Ana Sayfa YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004 E-Mail

Müslümanların Genelinde İslamî Ölçünün Olmayışı

Ayşegül AVCI

Yaratılışımızın gayesi tabi ki sadece Allah’a kulluktur.

Yalnız Allah’a kulluk, sadece iman ettim, inandım diyerek, ve bunu da sadece sözle ifade etmekle olmaz.

Çünkü insanlar inandık demekle bırakılsalardı onların imanlarının hiçbir etkinliği olmayacaktı ve bunu da Allah-u Teala şu ayetinde belirtmiştir.

Yoksa insanlar inandık demekle bırakılı vereceklerini sandılar. Andolsun ki biz onlardan öncekilerini imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak yalancıları da ortaya koyacaktır.

İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?

Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (Ankebut 2,3)

Allah’a kulluk Allah’ı razı etmekle olur, eğer bir insan hayatının her sahasında Allah Resulü Hz. Muhammed (sav) vasıtasıyla göndermiş olduğu emir, nehiy ve nizamlara göre yaşarsa, yani İslamî hayatı bir bütün olarak yaşarsa ancak bu şekilde Allah’ı razı etmiş olur ve ancak bu şekilde Allah’a kulluk vazifesini yerine getirmiş olur. Tabi ki buda sadece İslamî cemiyetinin olmasıyla daha da mümkündür. Çünkü Allah (svt) insanı içtimai (sosyal) bir varlık olarak yaratmıştır. Yani insan tek başına diğer insanlardan soyutlanarak ferdi bir yaşam değil de sosyal bir yaşam sürmektedir. Bu fikri özelliği gereği insan içinde bulunduğu cemiyetin hayatını yaşamak zorunda kalır, yani cemiyet hayatı insana tesir eder, yön verir.bundan dolayı, tesir altında kalmadan engeller olmadan ve İslam’ı bir bütün olarak yaşayabilmemiz için İslamî cemiyetinde yaşamak gerekir.

İslamî cemiyeti ise, İslamî fikir, mefhum, kanun, duygu ve nizamların insanların hayatına hakim olmasıyla oluşur, ve bunları hayata hakim kılacak olan İslam devleti olmadan İslamî cemiyeti olmaz. O halde Hilafet Devleti olmazsa olmaz cinsinden bir zaruret ve en önemlisi kurulması için çalışmak tüm Müslümanların üzerine farzdır. Bu farzın önemini, zaruretini, idrak edip gerekli çalışmayı yapanlar elbetteki çoğunlukta, fakat bu çalışmayı yaparken bu çalışmanın önüne bin bir zorluk, güçlük, sıkıntı ve engeller çıkmaktadır. Ve bu zorluk ve sıkıntılardan biriside Müslümanların genelinde İslamî ölçünün olmayışıdır. Hatta İslam’ın ne demek olduğundan bile habersiz olmalarıdır.bundan dolayı İslam’dan olmayan ölçülere tabi olmuşlardır, ve buda Müslümanların günümüzde genelinin İslamî ölçüyü anlamadıklarının açık bir göstergesidir. İslam’a inandığını ve onun mensubu olduğunu söyleyen ümmet için İslam’dan olmayan ölçülere tabi olması ve İslam’dan uzak kalması kadar acı ve vahim bir durum olamaz. Örneğin:

Domuz haramdır diyorlar, ondan tiksiniyorlar fakat faizde haramdır, ama ona koşuyorlar. Halbuki faizin en hafifi annesi ile zina etmesi olarak vasfedildiği halde onunla amil olanlar ve Allah ve Resulüne savaş açan Müslümanlar var.

Demokrasi bir küfür bir şirk olduğu halde, söz artık hakkındır bir gün değil her gün demokrasi olsun diye övgüler düzenleyen Müslümanlar var.

Laiklik küfürdür Allah’a kafa tutmak olduğu halde bu işe dini karıştırma diyen Müslümanlar var.

Münkeri gördüğünde değiştirmek gerekirken, zaman sana uymazsa sen zamana uy diyen Müslümanlar var.

