Şirk: ''Şe-ri-ke'' fiilinin mastarı, ortak
olma demektir. Dini anlamda şirk, Allah'a eş ve ortak koşma
manasına gelir.
Bu fiilin dört harfli ''ifâl'' babındaki
şekli ''eşrake''dir ve ortak tanıma, ortak koşma demektir. Bu
babın ismi faili olan ''müşrik''de, ortak koşandır.
Şirk, aynı kökten gelen kelimelerle birlikte,
Kur'an'da yüzelliyi aşkın yerde geçmektedir.
Kur'an-ı Kerim'i incelediğimiz zaman, şirke düşen
insanların nefislerine tabi olarak tevhide karşı çıkmalarının
neticesinde bu durma düştüklerini görüyoruz. Bütün müşrik
toplumlarda, genellikle ahlaksızlık, nefis duyguları, zulüm, hırs,
azgınlık, taşkınlık ve menfaatperestlik hakimdir. Şirkin
temeli, insanların Allah'a tam manasıyla inanmamaları, O'nun emir
ve yasaklarına gerektiği gibi uymamaları ve ondan sonra yukarıda
arzedilen süfli bir duruma düşmelerine dayanır. Bu husus birçok
âyette dile getirilmiştir.
Kur'an âyetlerinden başka, çeşitli hadislerde
ve ilmî eserlerde de şirk konusuna geniş yer verilmiştir.
Allah'ın birliğine ortak kabul etmek şirk olduğu gibi, kudret ve
tasarrufunda O'na ortak kabul etmek de şirktir. Şirk'in diğer
bir çeşidi de, yalnız Allah'tan beklenmesi gereken sonuçları,
Allah'tan başka güç ve kişilerden beklemektir.
Şirk'in zıddı tevhiddir. O da, Allah'ın
varlığını ve birliğini kabul etmekle beraber, O'nun
tasarruflarında tek kudret sahibi olduğunu, hüküm ve
irâdesinin her şeyin üstünde bulunduğunu kabul etmektir. İslâm
dininde tevhid esastır. Hemen hemen bütün ibâdetlerin ana
gayesi çeşitli konularda Müslümanların arasında birliği
sağlamaktır. Dünyanın her yerindeki Müslümanların aynı
ezanı okumaları, ibadetlerinde aynı kıbleye dönmeleri, tevhidin
birer göstergesidir. Şirk bunun tam zıddıdır. Tevhidin ana gayesi
ve esas hedefi olan Allah'ın birliği hususundaki inancı
zedelemek, O'na ortak kabul etmek, büyük şirk kabul edilmiştir.
Yüce Allah Kur'an'da:
''…Muhakkak ki şirk büyük bir zulümdür…''
(Lokman 13) diye buyurarak, şirki bir zulüm
olarak tanıtmıştır. Nitekim şirke düşen insan, bu
hareketiyle kendi nefsine zulmetmiş olur. Ve yine şirk göklerin,
yerin ve bunlarda bulunanların, maddenin ve hayatın zorunlu
olarak teslim olduğu küllî bir kanuna, yani Allah'ın tek ilah
ve Rab olduğu gerçeğine karşı gelinmekle Allah'ın hakkını
O'na teslim etmemek bakımından da bir zulümdür. Şirk'e düşen
insanın kendi şahsına zulmettiğini destekler mahiyetteki diğer
bir âyetin meâli şöyledir:
''Allah'a ortak koşmadan, halis olarak Allah'ı
birleyenler olun. Kim Allah'a ortak koşarsa, o sanki gökten düşmüş
de kendisini kuş kapıyor veya rüzgâr onu uzak bir yere
sürüklüyor gibidir'' (Hac 31)
Şirk'e düşen insan o kadar perişan olur ki, Yüce
Allah ile bağları kopar; istikametini şaşırır; iyi ile kötüyü
ayırt edemez hale gelir ve kendi öz çocuğunu öldürecek kadar
şaşkın bir duruma düşer. Onların bu acı hali, Kur'an'da şöyle
haber verilmiştir.
