Ana Sayfa YIL 13   SAYI 151   R.AHİR 1423   TEMMUZ 2002 E-Mail

NUSRETİN YOLU

Mehmed SELAM

Nusret, yardım; bir kimsenin sıkıntısını gidermek, güçlüklerden kurtulmasını sağlamak, yükünü hafifletmek gibi manaları içermektedir. Yüce Allah (cc) buyuruyor ki:

“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara 214)

Onlara öyle yoksulluk, öyle sıkıntı gelmiş ve sarsıntıya uğramışlardı ki, nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler; “Allah'ın yardımı ne zaman?” diyorlardı. “Bilesiniz ki; Allah’ın (cc) yardımı pek yakındır.” Allah’a (cc) hamd olsun ki; bizi bu dinle aydınlattı. Bu dini bize getiren Resul (sav) Efendimiz dinin gereklerini önce kendi hayatına uyguladı sonra da yakınlarını davet etti, davete icabet edenler Müslüman oldular, etmeyenler ise kendi dinlerinde kaldılar. Resul (sav) kendi yakınlarını davet etmeden başkalarını davet edemezdi. Çünkü Allah (cc) öyle buyurmuştu. Sonra başka insanlara davet başladı ve hayatının sonuna kadar diğer sahabelerle birlikte sabırla devam etti. Allah (cc) onlara yardımını gönderdi. (Allah (cc) onlardan razı olsun.) Zamanımızda Müslümanlar dinin mahiyetini tam idrak edemediklerinden olsa gerek çalışmadan almak, çiğnemeden yutmak, kendilerinde olmayanı başkalarına satmak istiyorlar ve karşılığında da cennet bekliyorlar. Oysa Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” (Saff 2)

Bizlerse yapmadan istemeye alıştığımızdan karşılığını hemen görmek istiyoruz. Oysa yüce Allah bizden salih amel yapmamızı istiyor. Onun içindir ki; önceki kavimlerden örnekler veriyor. Kimlere yardım ettiğini, kimlere cezalar verdiğini bize haber vermektedir. Misal; Allah (cc) bize İsrailoğullarından haber vermektedir. Onları da Allah (cc) kendine kul olarak yaratmıştı. Fakat onlar isyankar oldular. Onlarda emri-bil maruf, nehyi anil-münkerden sorumluydular. Çünkü Allah (cc) onlara da Peygamber göndermişti ve yapılacak kulluğu da ibadet şeklini de öğretiyordu. Onlar ise öğrendiklerine değil de kendi heva ve heveslerine uyuyorlardı. Yani, şeytana uyuyorlardı. Bir kimse haram işleyen birini gördüğünde ona; “Ey falan yapma, Allah onu haram kıldı, günahtır” derken kendiside onunla beraber oturuyor, yiyor, içiyor, eğleniyordu. Allah o hahamları da onlara benzetti, oda onlardan oldu ve hepsine de lanet etti. Yardım yerine onlara cehennem ateşini gösterdi, çünkü onlar yardımı değil, azabı tercih ettiler. Ve bir çok kavimlerde aynı durumda kaldılar, isyanları sonunda böyle cezalandırıldılar.

Evet, günümüz Müslümanları da yardım bekliyor, ama hangi amelin karşılığında yardım beklediği sorgulanır. Allah'ın (cc) yapmayın dediğini yaptıkları için mi yardım bekliyorlar? Neyin karşılığını alacaklar? Daraldığı an ancak Allah’ı (cc) hatırlıyor, aksi takdirde Allah’ı ve O’na karşı olan görevleri hiç hatırlamıyor. İşte Müslümanların ne yazık ki bugünkü acılı hali bu...

İşte Allah'ın emirleri, işte Resul (sav)'in Sünneti. Bakıyorsunuz; Kur’an ve Sünnet anlayışı farklı. Bakıyorsunuz; hayat düsturları Avrupa’dan, Amerika’dan alınmış... Bakıyorsunuz hayat nizamı ve kanunlar Batılı memleketlerden getirilmiş, ithal edilmiş...

