Ana Sayfa YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004 E-Mail

Avrupa Komisyonunun, Türkiye’nin Avrupa Birliğin Katılımına İlişkin Müzakerelere Başlama Tavsiyesi

Ercan TEKİN

Komisyoncular, 06/10/2004 Çarşamba günü Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılım müzakerelerini başlatma tavsiyesinde bulundular. Türkiye’nin Birliğe katılımı tavsiyesinin ilan edildiği tarihte Avrupalı Komiser Romano Prodi Avrupa Parlamentosu önünde “Müzakere cevabına (Türkiye’nin katılım müzakerelerini başlatma münasebeti hakkında) Evet, ama bu evet şartlı evettir” dedi.

Nitekim Prodi’nin de söylediği bu evet şartlı evet olmasına rağmen ve komisyoncular, nihai müzakerelere sınır koymamasına, yani müzakereler -herhangi bir devletin Birliğe katılım müzakerelerinden önce o devletin katılım sürecinin başlatılması durumunda olduğu gibi- asla son bulmayacak olmasına rağmen şüphesiz komiser, nihai müzakerelerin sınırsız olmasını, ucunun açık olmasını tavsiye etmiştir. Yine bu münasebetle Avrupa Komisyonu'nun tarımdan sorumlu üyesi Franz Fischler, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine aday gösterilmesi konusunda: “Şurası açıktır ki, burada Türkiye’nin (Birliğe) üye olması hakkında bir ihtimal vardır. Yalnız müzakerelerinin sonucunun -ki bu cidden çok önemli bir husustur- sınırsız olduğunu” söylemiştir.

Aynı şekilde Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımı için Türkiye ile müzakerenin başlaması tavsiyesinde bulunan ve Ankara’nın istenilen bütün siyasi reformları tenfiz ettiğini onaylayan Avrupalı komisyoncuların raporunda da gelen husus bunun benzeridir. Ama raporun tavsiyeleri, daha önce Avrupa Birliğine katılan devletlere ilişkin tavsiyelerden farklı ve şartlı olarak gelmiştir.

Ayrıca komisyon, müzakerelerin sonucunda Türkiye’nin Birliğe tam üyelik verilmesi vadinde bulunmamış, bilakis tavsiye açıklılıkla Türkiye’nin Birliğe girmesi halinde bazı ayrıcalıklara sahip olacağına, mesela müzakerelerin sonucunda Türklere verilen serbest dolaşım gibi bunların sınırlı olacağına işaret etmiştir.

Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerine başlanılmasına ilişkin o evet şartlarına rağmen ne var ki, Türk gazeteleri Türkiye başbakanı AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı nerdeyse Avrupa fatihi olarak nitelemişler, Avrupa komisyonunun Türkiye’ye ilişkin raporunu 06/10/2004’te yayınlamasının ardından onu ve hükümetini sanki zafer kazanmış komutanlar olarak lanse etmişlerdir. Bu açığa çıkarmaktadır ki, Erdoğan bu muvafakat sayesinde siyasi kazanımlar elde etmeye çalışmıştır. Hatta ve hatta müzakerelerin başlanılması için ortaya konulan bütün koşullara rağmen. İşte bu, İslam’a düşman olan ve Müslümanlara kini devam eden Avrupa tarafından o muvafakatın arkasındaki gerçek nedeni sormaya sevk ediyor!!!

Aynı şekilde Amerika’nın sürekli Türkiye’nin AB’ye girmesini istemesinin gizemi nedir???

Sonra Türkiye’deki önceki hükümetlerden eşi benzeri gelmemiş Erdoğan hükümetinin ısrar etmesinin sırrı nedir???

