|
|
|
Avrupa
Komisyonunun, Türkiye’nin Avrupa Birliğin Katılımına İlişkin
Müzakerelere Başlama Tavsiyesi
|
|
|
Ercan TEKİN |
|
| |
Komisyoncular, 06/10/2004 Çarşamba günü Türkiye’nin Avrupa Birliğine
katılım müzakerelerini başlatma tavsiyesinde bulundular. Türkiye’nin
Birliğe katılımı tavsiyesinin ilan edildiği tarihte Avrupalı Komiser
Romano Prodi Avrupa Parlamentosu önünde “Müza kere
cevabına (Türkiye’nin katılım müzakerelerini başlatma münasebeti
hakkında) Evet, ama bu evet şartlı evettir”
dedi.
Nitekim Prodi’nin de söylediği bu evet şartlı evet olmasına rağmen
ve komisyoncular, nihai müzakerelere sınır koymamasına, yani
müzakereler -herhangi bir devletin Birliğe katılım müzakerelerinden
önce o devletin katılım sürecinin başlatılması durumunda olduğu
gibi- asla son bulmayacak olmasına rağmen şüphesiz komiser, nihai
müzakerelerin sınırsız olmasını, ucunun açık olmasını tavsiye
etmiştir. Yine bu münasebetle Avrupa Komisyonu'nun tarımdan sorumlu
üyesi Franz Fischler, Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine aday
gösterilmesi konusunda: “Şurası açıktır ki,
burada Türkiye’nin (Birliğe) üye olması hakkında bir ihtimal vardır.
Yalnız müzakerelerinin sonucunun -ki bu cidden çok önemli bir
husustur- sınırsız olduğunu” söylemiştir.
Aynı şekilde Türkiye’nin Avrupa Birliğine katılımı için Türkiye ile
müzakerenin başlaması tavsiyesinde bulunan ve Ankara’nın istenilen
bütün siyasi reformları tenfiz ettiğini onaylayan Avrupalı
komisyoncuların raporunda da gelen husus bunun benzeridir. Ama
raporun tavsiyeleri, daha önce Avrupa Birliğine katılan devletlere
ilişkin tavsiyelerden farklı ve şartlı olarak gelmiştir.
Ayrıca komisyon, müzakerelerin sonucunda Türkiye’nin Birliğe tam
üyelik verilmesi vadinde bulunmamış, bilakis tavsiye açıklılıkla
Türkiye’nin Birliğe girmesi halinde bazı ayrıcalıklara sahip
olacağına, mesela müzakerelerin sonucunda Türklere verilen serbest
dolaşım gibi bunların sınırlı olacağına işaret etmiştir.
Türkiye’nin AB’ye katılım müzakerelerine başlanılmasına ilişkin o
evet şartlarına rağmen ne var ki, Türk gazeteleri Türkiye başbakanı
AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı nerdeyse Avrupa fatihi olarak
nitelemişler, Avrupa komisyonunun Türkiye’ye ilişkin raporunu
06/10/2004’te yayınlamasının ardından onu ve hükümetini sanki zafer
kazanmış komutanlar olarak lanse etmişlerdir. Bu açığa çıkarmaktadır
ki, Erdoğan bu muvafakat sayesinde siyasi kazanımlar elde etmeye
çalışmıştır. Hatta ve hatta müzakerelerin başlanılması için ortaya
konulan bütün koşullara rağmen. İşte bu, İslam’a düşman olan ve
Müslümanlara kini devam eden Avrupa tarafından o muvafakatın
arkasındaki gerçek nedeni sormaya sevk ediyor!!!
Aynı şekilde Amerika’nın sürekli Türkiye’nin AB’ye girmesini
istemesinin gizemi nedir???
Sonra Türkiye’deki önceki hükümetlerden eşi benzeri gelmemiş Erdoğan
hükümetinin ısrar etmesinin sırrı nedir???
