|
“Biz,
bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu
unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini
getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.”
(Bakara
106)
|
Nesh
etmek: İbn-i Abbas’a göre; “değiştirmektir”, Mucahid’e
göre; “silmektir”, Mucahid’ten başka bir rivayetle; “ayetin
yazısı kalır, fakat hükmü kalkar”, At’a’ya göre nesh
etmek; “Kur-andan ne bırakırsak”, Seddi’ye göre; “çekmektir
ve kaldırmaktır”, İbn-i Cerir’e göre; “bir ayetin
hükmünden başka hükme nakletmektir.”
İbn-i
Abbas, Mucahid, At’a, Seddi ve İbn-i Cerir Kur-anın ilk müfessirlerindendir.
Tefsir kitaplarında hemen hemen her meselede bunların görüşleri
geçer.
Bilinen
şudur ki, eskilerin haberleri nesh edilmez. Çünkü, onlar
birer haber ve eski kavimler hakkında birer bilgilerdir.
Bunları nesh etmek gerekmez. Çünkü, birer bilgilerdir değişmez.
Misal olarak; “filan kavim azap gördü” gibi. Bu bir
haberdir. Onu nesh etmeye lüzum yoktur.
Nesh
edilebilecek ayetler şer-i hüküm içeren ayetlerdir.
Gerçek budur, ancak hüküm içeren bazı ayetler nesh
edilmiştir.
Akideyle
ilgili ayetler nesh edilmez. Çünkü akide sabittir, değişmez.
Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sav)’a kadar aynıdır.
Allah’a, cennete, cehennem ve benzeri gibi akaid içerikli
konular aynıdır. Çünkü bunlar birer gerçeklerdir.
Ancak,
hüküm içeren ayetlerin nesh edilebileceğini söyledik.
Bunun sebebi, bu hükümler amellerle ilgili olduğundandır.
Allah’u Teala, ameller hususunda belli bir hikmete göre helalı
kaldırır ve onu haram yapar veya haramı kaldırır ve helal
yapar veyahut da bir farzı sünnet, bir mubahı farz kılar.
Şer-i
hükmün tarifi; “Kulların amelleriyle ilgili (şar’in)
şeriatın hitabıdır” şeklindedir. Bu tarif yerinde ve
doğru olanıdır.
Ameller
hakkında Allah hükmü değiştirebilir. Bazen nedenini açıklar,
bazen açıklamaz. Bu noktada tek yetki sahibi Allah’tır.
Allah’ a inandığımız için bu hususa teslim olmalıyız.
Buna
binaen nesh etmenin manası; “bir ayetin hükmünün başka
bir ayetin hükmüyle değiştirmek veya kaldırmak veyahut
silmektir.” Önceki ayet kalır, fakat hükmü kalkar.
Onun yerine gelen ayet yeni bir hüküm bildirir. Şer-i nesh
şu şekilde tarif edilmiştir: “Geç gelen şer-i delille
hükmü kaldırmaktır.” Bütün alimler bu tarifi kabul
ettiler.
Unutturmak
ise, İbn-i Abbas’a göre; “onu değiştirmeyiz bırakırız”
şeklinde izah edilir. Unutturmanın Arapça’sı; “nunsihe”
şeklinde telaffuz edilir. Yine bu sözcük “nunessiehe”
şeklinde okunur. Bu şekilde okunduğunda manası; tehir
etmek, geciktirmek ve başka zamana bırakmak olur.
Eski
müfessirlerden Abualiye; “bizde onu geciktiririz” şeklinde
tefsir etti. Halife Ömer (ra) “onu geciktiririz”
olarak tefsir etti. Katade adlı müfessir; “Peygambere onu
unuttururuz” olarak tefsir etti. Diğer müfessirler; “unutturmak”,
“geciktirmek” veya “başka zamana bırakmak”
manaları üzerinde durdular.
Saad
bin Abi Vakkas (ra), tabiinden olan Said bin Al Musayyeb adlı
alimin; “bu ayeti unutturmak” manasında tefsir
edince onu ret etti ve şu ayetleri okudu:
|
“Sana
(Kur'an'ı) okutacağız; artık Allah'ın dilediği hariç,
sen hiç unutmayacaksın...”
(A’lâ 6-7)
|
Unut;
“bırak” manasında geçer. “Artık bu ayetin hükmünü
unut” veya “bırak” demektir. Bu hususta çelişki
yoktur.
Nahl
süresinde 101 ve 102. ayetlerde şöyle geçti:
|
“Biz
bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki
Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir
iftiracısın" derler. Hayır; onların çoğu bilmezler.
De ki: Onu, Mukaddes Rûhul Kudüs (Cebrail), iman edenlere
sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde
vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.”
(Nahl 101-102)
|
İşte,
kafirler ayetleri değiştirme olayını görünce Hz.