Türkiye’nin katılımının, Avrupalıların bilhassa onların siyasilerinin ve düşünürlerinin nefret ettikleri bir husus olduğu aklı selim bir kimseye gizli değildir. Mesela, Almanya’da daha kamuoyundan önce düşünürler ve siyasilerin dilleri aracılığıyla katılıma karşı çıkılıyordu. Bu bağlamda Alman Parlamentosundaki “Bundestag” ana muhalefet Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) sözcüsü Wolfgang Schäuble: “Biz müzakerelerin ucu açık olmasını istiyoruz” diye açıklama yapmıştı.

Alman tarihçi Heinrich August: “AB, fazla uzantı sebebiyle tehdit edilmekte” olduğunu söyledi. Hatta Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasına Evet diyen, hükümetteki Alman Sosyalist Partisinden AB genişleme Komiseri Günter Verheugen, komisyonun, Türkiye’nin katılımı için müzakerelere başlanılması kararını müdafaa etmekten aciz kalmış ve “Türkiye, Birliğe katılması için hazır olması gereken olgunluktan, pişkinlikten hala uzaktır. Ama tehlikelerin üstesinden gelmek mümkündür” yorumunda bulunmuştur.

Alman siyasi çevreleri içerisinde cereyan eden ihtilaflar bütün hızıyla sürmektedir. Ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Partisi lideri Anglika Merkel, birliğe katılım yerine “Ayrıcalıklı ilişkiler” önerisinde bulunmuştur. Ki zaten bu da, Avrupa’daki bir çok siyasilerin desteklediği husustur.

Fransa’nın durumu da bundan geri kalır değildir. Zira Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac en son Asya gezisi esnasında, Vietnam reisi Tran Duc Luong ile düzenledikleri ortak basın toplantısı akışında “Avrupa komisyonun Türkiye’ye karşı olumlu tavrı; sadece AB ile bu ülke arasındaki müzakerelere ilişkin bir meseledir” açıklamasında bulunmuş ve “Gelecek Aralık ayında yapılması düşünülen Avrupa zirvesi, 10 veya 15 seneden az olmamak şartıyla bu müzakerelere başlamayı onaylayacaktır” eklemesini yapmıştır. Ve 2010 senesinden sonra Birliğin herhangi yeni bir genişlemesinin onaylaması veya reddetmesi için halkın referandumuna sunulması gerektiğine vurgu yapan Avrupa anayasasına işaret etmiştir.

Bunun içindir ki, Jacques Chirac Türkiye ile müzakerelere Avrupa anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra -ki bu 2005 yılının sona ermesinden önce asla olmayacağı düşünülüyor- başlanılmasına arzu ediyor. Der Spiegel 04/10/2004 tarihindeki 41. sayısında, Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Avrupa Anayasası’nın yürürlüğe koyulması tamamlandıktan sonra Avrupa’nın dikkatini Türkiye’ye çekmek istediğini zikretmiştir. Bu demek olacaktır ki, Türkiye’nin Birliğe katılımı aynı şekilde Avrupa halklarının referandumuna da bağlı kılınacaktır. Ayrıca Der Spiegel aynı sayısında Almanya’daki koalisyon hükümetinin Alman Sosyalist Partisi ve Yeşiller Partisi yeni kanun taslağının hazırlanması ve üzerinde oylanmasının ancak gelecek 2005 senesinin başında tamamlanacağını vaat ediyor ve bu kanunun da halka, güvenlik antlaşması üzerinde oylama hakkını vereceğini zikretmiştir. Alman içişleri mütehassısı Wilias Potis’e göre: “Eğer bu kanun uygulamaya konursa, hiç kimse bu kanun mucibince Türkiye’nin AB’ye katılımı kararını oylama yapma konusunda halkın hakkını uygulamaktan alıkoyamaz”. Yine aynı dergiye göre hatta Alman parlamentosundaki Bundestag Hristiyan Demokrat Partisi ve ortağı Hristiyan Sosyalist Birlik Partisi dahi bu kanunun benzerini destekliyorlar. Bunlar daha önce kanunlardan halkın oylama hakkına işaret eden benzeri kanunlara muhalefet etmelerine rağmen şimdi onlar, hükümet tarafından gelecek senenin başında uygulanması istenilen bu kanunu destekler olmuşlardır.