Türkiye’nin katılımının, Avrupalıların bilhassa onların
siyasilerinin ve düşünürlerinin nefret ettikleri bir husus olduğu
aklı selim bir kimseye gizli değildir. Mesela, Almanya’da daha
kamuoyundan önce düşünürler ve siyasilerin dilleri aracılığıyla
katılıma karşı çıkılıyordu. Bu bağlamda Alman Parlamentosundaki
“Bundestag” ana muhalefet Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) sözcüsü
Wolfgang Schäuble: “Biz müzake relerin
ucu açık olmasını istiyoruz” diye açıklama
yapmıştı.
Alman tarihçi Heinrich August: “AB, fazla uzantı sebebiyle tehdit
edilmekte” olduğunu söyledi. Hatta Türkiye ile müzakerelerin
başlatılmasına Evet diyen, hükümetteki Alman Sosyalist Partisinden
AB genişleme Komiseri Günter Verheugen, komisyonun, Türkiye’nin
katılımı için müzakerelere başlanılması kararını müdafaa etmekten
aciz kalmış ve “Türkiye, Birliğe katılması
için hazır olması gereken olgunluktan, pişkinlikten hala uzaktır.
Ama tehlikelerin üstesinden gelmek mümkündür”
yorumunda bulunmuştur.
Alman siyasi çevreleri içerisinde cereyan eden ihtilaflar bütün
hızıyla sürmektedir. Ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Partisi
lideri Anglika Merkel, birliğe katılım yerine “Ayrıcalıklı
ilişkiler” önerisinde bulunmuştur. Ki zaten bu da, Avrupa’daki bir
çok siyasilerin desteklediği husustur.
Fransa’nın durumu da bundan geri kalır değildir. Zira Fransa
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac en son Asya gezisi esnasında, Vietnam
reisi Tran Duc Luong ile düzenledikleri ortak basın toplantısı
akışında “Avrupa komisyonun Türkiye’ye
karşı olumlu tavrı; sadece AB ile bu ülke arasındaki müzakerelere
ilişkin bir meseledir” açıklamasında
bulunmuş ve “Gelecek Aralık ayında
yapılması düşünülen Avrupa zirvesi, 10 veya 15 seneden az olmamak
şartıyla bu müzakerelere başlamayı onaylayacaktır”
eklemesini yapmıştır. Ve 2010 senesinden sonra Birliğin herhangi
yeni bir genişlemesinin onaylaması veya reddetmesi için halkın
referandumuna sunulması gerektiğine vurgu yapan Avrupa anayasasına
işaret etmiştir.
Bunun içindir ki, Jacques Chirac Türkiye ile müzakerelere Avrupa
anayasasının yürürlüğe girmesinden sonra -ki bu 2005 yılının sona
ermesinden önce asla olmayacağı düşünülüyor- başlanılmasına arzu
ediyor. Der Spiegel 04/10/2004 tarihindeki 41. sayısında, Fransa
Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Avrupa Anayasası’nın yürürlüğe
koyulması tamamlandıktan sonra Avrupa’nın dikkatini Türkiye’ye
çekmek istediğini zikretmiştir. Bu demek olacaktır ki, Türkiye’nin
Birliğe katılımı aynı şekilde Avrupa halklarının referandumuna da
bağlı kılınacaktır. Ayrıca Der Spiegel aynı sayısında Almanya’daki
koalisyon hükümetinin Alman Sosyalist Partisi ve Yeşiller Partisi
yeni kanun taslağının hazırlanması ve üzerinde oylanmasının ancak
gelecek 2005 senesinin başında tamamlanacağını vaat ediyor ve bu
kanunun da halka, güvenlik antlaşması üzerinde oylama hakkını
vereceğini zikretmiştir. Alman içişleri mütehassısı Wilias Potis’e
göre: “Eğer bu kanun uygulamaya konursa, hiç kimse bu kanun
mucibince Türkiye’nin AB’ye katılımı kararını oylama yapma konusunda
halkın hakkını uygulamaktan alıkoyamaz”. Yine aynı dergiye göre
hatta Alman parlamentosundaki Bundestag Hristiyan Demokrat Partisi
ve ortağı Hristiyan Sosyalist Birlik Partisi dahi bu kanunun
benzerini destekliyorlar. Bunlar daha önce kanunlardan halkın oylama
hakkına işaret eden benzeri kanunlara muhalefet etmelerine rağmen
şimdi onlar, hükümet tarafından gelecek senenin başında uygulanması
istenilen bu kanunu destekler olmuşlardır.
