Ana Sayfa YIL 13   SAYI 148   MUHARREM 1423   NİSAN 2002 E-Mail

FİKİR ANCAK SİYASİ ORTAMDA HAYAT BULUR -2-

Abdurahman DOĞRU 

Her siyasi ortamda bir çok fikirlerden bahsedilebilir, fakat siyasi ortama hakim olan ise belli bir ideolojinin fikirleridir. Siyasi çevrede de mutlaka belirli ölçüler bulunmak zorundadır. Bunun manası; siyasi çevre belli fikirlerin etkisi altındadır.

Kapitalist siyasi ortamda, bu fikrin tesiri altında bulunan siyasi çevrenin yoğunluğu görülür. Siyasi çevre bu fikirler doğrultusunda üretkendir ve bu bakış açısı çerçevesinde bütün konular netleştirilir. Komünizmde farklı bir siyasi ortam olduğu gibi, İslamın hakim olduğu dönemlerde de siyasi ortam bu günkü Müslümanların yaşadığı siyasi ortamdan farklı bir yapıya sahipti.

Hadarat ve kültürün etkinliği siyasi çevre üzerinde ağırlık basmasıyla kalmaz, toplumu bu esaslara göre yaşamaları için yönlendirici pozisyon üstlenir. Hadarat ve kültürden yoksun olan ülkelerde veya bağımlı olan ülkelerde siyasi ortam ve siyasi çevre daha farklıdır. Buradaki siyasi ortam bağımlı olduğu devletin güdümündedir. Siyasi çevre ise kısıtlı hareket etmek zorunda veya sınırlandırılması gereklidir. Bunun nedeni de tabi olduğu devlete muhalif fikir ve düşünceler orada maya tutmasın.

Devletler arasında siyasi ortam ve siyasi çevre farklılıklar arzeder. Şöyle ki; ideolojik bazda hareket eden siyasi ortama sahip olan devlet ideolojisinin gereklerine göre şekillenmiştir. Siyasi çevre hadaratı korumak ve taşımak için bu işle meşguldür. Dışarıda bu düşüncelerinin mayalanması için uygun ortamlar arar.

Bu gün İslamî fikirlerin siyasi ortam veya siyasi çevreye girmesi, İslam beldeleri ve batı ülkeleri için farklılıklar arzeder. Bu ancak Batı devletlerinde siyasi çevreye İslâmı tanıtma, onlardaki ön yargıyı kırma, İslamın güzelliklerini onlara gösterme amaçlı olurken İslam beldelerinde böyle değildir. İslam beldelerinde fikirler siyasi çevreye sunulurken otoritenin bu fikirleri uygulaması veya uygulayacak (otoriteye talip olan) kişilere yönetimi devretmesi şeklinde tezahür eder ve ümmete de fikirleri uygulamaya koymaları için otorite üzerinde etkin olmaya çağrılır. Bu arada otorite ile yapılan çatışma ümmete aksettirilir.

Siyasi ortam dünya yüzeyindeki gelişmeleri, haberleri, olayları takip edip fikirler ve görüşler açısından insanın işlerini gütmekle ilgili bir metot benimseyen siyasi kişiler çevresinden ibaret olduğunu söylemiştik. ABD gibi yerlerde odaklaşan siyasi çevre kapitalist fikirlerin etkisinde kaldığı için bu çevrede en ağırlıklı basan konular, menfaatin nasıl kazanılacağı, hürriyet, demokrasi, diyalog gibi konulardır. O siyasi çevrenin derdi ferdi ilerlemeye göre siyasi ortam oluşturmaktır. Bundan dolayı bu çevrede muhalif yetiştirmek, siyasi yöneticileri eleştirmek bir hak olarak ele alınır. Hatta bu noktada siyasi çevre bu yolla büyük rantlar elde eder. Bu çevre bir gurubu yükseltirken diğer gurup veya şahsiyeti alçaltabilir. Aslında kapitalist fikirler onlarda hakim olsa da siyasi çevre menfaat açısından iki zıt kutup oluşturur. Menfaatlarının birleştiği noktalarda da tek kutupmuş gibi hareket ederler. Aynen bu gün olduğu gibi; İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta hemfikirdirler. Bunların ne zaman nerede nasıl hareket edeceklerini kestirmekte bazen zorlaşır. Yani bu siyasi çevre kaypak bir zemin üzerindedir. Bunu kapitalist olan dünya devletlerinin yapılarında, ortamlarında ve siyasi çevresinde daha açık bir şekilde görmek mümkündür. Bundan dolayıdır ki; ABD ve batı devletlerinde yöneticilere komplolar kurmak pek yaygındır. Aynı şekilde bu ülkelerin diğer ülkelerde de çeşitli komplolar düzenlemekle uğraştıklarını görürüz. ABD’nin İngiliz sömürgelerini eline geçirmek istemesi gibi.