Yukarıdaki ve daha başka bir çok delillerden açığa çıkmaktadır ki, Avrupa Türkiye’yi Birliğe katmaya niyetli değildir. Belki de bu münasebetle Avrupalıların nefislerinde deveran eden çirkefliği en bariz şekilde açığa çıkaran husus; Türkiye ile müzakerelere başlanılması tavsiyesi şanına ilişkin Avrupa raporunu formüle eden komisyon üyelerinden birinin diliyle gelen şeydir. Zira o, arkadaşlarına “on yedinci yüzyılda Osmanlıların Viyana’yı kuşatmasını” hatırlatmıştır.

Muhakkak ki, işin başından beri müzakerelerin sonucunun sınırsız olması tavsiyesi ve müzakerelerin başlaması için söylenen “Evet”in şartlı olması ortaya çıkarmaktadır ki Avrupa, geçen Mayıs ayının ilk günlerinde Birliğe katılan Doğu Avrupa ülkelerinden on devlete karşı davrandığı gibi veya 2007 senesinde AB’ye katılacak olan Romanya ve Bulgaristan dosyalarını ele aldığı gibi aynı ciddiyetle dosyayı ele almamaktadır. Avrupa böyle yapmakla Türkiye’yi, bilhassa Türkiye’de iktidarda olup Amerikan ekseninde seyreden, asker ve Milli Güvenlik Kurulunun alanını daraltarak, Türkiye’yi Amerika’nın kucağına sürükleme özlemiyle yanıp tutuşan Adalet ve Kalkınma Partisi lideri Recep Tayyip Erdoğan hükümeti şemsiyesi altında Avrupa ekseninden uzak yüzer bir halde bırakmamak için dosyanın açık kalmasını istemektedir.

Amerikan sorumluları özellikle Goerge Bush, defalarca Türkiye’yi AB’ye katmaya çağırmıştır. Nedeni ise, Türkiye’yi katmak veya AB’ye katılmak için onunla müzakerelere başlamak, Türkiye’de devlet ve siyaset üzerindeki askerin hegemonyasını bertaraf ederek, Erdoğan ve hükümetinin elini, nüfuzunu güçlendirecek dahili reformlara götürecek olmasından dolayıdır. Bazı Avrupalı liderler, Türkiye’nin Birliğe katılmasına ilişkin Bush’un davetlerinden dolayı çekincelerini, sıkıntılarını belirtmişlerdir. Özellikle Avrupa’nın, Amerika’nın işlerine ve Meksika ile olan ilişkilerine müdahil olmadığı gibi Bush’tan da Avrupa’nın işlerine burnunu sokmamasını talep eden Jacques Chirac gibileri.

Amerikan yeni Orta Doğuculuk siyaseti ve yeni Orta Doğu Projesi gölgesinde Amerika, Orta Doğu için dayattığı projesinde yürümesi amacıyla bir provokatör ve yardımcı bir faktör olarak bölgedeki tarihi ilişkisinden dolayı Türkiye’den faydalanmayı gerekli görüyor. Yine Amerika, Türkiye hacmindeki bir devletin Orta Doğu’da aktif bir rol yüklenme ve Amerikan siyaseti maslahatı için bölgeye etki etme olasılığını görüyor. İşte bu husus, rolü gereği Orta Doğu’da maslahatlarını korumaya çalışan Avrupa’ya gizli değildir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye ile ilişkilerini en yüksek seviyeye çıkarmaya çalışmakta ve Türkiye’yi Orta Doğu ile Avrupa arasında bir köprü olarak görmektedir. El Hayat gazetesi 24/02/2004 tarihli baskısında Gerhard Schröder’in “Kuşkusuz Ankara, Orta Doğu devletleri için önerilen reform projesinde önemli bir rol oynamaya adaydır” demecinde bulunarak, ülkesinin, Türkiye’nin AB üyeliğini elde etmesine destek verdiğini belirtmiştir. Bunu da Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara’da yaptığı görüşme esnasında söylediğini zikretmiştir. Ardından “Şüphesiz Ankara’nın İslam değerleri ile AB kriterleri arasında uzlaşma sağlamaya muktedir olması, Türkiye’nin ve kendisine komşu bölgenin Demokrasiyi desteklemesine, istikrarı ve güvenliği pekiştirmesine yardım eder” dedi ve ekledi “Türkiye’nin bir gün AB üyeliğini elde edeceği noktasında en ufak bir şüphesinin olmadığını” belirtmiştir. Ankara’daki Almanya Büyükelçisi Wolf Ruthart Born da El Hayat’a verdiği bir demecinde “Büyük Orta Doğu’da Türkiye’nin ehemmiyetine ve Orta Doğu ile Avrupa arasında hayati bir köprü olması itibariyle onun Avrupa için stratejik bir önem teşkil ettiği vurgusunu yaparak istenilen reform ameliyesinde önemli bir rol oynama ihtimaline” işaret etmiştir.

