Alemlerin
Rabbi olan Allah’a hamd, insanların en fazla ihtiyacı olan
doğru sözü olanlara, onunla dosdoğru yaşayarak iletilmesi görevi
ile görevlendirilmiş olan kulu ve elçisi Hz. Muhammed’e
selam olsun. Hz. Muhammed (sav)’in metodunu kendine şiar
edinmiş, taviz vermeden önüne çıkan her türlü sıkıntılara
katlanan Özbekistan, Orta Asya cumhuriyetleri, Çin ve diğer
beldelerdeki kardeşlerimizin Allah sabırlarını artırsın ve
onları hediyelerin en güzeli olan cennetle mükafatlandırsın.
Bu
yolda çaba sarf edenlerin tek amaçlarının olduğunu
biliyoruz. O elçiyi kabul edenler için tek amaç; İslamı
hayata yeniden hakim kılmaktır. Gerçekten Resulün getirdiği
mesajlar ümmetin hayatında tatbiki şeklinde alınırsa ancak
o zaman diriltici, can verici bir mesaj olur. Aynı anda bugün
dünyanın içerisine düşmüş olduğu kirli düşünce ve
ellerden kurtuluşun da yolu sağlanmış olur.
İnsanın
hayatında etkili olan fikirler ancak hayata geçirildiğinde
kendini hissettirir. Aksi halde fikirler soyut bir halde
kitaplarda tozlanmış sayfalar arasında varlığını muhafaza
eder. Beyinlere ve kitaplara hapsedilmekten kurtarılan fikirler
hayata geçirildiği vakit hissedilen birer nesne haline dönüşür.
Bugün orta Asya yönetimleri şer-i hükümleri hayatlarında
hakim kılmak için çaba sarf eden Müslümanların her gün
artan isteklerini enselerinde hisseder olmuşlardır. O insanlar
fedakarlıklarını üstün noktalara çıkartmışlardır.
Onlar günümüzde ümmet üzerinde küfrün entrikaları,
baskı ve zulmüne gözünü kapayan gafil Müslümanlardan
beridirler. Yine onlar kazandıklarını saklayıp cimrilik gösteren,
kazançlarını küfür yönetimlerinin kokuşmuş emellerine
sunan şahsiyetlerden de uzaktırlar.
Evet,
ne yazık ki bunca olaylar karşısında Müslümanlar cimrilik
gösteriyorlar. Onlar hain yönetimlerin ve korkak mollaların
arkasında saf tutarak İslam için fedakarlık gösterme yerine
hain yönetimlerin varlıklarını sürdüre bilmeleri için
enerjilerini bu yönde cömertçe harcamaktan geri durmuyorlar.
İslam’a cimri olanların sayesinde oluşan bugünkü ortam
geçmişle kıyaslanamayacak kadar kötü ve çirkindir.
İlminin gereğini yerine getirmeyenler, imanlarının nurunu görmeyenler,
yabancı güçlerinde etkisi altında kalanlar Allah’ın
dinini hayata hakim kılmada birer engel olmaktan başka ne işe
yarıyorlar ki?! Bütün ihtişamı ile etrafına güzellikler
saçan İslamî hayatın kokusunu engellemeye elbette ki hiç
bir kuvvet güç yetiremeyecektir. Allah’u Teala onlar hakkında
şöyle buyuruyor:
“Allah’ın
indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değiştirenler
yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları,
ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne
kendileriyle konuşur ne de onları temize çıkarır. Orada
onlar için can yakıcı bir azap vardır.” (Bakara
174)
Yabancı
gücün, kültürün, arkasına sığınanlar onlara benzemekte
onların kötü emellerine ortak olmakla aynı karaktere sahip
olduklarını ortaya koymaktadırlar. Burada üzüldüğümüz
nokta ilim erbabının bu işlerde fütursuzca sergiledikleri
tavırlarıdır. Elbette ki zenginin fakirden farklı
sorumlulukları olduğu gibi ilim erbabının da konumu ilme
ulaşmamış (cahil) insanların durumundan farklıdır. “Hiç
bilenle bilmeyen bir olur mu?” Bu ilime teşvik olduğu gibi
ilim sahiplerinin sorumluluklarını hatırlatma ve korkutma
anlamındadır. Allah (cc) şöyle buyuruyor:
“İndirdiğimiz
açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz
hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lanet
ediciler lanet eder.” (Bakara 159)
Bir
yerde Müslümanlar bugün hayatın esiri olmuşlardır. Mal
sevgisi, hayat sevgisi, kadın ve çocuk sevgisi, ziyana uğramasından
korktukları malları, içerisinde bulundukları rahatlıkları
ve kaybetmekten korktukları makam ve mevkilerin tesiri altında
dünya hayatını bırakmazcasına dört elle sarılmış
vaziyettedirler. Bunlar İslamı hayata hakim kılmada, şer-i hükümleri
nefislerine yerleştirmede cesareti kırıcı etkenlerdir.
