Ana Sayfa YIL 13   SAYI 151   R.AHİR 1423   TEMMUZ 2002 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ

AYET: 106 - 107

Esad MANSUR

“Biz, bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak (ertelersek) mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 106)

Nesh etmek: İbn-i Abbas’a göre; “değiştirmektir”, Mucahid’e göre; “silmektir”, Mucahid’ten başka bir rivayetle; “ayetin yazısı kalır, fakat hükmü kalkar”, At’a’ya göre nesh etmek; “Kur-andan ne bırakırsak”, Seddi’ye göre; “çekmektir ve kaldırmaktır”, İbn-i Cerir’e göre; “bir ayetin hükmünden başka hükme nakletmektir.”

İbn-i Abbas, Mucahid, At’a, Seddi ve İbn-i Cerir Kur-anın ilk müfessirlerindendir. Tefsir kitaplarında hemen hemen her meselede bunların görüşleri geçer.

Bilinen şudur ki, eskilerin haberleri nesh edilmez. Çünkü, onlar birer haber ve eski kavimler hakkında birer bilgilerdir. Bunları nesh etmek gerekmez. Çünkü, birer bilgilerdir değişmez. Misal olarak; “filan kavim azap gördü” gibi. Bu bir haberdir. Onu nesh etmeye lüzum yoktur.

Nesh edilebilecek ayetler şer-i hüküm içeren ayetlerdir. Gerçek budur, ancak hüküm içeren bazı ayetler nesh edilmiştir.

Akideyle ilgili ayetler nesh edilmez. Çünkü akide sabittir, değişmez. Hz. Adem (as)’den Hz. Muhammed (sav)’a kadar aynıdır. Allah’a, cennete, cehennem ve benzeri gibi akaid içerikli konular aynıdır. Çünkü bunlar birer gerçeklerdir.

Ancak, hüküm içeren ayetlerin nesh edilebileceğini söyledik. Bunun sebebi, bu hükümler amellerle ilgili olduğundandır. Allah’u Teala, ameller hususunda belli bir hikmete göre helalı kaldırır ve onu haram yapar veya haramı kaldırır ve helal yapar veyahut da bir farzı sünnet, bir mubahı farz kılar.

Şer-i hükmün tarifi; “Kulların amelleriyle ilgili (şar’in) şeriatın hitabıdır” şeklindedir. Bu tarif yerinde ve doğru olanıdır.

Ameller hakkında Allah hükmü değiştirebilir. Bazen nedenini açıklar, bazen açıklamaz. Bu noktada tek yetki sahibi Allah’tır. Allah’ a inandığımız için bu hususa teslim olmalıyız.

Buna binaen nesh etmenin manası; “bir ayetin hükmünün başka bir ayetin hükmüyle değiştirmek veya kaldırmak veyahut silmektir.” Önceki ayet kalır, fakat hükmü kalkar. Onun yerine gelen ayet yeni bir hüküm bildirir. Şer-i nesh şu şekilde tarif edilmiştir: “Geç gelen şer-i delille hükmü kaldırmaktır.” Bütün alimler bu tarifi kabul ettiler.

Unutturmak ise, İbn-i Abbas’a göre; “onu değiştirmeyiz bırakırız” şeklinde izah edilir. Unutturmanın Arapça’sı; “nunsihe” şeklinde telaffuz edilir. Yine bu sözcük “nunessiehe” şeklinde okunur. Bu şekilde okunduğunda manası; tehir etmek, geciktirmek ve başka zamana bırakmak olur.

Eski müfessirlerden Abualiye; “bizde onu geciktiririz” şeklinde tefsir etti. Halife Ömer (ra) “onu geciktiririz” olarak tefsir etti. Katade adlı müfessir; “Peygambere onu unuttururuz” olarak tefsir etti. Diğer müfessirler; “unutturmak”, “geciktirmek” veya “başka zamana bırakmak” manaları üzerinde durdular.

Saad bin Abi Vakkas (ra), tabiinden olan Said bin Al Musayyeb adlı alimin; “bu ayeti unutturmak” manasında tefsir edince onu ret etti ve şu ayetleri okudu:

“Sana (Kur'an'ı) okutacağız; artık Allah'ın dilediği hariç, sen hiç unutmayacaksın...” (A’lâ 6-7)

Unut; “bırak” manasında geçer. “Artık bu ayetin hükmünü unut” veya “bırak” demektir. Bu hususta çelişki yoktur.