''Yine ortakları, müşriklerden çoğuna
evlatlarını öldürmeyi süslü (güzel bir şeymiş gibi) gösterdi
ki (böylece) hem kendilerini mahvetsinler hem de dinlerini karıştırıp
bozsunlar. Allah dileseydi bunu yapamazlardı. O halde onları,
uydurduklarıyla baş başa bırak!'' (En'am 137)
Yüce Allah'ın şirke bakışını ve şirkin
Kur'an'daki tanımını sergileyen diğer bazı âyetlerin meâli şöyledir:
''Allah kendisine ortak koşulmasını elbette
bağışlamaz. O'ndan başka günahları dilediği kimse için bağışlar.
Kim Allah'a ortak koşarsa, büsbütün sapıtmıştır.'' (Nisa
116)
''Onlar (müşrikler, şirk koşanlar insanları)
ateşe çağırır. Allah ise izniyle Cennete (girmeye) ve mağfirete
çağırır.'' (Bakara 221)
''Kitap ehlinden ve (Allah'a) şirk koşanlardan
kâfir olanlar, Cehennem ateşindedirler. Orada ebedî kalacaklardır.
Onlar, halkın en şerlileridir'' (Beyyine 6)
Tevhide aykırı olan, Allah'ın ve Peygamber
(sav)'in emirlerine ters düşen şirke, kimden gelirse gelsin, itâat
etmemek gerekir. İslâm dini anne-babaya son derece itâat
etmeyi, onlara saygıda bulunmayı emrettiği halde, şirk olan
hususlarda, onların sözünü dinlememeyi ve onlara tabi
olmamayı istemektedir. Konu ile ilgili bazı âyetlerin meâli şöyledir:
''Biz insana anne-babasına iyilik etmeyi tavsiye
ettik. Eğer onlar seni, (gerçekliği) hakkında hiçbir bilgin
olmayan bir şeyi, bana ortak koşman için zorlarlarsa, (bu
hususta) onlara itâat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size
yaptıklarınızı haber veririm.'' (Ankebût 8)
''Biz insana anne-babasını tavsiye ettik.
Anası onu zayıflık çekerek (karnında) taşımıştır. Onun
(memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur. (Bunların
hepsi, güç şeylerdir. Onun için biz insana) -Bana ve
anne-babana şükret. Dönüş banadır, (diye öğüt verdik).
Eğer onlar seni hakkında bir bilgin olmayan bir şeyi bana
ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itâat etme. Onlarla
dünyada iyi geçin ve bana yönelen kimsenin yoluna uy. Sonra
dönüşünüz banadır. (O zaman ben) size yaptıklarınızı
haber vereceğim'' (Lokman 14,15)
Allah'ın Resûlü Hz. Muhammed (sav) de, şirki
helâk edici büyük günahların başında saymıştır. Bu hususu
belirten bir hadiste şöyle buyurmuştur:
Helak edici yedi şeyden sakının:
1- Allah'a şirk (ortak) koşmak.
2- Sihir ve büyücülük gibi göz
boyayan, aldatıp oyalayan şeylerle meşgul olmak.
3- Allah'ın haram kıldığı cana haksız
yere kıymak.
4- Yetim malı yemek.
5- Savaş alanından kaçmak.
6- Faiz yemek.
7- İffetli, namuslu, suçtan beri, mü'mine
kadınlara zina isnâd etmek
Şirkin dışındaki günahların affedileceği,
imân sahibi olan bir insanın bu gibi günahları işlediği
takdirde, cezasını çektikten sonra mutlaka cennete gideceği,
ancak şirke giren insanların, tevbe etmeden öldüğü takdirde,
affedilmeyeceği Resul (sav) tarafından haber verilmiştir:
“Cebrail bana gelerek şu müjdeyi verdi:
'Ümmetinden kim Allah'a şerik (ortak) koşmadığı halde
ölürse, Cennet'e girer'. Bunun üzerine ona dedim ki:
'Zina da etse, hırsızlık da yapsa..?' Cevap verdi:
'Evet, zina da etse, hırsızlık da yapsa...” Peygamberimiz (sav)'in
bildirdiğine göre, Cebraîl (as)'a bu soruyu üç defa sormuş
ve her seferinde aynı cevabı almıştır.
