“İman edip salih ameller işleyenlere gelince,
halkın en hayırlısı da onlardır.” (Beyyine
7)
İslam bir hayat nizamıdır. Hilafetin
kaldırılması ile İslam hayat nizamı olmaktan uzaklaştırılmış,
insanlarda sadece soyut, hayatta tesiri olmayan bilgiler ve
kırıntıları kalmıştır. Günümüz Müslümanları
hayatlarında İslam’ı hakim kılmak gibi bir amale yönelmediklerinden
bu konumda (soyut İslami bilgilere sahip olmaktan) uzak
değillerdir. Hayatlarını başka nizamların tanzimine terk
etmişler veyahut bulundukları konuma sessiz kalıyorlar.
Müslümanlar hayatlarını küfür
sistemlerinden gelen düşünce doğrultusunda düzenlemeleri
haram olan bir iştir. Aslında Müslümanlar üzerinde var olan
durum, hal ve hareketlerini İslam’a göre düzenleme
zorunluluğunun bulunmasıdır. İslam bu hususta
davranışların kontrol altına alınabilmesi için hayatın
her alanında düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemelere
bilgi edinme, eğitim, bir şeylere vakıf olma noktasında
değerlendirilerek ele alınma gibi bir bakış açısı
yanlış bir kavrayış olur. İslam’ın asli özelliği
pratik hayata hitap ediyor olmasıdır. Eğer İslam fikirleri
hayattan kopuk bir şekilde ele alınırsa tarihi ve coğrafi
bilgiler şeklinde bir yaklaşıma sebebiyet verebilir. Bu gün
gelinen noktada Müslümanların İslam’a yaklaşımları ne
yazık ki bilgilenme şeklinde kendini gösteriyor olmasıdır.
Bir çoklarının zihninde teorik olarak İslami bilgiler mevcut
olduğu bir gerçektir. Bu, ne o kişinin kendisini kurtarmasına
,ne de başkalarına yönelik aktiviteyi oluşturmaya yol açar.
Bundan dolayı amelsiz bir İslam’dan söz edilemez. Bu gün
İslami hayatın yaşanmamasının ana dayanağı budur.
İslamın hayata dönmesi, Müslümanların
hayatlarında etkin olması elbette ki mucizevi bir olay
değildir. Bu iş için gerekli olan proje ve plan Allah tarafından
Resulü yolu ile bütün detaylarına kadar çizilmiş ve de gösterilmiştir.
Bu gün Resulullahın hayatta olmaması bu işin bir daha
yapılmayacağı anlamına da gelmez. Allah’ın Resulü bu
proje ve planı kendisinden sonra hayata geçirmekle mükellef kıldığı
insanların vasıflarını da açıklamıştır. Burada bir
sınıf ayırmaksızın İslami mükellefiyetlerin her
Müslüman üzerine farz olduğunu da bildirmek gerekir. Bununla
beraber sorumluluk noktasında ilme vakıf olanların
mesuliyetlerinin daha ağır olduğunu ifade etmek gerekir.
Resulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyurdu:
“Alimler peygamberlerin varisidirler.”
(Ebu Davut; İlim 1)
Bu gösteriyor ki, alimlere, ilim ehline
büyük yükümlülükler düşmektedir. Onlar ümmetin önünde
birer lokomotif konumundadırlar. Ne yazık ki ilim ehlini bu gün
üç zafiyet içerisinde görüyoruz:
1- İslam’ı kendi menfaatleri doğrultusunda
kullanarak dünyalık elde etme meşguliyeti: Uzun yıllar
emek sarf ederek elde ettikleri ilimlerini dünyalık meta
amacıyla kullanmak bir çok ilim ehlinin asli görevi arasına
girmiştir. Hatta bu noktada Rönesans öncesi ve şu an Vatikan
Hıristiyanların konumu gibi bir durum hasıl olmuştur. İlim
ehli kendilerine tahsis edilen kurumlar yolu ile zengin olmanın,
din adına ümmeti sömürme hususunda çok hırslı davranmaktadırlar.
Resulullah (sav) bu hususta şöyle buyurdu:
“Ahir zamanda, dinle dünyayı talep eden
insanlar zuhur edecek.” (Tirmizi, Zühd 60)
Bu insanlar bütün cömertliklerini dünya
için sarf ederler, hayatta hangi nizam işlerse işlesin onlar
için tek hedef dünyalık yığmaktır. Bunun için ilim
ehlinin İslami hayat yönünde etkisini ne yazık ki göremiyoruz.