Nahl süresinde 101 ve 102. ayetlerde şöyle geçti: 

“Biz bir âyetin yerine başka bir âyeti getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini çok iyi bilir- "Sen ancak bir iftiracısın" derler. Hayır; onların çoğu bilmezler. De ki: Onu, Mukaddes Rûhul Kudüs (Cebrail), iman edenlere sebat vermek, Müslümanları doğru yola iletmek ve onlara müjde vermek için, Rabbin katından hak olarak indirdi.” (Nahl 101-102)

İşte, kafirler ayetleri değiştirme olayını görünce Hz. Muhammed (sav)’e; “sen müfterisin” yani “iftira atıyorsun” dediler. Allah bu kafirlerin cahil olduklarını bildiriyor. Çünkü, bunun nedenini bilemezler, Allah’a ve Resulüne inanmazlar. Oysa Allah, müminlere hem bu Kur-an’la sebatlık veriyor (ki; artık onlar sarsılmazlar), hem de müjde veriyor (ki; Kur’an onlara doğru olanı gösteriyor). Kur-an’a bağlılıkları devam ettiği müddetçe de doğru yol üzerinde devam ederler. Buna göre, ayetler değiştirilince müminler değişmezler ve imanları sağlam kalır.

Bundan dolayı, “nesh etmenin” veya “unutturmanın” manası tam vuzuha kavuşur ki bunun manası; önceki ayetin Kur-an’da kalmasıyla beraber başka ayetin inmesi ve yeni hükümler içermesidir. Bu şekilde, ayet Kur’an-dan kalkmaz, kalır. Fakat diğer ayet yeni hükümle gelir. Bundan dolayı önceki ayete; “mensuh” (nesh edilmiş) denilir. Yeni gelen ayete de; nasih (nesheden) denilir.

Usul-u fıkıhta bir kaide olarak “nasih ve mensuh” konusu geçer ve incelenir. Fakat hangi ayetin hangi ayetle nesh edildiğine dair müçtehitler arasında ihtilaf vardır.

Ayetin münasebeti:

Kurtubi, tefsirinde bu ayetin münasebetini şöyle aktardı; Kıble Mescidi Aksa’dan Kabe’ye doğru çevrilince Yahudiler Müslümanlara haset ettiler ve İslam’a çatarak şöyle dediler: “Muhammed arkadaşlarına bir şey emrediyor, ondan sonra bundan onları nehy ediyor! Bu nedenle bu Kur’an Muhammed’in kafasından çıktı. İşte, Kur’an ayetleri birbiriyle çelişir.” Bunun üzerine Allah nesh etmekle ilgili Bakara suresinde 106. ve Nahl suresinde de 101-102. ayetleri inzal buyurdu.

Allah’u Teala bir ayetin hükmünü kaldırırsa ondan daha (iyi) hüküm içeren veya benzeri bir ayet indirir. Ayette bunu açıkça beyan etmektedir. Ayetler arasında fark yoktur ve de hepsi Allah’ın kelamıdır. Sadece hükümler arasında fark vardır. Allah’u Teala, insanlar için hangisinin daha hayırlı olduğunu en iyi bilendir. Misal olarak; Nisa suresinin 15. ayetinde “zina eden kadınların ölüme kadar evlerinde hapis cezasına çarptırılır” diye açıklıyor. Veya; “Allah onlar için ileride çıkış yolu gösterecektir.” Bu ayet Nur suresinin 1. ayetiyle nesh edilmiştir. Orada zina edenlere yüz kırbaç vurulmasından bahsedilmektedir. Bu ayet Nisa suresindeki hükmü nesh etmiştir. Nur suresindeki 1. ayete nesh, Nur suresinin 15. ayetine de mensuh denir.

Zaten, Allah'u Teala Nisa suresi 15. ayette; “veya Allah onlar için çıkış yolu gösterir” deyince bu ayetin nesh edileceğine dair işaret veriyor.

Başka bir misal; mirasla ilgili ayetler inmeden önce baba-anneye ve akrabalara vasiyet farz idi. Bakara suresinin 180. ayetine baktığımızda bu ayetin Nisa suresinin 11-12. mirasla ilgili ayetleriyle nesh edilmiştir. Daha önce kişi babasına, annesine ve akrabalarına istediği şekilde malının taksimini yaparak vasiyet ediyordu. Nisa suresindeki mirasla ilgili ayetler ise bunu nesh edip, Allah’u Teala mirastan herkese ne kadar düşeceğini tayin etmiştir. Kesinlikle Allah’ın tayini daha iyidir. Çünkü, güzel adalet sahibi Allah’tır. Kişiye kalırsa, birine veya bütün akrabalara zulüm yapabilir. Kimisine az, kimisine de çok verecektir.