Bir de küçük şirk diye bir çeşit şirk daha
vardır. O da, ibâdetlere riya ve gösterişi karıştırmak,
Allah'ın rızasından sapmaktır. Kur'an'da bu husus şöyle
geçmiştir:
“… Artık her kim Rabbine kavuşmayı
umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak
koşmasın.” (Kehf 110)
Bu âyette geçen, ibâdette Allah'a şirk
koşmaktan gaye, ibâdette ihlaslı ve samimi olmamak, Allah'ın
rızasının dışındaki riya, gösteriş ve benzeri menfaat
duygularını taşımak demektir.
Hz. Muhammed (sav)'in de bu hususta söylediği
hadislerden bazıları şöyledir:
''Sizin için en çok korktuğum şey, küçük
şirktir.'' Hazır bulunanlar: ''Ya Resulullah! Küçük
şirk nedir?'' diye sordukları zaman, Rasulullah (sav) şöyle
devam etmiştir: ''Küçük şirk, riya yani gösteriştir.
Ahiret gününde insanlara amellerinin karşılığı verildiği
zaman, Allah diyecek ki: 'Dünya hayatında iken, kendileri görsün
diye riya ve gösteriş yaptığınız kişilerin yanına gidin,
bakın, onların yanında herhangi bir karşılık bulacak
mısınız?'
''Ümmetim için en çok korktuğum şey, Allah'a
şirk koşmaktır. Ama dikkat edin; Ay'a, Güneş'e veya puta tapacaklar,
demiyorum. Fakat, Allah'ın rızasının dışındaki gayeler
için harekette bulunacaklar ve gizli şehvet, yani riyâ ve
gösteriş duygularını taşıyacaklar (demek istiyorum)''
Ebu Hureyre (ra) dedi ki, ben Rasulullah (sav)'i
şöyle söylerken işittim:
''Kıyamet günü aleyhine hükm olunacak halkın
birincisi şehit edilen bu adam olacaktır. O kimse, (Allah'ın
huzuruna) getirilir; Allah ona verdiği nimetlerini bir bir
anlatır. O da bunları bilir ve hatırlar. Yüce Allah: 'Bu
nimetlerin arasında ne yaptın?' diye sorar. O kişi: 'senin
rızan için savaştım ve nihâyet şehit oldum' diye cevap verir.
Yüce Allah: 'Yalan söylüyorsun. Fakat sen, hakkında kahraman
denilsin diye savaştın. Bir rivâyete göre, Allah'ın emri
üzerine o kişi yüz üstü sürüklenerek Cehennem'e atılır.
(İkinci olarak) İlim öğrenmiş, başkalarına
da öğretmiş ve Kur'an okumuş biri huzur'u ilâhiye getirilir.
Yüce Allah ona da verdiği nimetlerini tek tek anlatır. O da
bunları anlar. Allah ona: 'Bu nimetlerin arasında bulunurken,
ne yaptın'' diye sorar. O şu cevabı verir: 'Senin rızan için
Kur'an'ı, ilmi öğrendim ve başkasına öğrettim.' Yüce Allah
ona da şöyle der: 'Sen yalan söylüyorsun. Fakat sen Kur'an'ı,
ilmi riya ve gösteriş için, sana alim, güzel okuyor, densin diye
okudun, öğrendin. Nitekim senin için bu övgüler yapıldı.'
Allah'ın emri üzerine o da sürüklenerek Cehennem ateşine
atılır.
