Ana Sayfa YIL 13   SAYI 151   R.AHİR 1423   TEMMUZ 2002 E-Mail

İSLAMÎ HAYATA YÖNELİŞ FEDAKARLIK İSTER

Ahmet SEYFULİSLAM

“İman edip salih ameller işleyenlere gelince, halkın en hayırlısı da onlardır.” (Beyyine 7)

İslam bir hayat nizamıdır. Hilafetin kaldırılması ile İslam hayat nizamı olmaktan uzaklaştırılmış, insanlarda sadece soyut, hayatta tesiri olmayan bilgiler ve kırıntıları kalmıştır. Günümüz Müslümanları hayatlarında İslam’ı hakim kılmak gibi bir amale yönelmediklerinden bu konumda (soyut İslami bilgilere sahip olmaktan) uzak değillerdir. Hayatlarını başka nizamların tanzimine terk etmişler veyahut bulundukları konuma sessiz kalıyorlar.

Müslümanlar hayatlarını küfür sistemlerinden gelen düşünce doğrultusunda düzenlemeleri haram olan bir iştir. Aslında Müslümanlar üzerinde var olan durum, hal ve hareketlerini İslam’a göre düzenleme zorunluluğunun bulunmasıdır. İslam bu hususta davranışların kontrol altına alınabilmesi için hayatın her alanında düzenlemeler getirmiştir. Bu düzenlemelere bilgi edinme, eğitim, bir şeylere vakıf olma noktasında değerlendirilerek ele alınma gibi bir bakış açısı yanlış bir kavrayış olur. İslam’ın asli özelliği pratik hayata hitap ediyor olmasıdır. Eğer İslam fikirleri hayattan kopuk bir şekilde ele alınırsa tarihi ve coğrafi bilgiler şeklinde bir yaklaşıma sebebiyet verebilir. Bu gün gelinen noktada Müslümanların İslam’a yaklaşımları ne yazık ki bilgilenme şeklinde kendini gösteriyor olmasıdır. Bir çoklarının zihninde teorik olarak İslami bilgiler mevcut olduğu bir gerçektir. Bu, ne o kişinin kendisini kurtarmasına ,ne de başkalarına yönelik aktiviteyi oluşturmaya yol açar. Bundan dolayı amelsiz bir İslam’dan söz edilemez. Bu gün İslami hayatın yaşanmamasının ana dayanağı budur.

İslamın hayata dönmesi, Müslümanların hayatlarında etkin olması elbette ki mucizevi bir olay değildir. Bu iş için gerekli olan proje ve plan Allah tarafından Resulü yolu ile bütün detaylarına kadar çizilmiş ve de gösterilmiştir. Bu gün Resulullahın hayatta olmaması bu işin bir daha yapılmayacağı anlamına da gelmez. Allah’ın Resulü bu proje ve planı kendisinden sonra hayata geçirmekle mükellef kıldığı insanların vasıflarını da açıklamıştır. Burada bir sınıf ayırmaksızın İslami mükellefiyetlerin her Müslüman üzerine farz olduğunu da bildirmek gerekir. Bununla beraber sorumluluk noktasında ilme vakıf olanların mesuliyetlerinin daha ağır olduğunu ifade etmek gerekir. Resulullah (sav) bir hadisinde şöyle buyurdu:

“Alimler peygamberlerin varisidirler.” (Ebu Davut; İlim 1)

Bu gösteriyor ki, alimlere, ilim ehline büyük yükümlülükler düşmektedir. Onlar ümmetin önünde birer lokomotif konumundadırlar. Ne yazık ki ilim ehlini bu gün üç zafiyet içerisinde görüyoruz:

1- İslam’ı kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak dünyalık elde etme meşguliyeti: Uzun yıllar emek sarf ederek elde ettikleri ilimlerini dünyalık meta amacıyla kullanmak bir çok ilim ehlinin asli görevi arasına girmiştir. Hatta bu noktada Rönesans öncesi ve şu an Vatikan Hıristiyanların konumu gibi bir durum hasıl olmuştur. İlim ehli kendilerine tahsis edilen kurumlar yolu ile zengin olmanın, din adına ümmeti sömürme hususunda çok hırslı davranmaktadırlar. Resulullah (sav) bu hususta şöyle buyurdu:

“Ahir zamanda, dinle dünyayı talep eden insanlar zuhur edecek.” (Tirmizi, Zühd 60)

Bu insanlar bütün cömertliklerini dünya için sarf ederler, hayatta hangi nizam işlerse işlesin onlar için tek hedef dünyalık yığmaktır. Bunun için ilim ehlinin İslami hayat yönünde etkisini ne yazık ki göremiyoruz.