O takdirde şöyle demek mümkündür; Avrupa Komisyonunun Türkiye’yi AB’ye katmak için müzakerelere başlama tavsiyesi, siyasi konjonktürün ve Amerika’nın Orta Doğu için çizdiği planların sonucu ve Avrupa’nın uluslararası siyasette rol alma rüyasının bir neticesi olarak gelmiştir. Çünkü Siyasi konjonktürün, en asgari hasarla Türkiye ile müzakerelerin sürmesi halinde on seneden sonra nasıl olacağı belirsizdir. Tavsiyeler, müzakerelerin sonucunun sınırsız, ucu açık olması yönünde idi. Yani Avrupa, Türkiye’ye AB ile ayrıcalıklı ilişkileri olan bir devlet rütbesini bahşiş olarak vermiştir.

Amerika’ya gelince; Erdoğan hükümetini alaşağı etmek için uygun fırsat kollayan orduya karşı Erdoğan hükümetini destekleme amacıyla Türkiye’nin Birliğe katılmasını desteklemektedir. Ayrıca yine Amerika biliyor ki, AB’ye katılması için Türkiye ile müzakerelere başlamak, dostu olan Erdoğan hükümetine atılganlık verecektir. Bu nedenden ötürüdür ki, defalarca Türkiye’nin Birliğe katılmasını talep etmiştir. Ki bu dostu olan hükümetin en azından ömrünü uzatacaktır. Nitekim AB ile müzakerelere başlamak, Türkiye devletinin siyasi işlerinde alışıla gelmiş bazı nüfuzundan ve müdahalesinden orduyu feragat etmeye teşvik edecektir. Ki bu, Amerikan dostu Erdoğan hükümetine optimum derecede hareket kabiliyeti ve ordunun ve Milli Güvenlik Kurulu’nun kıskacından kurtulma fırsatı verecektir.