(Üçüncü olarak) Allah'ın kendisine geniş
çapta zenginlik ve çeşitli maldan verdiği biri getirilir.
Allah, buna da verdiği nimetleri ayrı ayrı anlatır. O da, bu
nimetleri kabul eder, hatırlar. Yüce Allah ona da şunu sorar: 'Bu
nimetlerin arasında bulunurken, ne gibi hayırlı işler yaptın?
O da şöyle cevap verir: 'Senin rızan için, sevdiğin her türlü
yola para harcadım. Maddi yönden, yardımda bulunmadığım hiç
bir şeyi bırakmadım.' Yüce Allah ona da aynı şekilde cevap
verir: 'Sen yalan söylüyorsun. Aslında sen bunları, sana cömert
denilsin diye yaptın. Riya ve gösterişte bulundun. Beklendiğin
medih ve övgülere de kavuştun.'' O da Allah'ın emri üzerine
yüzüstü sürüklenerek Cehennem ateşine atılır.''
Bu hadiste ifâde edildiği gibi, şehit olmak,
alim olmak ve hayır yollarına maddi yardımda bulunmak, son derece
güzel şeylerdir. Ancak bunlar Allah rızası için değil, riya,
gösteriş veya başka herhangi bir menfaat duygusu ile olunca, hiç
bir kıymeti ve değeri yoktur. Bu nedenle ahirette amellerimizin yüzümüze
bir paçavra gibi çarpılmaması için bütün amellerimizi
ihlasla, sadece Allah için yapmalı ve şirk çemberinden uzaklaşmalıyız.
Sigorta
Hayat, eşya veya benzeri şeyler üzerinde yapılan
sigorta işlemi de bir tür akittir. Bu akit, sigorta şirketi ile
sigorta şirketi tarafından sigortalanmak isteyen kimse arasında
yapılır. Bu akitte sigortalı, sigorta şirketinden; mal veya
varlıkları açısından zarar edeceği malın ya aynısını veya
değerini almak için, hayat sigortası açısından ise hayatına
eşdeğer bir paranın verilmesi için taahhüt ister. Buna göre
her iki tarafın tayin edeceği belli bir zaman içerisinde
meydana gelecek sözleşme konusu olay için belli bir meblağ
karşılığında sigorta şirketi zararı ödemeyi kabul eder. Bu
icap ve kabule göre sigorta şirketi iki tarafın üzerinde
ittifak edecekleri muayyen şartlar içerisinde sigortalıya taahhüt
ettiği şeyi yerine getirir. Yani zararın ya aynısını veya
değerini felâket meydana geldiğinde sigorta ettiği kişiye
öder. Meselâ; malı telef olduğunda, arabası hasar gördüğünde,
evi yandığında, malı çalındığında, öldüğünde ve
benzeri olaylar karşısında sigorta şirketi, sigortalının belli
zaman içerisinde sigortaya ödediği pirim karşılığında
sigortalının uğradığı zararı varılan anlaşmalara göre
öder.
Bundan anlaşıldığına göre sigorta;
sigorta şirketi ile sigortalı arasında sigorta konusu nesne ve
şartları üzerinde yapılan ittifaktan doğan bir akittir. Fakat
her iki taraf arasında yapılan bu sözleşmeye binaen şirket,
üzerinde ittifakın cereyan ettiği şartlar çerçevesinde ya
muayyen bir miktarı veya karşılığını ödemeyi taahhüt
eder. Sigortalı, anlaşma maddelerine uyan bir felâketle karşı
karşıya kalırsa, şirket telef olan malın ya aynısını yahut
piyasa değerini vermek mecburiyetindedir. Şirket malın
değerini veya aynısını sigortalıya veya başkasına verme
hususunda serbesttir. Şirket tazminatın ödenmesine ikna olduğu
veya mahkeme tarafından böyle bir hüküm verildiği zaman sözleşme
şartlarında yer alan hususlardan birinin meydana gelmesiyle
sigortalı, sigorta şirketindeki hakları gereğince tazminat
almaya hak kazanır.