Bundan dolayı Allah (cc) ebedi saadeti kullarının sevdikleri
şeylerden fedakarlık yapmalarına göre takdir etmektedir.
Yüce kitabında şöyle buyurdu:
“Mallarını
gece gündüz, gizli ve açık hayra sarfedenler var ya,
onların mükafatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur,
üzüntü de çekmezler.” (Bakara 274)
İnsanlardan
gelecek mükafatın zayıf temellere dayandığı, Allah’tan
gelecek mükafatın ise insanı dünya ve ahirette saadete ulaştıracağı
aşikar iken ümmetin gözü ve kulağı olan alimler ve bilir
kişilere ne oluyor da sorumluluklarını hatırlamak
istemiyorlar?!..
Müslümanların
başlarında bulunan küfür sistemlerinin ümmet üzerinde
oynadığı oyunlara öncülük ediyorlar. Şûra toplantıları
adı altında, hain yönetimlerin istekleri doğrultusunda,
görüşler ve fetvalar beyan ederek Allah’tan korkmadan
İslam’a, Müslümanlara saldırıyorlar. İslam’ın yönetimle
ilgili hükümlerini, kafirler ve yahudiler hakkındaki ayetleri
bile bile gizliyorlar. Halbuki değerinizin büyüklüğü
sorumluluğunuzun büyüklüğüne eşdeğerdir. Yani bu günkü
hain yönetimlere karşı gösterdiğiniz sorumluluk sizi, hem
Allah indinde hem de insanların nezdinde küçültüp cüceleştiriyor.
Bu günkü konumunuz Hz. Muhammed’i (sav) tanıyıp bildikleri
halde hakkı toplumlardan gizleyen yahudi alimlerine ne kadar da
benziyor. (Allah muhafaza...)
Allah’ın
azabıyla korkutulup rahmetiyle müjdelenmeye bugün her insanın,
özelde Müslüman’ın mutlak şekilde ihtiyacı bulunmakta.
Sizler (alimler ve bilir kişiler) korkuya bürünüp, basit
şeylerden etkilenir, şeytanın adımlarına ayak uydurursanız
bu ümmetin hali nice olur?...
Kafirlerin,
hain yöneticilerin bugün ümmet üzerinde bu kadar rahat
hareket etmelerinde, sizlerin Allah’a dayanıp bunların
hilelerini açıklamadığınızın etkinliği yok mudur?!
Sizler İslam adına gerekli fedakarlığı gösterse idiniz
ümmet bir çok oyunları sağlıklı görme imkanına sahip
olacak, bulunduğu bu noktadan çok çabuk çıkacaktı. Sizler
dünyada edindiğiniz çürük koltukları ne de sağlam görüyorsunuz!
Oysa ki, Cennetin üst makamları, altından ırmaklar akan
tahtlara layık olmak o çürük geçici koltuklarınızdan kat
kat üstündür.
Şu
bir gerçek ki, İslam amelsiz fikre asla razı değildir.
Gayesiz fikir, amelde boş bir oyalanmadır. Bilmek bir şeyi
halletmediği gibi amele dönüşmediği müddetçe de kişinin
üzerinde bir yük olmaktan öte gitmez. İslam ümmeti varlığını
ancak amelleriyle hissettirebilir. Bunun içinde Müslüman’ın,
ulaşmak zorunda olduğu hedefi ile o hedefe ulaşma yollarını
doğruluğundan şüphe etmediği kaynakları inceleyerek alması
kaçınılmazdır. “Şartlar değişmiş, dünya globalleşmiş
bundan dolayı da Müslüman bir kadının kafirlerle
evlenmesinde bir mahzur yoktur.” diyen devlet
mollalarını, “siyasetimiz gereği Amerika ve yahudilerle
birlikte hareket etmemiz gerekir.” diyen siyasetçilerin
zihniyetlerini tanımak, tanıtmak, değerlendirmek ve
İslamın hükümleriyle karşılarına çıkmak zarurettir ve
de Müslüman’ın ulvi görevidir. Daha açık bir ifade ile Müslüman
şartlar ve zorlukların tesiri altında kalmadan, Müslüman
kimliği ile sosyal olayları değerlendirip İslami fikirleri
vakıanın üzerine hakim kılmalıdır. Bu ise fikrin ameli sahaya
inmesi demektir, fikrin küfür sistemleriyle çarpışmasıdır,
İslam için cömertliğin gösterilmesidir. Dönüşümüz
Allah’adır. O her şeyi gören, her şeyi bilendir. O gün (kıyamet
günü) kimin nerede, nasıl hayatını ikame ettiğini gözler
önüne serecektir.
Allah’ım,
O günün şiddetinden sana sığınırız!..
|