Yukarıdaki ve daha başka bir çok delillerden açığa çıkmaktadır ki,
Avrupa Türkiye’yi Birliğe katmaya niyetli değildir. Belki de bu
münasebetle Avrupalıların nefislerinde deveran eden çirkefliği en
bariz şekilde açığa çıkaran husus; Türkiye ile müzakerelere
başlanılması tavsiyesi şanına ilişkin Avrupa raporunu formüle eden
komisyon üyelerinden birinin diliyle gelen şeydir. Zira o,
arkadaşlarına “on yedinci yüzyılda Osmanlıların Viyana’yı
kuşatmasını” hatırlatmıştır.
Muhakkak ki, işin başından beri müzakerelerin sonucunun sınırsız
olması tavsiyesi ve müzakerelerin başlaması için söylenen “Evet”in
şartlı olması ortaya çıkarmaktadır ki Avrupa, geçen Mayıs ayının ilk
günlerinde Birliğe katılan Doğu Avrupa ülkelerinden on devlete karşı
davrandığı gibi veya 2007 senesinde AB’ye katılacak olan Romanya ve
Bulgaristan dosyalarını ele aldığı gibi aynı ciddiyetle dosyayı ele
almamaktadır. Avrupa böyle yapmakla Türkiye’yi, bilhassa Türkiye’de
iktidarda olup Amerikan ekseninde seyreden, asker ve Milli Güvenlik
Kurulunun alanını daraltarak, Türkiye’yi Amerika’nın kucağına
sürükleme özlemiyle yanıp tutuşan Adalet ve Kalkınma Partisi lideri
Recep Tayyip Erdoğan hükümeti şemsiyesi altında Avrupa ekseninden
uzak yüzer bir halde bırakmamak için dosyanın açık kalmasını
istemektedir.
Amerikan sorumluları özellikle Goerge Bush, defalarca Türkiye’yi
AB’ye katmaya çağırmıştır. Nedeni ise, Türkiye’yi katmak veya AB’ye
katılmak için onunla müzakerelere başlamak, Türkiye’de devlet ve
siyaset üzerindeki askerin hegemonyasını bertaraf ederek, Erdoğan ve
hükümetinin elini, nüfuzunu güçlendirecek dahili reformlara
götürecek olmasından dolayıdır. Bazı Avrupalı liderler, Türkiye’nin
Birliğe katılmasına ilişkin Bush’un davetlerinden dolayı
çekincelerini, sıkıntılarını belirtmişlerdir. Özellikle Avrupa’nın,
Amerika’nın işlerine ve Meksika ile olan ilişkilerine müdahil
olmadığı gibi Bush’tan da Avrupa’nın işlerine burnunu sokmamasını
talep eden Jacques Chirac gibileri.
Amerikan yeni Orta Doğuculuk siyaseti ve yeni Orta Doğu Projesi
gölgesinde Amerika, Orta Doğu için dayattığı projesinde yürümesi
amacıyla bir provokatör ve yardımcı bir faktör olarak bölgedeki
tarihi ilişkisinden dolayı Türkiye’den faydalanmayı gerekli görüyor.
