaklanarak
Allah’u Tealanın şu buyruklarını gömemezlikten
gelmektedirler:
“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi
gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte
onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka
bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur
ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı
bir azap vardır.”
(Bakara174)
“Allah, kendilerine kitap verilenlerden,
"Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu
gizlemeyeceksiniz" diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu
kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler.
Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” (Ali
imran187)
Resulullah (sav) de buyurdu:
“Allah yahudilere lanet etsin. Hayvanların
yağ kısmı onlara haram idi, fakat onlar onu süsleyip satıyorlardı.”
(Buhari)
Tüm İslam uleması özellikle faiz
meselesini Müslümanlarca bilinen bir konu olarak “İslam’ın
yasak kıldığı bir konu olarak bilinmesi” gerekenliliğini
ifade etmişlerdir. Yani faiz konusu o kadar açık ve net ki;
temelden herkes tarafından (güneşin doğudan doğması ve
batıdan batması gibi) bilinmesi gereken mesele olarak
algılanır. Faiz konusu, hırsızlık, zina, mürted, içki,
Müslüman kadının şer-i kıyafeti ile ilgili tek bir anlama
gelen ve katiyen başka anlamlar taşımayan hükümler gibi
bir hükümdür.
Sözlük bakımından; fazlalık, ziyade anlamına
gelen “riba” kelimesinin şer-i veya ıstılah
anlamı ise; “alış-verişte, yiyeceklerde fazlalık
katmak”tır.(Kurtubi) Makalenin başında Faiz ile ilgili
zikrettiğimiz ayetlere tekrar dönecek olursak; bu ayetleri
akli ve mizaci(2) değil, şer-i olarak düşündüğümüz
zaman şu şer-i hususlar ortaya çıkar:
1- “Halbuki Allah, alış-verişi
helal, faizi haram kılmıştır.” ifadesi kati olup
yoruma tabi olmayan, tek anlam taşıyan, sarih ve açık bir
nasstır. Zira sarih nasslar karşısında içtihat söz konusu
değildir.
2- “Şayet (bu şer-i hükmü) yerine
getirmezseniz, Allah ve Resûlü tarafından (faizi mubah
kılanlara karşı) artık bir savaşın açıldığından
haberiniz olsun.” ayeti hakkında Kurtubi şöyle der:
“Bu ayet, faizin alınması, verilmesi, şahitliği ve
katipliğinin yapılmasının katiyen haram olduğuna delalet
eder.” Ayrıca 276. ayette geçen;
“Allah küfürde ve günahta ısrar eden hiç
kimseyi sevmez.” ve 278. ayette geçen;
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun. Eğer
gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz alacaklarınızı
derhal terkedin.” ifadeleri faizin haram olduğuna
birer karine/işarettir. Zira;
“Eğer gerçekten inanıyorsanız mevcut faiz
alacaklarınızı derhal terkedin.” ifadesinde mefhum-u muhalife (aykırı anlamak) disiplini geçerlidir. Yani
ayetten şu anlaşılır: Eğer mevcut faiz alacaklarınızı
derhal terk etmezseniz gerçek anlamda inanıyor değilsiniz.
3- Allah-u Teala; “Allah faizi (ribayı) yok eder,
sadakaları ise (nema ederek) artırarak bereketlendirir.”
ayetinde “riba” kelimesinin hem şer-i hem de lügat
anlamını kullanmıştır.
4- Hatta faiz ile ilgili Bakara süresindeki
ayetler İslam uleması katında faiz ayeti olarak
bilinmektedir. Bakara 281. ayeti nazil olduğunda Resulullah
(sav) vahiy katiplerine şöyle dedi: “Bu ayeti faiz ayeti
ile borç ayeti arasına yazın..”
5- Allah-u Teala yine faiz hakkında Ali
İmran 130. ayetinde şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış
olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa
eresiniz.”
Bu ayete dayanarak; “demek ki faiz kat
kat olmazsa yani çok cüzi olursa alınabilir” denilemez.
Burada mefhum-u muhalife (aykırı anlamak) disiplini geçerli
değildir. Çünkü bu disiplinin geçerli olabilmesi için
kati olup başka bir nass ile çakışmaması gerekir. Subut ve
delalet bakımından kesinlik ifade eden başka nasslar olduğu
için aykırı anlamak disiplini burada geçerli değildir.