İslam memleketlerinde din adına oluşturulan
kurumlara, vakıflara, binalara, iş yerlerine, organizasyonlara
yoğun bir şekilde ağırlık verildiği gözlerden
kaçmamaktadır. Bütün bunlar din adına olurken Allah’ın
dinini ikame, hayatta yeniden tatbik edilme noktasında hiçbir
atılım yapılmadığı gibi İslam’ın hayata hakim olması
için yapılan çalışmalara engel olarak, ümmetin İslam’a
karşı gösterdikleri sadakatlarının yönü değiştirilip
başka zeminlere aktarılmaktadır. Bunun yanında ilim ehli
cimri olunca ümmette ilim ehlinin tavırlarından etkilenerek büyük
fedakarlıklardan kaçınmaktadır.
2- İlimlerini gösteriş için kullanırlar:
Toplumun içerisinde bir çok ilim ehli görürsünüz ki
onlar hevalarını putlaştırmışlardır. Öyle ki; insanların
içerisinde kibirlenerek, ilimleriyle öğünerek dolaşırlar.
Bu insanlar ilimlerini hayata geçirme noktasında cimri
oldukları gibi başkalarının kendindeki ilme sahip olmasını
da asla arzulamazlar. Bunlar, toplumda kendilerine sürekli değer
verilsin, dikkatler daima üzerlerinde olsun isterler.
Bu gün şahsi ihtirasları nedeniyle ümmeti
küçümseyen, onlara değer vermeyen ilim ehli toplumun en
tehlikeli insanları konumundadır. Elde ettikleri diplomaları,
fıkıh ilmi, hadis ilmi, tefsir ilmi, güzel sesli hafızlıkları
ile topluma yukarıdan bakan binlerce insan vardır. Kendi konumlarının
alimlik, ümmeti de sürekli saygı gösteren, el bağlayan, hürmet
gösteren, tabi görüp sınıfçılık oluştururlar. Ümmetle
aralarında bu şekilde derin uçurumlar meydana gelir. İşte
bu, gerçek manada alimliğin ölüşü, sınıfsal bir zümrenin
doğuşu demektir. Bu, ümmetin İslam’a olan yönelişini
zayıflatır, seviyeyi düşürür, gerçek manada müçtehit ve
ilim ehline karşı olan güveni sarsar. Ayrıca bunların
ilimleri topluma etki etmediği gibi ilimleri boğazlarından
aşağı geçmez. Allah’ın Resulü bu gibi kişiler hakkında
şöyle buyuruyor:
“Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara
yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksatlarla
ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar.” (Tirmizi
ilim 6)
Bunların İslâmı hayata geçirmek için
fedakar olmadıkları için ilimleri ile hayatla ilişki kurmada
gerekli hassasiyeti göstermeyerek ilimlerinde aşırı cimri,
heva ve hevesine tabi olmuş, kendini beğenir bir hayat
yaşadıklarını görürsünüz. Koltuklarına, köşe
minderlerine ve makamlarına yapışmış bu insanlar ruhani din
adamları sınıfını oluşturmakla İslami hayatın önünde
en büyük çakıl taşlarıdırlar.
3- Doğruları yanlış gösterme hasleti: İslam
ümmeti bu gün iki çetin çatışmanın içerisindedir.
Birincisi; doğruları görme, ikincisi; doğrulardan saptırılmadır.
Ümmet bu gün doğrulara muhtaçtır ve bu doğruları ümmete
ulaştıracak ilim ehline ihtiyacı vardır. İslam ümmeti
daima doğruya tabi olmuştur ve de bu vasıf onlarda mevcuttur.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Mü’min, sonu cennet
oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacaktır.”
(Tirmizi; İlim 19)
Ne yazık ki; ümmetin önüne düşen ilim
ehlinin büyük bir kesimi ümmetin bu duyguları ile alay
edercesine oynamaktadırlar. Onlar İslamın hükümlerini saptırmak
gibi büyük bir cahiliyenin içerisine düşmüşlerdir. Düzenden
korkma, düzenin verdiği imkanlardan son derece yararlanma,
elde ettiği imkanlarla rahat bir hayat arzulama istekleri
onları İslamı saptırmaya yöneltmiştir. Yönetimlerin
önlerine koyduğu bir avuç dünyalık için, hain idarecilerin
isteği doğrultusunda İslam ümmetinin yönünü başka kesimlere
yönelterek onları ya yanıltıyorlar veyahut ta oyalama
taktiği güdüyorlar. Bu gün ümmet bu tip kişilere itimat
ettiklerinden dolayı küfür düzenlerine hoş görülü yaklaşır
olmuştur. Ümmet, asli vazifesi olan İslami hayatı ikame etme
düşüncesinden uzaklaşmış, dünya ve ahiret işleri diye
işlerini iki kısma ayırmış, yönetimin mollalarınca
akıtılan zehirlerle mistik bir hayata bürünmüşlerdir.