Amellerin ölçüsü sevap ve günah olması gerekirken fayda ve zararı ölçü alan Müslümanlar var.

Kadın korunması gereken bir ırz olduğu halde karısının, bacısının, açık saçık dolaşmasını savunan ve bundan zevk alan Müslümanlar var.

Allah kafirlerden ve müşriklerden yüz çevirmeyi emrettiği halde onlarla uzlaşmayı, dost olmayı savunan Müslümanlar var.

Evet buna benzer daha çok örnekler vardır , ve bir Müslüman böylesi durumlara nasıl düşer, elbetteki İslamî ölçüden yoksun oluşundandır. Ve işte zorluk ve engelde buradan çıkıyor, onlara mesela delilleriyle hilafet Devletinin önemini, kurulması için çalışmanın farziyetini anlatırsın ve Şer-i hükümlere teslim olmalarını beklerken onlar meseleye başka ölçülerle bakarlar ve karşı çıkarlar ve bu durumda yapılan çalışmada ortaya çıkan engellerden biridir. Ve bu yazımda İslamî ölçünün anlaşılmasına doğru ve faydalı olacağı için kısaca izah etmeye çalışacağım.

Muhakkak ki insan hayatında hakkın, batılın, iyinin, kötünün, doğrunun, eğrinin, güzelin, çirkinin, hayrın, şerrin kendisi ile belirlediği bir ölçünün olması kaçınılmazdır. Ve tüm hayatta lazımdır. Çünkü dünyada en büyük nimet imandır. İmanın getirdiği yüksek ideal ise, Allah’ın rızasına nail olmaktır. Yani, Allah ve Resulünün getirdiklerine, sarsıntıya, şüpheye ve tereddüde düşmeden akli bir tasdikle tam anlamıyla bağlanmaktır. Ve biz Müslümanlar inanıyor ve mutlaka inanmalıyız ki, Allah-u Teala bizi yalnızca kendisine kulluk yapmamız ve kulluktan imtihan olmamız için yaratmıştır. Yani, hayatın gayesi yalnızca Allah’a kulluk yapmaktır. Ve bunun için de Allah-u Teala gerekli ve geçerli ölçüleri göndermiştir ki, insan bu ölçüler yani, Şer-i Hüküm’ler doğrultusunda yaşamış ve Allah’a kulluk etmiş olsun. Ve işte Allah-u Teala’nın hayat için geçerli olarak gönderdiği ölçülerin tamamı İslam’ı oluşturur. Yani, İslam, Allah’tan gelen hayat için bir ölçü, başka bir deyimle, hayat için bir nizamdır. İşte özellikle Müslümanlar hayatın her sahasında hayata bakarken, hayatı değerlendirirken ve yaşamlarını sürdürürken hep İslamî ölçüye tabi olmaları gerekir. Yani, hayata bakışları İslamî açıdan olmalı. Aksi halde onların hayatlarına İslam’dan başka ölçüler hakim olur ki, bu onların yaratılışlarının gayesi dışında yaşam sürmelerini, başka bir deyimle, imtihanı kaybedip dünya ve ahirette hüsrana uğramalarına neden olur.

Nitekim Allah-u Teala İslamî ölçünün dışındaki ölçülere tabi olmayı, batıla tabi olmak ve şeytana ve tağuta uymak, haddi aşmak gibi tabirlerle zikretmiştir ve bunu da şu ayetinde belirtmiştir.

Şüphesiz bu, benim dosdoğru yolumdur. Buna uyun. (Başka) yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır. İşte sakınmanız için Allah size bunları emretti.” (En’am 153)

A) İncelediğinde görülür ki; insan hayatı, insanın Rabbisiyle, nefsiyle ve diğer insanlarla olan münasebetinden müteşekkildir (oluşmaktadır).

