Geçtiğimiz
günlerde yapılan “İslam Ülkeleri Örgütü konferansı”nda,
Müslüman ülkelerin liderleri, Müslüman Ümmetini geri kalmışlıkla
suçlayan gelişi güzel açıklamalarda bulunup konuşmalar
yaptılar.
Malezya
Başbakanı Mahathir Mohamed, İslam ülkelerinin çoğuna duçar
olan fakirliğin, sefaletin ve şiddetin sebebini Müslümanların
kendilerinde aramaları gerektiğini söyledi: “Kaba olacak
ama, Müslümanlar bugünkü durumlarını kendileri elleriyle
belirlemişlerdir.”
Devamla
konuşmasında; “Müslümanların bu yönde yürümeye devam
ettiklerini” ve “bu çöküşün bir sonunun görünmediğini,
1,3 milyar Müslüman bilgi ve becerilerle silahlanmalılar ki, böylelikle
ülkeleri zenginleşir ve kendilerini korumuş olurlar. Onlar sanayi
devrimini tamamıyla kaçırdılar. Ve şu an bilgi çağını da kaçırmak
üzeredirler.” Dedi.
İÜÖ’nün
Genel Sekreteri Abdelwahed Belkeziz; “Toplumun dağıtıldığını,
bölündüğünü, küçüldüğünü ve şerefinin lekelendiğini
aynı zamanda güçsüzlük hissine kapıldığını” söyledi.
Devamla;
“İslam dünyasının bugünkü güçsüzlüğü ve hukuk
davalarına çözüm bulamama sorunu aşırıcılığın
artmasının arkasındaki sebeptir.” dedi.
Bu
şarlatan liderler, sorumluluğu Ümmetin tümüne yükleyerek,
İslam ve Müslümanların genelini nasıl küçük gördüklerini
ve İslam ülkelerinde neredeyse tek elle oluşturdukları bu korkunç
durumun şahsi sorumluluğundan kendilerini nasıl tamamıyla
sıyırmaya çalıştıklarının göstergesidir.
Onlara
birileri şu soruları sormalı:
Sizler
İslam ülkelerinde Ümmettin siyasi, kültürel ve iktisadi
alakalarını düzenleyen kişiler pozisyonunda değil misiniz?
Sizler
Müslümanların kaynakları ve paraları üzerinde kontrol sahibi
olan kişiler değil misiniz?
Gerçekten
o yöneticiler, kendi çıkarları için Ümmettin servetlerini yağma
etmeselerdi ve ettirmeselerdi, İslam ülkelerinin ekonomileri
bugün daha sağlıklı durumda olmaz mıydı?
Gerçekten
o yöneticiler, kendi tahtlarını korumak amacıyla Batılıların
çıkarları için Ümmet arasında ayrılık ve Batı uluslarına kölelik
garantisi vermeselerdi, İslam ülkeleri siyasi alanda çok daha
güçlü olmaz mıydı?
Gerçekten
o yöneticiler, İslam dışında olan şeylere karşı gelip Müslümanları
İslam’a göre yönetselerdi, İslam ülkelerinde istikrarsızlık
olur muydu?
Gerçekten
o yöneticiler, İslam’ın temel emirlerinden olan İslam hükümleriyle
hükmedilmesini talep edenleri ve buna davet edenleri baskı
altında ve şiddete tabii tutmasalardı uyum olmaz mıydı?
Gerçekten
suç, bu satılmış ve beceriksiz kahrolası liderlerdedir.
Bu
beceriksiz liderlerin tutumları, büyük, doğal servetlerle
nimetlenmiş olmalarına rağmen, Müslüman toplulukları
fakirliğin içerisine batırdı. Mesela; Pakistan bir açıklamasında;
“Sadece iki eski bakanının iki milyar dolar borca yol açtığını”
söyledi. Suudi Arabistan, dünyanın en büyük petrol rezervlerine
sahip bir ülke olmasına rağmen işsizlik yükselmekte ve borçlar
artmaktadır. Suudi Kraliyeti gelecekte petrol rezervlerinin tükenmesi
ihtimaline karşı hiç bir hazırlık yapmamıştır. Batılı bir
yorumcu şöyle diyor: “Çadırlarda yaşayan bir deve çobanı
ve kabilesi kendini birden sarayda ve limuzinde buldu. Bu gidişle
çok hızlı bir şekilde kendilerini tekrar çadırlarda deve
çobanı olarak bulacaklardır.”
Müslüman
vatandaşlar için mühimmat/erzak temin etme bir devletin
görevidir ki, bu satılmış liderler kendilerinden/üzerlerinden
bu temel sorumluluğu dahi atıyorlar. Bir çok İslam ülkesi
yiyecek, eğitim ve ilaç tedarik eden hayır sever kurum ve özel
para kurumlarıyla doludur. Kamu yararına çalışan bu tip
kurumlar, aslında devletin yerine getirmesi gereken görevleri
yerine getirmekte, çoğu zaman Ümmetin destek ve çaresizlik anında
yardım kaynağı olmaktadır.
İslam
ülkelerinin potansiyel gücü eşsizdir. 1,3 milyardan fazla
nüfuza ve yeterince doğal kaynaklara sahipler: Örneğin; 700
milyar ispatlanmış varil petrol rezervleri, belli miktarda doğal
gaz rezervleri, altın madenleri ve çok miktarda diğer değerli
madenler mevcuttur. Böyle sağlam ekonomik temellere sahip olmalarına
rağmen 57 İslam ülkesi birleşseler (bu tip konferanslarla
toplansalar) dahi böylesi bir hal içerisinde hiç bir Batı
kuvvetine meydan okuyamamaktadırlar.