Yine Amerika, Türkiye hacmindeki bir devletin Orta Doğu’da aktif bir
rol yüklenme ve Amerikan siyaseti maslahatı için bölgeye etki etme
olasılığını görüyor. İşte bu husus, rolü gereği Orta Doğu’da
maslahatlarını korumaya çalışan Avrupa’ya gizli değildir. Bundan
dolayıdır ki, Türkiye ile ilişkilerini en yüksek seviyeye çıkarmaya
çalışmakta ve Türkiye’yi Orta Doğu ile Avrupa arasında bir köprü
olarak görmektedir. El Hayat gazetesi 24/02/2004 tarihli baskısında
Gerhard Schröder’in “Ku şkusuz
Ankara, Orta Doğu devletleri için önerilen reform projesinde önemli
bir rol oynamaya adaydır” demecinde
bulunarak, ülkesinin, Türkiye’nin AB üyeliğini elde etmesine destek
verdiğini belirtmiştir. Bunu da Türkiye başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan ile Ankara’da yaptığı görüşme esnasında söylediğini
zikretmiştir. Ardından “Şüphesiz Ankara’nın
İslam değerleri ile AB kriterleri arasında uzlaşma sağlamaya
muktedir olması, Türkiye’nin ve kendisine komşu bölgenin Demokrasiyi
desteklemesine, istikrarı ve güvenliği pekiştirmesine yardım eder”
dedi ve ekledi “Türkiye’nin bir gün AB üyeliğini
elde edeceği noktasında en ufak bir şüphesinin olmadığını”
belirtmiştir. Ankara’daki Almanya Büyükelçisi Wolf Ruthart Born da
El Hayat’a verdiği bir demecinde “Büyük
Orta Doğu’da Türkiye’nin ehemmiyetine ve Orta Doğu ile Avrupa
arasında hayati bir köprü olması itibariyle onun Avrupa için
stratejik bir önem teşkil ettiği vurgusunu yaparak istenilen reform
ameliyesinde önemli bir rol oynama ihtimaline”
işaret etmiştir.
O takdirde şöyle demek mümkündür; Avrupa Komisyonunun Türkiye’yi
AB’ye katmak için müzakerelere başlama tavsiyesi, siyasi
konjonktürün ve Amerika’nın Orta Doğu için çizdiği planların sonucu
ve Avrupa’nın uluslararası siyasette rol alma rüyasının bir neticesi
olarak gelmiştir. Çünkü Siyasi konjonktürün, en asgari hasarla
Türkiye ile müzakerelerin sürmesi halinde on seneden sonra nasıl
olacağı belirsizdir. Tavsiyeler, müzakerelerin sonucunun sınırsız,
ucu açık olması yönünde idi. Yani Avrupa, Türkiye’ye AB ile
ayrıcalıklı ilişkileri olan bir devlet rütbesini bahşiş olarak
vermiştir.
Amerika’ya gelince; Erdoğan hükümetini alaşağı etmek için uygun
fırsat kollayan orduya karşı Erdoğan hükümetini destekleme amacıyla
Türkiye’nin Birliğe katılmasını desteklemektedir. Ayrıca yine
Amerika biliyor ki, AB’ye katılması için Türkiye ile müzakerelere
başlamak, dostu olan Erdoğan hükümetine atılganlık verecektir. Bu
nedenden ötürüdür ki, defalarca Türkiye’nin Birliğe katılmasını
talep etmiştir. Ki bu dostu olan hükümetin en azından ömrünü
uzatacaktır. Nitekim AB ile müzakerelere başlamak, Türkiye
devletinin siyasi işlerinde alışıla gelmiş bazı nüfuzundan ve
müdahalesinden orduyu feragat etmeye teşvik edecektir. Ki bu,
Amerikan dostu Erdoğan hükümetine optimum derecede hareket
kabiliyeti ve ordunun ve Milli Güvenlik Kurulu’nun kıskacından
kurtulma fırsatı verecektir.
Orta Doğu’daki maslahatlarını korumaya çalışan, Orta Doğu
siyasetinde rol oynamak isteyen ve Türkiye’yi Avrupa ile Orta Doğu
arasında bir köprü olarak gören Avrupa’ya gelince; her ne kadar o,
bunu Türkiye yoluyla yapmak istiyorsa da, ancak elinde dilediği
zaman müzakereleri fiyaskoya çıkarma fırsatları olduğunu kesin
biliyor. Nitekim Avrupa komisyonu, Türkiye’nin bilhassa insan, kadın
ve azınlıkların hakları konusunda mesafeler kat etme taahhüdünden
ani geri atması halinde müzakereleri kesme tavsiyesinde bulunmuştur.