Burada şu noktaya değinmek istiyoruz: ABD belki de siyasi çevre konusunda tarihte şu ana kadar yapılmamış bir kurumlaşmayı gerçekleştirmiştir. Şöyle ki; dünya siyasetini ellerinin içine alacak siyasi ortamı oluşturmuştur. Devletlerarası bir çok teşkilatları ve kurumları (BM, İMF) bünyesinde toplayarak, o devletlerin siyasilerini etkileyecek siyasi çevreyi avucunun içine almıştır. Yani bir nevi global siyasi çevreyi oluşturmuştur. Gerçi bugünkü gelinen noktada Amerikanın buna da pek ihtiyacı kalmamıştır. Çünkü, ABD artık firavunlaşmıştır. Kendisini ilah gören, hiç bir fikre (kapitalist fikirlerden demokrasi, insan hakları gibi fikirlere dahi) müsamahalı yaklaşmayan, vurup-kıran, hiçbir kural tanımayan vahşi bir kovboy olmuştur. Siyasi çevre noktasında böyle bir yapılanmayı diğer devletlerde görmek mümkün değildir. Buna belki süper güç olmanın verdiği avantajda denilebilir. Osmanlı ve İngiltere de dahil olmak üzere bunu tarihte süper güç olmuş olan diğer devletlerde görmek mümkün değildir. Ayrıca ABD bunun önemini çok iyi kavramış olacak ki, bu hususta milyarlarca dolar sarf ederek siyasi tabakayı kendisine çekip onları kendi siyasi çevresinde tutmaya çalışmaktadır. Bundan dolayı ABD politikası dünya yüzeyinde şu an için çok aktif gözükmektedir. Gerçi bu cümleyi siyasi bir devlet için sarfetmek gerekir. Bugün Amerika siyasi olmaktan öte saldırgan bir devlettir. Saldırganlık fikri bazda değil güç bazındadır ki bu da; kapitalist ideolojisinin ve fikirlerinin çöktüğünün delilidir. Saldıracağı ülkeler, sömürgesi altına alacağı yerler, bu hususlarda atılacak adamlar, en ince detaylar yine bu siyasi çevrede gündem konusu olur ve bütün detaylarıyla ele alınır. 11 Eylül olaylarının ortaya konuluş şekli bunun açık bir örneğini teşkil eder. Fikri bazda çöken kapitalizm her tarafta birden Müslümanlara saldırıyı meşru göstermeye, onlara terörist damgası vurulmasının işlenmesi ve arkasından acımasız saldırıların ortaya konması perde arkası bu siyasi çevrenin işlerindendir.