İnsanın Rabbisiyle olan münasebetindeki ölçü: İtikat ve belirli ibadetlerden oluşmaktadır.o halde insan yaratıcısı olan rabbisine nasıl inanmalı ve onu nasıl takdis etmeli yada ona nasıl ibadet etmeli. Mümin amillerini Allah’a olan bağlantısının bilinci yani o yüce Allah’ın varlığına inancının üzerine ve onun emir ve yasaklarının ölçeğinde icra ederse o zaman yaşamını o ruhi zemin üzerine oturtmuş olur. (buda İslam akidesidir) ve bunu tüm işlediği fiillerde hisseder ve bundan dolayı Müslüman birey yaşamında Allah’ın emir ve yasakları doğrultusunda belirlenen çizgi üzere hareket edecektir. Çünkü var olmanın gayesi Allah’a imandır. Şayet bu gayesini kaybederse ve bütün değerlerini yitirip ve yaratıcısına yüz çevirip yasak olan çizgi dışına çıkar sapıtırsa ne kadar çabalasa da kalbi sükuneti ve iç huzur düzeyini bulamayacağından dolayı asla mutluluğu huzuru bulamayacaktır.

Çünkü Allah rızasından beslenmeyene iç huzur yoktur. Yüce rabbim mutluluğun, huzurun kendi rızasını kazanmanın dışında gerçekleşmeyeceğini birçok ayetinde belirtmiştir. Ve cennet nimetlerini Allah’ın rızasına endekslemiştir ve bunu da şu ayetlerinde belirtmiştir.

“Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara, içinde ebedi kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vadetti. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük kurtuluş da budur.” (Tevbe 72)

“Onların Rableri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir. Allah kendilerinden hoşnut olmuş, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır. Bu söylenenler hep Rabbinden korkan (O'na saygı gösterenler) içindir.” (Beyyine 8)

Nitekim insanın herhangi bir iş yaparken Allah’la ilişkisi içersinde olduğunu idrak etmesi ve yaptığı her iş, işlediği her fiil Şer-i ölçülere ters düşmeyecek kaydıyla yapmalıdır. Ve neticede daima ahiret boyutundan bakmalı, yani, o işin sonunda günah mı sevap mı kazanacak, cehennem mi cennet mi var? Daima bunları gözeterek amel etmeli.

B) Ve insanın kendi nefsiyle olan münasebetindeki ölçü; yiyecekler, giyecekler ve ahlak konuları içerir ve incelendiğinde görülür ki; insanın nefsi, kendisidir. Yani, ona yaratıcısının vermiş olduğu fıtri özelliğidir ki bunlar, uzvi ihtiyaçlar (acıkma, susama, uyuma gibi…) ve içgüdüler (nevi, beka ve dindarlık) ihtiyaçları nasıl, hangi ölçülere göre veya ne şekilde giderecektir. Bu ölçü de yine Allah’tandır. İnsanın yapısı gereği de böyle olmalıdır. Çünkü kişi bu özellikleri bir şekilde gidermesi gerekir ve bunları sırf nefsi doğrultusunda giderirse sonuç olarak insanı sapıklığa, huzursuzluğa götürür.

Bundan dolayı doğru ve düzenli şekilde giderilmesi için doğru nizamlar gerekiyor. Bu da ancak Allah’tan gelir. Çünkü insanın hakkında neyin hayırlı neyin şerli olduğunu ancak kendisini yaratan Allah-u Teala bilir. Şu halde Müslüman nefisleriyle alakalarında sadece İslamî ölçüye yani, Allah’ın göndermiş olduğu ölçüye tabi olmalıdır ve bazı kişiler nefsimizi terbiye edeceğiz diye Allah ve Resulünden gelen ölçünün dışına çıkmakla Allah indinde nefislerini terbiyesizleştiriyorlar ve bu fikri özelliğini öldürmeye çalışmakla kendilerine zulmetmekteler.

Müslüman herhangi bir insan değildir. O düşüncesinde arzu ve duygularında ve davranışlarında rabbisinin terbiye disiplinine teslim olan kişidir.