İslam
ülkelerinin ekonomik yönetiminde olan Ümmet değildir. Ekonominin
sorumluluğunu bu liderler, İMF ve Dünya Bankası gibi gayri
İslam’i kurumlara devrettiler -ki bu kurumlar güçlü Batılı
uluslar tarafından yönetilmektedir-. Sakat/yanlış borçlanmalar,
devalüasyonlar (paranın değer kaybetmesi), para yardımlarının
kaldırılması ve özelleştirilmeler Ümmetin ana kaynaklarının
satılmasına, artık Batılı anonim şirketlerin bu kaynakların
sahipleri olmalarına yol açmıştır. Sonuçta; Müslümanların
servetleri bedavadan Batılı uluslara peşkeş çekilmektedir. Buna
karşılık da Batı, İslam ülkelerinin bu hain liderlerin
itibarlarını korumaları, bu hain hareketlerinde devam edebilmeleri
için tahtlarını koruyarak onları ödüllendirmektedirler.
Böylelikle bu servet, hayatta kalabilme mücadelesi veren
Müslümanlara hiç bir zaman ulaşamamaktadır.
Saldırgan
Batıdan iktidarsızlık ve parçalanma/bölünme isteyen Ümmet değildir.
Aksine, Ümmet tek vücut olduğunu Irak ve Afganistan savaşında gösterdi.
Dünyanın bir çok yerinde Müslümanlar protestolar yaptılar ve Müslüman
ordularından, Müslüman kardeşlerini korumaları için harekete
geçmelerini istediler. Bu hususta da yine yöneticiler
hainliklerini gösterdiler. Tüm protestolara rağmen yöneticiler
halkın isteğine göre hareket etmediler ve ayaklanmaları kanlı
bir şekilde bastırdılar. Pakistan başbakanı Müşerref
Afganistan’daki kardeşlerine sırtını döndü, Keşmir’deki
Cihat hareketini sattı ve Amerikan hegemonyasına karşı baş
kaldıranlara karşı bir Batılı-haçlı seferi başlattı. Türkiye’de
hükümet rüşvet karşılığı Amerika’nın hava sahasını ve
üslerini kullanıp suçsuz Iraklı Müslümanları öldürmesine
izin verdi. Katar ve bir çok Körfez ülkesi her gün Müslüman
kanı akıtmakla meşgul olan Batılı askerlere üs, yiyecek ve
kalacak yer vererek o hainleri beslemektedir.
Sonuç
olarak şunu açıkça görebiliriz ki; İslam ülkelerindeki geri
kalmışlığın, iktidarsızlığın ve bugünkü korkunç durumun
sebebi Ümmet değildir. Tüm bu sorunları sebebi hain ve
satılmış kahrolası liderlerdir.
İÜÖ’nün
genel sekreteri; “geçmişteki ve günümüzdeki Ümmet arasında
fark olduğu” sözünde haklıdır. -Her ne kadar onun
Batılı seküler değerlere olan kör köleliği, bu farkın gerçek
sebebini görmekten onu alı koymuş olsa da-.
Geçmişte
İslam Ümmeti siyasette, ekonomide ve İslam’ın hükümlerini
tatbik etme hususunda, o zamanki ulusların en önde olanıydı. Sekülarizmle/laiklikle
değil İslam nizamıyla yönetiliyorlardı. Onlar 57 despot
tarafından yönetilen, 57 parçalanmış, bölünmüş ülkeler değillerdi.
Onlar tek bir Halife altında, Hilafet Devletinde yaşıyorlardı.
Halife, dıştan bir müdahale veya yönlendirilme olmaksızın Müslümanları
İslam nizamına göre yönetiyordu. Fakirlik geçmişteki Ümmet
için çok yabancı bir konuydu. Eğitim, nakliye, tıp ve bilim
alanlarında diğer ülkelerden çok çok önde idilerdi.
Müslümanların
ülkelerindeki hain yöneticiler sadece kendilerini suçlamalıdırlar.
Fakat onlar bunu yapma yerine başkalarını suçlamaya devam
edeceklerdir.
Bugün,
Müslümanlar şerefli ve muhteşem geçmişleri gibi bir gelecek
istiyorlarsa yükselmelerini kolaylaştıracak ortamı oluşturmaları
gerektiğini idrak etmelidirler. O gelecek için; günümüzde var
olan tüm seküler ve hain liderlerin kaldırılması ve yerine tek
bir Hilafet Devletinin kurulması şarttır.
Bu
talep basit veya kolay değildir. Fakat İslam’ın ve Müslümanların
geleceği için can alıcı ve çok önemlidir. Bu, büyük sevabı
olan ve Müslümanların yapması gereken bir farzdır. Aynı
zamanda bu büyük fedakarlık ve sorumluluk isteyen iş Müslüman
Ümmete emanet edilmiştir.
Allah
(cc) böyle bir mücadele içerisinde olanlar hakkında şöyle
buyurmaktadır:
“Doğruyu
getiren ve onu tasdik edenler var ya, işte kötülükten sakınanlar
onlardır. Onlar için Rableri yanında diledikleri her şey
vardır. İşte bu, iyilik edenlerin mükâfatıdır.” ( Zumer
33-34)
Peygamberimiz
Muhammed Mustafa (sav) böyle hareketler için şöyle buyurmuştur:
“Benim
Ümmetimden bir grup doğrular için mücadele etmeye devam
edecekler ve Hesap Gününe kadar galip geleceklerdir.” (Sahih
Müslim 4718)
|