İslamî siyasi ortam ise bunlardan tamamen farklıdır. Orada hakim olan ideolojinin kendisidir. Siyasi ortam bu ideolojinin esasları çerçevesinde hareket eder. Siyasi çevre dünyadaki siyasi gelişmeleri izler, tahlil eder, bunlar hakkında şer-i hükümler çerçevesinde düşüncelerini ortaya koyarak siyasi ortamı ve toplumu doğru düşüncelere kanalize eder. Siyasi ortamda yabancı fikir ve düşüncelere yer olmadığı gibi siyasi çevrede hakim olan yapı yalnızca İslam ölçüleridir. Siyasi çevrede kafirlerin etkinliği önlenir ve de onların bu ortamda etkin olmalarına müsaade edilmez. Yabancı fikirler siyasi çevrede etkin olma imkanı bulabilir. Yabancı fikirler karşısında savunulan fikirler toplumda köklü olarak hakim değilse bütün kapılar kapatılmalı, toplum tümüyle İslami fikirler doğrultusunda karantinaya alınmalıdır. Hint, Yunan ve İran felsefelerinin o günkü siyasi çevreyi etkilediği malumdur. Bu noktada kelamcılar doğmuş, ümmet çok büyük bir enerjisini bu alanda harcamıştır. İslam Devleti Hilafetin yıkılışı da siyasi çevrede İslam dışı fikirlerin tesirlerinin görülmesinden sonra olmuştur. Siyasi çevrede fikirlere kapı kapatılmaması gerekirse de bu demek değildir ki; bütün zararlı fikirler ve Müslüman olmayan şahsiyetlere müsaade edilir. Bu anlamı taşımaz. Bu akideye bağımlı olan kişilerin İslami noktada etkin olması, yabancı fikirlerin etkisini kırması, dünya düzeyinde yeni tezahür eden her tür gelişmeleri İslami fikirler ışığında değerlendirme anlamını taşır. Ayrıca siyasi çevrenin korunması gerekir. Bundan dolayıdır ki siyasi çevre İslam’ın ilk dönemlerinde etkin olan sahabelerin (Hz. Osman (ra) zamanına kadar) Medine dışına çıkmaları engellenmiştir. İslamın ilk döneminde olduğu gibi son dönemlere kadar siyasi ortam ve siyasi çevre mevcuttu. 17. asırda büyük yara alan siyasi çevre dışarıdan gelen fikirlerin tesiri altında kalarak, hayata bakışlarında batı hadaratını ölçü aldılar. Bu siyasi çevrede bakışlar köreldiği için de İslam Devleti beyin tabakasını kaybetti. Abdulhamid’te siyasi adam (kaht-ı rical) yokluğundan bahsederken aslında bunu kastetmiştir. Siyasi elemanın yokluğundan değil İslami esaslara göre siyaset edecek elemanların yokluğu söz konusu idi.

İslam’ın bütün fikirleri siyasidir. Hatta akideye ait fikirler dahi. Bundan dolayı İslamın bütün alanı siyasi ortamı teşkil eder. İslam’la idare olunan belde ümmeti ve siyasi çevresini İslam’la donatmak zorundadır. İslami siyasi ortamda kapitalist yapıda olduğu gibi muhalif diye bir grup olmaz ve de müsaade edilemez. Yani İslam karşıtı veya Hilafet karşıtı siyasi çevre oluşturulmaz ve bu doğrultudaki çalışmalar engellenir. Siyasi çevrede kim yer alırsa alsın şer-i hükümler çerçevesinde hareket eder, toplumu bu doğrultuda besler, hükümlerin uygulanmasında titiz olur ve yönetimi her türlü sapmalar karşısında doğruyu göstererek etkilemeye çalışır. Hz. Ömer’e hutbede iken bir meseleden dolayı karşı çıkan kadın örneğinde olduğu gibi. İslam devleti bu kadar uzun ömürlü olabilmişse siyasi çevresinin etkin fikirlerle donanmış olması ve bu siyasi çevrenin ümmetin üzerinde güven sağlamasından kaynaklanmıştır. Halife seçimlerinde siyasi çevrenin görüşleri daima ön plana çıkardı ve her dönem bu siyasi çevre varlığını korumuştu. İlk dönemlerde öne çıkan siyasi çevrenin etkili kişilerinden bazıları şunlardı: Ubeyde b. El-cerrah, Ali b. Ebu Talip, Osman b. Affan, Sa’d b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, ez-Zübeyr b. Avvam, Talha b. Ubeydullah ve Abdullah b. Ömer.

Bugün siyasi ortamda bir çok Müslüman kişilerin bulunmasına rağmen onların etkilendiği fikirler İslami fikirler değildir. Demokratik, kapitalist, laik fikirlerden etkilenmişler, İslamî bir hayat nizamı olarak anlamaktan çok sadece ruhani bir din anlayışına sahip olduklarından, bu gün İslami fikirlerin siyasi çevreye girmesi yine Müslümanların elleri ve amelleriyle önlenmektedir.

