Alemlerin
Rabbi olan Allah'a hamd olsun. Salat ve selam peygamberlerin
efendisi ve muttakilerin imamına, onun ali ve ashabına, onun
davetini yüklenip yolunu takip eden, düşüncelerine İslamî
akideyi esas alan, amellerinde Şer'i Hükümleri ölçü ve kaynak
kabul edenlerin üzerine olsun.
Aziz
kardeşlerim:
Allah'ın
selamı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun diyerek İslam'ın
selamı ile yazımıza başlamak istiyorum. Allah'tan bu yazımızı
halis kılıp Müslümanların hayrına vesile kılmasını dilerim.
Yine
Allah'tan basiret ve ferasetlerimizi açmasını, bize hakkı hak
olarak gösterip hakka tabi olmayı, batılı batıl olarak gösterip
ondan kaçmamızı ihsan etmesini dilerim.
Bu
yazımızda içtihat ve entegrasyon'dan bahsedeceğiz. İçtihat
mı? Entegrasyon mu? sorularına cevap bulacağız.
Allah-u
Teâla insanoğlunu, hayvanları, diğer canlıları, dünyayı,
cenneti ve cehennemi yaratmıştır. İnsanoğlu dünyada işlediği
her fiilden hesaba çekilecektir. Zira Allah-u Teâla şöyle
buyurmakta:
“Kim
zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı
şer işlemişse onu görür.” (Zilzâl 7-8)
Çünkü
insanoğlunun bu dünyadaki görevi Allah (cc)'ya kulluk etmektir.
Allah
(cc) şöyle buyurmaktadır:
“Ben
cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
(Zariyat 56)
Allah-u
Teâla’nın ayette geçen kulluk kelimesi, insanoğlunun Allah'a
hayatının her alanında itaat etmesi manasındadır.
Kuran'ı
Kerim, sünnet, sahabelerin icması ve müçtehitlerin kıyası Müslümanlar
için birer kaynaktırlar. Müslümanlar karşılaştıkları
sorunları bu dört Şer'i kaynağa göre çözmek durumundadırlar.
Şimdi
bu kaynaklardan en sonuncusunu yani içtihadı ele alalım ve açıklayalım.
Önce
içtihat kelime manasını açıklayalım:
İçtihat:
İnsanın
daha fazlasını yapmaktan aciz kaldığını hissedeceği bir
seviyede, Şer'i Hükümlerden zannı istenen bir şeyde bütün
gücü kullanmaktır. Bu anlamı biraz daha açalım: Yani
her dönem çıkan yeni olaylara insanın, daha doğrusu müçtehidin
tüm gücünü, kuvvetini sarf ederek bir hükümden, yine Şer'i
çerçeveler yani Kuran'ı Kerim ve sünnet çerçevesi içerisinde,
başka bir hüküm istinbad etmesine yani çıkarmasına içtihat
denir.
Zaman
ilerledikçe insanoğlu bir çok olayla karşılaşmakta, bir çok
icatlar yapılmakta. İnsanoğlunun hayatının her alanında
Allah'a itaat etmesi gerektiğini belirttik. Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
“İnsan
başı boş bırakılacağını mı sanıyor” (kıyamet 36)
Peki
kaynaklarda yani Kuran'ı Kerim, hadisler ve sahabelerin icmasında
geçmeyen, günümüzde meydana gelen olaylara karşı İslam'ın
öngördüğü tavrı veya yeni icat edilmiş bir çok eşyayı
kullanıp kullanamayacağımıza dair Allah'ın hükmünü nereden
öğreneceğiz?
Tabi
ki içtihat yoluyla öğreneceğiz. İçtihadın Müslümanlar için
bir kaynak olduğu ve İslam'da mevcudiyeti peygamberimiz Muhammed
Mustafa (sav)'in hadisi ile sabittir. Peygamberimiz Musab el-Eşariyi
ve Muaz bin Cebeli Yemen'e vali olarak gönderdiğinde onlara şöyle
dedi:
“Allah'ın
kitabı ile hükmet. Onda bulamazsan Resulullah'ın Sünneti ile
hükmet. Onda da bulamazsan (Kuran ve Sünnete göre) görüşünle
içtihat et.”
İçtihat
örneklerini çoğaltabiliriz.
Nitekim
sahabelerin hepsi birer müçtehit idiler. İçtihat kelimesini açıkladıktan
sonra, konumuzun başlığını oluşturan diğer kelimeyi yani
entegrasyonu açıklayalım.
Entegrasyon,
Fransızca bir kelimedir. Bütünleşme, birleşme ve uyum sağlamak
anlamını taşımaktadır.