İşte böylesi bir anlaşmaya sigorta denilmektedir.
Sigorta bazen doğrudan doğruya anlaşmaya giren kişinin yararı
için yapılır. Bazen de çocukları, karısı veya diğer
varislerine yarar sağlamak için yapılır. Hayat sigortası,
eşya sigortası, ses sigortası ve benzeri ifadeler ve sloganlar
sigorta şirketlerinin çoğu kez sigorta muamelesini halka
sevdirmek için kullandıkları tabirlerdir. Aslında hayat
sigorta edilmiyor. Sadece sigorta ettiren kimsenin, ölümünden
sonra çocuklarına, karısına ve diğer mirasçılarına belli
bir miktarın verilmesi üzerine sigorta yapılıyor. Sigorta
aslında eşya, araba ve mal edinilebilen diğer şeyleri
garantiye almıyor. Garantiye aldığı tek şey bozulmuş veya
zarara uğramış olan eşya, araba ve diğer mallar
karşılığında ya aynısının ödenmesi veya değerinin
ödenmesidir. Gerçekte belli bir miktar meblağın sigortalıya
veya başkasına ödenmesini garanti etmektir. Ne hayatın ne de
malın garanti edilmesi diye bir şey yoktur. İşte sigortanın
durumu budur. İyice tetkik edildiğinde sigorta işleminin iki
yönden batıl olduğu ortaya çıkar:
1- İcap ve kabul unsurlarını taşıdığı
ve iki taraf arasında varılan bir anlaşma olduğu için akit
sayılır. Sigortalı olmak isteyen kimse icabı, şirket ise
kabulü üstlenmektedir. Bu akdin şeriata göre sahih
olabilmesi için şeriatın belirlediği şartları içermesi
gerekmektedir. Eğer onları içeriyorsa sahihtir, değilse sahih
olmaz. Şeriata göre aktin, bizzat bir mal veya menfaat üzerinde
yapılması gerekir. Bizzat mal veya menfaat üzerinde yapılmayan
akit batıl olur. Çünkü böylesi bir akit şeriata uygun bir şey
üzerinde yapılmamıştır. Şeriata göre akit şu hususlar
üzerinde yapılır:
a- Satış, selem veya şirket gibi bir ayn
karşılığı.
b- Bağış gibi karşılıksız bir mal
üzerinde
c- İcare gibi karşılığı olan bir menfaat
üzerinde
d- Ödünç olarak bir nesnenin alınması/verilmesi
gibi karşılıksız bir menfaat üzerinde yapılır. Dolayısıyla
şeriata göre aktin mutlak surette bir şey üzerinde yapılması
lazımdır.
Sigorta sözleşmesi ise ne bir "ayn"
ne de bir "menfaat" üzerinde yapılmış değildir.
Sigorta sözleşmesi sadece bir "taahhüt" yani bir
"garanti" üzerine yapılan akittir. Taahhüt veya garanti
ise "ayn" sayılmaz. Çünkü bu, tüketilemeyen, menfaati
alınamayan bir şeydir. Dolayısıyla menfaat da sayılmaz.
Çünkü yapılan bir taahhütten ne ücret ne de emanet olarak
yararlanılamaz. Bu Taahhüde binaen mal elde edilmesi ise menfaat
sayılmaz, Elde edilen mal sadece, yapılan bir işlemin
etkilerinden birisidir. Bundan dolayı sigorta sözleşmesi bir
"ayn" veya bir "menfaat" üzerinde yapılmış
sayılmaz. Bu nedenle de batıl bir akittir. Çünkü şeriata göre
sağlıklı bir sözleşmenin şartlarını bünyesinde taşımamaktadır.