Günümüzde ne yazık ki, İslami siyasi bir ortam yoktur. Bundan dolayı da bir asra yakın geçen süre içerisinde İslam beldelerinde küfür olan siyasi bir ortam ve bu noktada odaklaşmış siyasi çevre bulunmaktadır. Hatta batı hiç durmadan siyasiler ve siyasi ortamı etkileyecek kişiler yetiştirerek Müslümanların başlarına dikmekte ve hain yönetimlere pompalamaktadırlar. Ümmet bunları kabul etmese de, getirdikleri fikir ve düşüncelere pek rağbet göstermese de, bir hedefe sahip olmamalarından, tepkisiz kalmalarından dolayı batı bugün bunları zorla dayatmaktadır. Bundan dolayı bugün Müslümanlar perişan, kendilerinden olmayan otireteler altında ezilmekte, belirli bir kesimde kokuşmuş siyasi ortamın hizmetçileri konumundadırlar. Onlar ancak güdümlü siyasetle kafirlerin işlerini yürütmek için siyasi ortamda bulunuyor ve hizmet ediyorlar. Batı güdümlü siyasi çevrede bulunan insanların sayısı sınırlı olduğu gibi yine bunlar bu alana her türlü etki edecek siyasi yapılanmalara, fikri çatışmalara karşı korunur ve teşebbüs eden kişiler halkın nezdinde çeşitli saptırmalarla kötü gösterilir.

Yaptıkları işler kendileri açısından doğruluk payına sahip olabilir. Çünkü onlar İslamın etkileyici gücünü çok iyi bilmektedirler. Bu gücün Müslümanlar üzerinde etkili olabileceği gibi siyasi çevrede çok çabuk etkili olacağından, İslami fikirlerin yeniden Müslümanların arasında can bulacağından, Hilafettin yeniden kurulmasından korkuyorlar. Bu korkularında kendi çaplarında haklıdırlar. Hilafetin gelişi onların sahip oldukları bütün halleri boşa çıkaracaktır. Makam ve mevkilerini kaybedecek, toplumda sözleri geçerli olmayan birer asalak olarak dolaşacaklardır. Fakat bunların sinsi hareket etmesinden korkulur. Aynen Resulullah (sav) döneminde olduğu gibi, münafıkların durumuna benzer bir konum yeniden tekerrür edebilir. Bundan dolayı İslam siyasetiyle yoğrulmuş kişilerin bu gibi insanlara çok dikkat etmeleri ve mümkün olduğu kadar onları siyasi ortam ve siyasi çevreden uzak tutmaları kaçınılmazdır.

İslamî fikirlerin hakim olduğu siyasi ortamın olabilmesi ancak Hilafetin yeniden ikamesine bağımlıdır. Bundan dolayı da bugünün en elzem meselesi siyasi çevreye bu doğrultuda fikirlerin akıtılmasıdır. Bunun içinde; İslam zihniyetiyle donanmış, İslam şahsiyetine sahip siyasi eleman yetiştirmek için çalışmak gereklidir. Bu kişiler aydın düşünceye sahip, uyanık kişiler olarak toplumda, siyasiler arasında, siyasi çevrede etkin olmanın yollarını aramalıdırlar. Siyasi çevrede sahip oldukları düşünceleri açık ve sarih bir şekilde ortaya koyarak, bugün İslam ümmeti üzerine çöreklenmiş batı zihniyetine sahip siyasi ortamda hareket eden siyasi çevreyi etkilemeye yönelmelidirler. Çünkü toplumlar bu beyin kadrosunun elinde yapılanmaktadır. Siyaseti takip etmeyen, siyasi çevreden uzak kalan kişiler her ne kadar kuvvetli fikirlere sahip olursa olsunlar etkin olamazlar. İnsanlara İslami fikirler kabul ettirile bilir, fakat bu fikirlerin yaşama geçme sahası siyasi ortam, filizlenme noktası ise siyasi çevredir. Açık bir ifade ile fikirlerin hayat bulması siyasete soyunmak, bu alanda etkin olmak ve siyasi çatışmayı gerekli kılar. Otorite ile ve onu besleyen siyasi çevre ile bu çatışma gerçekleşmeden topluma İslamın fikirlerini, siyasi hayat yapısını göstermek mümkün olmayacaktır. İslamî fikirlerden haberdar olmak yeterli değildir. Ümmet bu çalışmayı yapanları ancak otorite ile yapılan çatışmalar sonucu daha kolay keşfedebilir. Ancak bu şekilde fikirler arası çatışma görülebilecek, İslam fikrinin gücü ortaya çıkacak, bu yönde çalışacak kitleye güven artacak, bugün kafirlerin baskısından yeise kapılmışlık ve umutsuzluklar ortadan kalkacak, tereddütler yok olup, Müslümanlar sahip oldukları İslami fikirlerin etkinliğini yeniden görerek canlılık kazanacaklardır. Böylece hedefte netlik hasıl olacaktır.