İslam memleketlerinde din adına oluşturulan kurumlara, vakıflara, binalara, iş yerlerine, organizasyonlara yoğun bir şekilde ağırlık verildiği gözlerden kaçmamaktadır. Bütün bunlar din adına olurken Allah’ın dinini ikame, hayatta yeniden tatbik edilme noktasında hiçbir atılım yapılmadığı gibi İslam’ın hayata hakim olması için yapılan çalışmalara engel olarak, ümmetin İslam’a karşı gösterdikleri sadakatlarının yönü değiştirilip başka zeminlere aktarılmaktadır. Bunun yanında ilim ehli cimri olunca ümmette ilim ehlinin tavırlarından etkilenerek büyük fedakarlıklardan kaçınmaktadır.

2- İlimlerini gösteriş için kullanırlar: Toplumun içerisinde bir çok ilim ehli görürsünüz ki onlar hevalarını putlaştırmışlardır. Öyle ki; insanların içerisinde kibirlenerek, ilimleriyle öğünerek dolaşırlar. Bu insanlar ilimlerini hayata geçirme noktasında cimri oldukları gibi başkalarının kendindeki ilme sahip olmasını da asla arzulamazlar. Bunlar, toplumda kendilerine sürekli değer verilsin, dikkatler daima üzerlerinde olsun isterler.

Bu gün şahsi ihtirasları nedeniyle ümmeti küçümseyen, onlara değer vermeyen ilim ehli toplumun en tehlikeli insanları konumundadır. Elde ettikleri diplomaları, fıkıh ilmi, hadis ilmi, tefsir ilmi, güzel sesli hafızlıkları ile topluma yukarıdan bakan binlerce insan vardır. Kendi konumlarının alimlik, ümmeti de sürekli saygı gösteren, el bağlayan, hürmet gösteren, tabi görüp sınıfçılık oluştururlar. Ümmetle aralarında bu şekilde derin uçurumlar meydana gelir. İşte bu, gerçek manada alimliğin ölüşü, sınıfsal bir zümrenin doğuşu demektir. Bu, ümmetin İslam’a olan yönelişini zayıflatır, seviyeyi düşürür, gerçek manada müçtehit ve ilim ehline karşı olan güveni sarsar. Ayrıca bunların ilimleri topluma etki etmediği gibi ilimleri boğazlarından aşağı geçmez. Allah’ın Resulü bu gibi kişiler hakkında şöyle buyuruyor:

“Kim alim geçinmek, sefihlerle münazara yapmak ve halkın dikkatlerini kendine çekmek gibi maksatlarla ilim öğrenirse Allah o kimseyi cehenneme atar.” (Tirmizi ilim 6)

Bunların İslâmı hayata geçirmek için fedakar olmadıkları için ilimleri ile hayatla ilişki kurmada gerekli hassasiyeti göstermeyerek ilimlerinde aşırı cimri, heva ve hevesine tabi olmuş, kendini beğenir bir hayat yaşadıklarını görürsünüz. Koltuklarına, köşe minderlerine ve makamlarına yapışmış bu insanlar ruhani din adamları sınıfını oluşturmakla İslami hayatın önünde en büyük çakıl taşlarıdırlar.

3- Doğruları yanlış gösterme hasleti: İslam ümmeti bu gün iki çetin çatışmanın içerisindedir. Birincisi; doğruları görme, ikincisi; doğrulardan saptırılmadır. Ümmet bu gün doğrulara muhtaçtır ve bu doğruları ümmete ulaştıracak ilim ehline ihtiyacı vardır. İslam ümmeti daima doğruya tabi olmuştur ve de bu vasıf onlarda mevcuttur. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Mü’min, sonu cennet oluncaya kadar hayır işitmekten asla doymayacaktır.” (Tirmizi; İlim 19)

