Ana Sayfa YIL 15  SAYI 174-175-176  R.AHİR/C.EVVEL/C.AHİR 1425 / HAZ. TEM. AĞUS. 2004 E-Mail

TEVHİD'İN SİYASÎ YÖNÜ

Ömer A.

Tevhid: Vahiyden veya vahdetten türemiş bir kelime olup, birleme, onun yanında başka bir şeye yer vermeme, herhangi bir işte ortak kılmama, başkasına yetki vermeme gibi anlamlara gelir. Tevhidin zıddı ise şirktir.

Şirk: Ortak koşmaktır, tek inanca ortak koşmak demektir. Şirketleşmelerin oluşumunda olduğu gibi bir şahsın kendisine ait olan yetkilerini bir başkasıyla paylaşması gibi.

Siyaset: Belirli bir fikirle insanların ülke içi ve dışı ile ilgili işlerini gütmeye, yönetmeye denir. Bu ise devlet ve ümmet tarafından yapılır. Devlet ve yöneticiler bu işi yönetici olarak, ümmet de takipçi, muhasebeci, nasihat edici olarak yürütür.

Müslümanlardaki yani İslam’daki Tevhid ise; hüküm koyma noktasında Allah (cc)'dan başkasına yetki vermemektir ki, bu hüküm, insanın hayatının tamamını kapsar. Bu hayat ise; insanın Rabbiyle alakası, insanın kendisiyle olan alakası ve insanın diğer insanlarla olan alakasıdır. İnsanın Rabbiyle olan alakası ibadetleri kapsar, kendisiyle olan alakası yeme, içme ve güzel ahlaklı olma gibi hususları kapsar. İnsanın diğer insanlarla olan alakası ise, yaratıcıyı hakim tayin edip Rabbinden gelenleri alması ve o doğrultuda amel etmesini gerektirir. Müslümanlara baktığımız zaman kişinin Rabbiyle olan alakasında ve kendisiyle olan alakasında genel anlamda sorun olmadığını görürüz, fakat Müslümanların diğer insanlarla olan alakalarında sorunlar olduğunu görmekteyiz, yani hayatı düzenleme noktasındaki problemlerin çözümü bağlamında Tevhid anlayışının hakim olmadığını, bunun yerine şirk olan düzenlerle problemlerini çözdüklerini görmekteyiz. Tıpkı Mekke döneminde olduğu gibi, o zaman da Arap müşriklerinde Allah'ın Rab olduğu konusunda akide bağlamında sorun yoktu. Resul (sav) Mekke’de müşriklerle mücadelesinin ana noktası siyasi bağlamda idi. İnsanların problemlerini incelediğimizde Tevhid anlayışındaki siyasi bağlam yani insanların diğer insanlarla olan alakasını düzenleme noktası, problemin odak noktasını oluşturmuştur, mücadele bu noktada toparlanmıştır. Ve Allah (cc) da bunu zikrederek onlara yağmuru yağdıranın kim olduğunun, güneşi doğudan doğurup batıdan batıranın kim olduğu sorulduğunda onların da cevaben Allah diyeceğini fakat, insanları siyaset etme hususunda kendi kurallarının olması gerekliliğini savunmuşlar ve problemin odak noktası insanın diğer insanlarla olan alakası noktasında odaklaşmıştır.

Bir taraftan alakalarında akli hakem kılmayı aklın verdiği sonuçla hükmetmeyi savunarak mücadele ve savaşlar yapmışlardır. Diğer taraftan ise tevhidin gereği olarak tek akideye bağlanmış ve bu akideden çıkan siyasi hükümleri uygulamak için mücadele etmişlerdir ve bu uğurda ya hak ya da ölüm ilkesi altında İslamî hayati başlatmışlar yani Raşidi Hilafet’i kurmuşlardır. Ne yazık ki, daha sonraki Müslümanlarda baş gösteren arızalar neticesinde Müslümanlar İslam’ın yaşayan siyasi devletini yani Hilafet’i kaybetmeleri Müslümanların tevhidin siyasi yönünü kaybetmelerine bazı nefislerde unutulmasına sebep olmuştur.