2. Sigorta şirketi sigortalıya özel şartlar
içerisinde bir taahhüt vermektedir. Bu, bir bakıma garanti
(kefalet) gibidir. Şeriata göre bir kefaletin meşru olması için
aranan ve istenen şartların buna tatbiki icab eder. Eğer bu
şartlara haiz olursa sahih olur, değilse sahih olmaz. Şeriata göre
kefalete baktığımızda aşağıdaki hususlar açığa çıkar:
Garanti (kefalet); tazminat altına
alınanın zimmetinin, kendisi adına zimmet tazmin edilenin
zimmetine herhangi bir hakkı getirmek üzere eklenmesidir.
Kefalette bir yükümlülüğün bir başkasının yükümlülüğüne
ilhakı lazımdır. Böyle bir olayda üç temel unsur aranır.
a- Garanti eden kimse (dâmin)
b- Garanti edilen kimse (madmunun anhu)
c- Kendisine garanti verilen kimse. (madmunun
lehu)
Kefalet; karşılığı olmadan zimmetteki
bir hakkı zorunlu kılmaktır. Kefaletin sahih olabilmesi için,
üzerinde kefaletin yapıldığı şeyin vacib olan yahut vacib hale
gelen malî haklardan bir hak olması lazımdır. Yerine
getirilmesi vacib olmayan ya da vacib hale gelmeyen bir hakta
kefalet olmaz. Çünkü kefalet hakkı yerine getirmek hususunda
bir yükümlülüğü bir başka yükümlülüğe ilhak etmektir.
Böylece garanti edilen kimsenin üzerinde bir sorumluluk yoksa
onun hakkında zimmetin ilhakı diye bir şey de olmaz. Bu vacib
olan hakta zahirdir. Vacib hale gelen hakka dair de şu misal
verilebilir: Meselâ; bir erkek bir kadına "falan kimse ile
evlen, ben senin mehirine kefilim" derse, burada kefil olan
kimse, kefil olduğu kimsenin yükümlülüğünü yüklenmiş
olmaktadır. Yani ona lazım olan şey kefile de lazım olmaktadır.
Kefil olunan kimseye sabit olan zimmet, kefil için de sabittir.
Fakat ortada hiç bir kimseye tahakkuk eden vacib bir hak veya
vacibe dönüşen bir hak yoksa, kefalet kavramının manası
tahakkuk etmemiş olur. Çünkü zimmete bir başka zimmetin ilâvesi
yoktur. Bu takdirde kefalet sahih olmaz. Buna binaen kefil isteyenin
kefil olunan kimse üzerinde bir vacib veya vacibe dayalı bir
hakkı yok ise kefalet sahih olmaz. Çünkü kefil olunan kimsenin
ya bir eşyayı -kayıp olur veya zarar görürse- ödemek zorunda
olması, yahut bir borcu ödemek zorunda olması şarttır. İster
zimmette sabit olan bu hak vacib olup borçlu tarafından bilfiil
ödenmesi gereksin, ister ise zimmette sabit vacib hale gelen bir
hak olup güç kullanarak ödenmesi gereksin, fark etmez. Böylece
kefil olunan kimse bilfiil ya da güç kullanılarak ödeme yapmak
zorunda değilse bu durumda kefalet sahih olmaz. Çünkü garanti
edilen kimseye bir hak ödemesi vacib değilse garanti edene ise hiçbir
surette vacib olmaz.
Örneğin; insanlardan temizlemek üzere elbise
toplayan bir kimse için bir adam, bir başkasına elbiseni ona ver,
ben kefilim dese, sonra da elbise telef olsa kefil olan kimsenin
kefaleti kabul eden kimsenin yerine elbisenin değerini ödemesi
gerekir mi?
Buna cevap şöyledir: Eğer elbisenin bozulması
onun fiili ile kaynaklanmıyor ise ve ortada ihmalkarlık da yoksa
kefilin bir şey ödemesi gerekmez. Aslında kefil olunan kimsenin
bir şey ödemesi gerekmemektedir. Asıl olanın bir şey ödemesi
gerekmeyince kefil olanın ise öncelikli olarak ödemesi
gerekmez. Bu nedenle kefaletin sahih olabilmesi için, kefil
olunan yani alacaklı için başkaları üzerinde vacib veya vacibe
dönüşmüş bir hakkın olması gerekir. Hakkın, başlangıçta
veya bilahare zimmette subutu kefaletin sıhhatinin şartıdır.