Orta Doğu’daki maslahatlarını korumaya çalışan, Orta Doğu siyasetinde rol oynamak isteyen ve Türkiye’yi Avrupa ile Orta Doğu arasında bir köprü olarak gören Avrupa’ya gelince; her ne kadar o, bunu Türkiye yoluyla yapmak istiyorsa da, ancak elinde dilediği zaman müzakereleri fiyaskoya çıkarma fırsatları olduğunu kesin biliyor. Nitekim Avrupa komisyonu, Türkiye’nin bilhassa insan, kadın ve azınlıkların hakları konusunda mesafeler kat etme taahhüdünden ani geri atması halinde müzakereleri kesme tavsiyesinde bulunmuştur. Zaten bununda meydana gelmesi cidden çok kolaydır. Özellikle de Milliyetçi Türkleri kızdıracak ve AB’ye karşı kamuoyu oluşturacak karmaşık dosyaların açılması halinde… Mesela, gelecekte azınlıklar tanımlamasını tekrar gözden geçirmek gibi. Veya Kürtlerin ve Alevilerin azınlık olmaları itibariyle, mutlaka siyasi haklar elde etmeleri gereklidir gibi. Yahut da Avrupa Birliğindeki Kıbrıslı Yunan üyelerin, Türkiye’nin üyeliğine karşı veto hakkını kullanmama mukabilinde Kıbrıs meselesini ilişkin Türkiye’den elem verici feragatleri söküp almaları gibi”. Aynı şekilde Avrupa’daki Ermeni lobisinin, geçen yüzyılın başında Ermeni katliamı, soykırımı vukua geldiğini itiraf etmesi için Türkiye üzerine baskı uygulamaya çalışması gibi. İşte bütün bunlar, Türkiye’nin hiç bir zaman kabul edemeyeceği hususlardır. Yine bütün bunlar, Erdoğan hükümetini sıkıntıya sokacak olan ve asla Türkiye’nin yerine getirmesi imkansız olan hususlardır ki, bu da Erdoğan hükümetinin kökünü kazımak için Askeriyeye fırsat verecektir. Türkiye’deki Askeri nüfuzun geçmişte olduğu gibi mutlak bir şekilde eski haline dönmesiyle, Türkiye, Birliğe katılmaya ilişkin konularda başladığı noktaya dönecektir. Türkiye’nin bu konularda başlangıç noktası arasında gidip gelmeyi sürdürdüğü bir gerçek olsa da.

Bütün bu engellere rağmen Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP hükümetinin, müzakerelere başlamak için o şartlı eveti dahi abartmıştır. Nihayet onu, tarihî bir zafer olarak nitelemiştir. Bunun başlıca sebebi de sadece kendi aralarındaki ihtilaftan kaynaklanmaktadır. Zira Avrupa veya Amerika’daki efendilerine göre asker bir şey istiyor, Erdoğan hükümeti de başka bir şey istiyor. Her ne kadar o şartlı evet Erdoğan’ın zaferi olsa da, aslında o, kısa bir zaman için olsa bile bu evetle Erdoğan hükümetini, ordunun pençesinden, gözetiminden kurtaran Amerika’nın zaferidir.

Dikkat ederseniz bu evet, ancak Erdoğan hükümetinin Kıbrıs konusunda sunmuş olduğu feragatlerden sonra, aynı şekilde İslam’a ve Müslümanlara karşı kanunlar çıkararak İslam’a savaş açmasından sonra ve İslamî kıymet ve ölçüleri altüst ederek ayaklar altına almasından sonra gelmiştir.

Hiç şüphesiz, içerisinde Osmanlı Hilafetinin merkezinin bulunduğu Türkiye, devletlerarası siyasetin kendi etrafında deveran etmesinden ve dünyada cereyan eden küçük ve büyük her şeyde oradaki Halifeye müracaat edilmesinden, Avrupalı yöneticilerin orada bulunan Müslümanların Halifesinden eman isteyerek rızasını ve affını talep etmelerinden sonra -ki asırlarca Avrupa’yı en çok korkutan orduya sahipti. Şimdi Amerika ve Avrupa’nın ayaklarında oynadıkları bir top haline gelmiştir. Ve şimdi her biri onu, maslahatını ve siyasetini yürütmesi için kendine amâde etmek istiyor. Bu da Hilafet ilga edilip Laik Cumhuriyet ilan edildikten ve Batı ile sırtlanmış kendisinin, fikrinin ve hadaretinin ajanları olan bir grubun Laik Cumhuriyet üzerine dikilmesinden sonra bu grup, Müslüman halkıyla oynamak ve onu kendisine amade kılmak isteyen herkes için Türkiye’yi satranç tablası üzerindeki bir parça haline dönüştürmüşlerdir. Türkiye’nin Müslüman halkı ise, çok geçmeden açlık sınırı ve yaşam zorluğuna duçar kalmışlardır.

YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004

 

Yukarı