Eğer Müslümanları tekrar kalkındıracaksak; kurtuluş ancak Müslümanlarda unutulmuş veya üstü küllenmiş olan tevhidin siyasi yönünü canlandırmakla mümkün olacaktır. Şu anda Müslümanların tasavvur edemedikleri Tevhidin siyasi yönü geçmişte uygulandığı dönemde ümmeti yeryüzünün en üstün canlılar konumuna getirdi, zira ümmet Allah’ın dinine yardim etti, Allah da o ümmeti izzet ve şerefi ile yüceltti ve Allah-u Teâla vadine ne kadar sahip olduğunu kanıtladı. Biz de kul olarak Allah (cc)’ya verdiğimiz vaadi yerine getirelim ki, Allah (cc) bizim de ayaklarımızı sabit kilsin. Tıpkı Muhammet Suresi 7. ayette buyurduğu gibi:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed 7)

Ve muhakkak ki, Allah (cc)'dan daha ahdine vefalı kimse yoktur.

Kurtuluş yolunda Müslümanları tekrar canlandırmanın yolu ise, İslam’dan ölçüleri ve kaideleri Müslümanlara hatırlatmak, fikri bağlamda fikri mücadele yolu ile anlatmak ve sahip çıkmaları düşüncesini ümmete yerleştirmekle olacaktır. Bunu anlatabilmek için de Allah (cc)'nın buyurduğu gibi:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmran 104) ayeti mucibince bunu anlatmak için İslam’ın farz kıldığı yapılacak isleri gösterdiği fikirler üzerine İslamî bir kitle kurmakla mümkündür. Bu kitlenin işlevi de ayeti kerimede geçtiği minval üzere, marufu emretmek münkerden sakındırmak olacaktır. Çünkü kitleler, toplumun dinamikleridir, yani toplumun motoru konumundadır. Bu kitle hedeflediği yere toplumu taşır. Bu nedenle ayeti kerimeden de anlaşılacağı üzere farzdır. Ve bu farzı gerçekleştirmek Müslümanlara düşer. Müslümanların toplumla olan alakalarının hepsinde İslamî yani Allah (cc)'nın ve Resul (u)'in koymuş olduğu hükümlerle çözmeyi emretmiştir:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.”(Nisa 65)

Müslümanlar bu noktada tercih yapmak zorundalar, ya şirkin ortaya koyduğu çözümleri alacaklar yada Allah (cc)’nın ve Resul (sav)'in ortaya koyduğu çözümü alacaklar. Akıl sahibi bir Müslüman’ın bu alandaki tercihi olumlu olacaktır. Fakat Müslümanların bu çözümü görmesi kolay bir is değildir. Çünkü günümüzde her şey birbirine karışmış durumdadır. İnsanlık için bir olumlu çözümün oluşmasına hatta ve hatta konuşulmasına hiç tahammül edemiyorlar. Ve daha aşırıya giderek insanların beyinlerine müdahale ediyorlar. Şirki savunanların hiçbir ölçüleri olmadığı için, şiddetle hakkı savunanlarla savaşmaktadırlar. Bu mücadelenin sonunda muhakkak ki, hak hakim olacaktır. Zira Allah (cc) bunu bize bir çok ayetinde vaat etmiştir:

“Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoşlanmasalar da Allah nurunu tamamlamaktan asla vazgeçmez.” (Tevbe 32)

Müslümanlarda asıl olan, hakkı hak bilip hak doğrultusunda hareket etmektir. Allah (cc) cümlemize bunu nasip etsin. Bunun yolu da ancak öğrenmek, öğretmek ve çalışmaktır.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi çalışma; insanların birbirleriyle olan alakalarını ne ile düzenleyecekleridir. Yani hangi ölçüye (kaideye), nizama veyahut ideolojiye göre. İste asıl problem burada. Ancak bu hastalığın tedavisini bilip uygulayanlar başarıyı elde edeceklerdir. Bu konuda Müslümanların tercih yapmaları gerektiğini de söylemiştik ki bu da, ya Tevhid yada şirktir.

Kendi ideolojisine güvenmeyen, bâtılı savunanlar kendilerinin İslam’ın karsısında başarılı olamayacağını çok önceden anladıklarından, taktik değiştirip doğru ve hak olan İslam’ı çamurlamaya, iftiralara, savunucularını işkenceye, şantaja hatta öldürmeye kadar gittiler. Bu yüzdendir ki, hakkı savunan binlerce davacı (Müslüman) öldürülmüştür.