Ayrıca bu ayetten faizin çok veya az olması
katiyyen anlaşılmaz. Araplara cahiliyeden kalan faiz
anlayışının ne kadar murdar, çirkin, iğrenç ve büyük
bir günah olduğunu göstermek içindir. Tıpkı Allah-u
Tealanın zina hakkında:
“Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır
ve çok kötü bir yoldur.” (İsrâ 32)
Veya içki ve kumar hakkında:
“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili
taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi
pisliktir; bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan,
içki ve kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin
sokmak; sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.
Artık (bunlardan) vazgeçersiniz değil mi?” (Maide
90,1) buyurduğu gibi.
Şimdi de faizin haram olduğuna dair diğer
şer-i delillere geçmek istiyoruz:
Resulullah (sav) meşhur Veda Hutbesinde
şöyle tavsiye etti: “..... ve Allah (Abbas b.
Abdulmuttalib’in ki) başta olmak üzere cahiliyeden kalan her
türlü faizi haram kılmıştır...” (Tirmizi, Ebu
Davud, İbni Mace, Ahmed, Daremi) (A)
Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Yedi
büyük günahtan sakının.” Nedir onlar ey Allah’ın
Resulü dediler? Dedi ki: “Allah’a ortak koşmak,
büyücülük, Allah’ın öldürülmesini yasakladığı
nefisleri öldürmek, faiz, yetimin malını yemek, cihadda iken
savaş alanını bırakıp kaçmak ve mümin, iffetli,
haberdar olmayan kadınları zina ile itham etmek”
(Buhari, Müslim, Nesei) (B)
C -Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Faiz
doksan dokuz kapı (günah)’dır, bu günahların en hafifi
kişinin anası ile zina yapmasıdır.” (Dare Kutni)
(C)
İmam Ebu Hanife’nin faize cevaz vermesi
meselesi ise şöyledir: Ebu Hanife; “Müslüman ile zımmi
arasında Dar-ül küfürde faiz yoktur.” şeklinde bir
hadise dayanır. Bu hadisin derecesi ise; “mürsel ve garip”tir.(3) İmam Ebu Hanife, talebesine, şer-i hükümlerde bu
derecede olan hadisler usulümüze göre muteber değil diye
öğretir. Fakat buna rağmen İmam Ebu Hanife itibar edilmez
dediği hadise dayanır. Bunun üzerine İmam Ebu Hanife’nin
talebesi olan M. Şeybani üstadına “Er-red” kitabını
reddiye olarak yazar ve karşı çıkar. Ayrıca muhaddis olan
İmam el-Zehebi bu hadisi şöyle değerlendirir: “Bu hadis
değildir.” Burada şu denilemez: “Bu hadis İmam Ebu
Hanife’ye göre sahihtir, zaten sahih bir hadis olmasaydı
fetva verir miydi hiç...” Evet, böyle bir şey
denilemez. Çünkü bu hadisin sahih olduğunu varsaysak da
hadis dirayeten reddedilir. Yani zannı galip ve kesinlik
ifade etmeyen bu hadis (sahih olduğunu kabul etsek dahi) subut
ve delalet bakımından kesinlik ifade eden faiz ile ilgili
ayetlere tamamen ters düştüğü için hadis dirayeten
reddedilir ve ayetler tercih edilir. İmam Ebu Hanife
dışındaki bütün alimlerin yaptıkları gibi. Ayrıca subut
ve delalet bakımından kesinlik ifade eden nasslarda ictihad
bile söz konusu değildir. Bu bakımdan bu meselede Ebu
Hanife’yi taklit etmek caiz değildir.
Son sözü söylemek gerekirse; İmam Ebu
Hanife diğer müctehidler gibi isabet edebilir veya yanılabilir
de. Zira hiçbir kimsenin -peygamberler hariç- dokunulmazlığı
yoktur. Tıpkı; sahabe bir kadının Hz. Ömer (ra) hutbede
mehirleri sınırlandırınca; “Ey Ömer, sen Allah’ın
serbest bıraktığı bir hususu nasıl sınırlandırıyorsun?”
itirazına karşı Halife Ömer’in: “Kadın doğru söyledi,
Ömer yanıldı.” dediği gibi.
Bugün İslam adına, devlet tekelinde profesör
ve üniversite hocaları gibi hareket eden kimseler hakkında
Allah-u Tealanın şu ayeti geçerlidir:
“Ehl-i kitaptan bir gurup, okuduklarını
kitaptan sanasınız diye kitabı okurken dillerini eğip bükerler.