Evet, lanete uğramış, Allah'ın rahmetinden kovulmuş, değer verilmeyen topluluğa değer verildiği müddetçe, onların beslendiği o çirkef membadan, o kokmuş gölden sulanıp dururken hangi Nusretten bahsedebiliriz ki?..

Kendimize ve topluma baktığımızda, vakıalar bizi biraz karamsarlığa itmekte. Allah'a kulluk bırakılmış, Allah'tan başka her şeye tapılır olmuştur. İşte karamsarlığa iten bu gibi bir çok olaylar... Allah (cc);

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 7) derken elbette ki Müslümanlardan bir şeyler istemektedir. Ben sizi boşu boşuna yarattım demiyor;

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât 56) buyuruyor. Yani kulluk yaparsak karşılığını alırız, yapmazsak cezasını çekeriz. Şu halde eğer bizler Allah’ın indirdiklerini yerine getirmiyorsak, önceki kavimlerle ne farkımız kalır ki? Onlardan daha kötü bir konuma düşmüyor muyuz?

Allah'ın buyurduğu gibi;

“Bu misakı kabul eden sizler, (verdiğiniz sözün tersine) birbirinizi öldürüyor, aranızdan bir zümreyi yurtlarından çıkarıyor, kötülük ve düşmanlıkta onlara karşı birleşiyorsunuz. Onları yurtlarından çıkarmak size haram olduğu halde (hem çıkarıyor hem de) size esirler olarak geldiklerinde fidye verip onları kurtarıyorsunuz. Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası dünya hayatında ancak rüsvaylık; kıyamet gününde ise en şiddetli azaba itilmektir. Allah sizin yapmakta olduklarınızdan asla gafil değildir.” (Bakara 85)

İşine geleni alacaksın, gelmeyeni almayacaksın ve sonra da yardım, nusret bekleyeceksin. Böyle bir şey olamaz!..

Allah’ın (cc) önceki kavimlerle ilgili vermiş olduğu örnek günümüz Müslümanlarını da ilgilendirir. Günümüzde yapılan taşkınlıklar o kavimlerin yaptıklarından kat kat fazladır. Misal; işine geleni alıp (namaz, oruç, hac, vs.), işine gelmeyeni almama, menfaatine geleni alıp, sonrada Allah affeder diyerek haram işlemek gibi. Allah (cc);

“Ey iman edenler! Kat kat arttırılmış olarak faiz yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran 130) buyurduğu ve faizin Allah'a ve Resulüne açılmış bir harp, haramların içerisinde şirkten sonra en büyüğü olarak bilindiği halde bu cürümü işleyeceksin, sonra darda kalınca da dua edip Allah’tan yardım bekleyeceksin. Bu ne biçim Müslümanlık, bu nasıl İslam anlayışı?! İsrailoğulları da bu tür taşkınlıklarından dolayı cezalandırıldılar. Peki günümüz Müslümanlarının cezaya çarptırılmayacağına kim garanti verebilir? Allah'u Teâla'nın; “yapmayın” dediğini hiçe sayarcasına yapmakta ısrar edildiği sürece hangi kavim olursa olsun cezaya müstahaktır. Şu haliyle bu ümmet bunun dışında değildir.

"Bir toplum bünyelerinde olanı (kötü hallerini) değiştirmedikçe Allah o toplumun halini değiştirmez...." (Enfal: 53)

Resul (sav) Efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Nefsim elinde olan Zat'a (Allah’a) yemin ederim ki, ya maruf'u emreder ve münkerden nehyedersiniz yoksa Allah (cc) dualarınızı kabul etmez."

O halde sormak gerekir; sürekli günah işlemekte ısrarcı bir hal içerisinde iken hangi duamız kabul olur ki? Yeryüzünde sürekli Müslümanlar katlediliyor. Bu duruma, köşelerinde rahatını bozmak istemeyen Müslümanlar da seyirci kalıyorlar. İçlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkları gibi; ‘bu iş sana mı kaldı’ diyerek İslam’ı kendine dava edinenleri kınıyorlar, engel oluyorlar, küfür düzenlerine bu Müslümanları şikayet ediyorlar. Şu halde bu ümmete Nusret gelir mi? Gelse gelse Allah’ın yardımı değil ancak azabı gelir.