Entegrasyon
kelimesini günümüzde sıkça duymaktayız. Günümüzde İslam
ümmeti için hayat, her nerede ikame ederlerse etsinler çok zor ve
karışıktır.
Bugün
İslam dünyası ekonomik, siyasi ve hatta güvenlik sorunlarıyla
boğuşmaktadır. Batı'daki ulusların daha iyi bir hayat
arayışında oldukları şu 20. yüzyılda, Müslümanlar ekonomik
ve siyasi belirsizlik içerisinde boğulmaktalar. Bu arayışın
başlangıcında bir çok avantajları olmuştu fakat bu arayış
aynı zamanda yeni yeni sorunları da beraberinde getirdi.
Batı'daki
Müslümanların karşılaştıkları sorunların en önde geleni
İslam şahsiyetinin ve karakterinin açık şekilde yaşanmamasını
öngören ''bütünüyle entegrasyon'' için yapılan çağrılardır.
Batı'da
hakim çevrelerde, hükümetlerde ve medyada artık açıkça
Müslümanları nasıl entegre ettirebilecekleri tartışılmaktadır.
Örnekler:
·
Fransa'da İslam'ın olması değil, Fransız bir İslam'ın olması
gerek. (Charles Pasqua: Fransa içişleri bakanı, New York times
29/10/95)
·
İslam fundamentalizmi bir ideoloji olup Batı'ya meydan okumasını
engellemeliyiz. (Henry Kissinger: Diplomat)
Bu
örnekleri daha çoğaltmak mümkün.
İhtilaflı
olaylara karşı Müslümanların tepkileri dahi entegrasyonu
doğrulamak amacıyla kullanılmaktadır.
Mesela:
Kosova'daki savaş “Şeytani ayetler” kitabı, Müslümanların
toplumdan dışlanması gibi.
Bir
çok Müslüman gruplar ve şahıslar, Batı'nın Müslümanları
entegre etme çalışmalarına dahil edildi.
Bazıları
işbirliği yapmayı reddettiklerinde, hükümet tarafından
yerlerinden edildiler. Sonuç olarak, sözde Müslümanları temsil
eden organizeler ve şahıslar hükümetin ipine tutundular ve onun
çizdiği çizgide yürümeye başladılar. Hatta Afganistan savaşında
olduğu gibi Müslümanların öldürülmesini destekleyebilecek
kadar ileri gittiler.
Batı'da
yaşayan Müslümanların sorunları, çok büyük sorunlardır ve
biran evvel çözülmesi gerekmektedir. Bu sorunlarla sırf
Batı'daki Müslümanlar değil, tüm dünyadaki Müslümanlar boğuşmaktadırlar.
Batı tarafından desteklenen bazı gruplar ve şahıslar bu sorunu
çözmek için metodoloji akletmeye koyuldular. Bazı Müslümanların
Batı'da azınlık oldukları şikayetinde bulunmalarıyla “Azınlık
Fıkhı” oluşturulması için zemin hazırlanmış oldu. Mesela
boşanma ve riba (faiz) gibi bazı fıkhî hükümlerin küfür
toplumunda uygulanamayacağı iddiası çok gülünçtür.
Dr.
Taha Jabir el-Alwani “Azınlıklar Fıkhıyla” ilgili yazdığı
“Muqadimah fi fiqh al Aqalliyat” isimli makalesinde şöyle yazıyor:
“Hedefimiz yeni bir İslam oluşturmak değil, mevcut ortam içerisinde
bir müçtehidin dini esneklik içerisinde nasıl içtihat edebileceğini
belirtmek için atılmış, metodolojik bir adımdır.”
Bu
yaklaşım mevcut realiteyi ve hüküm kaynaklarını
örtülemektedir. Dolayısıyla bazı hükümler göz ardı
edilecektir. Sonuç olarak, Kuranı Kerim ve Sünnet'teki bazı hükümler
yerine getirilmediği gibi İslam'a tam zıt hükümler
benimsenecektir.
Bu
konuya bir örnekle devam edelim.
Müslüman
bir kadının, kafir bir erkekle evli olması hususu. Mumtehine
suresinde bir Müslüman kadının bir kafir erkekle evlenmesinin
haram olduğu belirtilmektedir. Ayet şöyledir:
“…Eğer
siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz
onları kafirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir.
Onlar da bunlara helal olmazlar...” (Mümtehine 10)
Bu
ayet tek bir şeyi ifade etmektedir; böyle bir evlilik
geçersizdir. Allah-u Teâla nezdinde hiçbir değeri yoktur.