Muhammed (sav)’e; “sen müfterisin” yani “iftira
atıyorsun” dediler. Allah bu kafirlerin cahil olduklarını
bildiriyor. Çünkü, bunun nedenini bilemezler, Allah’a ve
Resulüne inanmazlar. Oysa Allah, müminlere hem bu Kur-an’la
sebatlık veriyor (ki; artık onlar sarsılmazlar), hem de
müjde veriyor (ki; Kur’an onlara doğru olanı gösteriyor).
Kur-an’a bağlılıkları devam ettiği müddetçe de doğru
yol üzerinde devam ederler. Buna göre, ayetler değiştirilince
müminler değişmezler ve imanları sağlam kalır.
Bundan
dolayı, “nesh etmenin” veya “unutturmanın”
manası tam vuzuha kavuşur ki bunun manası; önceki ayetin
Kur-an’da kalmasıyla beraber başka ayetin inmesi ve yeni hükümler
içermesidir. Bu şekilde, ayet Kur’an-dan kalkmaz, kalır.
Fakat diğer ayet yeni hükümle gelir. Bundan dolayı önceki
ayete; “mensuh” (nesh edilmiş) denilir. Yeni gelen ayete
de; nasih (nesheden) denilir.
Usul-u
fıkıhta bir kaide olarak “nasih ve mensuh” konusu geçer
ve incelenir. Fakat hangi ayetin hangi ayetle nesh edildiğine
dair müçtehitler arasında ihtilaf vardır.
Ayetin
münasebeti:
Kurtubi,
tefsirinde bu ayetin münasebetini şöyle aktardı; Kıble
Mescidi Aksa’dan Kabe’ye doğru çevrilince Yahudiler
Müslümanlara haset ettiler ve İslam’a çatarak şöyle
dediler: “Muhammed arkadaşlarına bir şey emrediyor,
ondan sonra bundan onları nehy ediyor! Bu nedenle bu Kur’an
Muhammed’in kafasından çıktı. İşte, Kur’an ayetleri
birbiriyle çelişir.” Bunun üzerine Allah nesh etmekle
ilgili Bakara suresinde 106. ve Nahl suresinde de 101-102.
ayetleri inzal buyurdu.
Allah’u
Teala bir ayetin hükmünü kaldırırsa ondan daha (iyi) hüküm
içeren veya benzeri bir ayet indirir. Ayette bunu açıkça
beyan etmektedir. Ayetler arasında fark yoktur ve de hepsi
Allah’ın kelamıdır. Sadece hükümler arasında fark
vardır. Allah’u Teala, insanlar için hangisinin daha hayırlı
olduğunu en iyi bilendir. Misal olarak; Nisa suresinin 15.
ayetinde “zina eden kadınların ölüme kadar evlerinde
hapis cezasına çarptırılır” diye açıklıyor.
Veya; “Allah onlar için ileride çıkış yolu gösterecektir.”
Bu ayet Nur suresinin 1. ayetiyle nesh edilmiştir. Orada zina
edenlere yüz kırbaç vurulmasından bahsedilmektedir. Bu ayet
Nisa suresindeki hükmü nesh etmiştir. Nur suresindeki 1.
ayete nesh, Nur suresinin 15. ayetine de mensuh denir.
Zaten,
Allah'u Teala Nisa suresi 15. ayette; “veya Allah onlar
için çıkış yolu gösterir” deyince bu ayetin
nesh edileceğine dair işaret veriyor.
Başka
bir misal; mirasla ilgili ayetler inmeden önce baba-anneye ve
akrabalara vasiyet farz idi. Bakara suresinin 180. ayetine baktığımızda
bu ayetin Nisa suresinin 11-12. mirasla ilgili ayetleriyle nesh
edilmiştir. Daha önce kişi babasına, annesine ve
akrabalarına istediği şekilde malının taksimini yaparak
vasiyet ediyordu. Nisa suresindeki mirasla ilgili ayetler ise
bunu nesh edip, Allah’u Teala mirastan herkese ne kadar düşeceğini
tayin etmiştir. Kesinlikle Allah’ın tayini daha iyidir.
Çünkü, güzel adalet sahibi Allah’tır. Kişiye kalırsa,
birine veya bütün akrabalara zulüm yapabilir. Kimisine az,
kimisine de çok verecektir.
Neshle
ilgili bazı hususları burada konumuza eklemek istiyoruz:
1-
Ayet ancak başka ayetle nesh edilir. Hadisi şerif ayeti
nesh etmez. Mütevatir hadis olsa dahi ayeti nesh edemez.
Çünkü, ayetlerin sübutu daha kuvvetlidir. Hem senet hem de
metin açısından böyledir. Senet rivayetle, metin ise söz
ve lafızlarla ilgilidir.