Zaten bununda meydana gelmesi cidden çok kolaydır. Özellikle de
Milliyetçi Türkleri kızdıracak ve AB’ye karşı kamuoyu oluşturacak
karmaşık dosyaların açılması halinde… Mesela, gelecekte azınlıklar
tanımlamasını tekrar gözden geçirmek gibi. Veya Kürtlerin ve
Alevilerin azınlık olmaları itibariyle, mutlaka siyasi haklar elde
etmeleri gereklidir gibi. Yahut da Avrupa Birliğindeki Kıbrıslı
Yunan üyelerin, Türkiye’nin üyeliğine karşı veto hakkını kullanmama
mukabilinde Kıbrıs meselesini ilişkin Türkiye’den elem verici
feragatleri söküp almaları gibi”. Aynı şekilde Avrupa’daki Ermeni
lobisinin, geçen yüzyılın başında Ermeni katliamı, soykırımı vukua
geldiğini itiraf etmesi için Türkiye üzerine baskı uygulamaya
çalışması gibi. İşte bütün bunlar, Türkiye’nin hiç bir zaman kabul
edemeyeceği hususlardır. Yine bütün bunlar, Erdoğan hükümetini
sıkıntıya sokacak olan ve asla Türkiye’nin yerine getirmesi imkansız
olan hususlardır ki, bu da Erdoğan hükümetinin kökünü kazımak için
Askeriyeye fırsat verecektir. Türkiye’deki Askeri nüfuzun geçmişte
olduğu gibi mutlak bir şekilde eski haline dönmesiyle, Türkiye,
Birliğe katılmaya ilişkin konularda başladığı noktaya dönecektir.
Türkiye’nin bu konularda başlangıç noktası arasında gidip gelmeyi
sürdürdüğü bir gerçek olsa da.
Bütün bu engellere rağmen Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP
hükümetinin, müzakerelere başlamak için o şartlı eveti dahi
abartmıştır. Nihayet onu, tarihî bir zafer olarak nitelemiştir.
Bunun başlıca sebebi de sadece kendi aralarındaki ihtilaftan
kaynaklanmaktadır. Zira Avrupa veya Amerika’daki efendilerine göre
asker bir şey istiyor, Erdoğan hükümeti de başka bir şey istiyor.
Her ne kadar o şartlı evet Erdoğan’ın zaferi olsa da, aslında o,
kısa bir zaman için olsa bile bu evetle Erdoğan hükümetini, ordunun
pençesinden, gözetiminden kurtaran Amerika’nın zaferidir.
Dikkat ederseniz bu evet, ancak Erdoğan hükümetinin Kıbrıs konusunda
sunmuş olduğu feragatlerden sonra, aynı şekilde İslam’a ve
Müslümanlara karşı kanunlar çıkararak İslam’a savaş açmasından sonra
ve İslamî kıymet ve ölçüleri altüst ederek ayaklar altına almasından
sonra gelmiştir.
Hiç şüphesiz, içerisinde Osmanlı Hilafetinin merkezinin bulunduğu
Türkiye, devletlerarası siyasetin kendi etrafında deveran etmesinden
ve dünyada cereyan eden küçük ve büyük her şeyde oradaki Halifeye
müracaat edilmesinden, Avrupalı yöneticilerin orada bulunan
Müslümanların Halifesinden eman isteyerek rızasını ve affını talep
etmelerinden sonra -ki asırlarca Avrupa’yı en çok korkutan orduya
sahipti. Şimdi Amerika ve Avrupa’nın ayaklarında oynadıkları bir top
haline gelmiştir. Ve şimdi her biri onu, maslahatını ve siyasetini
yürütmesi için kendine amâde etmek istiyor. Bu da Hilafet ilga
edilip Laik Cumhuriyet ilan edildikten ve Batı ile sırtlanmış
kendisinin, fikrinin ve hadaretinin ajanları olan bir grubun Laik
Cumhuriyet üzerine dikilmesinden sonra bu grup, Müslüman halkıyla
oynamak ve onu kendisine amade kılmak isteyen herkes için Türkiye’yi
satranç tablası üzerindeki bir parça haline dönüştürmüşlerdir.
Türkiye’nin Müslüman halkı ise, çok geçmeden açlık sınırı ve yaşam
zorluğuna duçar kalmışlardır.
|
|
YIL
15 SAYI 179-180 ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004
|
|
|
|
|
|
|