Ancak garanti edilen kimse ve kendisine garanti verilen kimsenin
bilinen olması şart koşulmaz. Meçhul da olsa kefalet sahih
olur.
Meselâ bir adam bir diğerine, elbiseni
temizlemeciye ver dese, diğeri de elbiselerimin kaybolmasından,
bozulmasından korkarım dese, bunun üzerine birinci şahıs ona:
Elbiselerini temizlemeciye ver, elbisen telef olacak olursa ben
temizlemeci adına sana kefilim dese fakat temizlemeciyi belirtmese
verilen kefalet sahihtir. Bu kefalet üzerine adam elbiselerini
temizlemeciye verse sonra da elbisesi telef olsa kefil olan kimse
tarafından elbiselerin karşılanması gerekir. Garanti edilen
kimsenin meçhul olması engel değildir. Aynı şekilde bir kişi
kalkar da falan temizlemeci çok tecrübelidir, ona elbiselerini
veren herkesin elbiselerinin telef olmasına karşı temizleyici
adına ben kefilim derse ve adına kefil olunan kimse meçhul olsa
bile bu kefalet sahihtir.
Garanti etmenin (kefaletin) delili açıktır. Bu
delil, bir zimmeti bir başka zimmete eklemektir. Zimmette sabit
olan bir hak için garanti vermektir. Böylesi bir işlemde ise:
a- Garanti eden kimse,
b- Garanti edilen kimse,
c- Kendisine garanti verilen kimse olarak
üç unsur mevcuttur. Ve bu garanti (kefalet) herhangi bir karşılık
olmadan meydana gelir. Burada hem kendisine garanti verilen kimse,
hem de garanti edilen kimse meçhul olabilir. Kefaletin deliline
gelince; Ebu Davud, Câbir'den şöyle rivayet etti:
"Resulullah (as), üzerinde borç var iken
ölen bir adamın namazını kılmıyordu. Nitekim bir cenaze getirildi.
Resulullah (sav): Onun borcu var mı? diye sordu. Oradakiler:
Evet, iki dirhem borcu var, dediler. Bunun üzerine Resul (sav); Arkadaşınızın (cenaze) namazını kılın, dedi. Bunu
işiten Ebu Katade el-Ensâri: O iki dinarı ben öderim, ya
Resulullah dedi. Bundan sonra Resul (sav) kalkıp onun namazını
kıldı. Gün gelip Allah, Resul (sav)'e fetihler nasib edip maddî
yönden güçlenince şöyle buyurdu: Ben her mü'mine kendi zatından
önce gelirim. Kim bir borç bırakarak ölürse onu ben ödeyeceğim.
Kim de mal bırakırsa (öldükten sonra) varislerine ait olur.”
(Ebu Davud, Kitabu’l-Buyu’, 2902)
Sarih olarak anlaşılan manaya göre Ebu Katade,
borç verene ait vacip olmuş malî hakkın ödenmesinde kendi
zimmetini, borçlu olarak ölen kimsenin zimmetine katmıştır. Bu
hadisten anlaşılan diğer bir husus da; garanti (kefalet)
hususunda bir kefil (garanti eden) bir garanti edilen kimse ve bir
de kendisine garanti verilen kimse mevcuttur. Ayrıca başkasına
ait zimmet tekeffülü karşılıksız olmuştur. Yine hadisten
anlaşıldığı üzere, garanti edilen kimse ki o ölen kimsedir ve
kendisine garanti verilen kimsenin yani alacaklının kefalet
sırasında kim olduğu meçhuldur. Böylece bu hadis kefaletin sıhhat
şartlarını ve in'ikad şartlarını ihtiva etmektedir.