Mütevatir
hadis, haber-i ahad hadisi nesh eder. Haber-i ahad hadis de başka
haber-i ahad hadisi nesh eder. Resulullah (sav) şöyle
buyurmuştur: “Sizi mezarları ziyaret etmekten
nehyetmiştim, fakat şimdi bunları ziyaret edin.” Bu
hadis haber-i ahaddır. Nesh edilen önceki hadis de haber-i
ahaddır.
Namazda
yüzü Mescidi Aksaya doğru çevirmekle ilgili hadis
mütevatirdir. Bu hadis Kabe’ye doğru yüzü çevirmenin
farziyetini içeren ayetle (Bakara 144) nesh edildi.
Bazen
ayet ve hadisler tamamen nesh edilir, yerine başka ayet veya
hadis gelmez. Misal: Kurban etlerinin saklanması yasak idi.
Daha sonra bu hüküm tamamen kalktı. Resulullah (sav)’le
ayrıca veya gizlice konuşmak için sadaka vermek gerekirdi.
(Mücadele suresinin 12. ayete bakın.) Bundan sonraki ayetle bu
hüküm kalktı ve yerine başka hüküm gelmedi. Allah
müminleri affettiğini açıkladı.
İslam
şeriatı kıyamet gününe kadar devam edecektir. Artık onu
nesh edecek hiçbir şey gelemez. Çünkü, Kur’an-ı
Kerimde Hz. Muhammed’in “son peygamber olduğu”,
“bütün insanlara” gönderildiği ve ancak onun getirdiği
din kıyamet gününe kadar Allah indinde makbuldür. Allah (cc)
şöyle buyurdu:
|
“Şüphesiz
ki Allah tarafından kabul edilen din yalnız İslam’dır”
(Al-i İmran 19)
|
|
“Kim,
İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden
(böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan
edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)
|
|
“Sana
kitabı hak ile indirdik, eski kitapları tasdik eder ve O
kitaplara egemen olur (O kitapları nesh eder)” (Maide
48)
|
Bu
ayetler İslam dininin diğer bütün dinleri nesh ettiğini
bildiriyor. Ayrıca, pratik olarak diğer dinleri ortadan
kaldırmak için cihad farz kılınmıştır. Allah’u Teala şöyle
buyurdu:
|
“Müşrikler
istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için
Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur.” (Saff
9)
|
|
“Fitne
tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için
oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse
zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.”
(Bakara 193)
|
İşte,
cihad ve kıtalin farziyeti diğer dinleri ortadan kaldırmak ve
yalnız İslam’ı hakim kılmak içindir. Bu farz nesh olayını
gerçekleştirmek içindir. Zira, İslam’da her düşüncenin
metodu vardır. Diğer dinlerin İslamla nesh edilmesi bir düşüncedir.
Diğerlerini ortadan kaldırmanın metodu cihad ve kıtaldir.
İslam
devleti diğer dinleri ortadan kaldırmak için cihadı ilan
eder, fethi gerçekleştirir, fetih yoluyla o dinlere karşı
fikrî savaş açar, daveti yayar ve kafirler üzerine
İslamiyet’i uygular. Cihad; fetih ve İslam’ı tatbik
etmek, İslam’ı yaymak ve diğer dinleri nesh etmek için
pratik yoldur.
Müslümanlar
gerileme döneminde fikren en düşük seviyeye ulaşınca,
Osmanlıların son döneminde kafir batının fikri tesiri
altında şu kaideyi çıkarttılar: “Zamanın
değişmesiyle ahkamın değişmesi inkar edilemez.” (Mecelle
madde 39)
Bu
madde kısmı bir mesele için konuldu, örf ve adetlerle ilgili
yargılardır. Ayrıca bu yargılar ahkam manasında geçti.
Bahsedilen maddenin şerhinde şu misal verildi: Evlerin
odaları aynı tarz üzerinde inşa ediliyordu. İnsan bir oda görürse
yeterli olurdu, evden vazgeçebilirdi. Fakat, odalar türlü
türlü inşa edilmeye başlanınca bir odanın görülmesi artık
yeterli değil bütün odalar değişti. Böylece, ev üzerine
ihtilaf olunca mahkemede böyle hüküm verir. Buna göre; zaman
değişince ahkam değişti dediler.
Bu
tür meseleler ahkamın değişmesiyle ilgili değildir.
Vakıaların değişmesiyle ilgilidir. İnsan bir hüküm
verecekse önce işin vakıasını inceler. Sonra hükmü vakıanın
üzerine indirir. Böyle bir maddenin konmasına ne lüzum vardı?!
Maalesef bu madde daha sonra şeriat ahkamını değiştirmek için
kullanmaya başlandı. Sanki, zaman şeriatı veya ahkamı nesh
edermişçesine bir kaide oluştu.