Nefsiyet: Yaratılırken kendisine verilen yapısal özelliklerin dışına yansıması olan duygu ve arzularına bağlı olan eylemlerdir. Ve bunlar İslam Akidesi gereği Şer-i Hükümlere göre hareket ettiği sürece sağlıklı ve düzeyli bir yaşam sürer. Aksi halde hayvanlar gibi sadece duygu ve arzularının tatmini peşinde koşar, insanların ekserisinde bu duruma düşmektedirler. Yani, genelde aklederek değil de arzu ve duygularına göre hareket etmektedirler. Ve bunu da Allah-u Teala şu ayetinde şöyle belirtmiştir:

“Kötü duygularını kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen (Resûlüm!) ona koruyucu olabilir misin?

Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” (Furkan 43,44)

Şüphesiz ki Allah-u Teala, müminlerin nefislerini ve mallarını satın aldı. Ve bunun karşılığı da elbetteki cennettir.

C) Ve insanın diğer insanlarla olan alakalarındaki ölçü; muamelat ve ukubatlarla (cezalarla) ilgili Şer-i hükümlerdir. Bilindiği gibi insanın en büyük fıtri özelliklerinden birisi de, içtimai bir varlık olarak yaratılmış olmasıdır. Yani, insan diğer insanlardan tamamen kopuk bir şekilde hayatını sürdüremez. O diğer insanlarla beraber yaşamak zorundadır. Bu yaşam onu diğer insanlarla belirli alakalar kurmayı zorunlu kılar ve bu alakaların nasıl, hangi esaslar üzerine kurulması ve nasıl tanzim edilmesi gerektiğini ve bu alakalarda hak ve hukukun ne olduğunu, haklıyı haksızı ve haksıza verilecek cezaları belirleyecek ölçü nedir ve nereden alınmalıdır? Özellikle İslam’a inananlar bu sahada sadece İslamî ölçüye tabi olmaları zorunludur. Çünkü bu saha hayatın en geniş sahasıdır ve diğer sahalarda olduğu gibi bu sahada da sadece İslamî ölçüyle mukayyettirler. Ve inanan insan ticarette okuma ve araştırmada, kiralamada, iş ortaklığında alışverişte ve buna benzer hayatla ilgili tüm alanlarda hep bu anlayışla hareket eder. Yani İslamî ölçüler doğrultusunda.

İslamî ölçü ise Şer-i Hükümlerdir. Şer-i Hüküm ise; Şari’nin kulların fiilleriyle alakalı hitabıdır. Yani, farz, mendup, mübah, haram, helal, mekruh olarak ifade edilen hükümlerdir. Şari’nin hitabı Şer-i delillerden yani, Kur-an, Sünnet, Sahabelerin İcma’ı ve fakihlerin kıyasından çıkar. Müslümanların Şer-i Hükümlerin dışındaki hükümlerle amel etmesi asla caiz değildir. Zira Müslüman Allah’ın Şeriatına teslim olandır.

Ve Şer-i Hükümlerin dışına çıkmaya muhayyer değildir. Ve bunu da Allah-u Teala şu ayetinde belirtmiştir:

“Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)

Bu Ayeti Kerimeden de anlaşılacağı gibi Allah-u Teala Müslümanların amellerinde Şer-i Hükümlere uymayı tek ölçü kılmıştır. Çünkü insan hayatı Allah (svt) tarafından belirlenen hükümlere göre sürdürülmelidir. Eğer fiilin terki isteniyorsa, terk etmeli veya yapılması isteniyorsa yapılmalıdır. İnsanın işleyeceği fiil Allah-u Teala’yı hoşnut eder veya kızdırır, bu fiil ahirette ödüllendirilir veya cehennemde cezalandırılır. Yani bu hayatın doğrudan ahiret ile bağlantılı olduğunun bilincinde olarak insan bir fiil işler veya ondan uzak durur, bir fiil işleyip işlememek Allah (svt)’ya itaat edip etmemek insanın kendi isteğine bağlıdır. Fakat unutulmamalıdır ki, insan itaat ettiği takdirde ödüllendirilecek ve isyankar olduğu takdirde cezalandırılacaktır. İnsanın hayatını düzenleyeceği avantajlarını, dezavantajlarını düşüncelerini ve ideallerini, sevdiği ve sevmediği şeyleri belirlemek kendi şahsi görüşüne bırakılmamıştır. Dünyadaki yaşantısına göre insan son durağını kendi fiilleriyle belirler. Ve insan tüm benliğiyle fiillerine konsantre olur ve fiillerini hayatının en önemli faktörü olarak yani, sağlığından, güvenliğinden, rahatlığından ve ailesinden önde getirmeli. Aksi halde ahireti bu dünyaya değişmek gerekçesi ile insan beyninin ulaşabileceği en yüksek seviyedeki aptallık olarak nitelendirilmekte.