Devlet mollaları ve şuursuz ilim ehli günü birlik fetvalarla
ümmeti doğru yoldan saptırma yönünde cehtlerini göstererek
bütün cömertliklerini sunarken, Allah’ın üzerlerine olan
lanetini ve azabını unutmuş gözüküyorlar. Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık
gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün
lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)
“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor
ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Al-i İmran
71)
“De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp
bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye
yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz?
Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Al-i
İmran 99)
Günümüzde İslam ümmeti gereğinden fazla
ilim ehlinin ışığına muhtaçtır. Çünkü kafirler ve hain
idareler bütün güçleri ile ümmetin üzerine çullanmışlardır.
Bu noktada ümmeti yönlendirecek, sabrı tavsiye edecek olan
ilim ehli ise tam tersine ümmeti yalnız bırakmıştır. Bildiklerini
saklayarak ümmeti uyarmaktan, onları küfrün zulmünden
kurtarıcı reçeteleri sunmaktan kaçar olmuşlardır. Bu
halleri onları ateşten kurtarıcı değildir.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu
ketmedip söylemezse (kıyamette) ateşten bir gem ile gemlenir.”
(Tirmizi; İlim 9)
Hüccetu’l-İslam der ki: Hz. Muaz (ra)’dan
rivayete göre şöyle demiştir:
“Ülemadan bazıları vardır, ilmini
saklar, bu ilmin başkasında olmasını da sevmez. İşte böyleleri
cehennemin en dibinde yer alacaktır.” (Küt. Sit. C.7 s.
310)
İlim ehli, korkaklıklarını üzerlerinden
atıp ümmetle bütünleşmenin zamanının geldiğini artık göstermelidirler.
Fedakarlıklarını İslam ümmetinin önüne düşerek, Allah’ın
dinini yeryüzünde yeniden hakim kılmak için kullanmak
üzerlerine farzdır. Sahabe ilmi talep ederken aynı anda onu
hayata hakim kılmak içinde bir çaba sarf ediyordu. Onlar bu
hususta gösterdikleri fedakarlıklarından dolayı en büyük
mükafatlarla müjdelenmişlerdir.
Fedakarlık; yüce değerler için her şeyi
(mal, aile, çocuk sevgisini) aşarak hayatını hiçe sayıp o
değer uğruna kişinin kendisini feda etmesidir. Bu,
cömertlikte sınır tanımama anlamına gelir. Müminin asıl
hasletlerindendir. Bunu sahabenin bir olayı ile örneklendirmek
istiyoruz:
Zübeyr b. el-Avvam şöyle anlatıyor: “Resulullah
(sav)’den sonra Mekke’de Kur’an ile ilk haykıran Abdullah
b. Mes’ud oldu. Bir gün Resulullah (sav)’in ashabı
toplanarak şöyle dediler: Kureyş bu güne kadar bu Kur-an’ı
açıktan hiç duymamıştır. Ona kim duyurur? Abdullah b. Mes’ud;
ben duyururum, dedi. Bunun üzerine ashab; korkarız ki onlar
sana kötülük yaparlar. Biz onların kendisine herhangi bir kötülük
yapmak istediklerinde onlardan korunabilecek güçlü birini
istiyoruz, dediler. Fakat Abdullah b. Mes’ud aldırış
etmeyip; bırakın, Allah beni korur! dedi.”
Daha sonra Abdullah b. Mes’ud, Kabe’ye
giderek Rahman suresini müşriklere karşına okumaya
başladı. Müşrikler ona saldırdılar. Fakat o vücudundan
yaralar almasına rağmen okumasına devam etti. Bu olayda geçen
şu iki cümle ilmiyle amel etmeyen ilim erbabının nazarı dikkatini
çekeceğini umuyoruz:
İlki müşriklerin;
“İşte biz bundan
korkuyorduk” sözü.