Her
asırda vakıaların değişmesi nedeniyle içtihad yapılır.
Fakat, bu içtihadlar eski ahkamı nesh etmez, yeni ahkam olur.
İşte, bir kısım mesele nedeniyle genel bir kaide konularak
şeriat dışında ahkam uydurulmaya başlandı. Fetvayla gayri
İslami ahkamlar devletin uygulamalarına dahil edildi. Şu
bilinmelidir ki; zaman, mekan, adet, gelenek ve örflerin değişmesiyle
ahkam değişmez ve nesh edilmez. Bunlar için ancak içtihad
yapılır.
Günümüzde
parlamentolarda kanunlar çıkartılıp şeriat kanunları
nesh ediliyor. Oysa; insanlar Allah’ın şeriatını nesh
edemezler. Böyle bir şeye yönelmek küfürdür. Bu işi
yapanlar kendilerine kanun koyma ve nesh etme hakkını
veriyorlar. Oysa, bu hak yalnız Allah’a aittir. Resulullah
(sav) dahi ayetleri nesh edemiyorken nasıl olurda bu insanlar
kendilerine böyle bir hak tanıyıp parlamentoda her kanunu
değiştirebiliyorlar?!
Burada
sünnetin yeri:
1.
Mücmel ayetlerin tafsilatlarını gösterir: Misal:
Kur’an’da namaz mücmel olarak geçti. Sünnet bunun
detaylarını gösterdi. Burada sünnet bir şeyi nesh etmedi, mücmel
hükmün detaylarını açıkladı.
2.
Genel ayetlere tahsis getirir: Misal: Zina edenlere yüz
kırbaç vurulur. Sünnet ise evli olup ta zina edenlere rejim
hükmü getirdi. Bu hükme tahsis denilir. İstisna
kılmaktadır. Buna nesh denilmez.
3.
Mutlak ayetlere kayıt getirir: Misal olarak, hırsızın
elini kesmekle ilgili hüküm mutlaktır. Elin nereden
kesileceğine dair hükme kayıt veya mukayyet denilir.
Hırsızın eli bilekten kesilir diyen hüküm mukayyettir.
Allah’u
Teala, ayetin sonunda kudret sıfatını göstererek sert
ifade kullanıyor: “Allah’ın her şeye kadir olduğunu
bilmedin mi?!” Ondan sonraki ayette bu sert ifadeyi şöyle
pekiştiriyor:
|
“(Yine)
bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı
yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir
dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 107)
|
Burada,
Allah şeriatından vazgeçenleri tehdit ediyor. Mülk Allah’a
ait olduğu gibi hükümde ona aittir. Çünkü, mülk
sahibinin kendi mülkünde sözü geçerli olur, başkasının
değil. Allah her ayeti kaldırabilir, yerine başka ayeti
getirebilir, o her şeye kadirdir. Mülk sahibi O’ dur,
hükümleri ancak O değiştirir. Buna itiraz edilemez. O
yaratıcı olduğu gibi yarattığına da ancak O hakim olur. Bu
nedenle A’raf suresi 54. ayette bunu bildiriyor:
|
“Şüphesiz
ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a
istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze
bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun
eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da
emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!”
(A’raf 54)
|
Yarattıkları
onun mülküdür, ancak O onlara hakim olur, emir sahibi ancak
O’ dur.
Allah’a
itaati bıraktığımız takdirde ne bir dost ve ne de bir
yardımcı bulabiliriz. Bu hakikati Allah (cc) bu ayette
bildirdi.
İşte
günümüzde Müslümanlar Allah’ı, O’nun şeriatıyla hükmetmeyi
terk edince bir dost ve yardımcı bulamıyorlar. Kendileri küfür
şeriatı uyguladıkları halde Batı şeytanları onlara yine
de saldırdı ve hala da saldırmaktadırlar. Müslümanlar,
Amerika, Avrupa ve Yahudilerden dostluk ve yardım
bulamıyorlar. Oysa bu kafirler Müslümanları; “İslam
şeriatı artık bu asır için elverişli değil, Batı nizamı
çağdaş, modern ve daha güzeldir” diyerek onları
İslam’dan uzaklaştırmışlardı. Hilafet ve şeriatla hükmetmeyi
kaldırınca Müslümanlar bu hale susmuşlardı. Bu oluşuma
rıza gösterdiler. Hala küfür ahkamına karşı suskundurlar,
bu ahkama uymaktadırlar ve başkaldırmıyorlar. Bu nedenle
Allah dışında bir dost ve yardımcı bulamıyorlar. Kafirler
her yerden onlara saldırıyor, vücutlarını parçalıyor,
servetlerini çalıyor, onları fakir ve sıkıntılı halde
bırakıyor.
Yazık!
Müslümanlar hala bu gerçeği kavrayamadılar!...
|