Ne yazık ki; ümmetin önüne düşen ilim ehlinin büyük bir kesimi ümmetin bu duyguları ile alay edercesine oynamaktadırlar. Onlar İslamın hükümlerini saptırmak gibi büyük bir cahiliyenin içerisine düşmüşlerdir. Düzenden korkma, düzenin verdiği imkanlardan son derece yararlanma, elde ettiği imkanlarla rahat bir hayat arzulama istekleri onları İslamı saptırmaya yöneltmiştir. Yönetimlerin önlerine koyduğu bir avuç dünyalık için, hain idarecilerin isteği doğrultusunda İslam ümmetinin yönünü başka kesimlere yönelterek onları ya yanıltıyorlar veyahut ta oyalama taktiği güdüyorlar. Bu gün ümmet bu tip kişilere itimat ettiklerinden dolayı küfür düzenlerine hoş görülü yaklaşır olmuştur. Ümmet, asli vazifesi olan İslami hayatı ikame etme düşüncesinden uzaklaşmış, dünya ve ahiret işleri diye işlerini iki kısma ayırmış, yönetimin mollalarınca akıtılan zehirlerle mistik bir hayata bürünmüşlerdir. Devlet mollaları ve şuursuz ilim ehli günü birlik fetvalarla ümmeti doğru yoldan saptırma yönünde cehtlerini göstererek bütün cömertliklerini sunarken, Allah’ın üzerlerine olan lanetini ve azabını unutmuş gözüküyorlar. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet ediciler lânet eder.” (Bakara 159)

“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” (Al-i İmran 71)

“De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.” (Al-i İmran 99)

Günümüzde İslam ümmeti gereğinden fazla ilim ehlinin ışığına muhtaçtır. Çünkü kafirler ve hain idareler bütün güçleri ile ümmetin üzerine çullanmışlardır. Bu noktada ümmeti yönlendirecek, sabrı tavsiye edecek olan ilim ehli ise tam tersine ümmeti yalnız bırakmıştır. Bildiklerini saklayarak ümmeti uyarmaktan, onları küfrün zulmünden kurtarıcı reçeteleri sunmaktan kaçar olmuşlardır. Bu halleri onları ateşten kurtarıcı değildir.

Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Kim, bir ilimden sorulur, o da bunu ketmedip söylemezse (kıyamette) ateşten bir gem ile gemlenir.” (Tirmizi; İlim 9)

Hüccetu’l-İslam der ki: Hz. Muaz (ra)’dan rivayete göre şöyle demiştir:

“Ülemadan bazıları vardır, ilmini saklar, bu ilmin başkasında olmasını da sevmez. İşte böyleleri cehennemin en dibinde yer alacaktır.” (Küt. Sit. C.7 s. 310)

İlim ehli, korkaklıklarını üzerlerinden atıp ümmetle bütünleşmenin zamanının geldiğini artık göstermelidirler. Fedakarlıklarını İslam ümmetinin önüne düşerek, Allah’ın dinini yeryüzünde yeniden hakim kılmak için kullanmak üzerlerine farzdır. Sahabe ilmi talep ederken aynı anda onu hayata hakim kılmak içinde bir çaba sarf ediyordu. Onlar bu hususta gösterdikleri fedakarlıklarından dolayı en büyük mükafatlarla müjdelenmişlerdir.

Fedakarlık; yüce değerler için her şeyi (mal, aile, çocuk sevgisini) aşarak hayatını hiçe sayıp o değer uğruna kişinin kendisini feda etmesidir. Bu, cömertlikte sınır tanımama anlamına gelir. Müminin asıl hasletlerindendir. Bunu sahabenin bir olayı ile örneklendirmek istiyoruz:

Zübeyr b. el-Avvam şöyle anlatıyor: “Resulullah (sav)’den sonra Mekke’de Kur’an ile ilk haykıran Abdullah b. Mes’ud oldu. Bir gün Resulullah (sav)’in ashabı toplanarak şöyle dediler: Kureyş bu güne kadar bu Kur-an’ı açıktan hiç duymamıştır. Ona kim duyurur? Abdullah b. Mes’ud; ben duyururum, dedi. Bunun üzerine ashab; korkarız ki onlar sana kötülük yaparlar. Biz onların kendisine herhangi bir kötülük yapmak istediklerinde onlardan korunabilecek güçlü birini istiyoruz, dediler. Fakat Abdullah b. Mes’ud aldırış etmeyip; bırakın, Allah beni korur! dedi.”

Daha sonra Abdullah b. Mes’ud, Kabe’ye giderek Rahman suresini müşriklere karşına okumaya başladı. Müşrikler ona saldırdılar. Fakat o vücudundan yaralar almasına rağmen okumasına devam etti. Bu olayda geçen şu iki cümle ilmiyle amel etmeyen ilim erbabının nazarı dikkatini çekeceğini umuyoruz:

İlki müşriklerin; İşte biz bundan korkuyorduk” sözü.