İşte halimiz... Ne acı Ya Rabb! Ne kötü bir durumdayız... Bu nasıl Müslümanlık Allah'ım!.. Din unutulup hayattan uzaklaşmış. Dünyada Müslümanlar yok edilirken kendini Müslüman yerine koyan bir sürü kuru kalabalık... Gözleri körelmiş, "neme lazım" naraları atan insan yığınları... Dünyada zillet, ahirette hüsranlık... (Allah korusun.) Yani gerçekten yaşanmadıkça inandık demek yetmiyor. Allah (cc) buyuruyor ki:

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebût 2)

Bu perişan halimizden faydalanmak isteyen bütün kafirler, aç kurtlar gibi üzerimize saldırıyorlar, bizlerde korkumuzdan kaçacak yer aramaktayız. Maalesef dünyada kaçacak yer de kalmadı.

Öyle kozmopolit bir yapıya bürünüldü ki, ne onlardan olduk ne de karşı gelebildik. Her şeyimizi elimizden aldılar yine 'Elhamdülillah' dedik. Bir zamanlar Müslümanların ayak seslerinden korkan kafirler, şimdi ne oldu da aslan kesildiler. Kim bunlara bu cüreti verdi? İşte bunlara bu cesareti sağlayan korkak, dinlerine güven duymayan Müslümanlardır... Yüce Allah (cc) buyuruyor ki;

“...Artık Allah kıyamet gününde aranızda hükmedecektir ve kafirler için müminler aleyhine asla bir yol vermeyecektir.” (Nisa 141)

Bütün bu gelişmelere karşı ümitsiz de değiliz. İnşallah Efendimiz (sav)'in buyurduğu şekilde; "Bu ümmetin önümü hayırlı yoksa sonumu...” kestirmek güçtür. Evet, kafirler şaşırdılar, şımardılar, kibirlendiler. Ama Allah (cc) onların sonlarını sizin elinizle yok edecektir. (İnşallah.) Bunun olabilmesi için ise, önce bünyemizde bulunan İslam dışı unsurları dışarı atmamız gerekmektedir. Allah'a bağlılığımızı sürdürürsek, Allah'ın emrettiği şekilde bir kitle ile çalışırsak Allah'ın vaat ettiği mükafata ve yardıma mutlaka nail oluruz. Çünkü Allah (cc) nusretini sadece Müslümanlara vaat etmiştir. Eğer samimi bir şekilde İslam’ı yaşamaz ve gereklerini yerine getirmez isek dünyada çektiğimiz eziyetlerden, zulümlerden hariç birde ahirette Allah’ın azabına duçar kalırız. (Allah muhafaza.)

Allah (cc) dinini elbette üstün kılacaktır. Eğer bu işi bizler yapmazsak, Allah (cc) öyle bir kavim getirir ki, onlar bu dini üstün kılarlar. Pişman olan ise bugünkü Müslümanlar olur.

“Her kim Allah'a bağlanırsa kesinlikle doğru yola iletilmiştir.” (Al-i İmran 101)

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Al-i İmran 104)

Ey Allah'ım!..

Mücahitlerin imamı ve Peygamberlerin efendisi Muhammed (sav)'in ümmetini bağışla. Bu ümmete Senin hükümlerini tatbik edecek, Senin dinini aleme taşıyacak ve dünyaya bir nur, bir güneş gibi doğacak olan Râşidi Hilafet Devletini bir an önce vererek şereflendir. Onlara rahmetini ve yardımını ihsan et. Çünkü onlar “La ilahe illallah” sancağını sevinçle ve gururla taşıyacaklardır. Allah'ım sen her şeye kadirsin. Yardımını bizlerden esirgeme. Bu ümmeti Muhammed’e kolaylık ver. Onlarında, Senin de düşmanlarını kahret, işlerini boz, yollarını karart, ışıklarını söndür, kurdukları tuzaklara kendilerini düşür... AMİN.

YIL 13  SAYI 151  R.AHİR 1422  TEMMUZ 2002

Yukarı