İkincisi Abdullah b. Mes’ud;
"Hayır, Allah’ın düşmanını önceden
hiç bu kadar güçsüz ve basit görmedim. Dilerseniz yarında
aynı şeyi yaparım." demesidir. İlim ehli bu olaydan
ibret almalıdır. Fedakarlığın örnekleri sahabenin hayatında
ve sonrasında tabiin dönemlerinde sayılamayacak kadar
çoktur. Fakat bu gün ilim ehli ve de ümmette bu gibi fedakarlıkları
görmekte zorlanıyoruz. Şu bulunduğumuz ortamda fedakar ilim
ehli ve ümmeti arıyoruz. Kendimizi basit cennet kazanma
anlayışına hapsetmek istemiyoruz. Elbette bu işlerin zorluk
yönü vardır. Kolay veya zor yönünde de olsa ilim ehlinin
İslam için fedakar bir tavır sergilediğine ümmetin hasret
gittiğini belirtmek istiyoruz.
İlim ancak Allah rızası için talep
edilir. Bu ise amelle iç içedir. İlmi elde edip ameli sahadan
uzak durmak ilim ehline yakışan bir hal olamaz. İlim ehli
fedakarlık hususunda bir imtihanla karşı karşıyadır.
Ümmetin önüne düşüp sorumluluklarını yerine getirmede
eğer kendine hayır ve şerden isabet edecek şeyi
değiştiremeyeceğini, hayır ve şerden kaçacak olan şeyi de
yakalayamayacağını, insanların Allah’ın yazmadığı bir
zararı kendisine vermek için bir araya gelseler dahi bu zararı
yapmaya muktedir olamayacaklarını bilmesi sarsılmaz bir
şekilde akidevi olarak yerleşirse fedakar ve cesur bir kişi
olarak ümmete öncülük edecek, düzenlerin dalkavukluğundan
kurtulacak, şerefli bir hayata adım atmış olacaktır. Düzenlerin
çürük temellerini ümmetle beraber sarsacaktır. İlim
ehlinde böylesi bir imkan her zaman mevcuttur. Bu noktada ilim
ehli dünya refahı ve rahatından feragat etmelidir. Bu dünya
hayatında daimi refah ve mutluluk söz konusu değildir. Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden,
sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini
mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan
öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah,
doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya
koyacaktır.” (Ankebût 2-3)
İslami hayatın yaşanmadığı şu ortamda,
İslam’a karşı cimriliğin artıp dünya hayatına karşı cömertliğin
yaygınlaştığı günümüzde ilim ehli ümmetle kaynaşarak
bu durumdan kurtarmak için kolları sıvamalıdırlar. Her tür
zorluk karşılarına çıksa da bu onların en ulvi görevleridir.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Halk arasına girip de eziyetlerine sabreden
mü’minin sevabı, halk arasına girmeyen ve onların
eziyetlerine sabretmeyen mü’minin sevabından daha fazladır.”
(İbni Mace; Fiten )
Bu ümmet İslam ümmeti olmaktan çıkmış
değildir. Fakat dejenere edilmiştir. Bunların aydın bir
geleceğe kavuşturulması Allah’a gönül vermiş, şer-i hükümleri
hayatta hakim kılmak için fedakar ilim ehlinin yeni bir çığır
açmasıyla mümkündür.
Bu gün ümmet sizin kapınızı çalıyor,
onları aldatarak sırtüstü bırakmaktan Allah’a
sığının.
Daha açık bir ifade ile ilim ehli olarak
İslam ümmeti üzerinde hayati tarzda etkinliğiniz büyük
tesiriniz bulunmaktadır. Düzenlerin üzerinizdeki baskısı ve
sundukları dünyalıklar sizleri aldatmasın. Doğacak olan
sıkıntılar da gözünüzü korkutmasın.
Son günlerde yaşanan Amerikanın, İsrail’in
baskıları, vurdukları darbeler, İslam davasını yüklenenlerin
üzerinde hain yönetimlerin işkence, hapis, göçe zorlama,
takip etme, işlerinden atılma, öldürme gibi bir takım
sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı malumdur.
Zamanımızın firavunlarına karşı direnen, zorluklar
karşısında sabredip hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bu
kardeşlerimize Allah’tan onlara mağfiret, sevap ve rahmet
diler bizi onlarla Allah’ın rahmeti gölgesi altında
toplamasını niyaz ederiz.
“Allah, kendisine (kendi dinine) yardım
edenlere muhakkak surette yardım eder.” (Hac 40)
|