Şimdi hayatın sırrı ve hayatımızda önemli hedefler açıklanmış oldu ki; bu sadece ve sadece yaptığımız fiillerdir. Allah (svt) tarafından insanın gideceği yol çizilmiştir ve bu yolda uyacağı kurallar (haramlar ve helalar) da insanın hayat ölçüsüdür.

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” (Tevbe 38)

Bu mesel bu kadar önemli olduğu halde bilhassa günümüzde Müslümanların genelinde bu meselenin önemi hiç idrak edilmemiştir. Zira müşahede edilen genel durum bunu göstermektedir ve bu insanlara siz İslamî mükellefiyeti nasıl anlatırsınız ve işin daha acı ve zor olan yönü ise, İslam’a çalıştığını söyleyen İslam’ı ağzından düşürmeyen kişilerin ve çevrelerin İslamî ölçüden uzak oluşlarıdır. İşte bu durum İslam Devleti Hilafet’e giderken yapılan çalışmada en büyük engellerden birisidir. Günümüzde Müslüman fertte ve toplulukların genelde tabî oldukları İslam dışı ölçülerin şunlar olduğunu görüyoruz:

Beşeri kanunlar, örfler ve diğer hükümler. Bunların Müslüman için asla ölçü olmaması gerekirken kendilerinin Müslüman olduğunu söyleyen bir çok kişi ve çevrelerin bu ölçülerle amel eder olduklarını görmekteyiz. Onların bu ölçüleri etmedikçe İslam’ı ve İslamî hayatı ve onun için çalışmanın gereğini anlamaları kesinlikle mümkün değildir.

Ve şahsi liderlikler, evet bilhassa günümüzde Müslümanların ekserisi ne yazık ki, bu ölçüye tabi olmaktalar. Kendilerini belirli şahısların görüş ve davranış biçimlerine teslim etmiş durumdalar.

Bu durum onların akıllarını dondurmakta gözlerini kör etmektedir. Siz onlara Şer-i hükümlerle gidersiniz, onlar ise o kendisine tabi oldukları şahısların görüş ve fikirleriyle karşınıza çıkarlar hem de bu durumu İslamî olduğunu savunarak oysa o şahıslar da kendileri gibi beşerdirler ve bu halleriyle hiçbir zaman başkasına ölçü olamazlar. Nitekim Allah (svt) Resulün dışında bize hiçbir zaman şahsi ölçü kılmamıştır ve siz onlara Şer-i Hüküm ile kendilerinin içinde bulundukları yanlışları ve yerine getirmeleri gereken sorumlulukları göstermemize rağmen onlar göremiyor ve anlamıyorlar ve bu da karşımızda aşılması gereken engellerden birisidir.

Menfaatler yani kârlar ve zararlar aslında Müslüman olmayanların özellikle kapitalist ideolojinin mensuplarının ölçüsü olmasına rağmen ne yazık ki bu ölçü genelde Müslümanların da iliklerine kadar işlemiş vaziyettedir ve oraların da aç gözlülük alabildiğine kadar keskin ve sert boyutlara ulaşmış aynı zamanda da insanî ve ahlakî ve manevi değerlerden uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Haram kazanç uğruna yaptıkları rekabet sonucu halkın kanıyla ticaret yapmak toplum ve devletler arasında pek çok fitneye sebep olmuştur. Oysa her şeye İslamî açıdan bakmaları gereken ne yazık ki menfaat açısından bakmaktalar. Yani menfaatleri olduğu yerde Şer-i Hükümleri çiğneme pahasına da olsa ameller işleyebilmekteler.