Neshle ilgili bazı hususları burada konumuza eklemek istiyoruz:

1- Ayet ancak başka ayetle nesh edilir. Hadisi şerif ayeti nesh etmez. Mütevatir hadis olsa dahi ayeti nesh edemez. Çünkü, ayetlerin sübutu daha kuvvetlidir. Hem senet hem de metin açısından böyledir. Senet rivayetle, metin ise söz ve lafızlarla ilgilidir.

Mütevatir hadis, haber-i ahad hadisi nesh eder. Haber-i ahad hadis de başka haber-i ahad hadisi nesh eder. Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Sizi mezarları ziyaret etmekten nehyetmiştim, fakat şimdi bunları ziyaret edin.” Bu hadis haber-i ahaddır. Nesh edilen önceki hadis de haber-i ahaddır.

Namazda yüzü Mescidi Aksaya doğru çevirmekle ilgili hadis mütevatirdir. Bu hadis Kabe’ye doğru yüzü çevirmenin farziyetini içeren ayetle (Bakara 144) nesh edildi.

Bazen ayet ve hadisler tamamen nesh edilir, yerine başka ayet veya hadis gelmez. Misal: Kurban etlerinin saklanması yasak idi. Daha sonra bu hüküm tamamen kalktı. Resulullah (sav)’le ayrıca veya gizlice konuşmak için sadaka vermek gerekirdi. (Mücadele suresinin 12. ayete bakın.) Bundan sonraki ayetle bu hüküm kalktı ve yerine başka hüküm gelmedi. Allah müminleri affettiğini açıkladı.

İslam şeriatı kıyamet gününe kadar devam edecektir. Artık onu nesh edecek hiçbir şey gelemez. Çünkü, Kur’an-ı Kerimde Hz. Muhammed’in “son peygamber olduğu”, “bütün insanlara” gönderildiği ve ancak onun getirdiği din kıyamet gününe kadar Allah indinde makbuldür. Allah (cc) şöyle buyurdu: 

“Şüphesiz ki Allah tarafından kabul edilen din yalnız İslam’dır” (Al-i İmran 19)

 

“Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Al-i İmran 85)

 

“Sana kitabı hak ile indirdik, eski kitapları tasdik eder ve O kitaplara egemen olur (O kitapları nesh eder)” (Maide 48)

Bu ayetler İslam dininin diğer bütün dinleri nesh ettiğini bildiriyor. Ayrıca, pratik olarak diğer dinleri ortadan kaldırmak için cihad farz kılınmıştır. Allah’u Teala şöyle buyurdu:

“Müşrikler istemeseler de dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamberini hidayet ve hak ile gönderen O'dur.” (Saff 9)

 

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.” (Bakara 193)

İşte, cihad ve kıtalin farziyeti diğer dinleri ortadan kaldırmak ve yalnız İslam’ı hakim kılmak içindir. Bu farz nesh olayını gerçekleştirmek içindir. Zira, İslam’da her düşüncenin metodu vardır. Diğer dinlerin İslamla nesh edilmesi bir düşüncedir. Diğerlerini ortadan kaldırmanın metodu cihad ve kıtaldir.

İslam devleti diğer dinleri ortadan kaldırmak için cihadı ilan eder, fethi gerçekleştirir, fetih yoluyla o dinlere karşı fikrî savaş açar, daveti yayar ve kafirler üzerine İslamiyet’i uygular. Cihad; fetih ve İslam’ı tatbik etmek, İslam’ı yaymak ve diğer dinleri nesh etmek için pratik yoldur.

Müslümanlar gerileme döneminde fikren en düşük seviyeye ulaşınca, Osmanlıların son döneminde kafir batının fikri tesiri altında şu kaideyi çıkarttılar: “Zamanın değişmesiyle ahkamın değişmesi inkar edilemez.” (Mecelle madde 39)

Bu madde kısmı bir mesele için konuldu, örf ve adetlerle ilgili yargılardır. Ayrıca bu yargılar ahkam manasında geçti. Bahsedilen maddenin şerhinde şu misal verildi: Evlerin odaları aynı tarz üzerinde inşa ediliyordu. İnsan bir oda görürse yeterli olurdu, evden vazgeçebilirdi. Fakat, odalar türlü türlü inşa edilmeye başlanınca bir odanın görülmesi artık yeterli değil bütün odalar değişti. Böylece, ev üzerine ihtilaf olunca mahkemede böyle hüküm verir. Buna göre; zaman değişince ahkam değişti dediler.

Bu tür meseleler ahkamın değişmesiyle ilgili değildir. Vakıaların değişmesiyle ilgilidir. İnsan bir hüküm verecekse önce işin vakıasını inceler. Sonra hükmü vakıanın üzerine indirir. Böyle bir maddenin konmasına ne lüzum vardı?! Maalesef bu madde daha sonra şeriat ahkamını değiştirmek için kullanmaya başlandı. Sanki, zaman şeriatı veya ahkamı nesh edermişçesine bir kaide oluştu.