Bu ortamda Müslümanlar aralarındaki meselelere hakem (ölçü) tayin ederken:

· Aklı ölçü alıp hükmü ona uyduracaklar.

· Şer'i delilleri ölçü alıp akla uyduracaklar.

· Yada Şer'i hükümleri ölçü alıp aklı sadece anlamada kullanacaklardır.

Bahsettiğimiz şıkların ilk ikisi yanlış, doğru olan üçüncü şık ise, aklı sadece Şer'i Hükümler’i anlamada kullanmaktır. Çünkü doğrunun-yanlışın, güzelin-çirkinin, hayrın ve şerrin tarifini akla göre yaparsak dünyadaki yaşayan her insan için ayrı ayrı tarifler koymuş oluruz ki, hiç biri de diğerine uymaz. Kısacası sınırlı olan varlığı yetkisi ve becerisi olmadığı bir işle görevlendirmiş oluruz ki, bu da doğru değildir. Oysa aklı, sadece insan fıtratını, Rabbisinin göndermiş olduğu hükümleri anlamada kullanırsa doğru bir iş yapmış olur ki, bu doğrultuda yapacağı amel, kendisinin hem bu dünyada kalkınmasına, iç huzura yani saadete ulaşmasını sağlayacaktır, hem de ebedi hayatta bu tercihinden dolayı mükafatlandırılacaktır. Aklı hakem kılanlar ise ne kötü bir tercih yapmışlardır.

Fakat Müslümanlara baktığımızda, akideye ve ahlaka verdikleri önem kadar tevhidin siyasi yönüne önem vermez oldular ki, bundan dolayı da arızalar oluştu. Bu hususta fazla söze gerek yok, Müslümanların bulundukları konum ortada. Oysa Müslümanlar nasıl namaz, haç ve oruçla ilgili hükümlerin yerine getirilmesinin farz olduğu konusunda şüphe etmiyorlarsa, insanların birbirleriyle olan alakalarında da Allah’ın hükümleri ile amel edileceğine dair yani halifenin nasbedilmesi gerektiğine ve İslam İdeolojisinin uygulanması gerektiği hususunda da şüphe duymamaları gerekir. Fakat Müslümanlar İslam’ın bu konular hakkındaki hükümlerini öğrenip yasamak için bir çaba içerisinde değiller.

Sonuç olarak da; İslam hayattan uzaklaştırıldı ve diğer ruhani akideler konumuna getirildi. Oysa Müslümanların kurtuluşu ancak İslam’ı hayatlarına hakim kılmakla mümkün olacaktır.

Müslümanların, Allah’ı razı etmelerinin tek yolu İslamî bütünlük içerisinde alarak amellerini bu doğrultuda yaparak dünyada doğruluğu, hakkında hiç bir şüphenin olmadığına, İslam’ın hayatla ilgili hükümlerini alıp mefhumlaştırıp yasamaları ile Allah’ın rızasını kazanacaklardır. Kısacası Allah’ın rızasını kazanmanın tek yolu, İslam’ın hükümleriyle yasamaktır. Bu ise İslamî siyasetle mümkün olur.

Amellerine İslam’ı ölçü alıp ömürlerini bu uğurda sarf etmiş ve sarf eden Müslümanlardan olmayı Allah (cc)'dan temenni edelim ki, bizlere nasip etsin. (İnşaallah)

“Ey Rabbimiz! Gerçek şu ki biz, "Rabbinize inanın!" diye imana çağıran bir davetçiyi (Peygamber'i, Kur'an'ı) işittik, hemen iman ettik. Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, ruhumuzu iyilerle beraber al, ey Rabbimiz!” (Âl-i İmran 193)

“…(Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız. Bize doğru yolu göster. Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! Âmin.” (Fatiha 5-6-7)

"Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!" (Bakara 201)

"…Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!..." (Bakara 250)

"…Ey Rabbimiz! eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize.” (Bakara 286)

"…Ey Rabbimiz! bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi eğriltme. Bize tarafından rahmet bağışla, lütfü en bol olan sensin.” (Âl-i İmran 8)

“…Bizi buna erdiren Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bizi doğru yola sevk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçeği getirmişler…” (A’râf 43)

YIL 15  SAYI 174-175-176  R.AHİR/C.EVVEL/C.AHİR 1425 / HAZ. TEM. AĞUS. 2004

Yukarı