İslamın güçlü fikri yapısı karşısında hiçbir düşünce ayakta durma imkanına sahip değildir. Bu fikir bugün siyasi ortamda hakim olmadığı halde düzenlerin o kadar acımasız tavırları ve bütün engellemelere rağmen yine de insanları etkisi altına alabilmektedir. Devletler içerisinde Müslümanların bulunduğu, kendi zihniyetlerini taşıyan partilere müsaade edip onlara her türlü imkanları sağlamalarına, ümmetle sahih parti arasına duvarlar örmelerine rağmen İslamî fikirlerin önünü kesmeye güçleri yetmemektedir. Düşünün!.. Bir de bu engellerin ortadan kalkıp, İslam ideolojisini esas almış bir partinin ümmetle kucaklaşmasını... Öylesi bir ortamda İslami fikirler yeniden hayat bulmak için ümmetin bağrında alev olup parlayacak, ümmeti bir çırpıda ayağa kaldıracaktır. Halen akidenin köklerini bünyesinde taşıyan o insanlar bu misyonla yeniden siyasi ortamda izzet bulacaklardır. Aynen Resulullah (sav) ve ashabının bu işi en güzel bir şekilde yerine getirdiği gibi.

Bugün bu gerçeği kavrayan ve kitlesel faaliyet yapanlar her nerede olurlarsa olsunlar siyasi ortama girmek ve siyasi çevrede bulunmanın yollarını aramak zorundadırlar. Bu demek değildir ki, onların taşıdığı zihniyetten kısmen bir parça kabul ederek, onların arasında yer alalım. Asla! Gerçek anlamda davayı yüklenenler ve İslamî kitlenin elemanları hiç tavizsiz bir şekilde fikri ve bu fikirlerden kaynaklanan siyasi etkiyi İslamın yüklediği yükümlülükler çerçevesinde göstermek zorundayız. Aynen Habeşistan’a hicret eden sahabeler gibi.

Bu günkü var olan yapmacık ve köksüz o siyasi çevrenin oturduğu çürük zemini, siyasi ortamlarının içerisine düştüğü acziyeti, kaos dolu yaşantıyı göstermez isek onları ve toplumu nasıl etkileye biliriz ki? Eğer İslamî fikirleri siyasi alana indirmiyor, onları etkilemeye kalkışmıyorsak etkileyen değil etkilenen konuma düşmüyor muyuz?!. Allah bu noktada bizleri ve ümmeti korusun. Çünkü onların ümmeti etkilemeye çalıştığı fikirler gayri İslamî fikirlerdir. Daha açık bir ifade ile küfür fikirleridir.

Davayı yüklenenler ve İslamî kitleler, önlerine çıkan her zorluk ve güçlüğe rağmen siyasi çevrelerde etkin olmak için son gayretlerini göstermek zorundadırlar. Şunu da biliyoruz ki, her gün korku dolu rüya gören düzenler kendi çaresizliklerini, düzenlerinin hiçbir işe yaramadığını itiraf etmelerine rağmen İslamî fikirleri ve dava elemanlarını bu çevreye yaklaştırmak istememektedirler. Her ne olursa olsun İslam bir gün onların yuvalarını yıkacaktır. Musa (as) firavunu nasıl ki, korkuttu ise, Resulullah (sav) Mekke’de nasıl müşrikleri çaresiz bıraktı ise bu günde ümmet küfür sistemlerini aynı şekilde İslamî fikirlerle tedirgin etmeye ve de çökertmeye muktedirdir. İşte bütün zorluklara rağmen küfür sistemlerini sarsan bir parti. Hizb-ut Tahrir Özbekistan, Pakistan, Türkiye, Endonezya gibi İslami beldelerde ümmeti ve siyasi çevreyi İslami fikirlerle etkileyerek yeniden İslami hayatı (Raşidi Hilafet Devletini) kurmak için yoğun çaba sarfetmektedir. Ümmeti, daveti yüklenen bu kişilerle beraber olmaya ve onlara yardım etmeye davet ediyoruz.

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûlü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe 105)

YIL 13  SAYI 148  MUHARREM 1423  NİSAN 2002

Yukarı