Fakat
“Azınlıklar Fıkhı” böyle düşünmemekte, hatta Allah (cc)'nün belirlediği cevabı yeniden düzenlemektedir.
Taha
Jabir el-Alwani şu olayı anlatmaktadir:
Azınlıklar
fıkhıyla alakalı şöyle bir olay vuku bulmuştur: “Bir kadın
İslam'a girmişti. Eşi ve iki çocuğu vardı. Kocası kadına
destekli fakat İslam'a girmeye niyeti yoktu. Kadın İslam'a girer
girmez, ona 20 yıllık eşinden boşanmasını söylediler. Böyle
bir durum içerisinde şu soruyu sormak gerekir: Bir kadının Müslüman
olmayan bir eşle evli olması mı yoksa kadının dinden çıkması
mı daha kötüdür?” Konunun devamında cevap şu şekilde verilmektedir:
“Kadının
dinden çıkması çok daha kötü bir şeydir. Kadının kafir bir
eşle birlikte olması kabul edilebilir bir şey değildir ve kadın
Hesap gününde Allah (cc)'ye karşı sorumlu ve hesap vermek
zorundadır.”
Bu
“Azınlıklar fıkhı” olarak isimlendirilen inanılmaz bir
karardır. İngiliz bir kadının Müslüman olup eşinin kafir
olarak kalması gibi hususlar İslam fıkhı için yeni olaylar değillerdir.
Bu probleme, Peygamberimiz (sav) zamanında kızı Zeyneb'in Müslüman
olup kocasının dini kabul etmemesiyle, rastlanıldı.
Peygamberimiz kızı Zeyneb’e hemen kocasını bırakmasını
emrederek, Allah'ın kâti emrine karşı gelmedi. Allah-u Teâla'nın
emrine karşı gelmek en büyük hatadır ki, “Azınlıklar
fıkhı” sorunlara sunduğu bu yanlış çözümlerde bu hatayı
hata olarak görmemektedir.
Günümüzde
meydana gelen bu sorunları çözmek için İslam Hükümlerine
bakmalıyız ve bu Şer'i Hükümleri öğrenmek için araştırmalıyız.
Doğru
yaklaşım:
Batı'daki
ve dünyadaki Müslümanların başlarına gelen bu tür olaylara
karşı takınacakları tavrın, yaklaşımın akli bir akidesi
olan, İslam dininde belirlenmiş olması gerekmektedir. Bundan
farklı bir yaklaşım büyük bir hata niteliğini taşımaktadır.
Arapça
bir kelime olan şeriat açık yol veya kaynağa götüren yol anlamını
taşımaktadır. Bu kelime lügatta şöyle açıklanmaktadır:
Şeriat; insanların susuzluklarını giderdikleri sonsuz, tüketilmez
su kaynağıdır.
Lügatta
şeriat kelimesi için yapılan açıklama, İslam Hükümlerinin
insanlık için bir rehberlik kaynağı olduğuna işarettir.
Tıpkı suyun hayatın asıl kaynağı olduğu gibi, İslam’ın Hükümleri
de insanlığın asıl rehberlik kaynağıdır. Şeriat İslam'ın
kaynak hükümlerinden derlenmiş kanunlardan oluşmaktadır. Bu
kanunlar sadece evlilik ve boşanmayla sınırlı kalmayıp
insanoğlunun veya bir toplumun tüm fiillerini düzenleyecek
kanunlar içermektedir.
Allah
(cc) şöyle buyurmaktadır:
“Ey
inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah
ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına
girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 24)
Şeriat
kapsamlı ve mükemmel bir hüküm kaynağıdır.
İslam
Şeriatı geçmişte vuku bulmuş bütün olayların günümüzde
meydana gelen olayların ve hatta meydana gelmesi mümkün olan
olayların dahi hükümlerini içermektedir. Geçmişte meydana
gelmiş veya günümüzde meydana gelen veya gelecekte meydana
gelecek olan olayların her birinin İslam Şeriatında bir hükmü
vardır.
İslam
Şeriatı bütünüyle ve kapsamlı bir şekilde insanoğlunun zaman
ve mekana bağlı olmamaksızın fiilleriyle alakalı hükümler
içermektedir. Bunu da bize sözlerin en güzelini söyleyen Allah-u
Teâla örnek olarak vereceğimiz bir kaç ayette şu şekilde
ortaya koymuştur.
“…Biz
Kitabı sana her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara da bir
hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik” (Nahl
89)
“…Biz
Kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık…” (En'am 38)
“Bugün
size dininizi kemale erdirdim, üzerimizdeki nimetimi tamamladım ve
size din olarak İslam’ı seçip beğendim” (Maide 3)
|