İkincisi Abdullah b. Mes’ud; "Hayır, Allah’ın düşmanını önceden hiç bu kadar güçsüz ve basit görmedim. Dilerseniz yarında aynı şeyi yaparım." demesidir. İlim ehli bu olaydan ibret almalıdır. Fedakarlığın örnekleri sahabenin hayatında ve sonrasında tabiin dönemlerinde sayılamayacak kadar çoktur. Fakat bu gün ilim ehli ve de ümmette bu gibi fedakarlıkları görmekte zorlanıyoruz. Şu bulunduğumuz ortamda fedakar ilim ehli ve ümmeti arıyoruz. Kendimizi basit cennet kazanma anlayışına hapsetmek istemiyoruz. Elbette bu işlerin zorluk yönü vardır. Kolay veya zor yönünde de olsa ilim ehlinin İslam için fedakar bir tavır sergilediğine ümmetin hasret gittiğini belirtmek istiyoruz.

İlim ancak Allah rızası için talep edilir. Bu ise amelle iç içedir. İlmi elde edip ameli sahadan uzak durmak ilim ehline yakışan bir hal olamaz. İlim ehli fedakarlık hususunda bir imtihanla karşı karşıyadır. Ümmetin önüne düşüp sorumluluklarını yerine getirmede eğer kendine hayır ve şerden isabet edecek şeyi değiştiremeyeceğini, hayır ve şerden kaçacak olan şeyi de yakalayamayacağını, insanların Allah’ın yazmadığı bir zararı kendisine vermek için bir araya gelseler dahi bu zararı yapmaya muktedir olamayacaklarını bilmesi sarsılmaz bir şekilde akidevi olarak yerleşirse fedakar ve cesur bir kişi olarak ümmete öncülük edecek, düzenlerin dalkavukluğundan kurtulacak, şerefli bir hayata adım atmış olacaktır. Düzenlerin çürük temellerini ümmetle beraber sarsacaktır. İlim ehlinde böylesi bir imkan her zaman mevcuttur. Bu noktada ilim ehli dünya refahı ve rahatından feragat etmelidir. Bu dünya hayatında daimi refah ve mutluluk söz konusu değildir. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebût 2-3)

İslami hayatın yaşanmadığı şu ortamda, İslam’a karşı cimriliğin artıp dünya hayatına karşı cömertliğin yaygınlaştığı günümüzde ilim ehli ümmetle kaynaşarak bu durumdan kurtarmak için kolları sıvamalıdırlar. Her tür zorluk karşılarına çıksa da bu onların en ulvi görevleridir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Halk arasına girip de eziyetlerine sabreden mü’minin sevabı, halk arasına girmeyen ve onların eziyetlerine sabretmeyen mü’minin sevabından daha fazladır.” (İbni Mace; Fiten )

Bu ümmet İslam ümmeti olmaktan çıkmış değildir. Fakat dejenere edilmiştir. Bunların aydın bir geleceğe kavuşturulması Allah’a gönül vermiş, şer-i hükümleri hayatta hakim kılmak için fedakar ilim ehlinin yeni bir çığır açmasıyla mümkündür.

Bu gün ümmet sizin kapınızı çalıyor, onları aldatarak sırtüstü bırakmaktan Allah’a sığının.

Daha açık bir ifade ile ilim ehli olarak İslam ümmeti üzerinde hayati tarzda etkinliğiniz büyük tesiriniz bulunmaktadır. Düzenlerin üzerinizdeki baskısı ve sundukları dünyalıklar sizleri aldatmasın. Doğacak olan sıkıntılar da gözünüzü korkutmasın.

Son günlerde yaşanan Amerikanın, İsrail’in baskıları, vurdukları darbeler, İslam davasını yüklenenlerin üzerinde hain yönetimlerin işkence, hapis, göçe zorlama, takip etme, işlerinden atılma, öldürme gibi bir takım sıkıntılarla karşı karşıya kaldığı malumdur. Zamanımızın firavunlarına karşı direnen, zorluklar karşısında sabredip hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan bu kardeşlerimize Allah’tan onlara mağfiret, sevap ve rahmet diler bizi onlarla Allah’ın rahmeti gölgesi altında toplamasını niyaz ederiz.

“Allah, kendisine (kendi dinine) yardım edenlere muhakkak surette yardım eder.” (Hac 40)

YIL 13  SAYI 151  R.AHİR 1422  TEMMUZ 2002

Yukarı