Oysa gerçek bir Müslüman, menfaate göre amel edemez. O ancak Şer-i Hükme göre amel etmelidir.

Bir de Müslümanlar arasında çok yaygın duruma gelen akli hükümler var. Yani, bir konuda Allah’ın Hükmü var iken, ‘bana göre aslında şu şöyle olmalı, akla mantığa terstir’ diyenler çok ortalıkta, bunlara da şeytanın dostları desek yanlış olmaz. Çünkü Allah-u Teala’nın Adem (as)’a secde edin diye bir emri varken şeytan O’na teslim olma yerine, ‘o topraktan ve ise ateşten yaratıldım, ateş topraktan üstündür’ diyerek kendisinden bir hükümle yani, bir nevi akli hükümle amel etti. Tağut azgın melun oldu. Allah’ın Hükümlerini yani, Şer-i Hükümleri ölçü almayıp da akli hükümlerle amel etmek, şeytanın ameli ile amel etmektir ve kişileri adeta aklı Şeriat’a hakim kılma uğraşı içinde görürsünüz. Şer-i Hükümleri akla uygun düşürüyorsa alıyorlar, akla uygun görmüyorlarsa terk ediyorlar. Yani amellerini hükümlerinin neticesinden alıyorlar. Neticesini zararlı görüyorlarsa işlemeyi Şer-i Hüküm emretse dahi ameli terk ediyorlar ve böylece akli hükmü Şer-i Hüküm üstüne çıkarıyorlar.

Örneğin; siz İslamî Hayatın tekrar başlaması için gerekli Hilafet Devletinin kurulması yolunda çalışmanın farziyetini Şer-i delilleriyle gösterdiğiniz halde o kişilerin bu işin neticesinin tehlikeli oluşundan dolayı bu Şer-i Hükümle amel etmekten kaçındıklarını görürüz. Oysa, İslam’ın dışındaki her türlü ölçü aslında Şer-an ölçüsüzlük demektir. Çünkü Allah-u Teala kendi gönderdiği dinin dışında tâbi olunan yani, ölçü olarak alınan her şeyi ret etmiştir ve bunu da şu ayetinde belirtmiştir:

“Allah nezdinde hak din İslâm'dır…” (Ali İmran 19)

O halde Müslümanlar hayatlarının her sahasında sadece İslamî ölçüyü almalarını ve tüm yaşamlarında sadece ona uymalarını, İslam akidesinin gereği olduğunu ve bu ölçü dışındaki ölçülerin kendilerine dünyada zelil ahirette ise hüsrana uğrayanlardan kıldığını kendilerine hatırlatıyoruz. Bu iki kayıptan kurtulmaları için gayri İslamî ölçüleri tamamen terk edip İslamî ölçüyü almaya ve ona bağımlı olarak İslamî hayatın gereği olarak ve de farz olan Hilafet Devletinin kurulması için ihlasla çalışmaya çağırıyoruz. Zira İslamî ölçüye tabi olmak dünya ve ahirette saadetin kaynağıdır.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (Tevbe 111)

“Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız.” (Enfal 24)

Yüce Allah’tan adımlarımızı sağlamlaştırmasını, katında bize güç nasip etmesini, melekleri ile bizi destekleyip Müminleri kurtarmasını, katından yapacağı yardım ve zaferle bize ikramda bulunmasını dileriz. Yine Allah’tan Hilafeti kurmamızı ve Allah’ın kitabı ve Resulün sünnetini uygulayacak, küfür kanunlarını, tüm İslam beldelerinden atacak, tüm Müslümanları Hilafet sancağı altında birleştirerek kendisine dinleyip itaat etmek üzere biat edeceğimiz Müslümanların halifesini nasbetmemizi bize bağışlamasını dileriz. Şüphesiz Allah istediği her şeyi yapmaya kadirdir. Dualarımızın sonu Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdır.

YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004

 

Yukarı