Her asırda vakıaların değişmesi nedeniyle içtihad yapılır. Fakat, bu içtihadlar eski ahkamı nesh etmez, yeni ahkam olur. İşte, bir kısım mesele nedeniyle genel bir kaide konularak şeriat dışında ahkam uydurulmaya başlandı. Fetvayla gayri İslami ahkamlar devletin uygulamalarına dahil edildi. Şu bilinmelidir ki; zaman, mekan, adet, gelenek ve örflerin değişmesiyle ahkam değişmez ve nesh edilmez. Bunlar için ancak içtihad yapılır.

Günümüzde parlamentolarda kanunlar çıkartılıp şeriat kanunları nesh ediliyor. Oysa; insanlar Allah’ın şeriatını nesh edemezler. Böyle bir şeye yönelmek küfürdür. Bu işi yapanlar kendilerine kanun koyma ve nesh etme hakkını veriyorlar. Oysa, bu hak yalnız Allah’a aittir. Resulullah (sav) dahi ayetleri nesh edemiyorken nasıl olurda bu insanlar kendilerine böyle bir hak tanıyıp parlamentoda her kanunu değiştirebiliyorlar?!

Burada sünnetin yeri:

1. Mücmel ayetlerin tafsilatlarını gösterir: Misal: Kur’an’da namaz mücmel olarak geçti. Sünnet bunun detaylarını gösterdi. Burada sünnet bir şeyi nesh etmedi, mücmel hükmün detaylarını açıkladı.

2. Genel ayetlere tahsis getirir: Misal: Zina edenlere yüz kırbaç vurulur. Sünnet ise evli olup ta zina edenlere rejim hükmü getirdi. Bu hükme tahsis denilir. İstisna kılmaktadır. Buna nesh denilmez.

3. Mutlak ayetlere kayıt getirir: Misal olarak, hırsızın elini kesmekle ilgili hüküm mutlaktır. Elin nereden kesileceğine dair hükme kayıt veya mukayyet denilir. Hırsızın eli bilekten kesilir diyen hüküm mukayyettir.

Allah’u Teala, ayetin sonunda kudret sıfatını göstererek sert ifade kullanıyor: “Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmedin mi?!” Ondan sonraki ayette bu sert ifadeyi şöyle pekiştiriyor:

“(Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara 107)

Burada, Allah şeriatından vazgeçenleri tehdit ediyor. Mülk Allah’a ait olduğu gibi hükümde ona aittir. Çünkü, mülk sahibinin kendi mülkünde sözü geçerli olur, başkasının değil. Allah her ayeti kaldırabilir, yerine başka ayeti getirebilir, o her şeye kadirdir. Mülk sahibi O’ dur, hükümleri ancak O değiştirir. Buna itiraz edilemez. O yaratıcı olduğu gibi yarattığına da ancak O hakim olur. Bu nedenle A’raf suresi 54. ayette bunu bildiriyor:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” (A’raf 54)

Yarattıkları onun mülküdür, ancak O onlara hakim olur, emir sahibi ancak O’ dur.

Allah’a itaati bıraktığımız takdirde ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulabiliriz. Bu hakikati Allah (cc) bu ayette bildirdi.

İşte günümüzde Müslümanlar Allah’ı, O’nun şeriatıyla hükmetmeyi terk edince bir dost ve yardımcı bulamıyorlar. Kendileri küfür şeriatı uyguladıkları halde Batı şeytanları onlara yine de saldırdı ve hala da saldırmaktadırlar. Müslümanlar, Amerika, Avrupa ve Yahudilerden dostluk ve yardım bulamıyorlar. Oysa bu kafirler Müslümanları; “İslam şeriatı artık bu asır için elverişli değil, Batı nizamı çağdaş, modern ve daha güzeldir” diyerek onları İslam’dan uzaklaştırmışlardı. Hilafet ve şeriatla hükmetmeyi kaldırınca Müslümanlar bu hale susmuşlardı. Bu oluşuma rıza gösterdiler. Hala küfür ahkamına karşı suskundurlar, bu ahkama uymaktadırlar ve başkaldırmıyorlar. Bu nedenle Allah dışında bir dost ve yardımcı bulamıyorlar. Kafirler her yerden onlara saldırıyor, vücutlarını parçalıyor, servetlerini çalıyor, onları fakir ve sıkıntılı halde bırakıyor.

Yazık! Müslümanlar hala bu gerçeği kavrayamadılar!...

YIL 13  SAYI 151  R.AHİR 1422  TEMMUZ 2002

Yukarı