Halbuki okudukları Kitap'tan değildir. Söyledikleri Allah katından
olmadığı halde: Bu Allah katındandır, derler. Onlar bile
bile Allah'a iftira ediyorlar” (Ali İmran 78)
Bu hocalar (!), tıpkı hahamların ve
papazların yaptıkları gibi gerçeği saptırıp, tahrif
ederek, kapitalizmin özünde olan sömürüye dayalı kurulu
bankaların verdiği krediyi; ticaret, ipotek, vadeli satış
diye tanımlarlar. Zira, bu gibi durumlarda bankaların sözleşmesine
bakıldığında; ticaret veya vadeli satış ifadesi değil,
kredi veya borç ifadesi geçmektedir. Bu husus o kadar açık
ve nettir. Bu saptırmalara ümmet olarak “artık yeter”
demek gerekir.. Bunlar İslam ümmetini cahil yurduna koyup,
profesörlük ve hocalık vasıfları ile Müslümanları
kandıracaklarını mı sanıyorlar? Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“ ...Onlar (yahudiler) durmadan yalana
kulak verirler, ve sana gelmeyen (bazı) kimselere kulak
verirler; kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler.
"Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse
sakının!" derler. Allah bir kimseyi şaşkınlığa
(fitneye) düşürmek isterse, sen Allah'a karşı, onun lehine
hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini
temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada
rezillik vardır ve ahirette onlara mahsus büyük bir azap
vardır.” (Maide 41)
Bugün İslam aleminde ulema (!) diye geçinenlerin
Allah’a, Peygambere ve İslam şeriatına karşı gösterdikleri
cesaretin yüzde birini dahi İslam düşmanı olan laik
zihniyetli yöneticilere karşı göstermekten acizdirler. Daha
önce şu anda üzerinde durduğumuz konu, yani faizin helal olduğuna
dair İslam dünyasında fetva veren televizyon kanalları
hocaları olmuştur. İslamın ısrarla altını çizdiği husus
şu ki, doğruluk ölçüsü şahıslar değil şer-i hükümlerdir.
Yani helalı helal, haramı da haram kılan mekanizma akıl
değil, Şari’dir.
Bu tür fetvalar (!) ve İslam dışı
anlayışlar son derece tehlikelidir. Çünkü İslamı asıl
amacından saptırır. Ayrıca Resul (sav) şöyle
buyuruyor: “İnsanlardan iki sınıf var. Eğer bu iki
sınıf sağlam olursa insanlar da sağlam olur, eğer bu iki
sınıf tahribata uğrarsa insanlarda bozulur. Bu iki sınıf
alimler ve yöneticilerdir” Bu hadisin konumuzla ilgisi şöyle;
İslam ulemasının mesuliyeti açık. Doğru olan İslamı Müslümanlara
açıklayıp anlatmaktır. Şayet yanlış bir İslam anlatılırsa
halkın İslam hakkında ki kanaat ve mefhumları ters ve
yanlış şekillenir. Çünkü ortada yanlış bilgilendirme
var. Yöneticiler ise halkın inandığı kanaat ve mefhumları
tatbik etmek ile görevlidir. Şayet yöneticilerde yanlış
kanaatlere dayalı bir takım hükümleri pratik hayatta
uygularlarsa, sonuç olarak alimler bozuk ise yöneticilerde
fesad ise geriye hiçbir şey kalmıyor. İşte tehlike buradan
kaynaklanıyor. Oysa ki; arkasına saklandıkları İmam Ebu
Hanife sırf hak sözü söyleyen, hiçbir kınayıcının
kınamasından korkmayan, yöneticileri muhasebe ettiğinden
dolayı hapiste can vermeyi göze alan muttakî bir İslam
uleması idi.
Dipnotlar:
(1),(2)- Faize cevaz veren
kişilerin faiz ile ilgili ayetlerdeki yaptıkları çeviride
faizi haram saymaları.
(3) Mürsel Hadis: Rivayet zincirinde
sahabenin bulunmadığı (tabinin Resulullah (sav)’den
direkt olarak rivayet ettiği) hadistir. Garip hadis ise;
rivayet zincirinin katmanlarından birisinde bir kişinin
rivayet ettiği hadistir. Mürsel hadis hakkında üç görüş
vardır:
A - Mürsel hadisi zaif bir hadis olarak kabul
edip, onunla amel olunmaz diyen grup. Hadis alimlerinin cumhuru
bu görüştedir. İbni Salah ve İmam Ebu Hanife gibileri.
B - Mürsel hadisi mutlak anlamda geçerli
gören grup. İbn-i Cerir gibi.
C - Mürsel hadisin sahihliğini bir takım şartlara bağlayan
grup. Şafi’i gibi.
|