Şer'i kefalet işte budur. Sigorta taahhüdünü
kesin garanti olan şer'i kefalete tebik ettiğimizde şu durumlar
karşımıza çıkmaktadır:
a- Sigorta, kefaletin sıhhatine ve
in'ikadına ait olarak şeriatın bildirdiği şartlardan
yoksundur. Sigorta bu şartları taşımamaktadır. Onda bir
zimmeti bir zimmete ilhak etmek hususu kesinlikle yoktur. Sigorta
şirketi, sigortalıya ait bir malî yükümlülükte kendi
zimmetini hiç bir kimsenin zimmetine katmamaktadır.
Dolayısıyla herhangi bir garanti (kefalet) mevcut değildir.
Dolayısıyla sigorta batıldır.
b- Sigorta olayında, sigortalının
üzerinde bir başkasına ait herhangi bir hak yoktur ki sigorta
şirketi onu ödemeyi üzerine almış olsun. Sigorta malî hakkın
varlığından yoksundur. Bu durumda şirket herhangi bir
parasal hakkı ödemeyi taahhüt etmiş değildir. Dolayısıyla böylesi
bir şirketin şeriata göre garantör olduğu söylenemez.
c- Şirketin sigortalıya vermeyi taahhüt
ettiği para veya mal, sigorta akti esnasında kendisine garanti
verilen kimsenin başkalarına karşı ne direkt ne de dolaylı
vacib hak değildir ki ödenmesi sahih olsun. Sigorta şirketleri
hemen ve sonra vacib olmayan bir şeye kefil olmuştur. Böylece o
kefalet sahih olmaz. Buna bağlı olarak sigorta da batıl olur.
d- Sigortada garanti edilen kimse ortada
yoktur. Çünkü sigorta şirketi, üzerinde bir hakkın var olduğu
kimse hakkında kefalet vermiyor ki buna kefalet diyelim. O halde
sigorta akdi şeriata göre gerekli kefalet unsurlarından esasî
bir unsuru oluşturan "garanti edilen kimse" unsurundan
yoksundur. Çünkü kefalette şu üç unsur mutlaka bulunmalıdır:
Garanti eden kimse, garanti edilen kimse ve kendisine garanti
verilen kimse. Sigorta aktinde garanti edilen kimse bulunmadığı
için bu akit şeriata göre batıldır.
e- Sigorta şirketi bir felâket sırasında
zarara uğrayan üyesine para veya telef olan şeyin aynısını
vermeyi taahhüt ederken, bunu bir miktar mal karşılığında
yapmayı kabul etmektedir. Durum böyle olunca, kefalet bir
menfaat karşılığı yapılmış olmaktadır. Bu ise sahih
değildir. Çünkü kefaletin sıhhatinin şartı, onun karşılıksız
olmasıdır. Böylece içerisinde karşılık olmasından dolayı
sigorta batıl bir kefalet olmaktadır.
Bu izahatla sigorta taahhüdünün şeriatın
belirttiği kefalet ile ilgili şartlardan yoksun oluşunun boyutu
ve kefalet sözleşmesinin ve sıhhatinin şartlarından da uzak
oluşu açığa çıkmaktadır. Böylelikle sigorta şirketlerinin
verdikleri taahhüt senetleri ve onunla garanti ettiği bedel, para,
mal ve hepsi esastan batıldır. Bu nedenle bütün sigorta
şirketleri şeriata göre batıldır.
Buna binaen ister hayat, ister eşya, ister mal
sigortaları olsun v.b. bunların hepsi şeriata göre haramdır.
Haram olmalarının sebebi, akdinin şeriata göre batıl bir akit
olmasıdır. Bu akit gereği şirketlerin verdiği taahhüt şeriata
göre batıl taahhüttür. Bu taahhüt ve akde göre mal almak
haramdır. Bu husus batıl ile mal yemektir, haram kazanç
kategorisine girer.
|