Ana Sayfa YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004 E-Mail

EHL-İ KİTAP

(2. BÖLÜM)

H. İSMAİL

Bazı konularda Ehli Kitap müşriklerden farklıdır. Bu farklılıklar içtimai münasebetlerde ve onların kestikleri ve yemekleri ile ilgili hususlardadır. İktisadi ilişkilerde ise diğer Ehli Kitap olmayan kafirlerden farksızdırlar. Fakat bu onların konumunu değiştirmez. Allah (svt) söyle buyurdu:

“Bugün size temize ve iyi şeyler helal kılınmıştır. Kendilerine kitap verilenlerin (yahudi, hristiyan vb. nin) yiyeceği size helaldir, sizin yiyeceğiniz de onlara helaldir. Mümin kadınlardan iffetli olanlar ile daha önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helaldir. Kim (İslâmî hükümlere) inanmayı kabul etmezse onun ameli boşa gitmiştir. O, ahirette de ziyana uğrayanlardandır.” (Maide 5)

Bu ayet bize iffetli ve namuslu olması şartıyla Müslüman erkeklerin, Ehli Kitap’tan olan kadınlarla evlenmesini helal olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Allah (svt) Ehli Kitap’ı kafir olarak göstermesine rağmen, onlardan olan kadınlarla evlenmeyi helal kılmıştır. Fakat Ayeti Kerime’de zikredilen evliliklerden taraflı olarak bahsedilmektedir. Yani helal olan yalnız Müslüman erkeğin Ehli Kitap’tan olan kadınla evlenmesinden Müslüman bir kadının gayri Müslim olan bir erkekle evlenmesi kastedilmemektedir. Nitekim Allah (svt) başka bir ayette bu konuya açıklık getirmiştir. İster Ehli Kitap’tan isterse müşrik bir erkekle olsun Müslüman kadının evlenmesini kesin olarak men etmiştir. Allah (svt) söyle buyurdu:

“Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz de onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kafirlere geri göndermeyin. Bunlar onlara helal değildir. Onlar da bunlara helal olmazlar. Onların (kocalarının) sarf ettiklerini (mehirleri) geri verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kafir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarf ettiğinizi isteyin. Onlar da sarf ettiklerini istesinler. Allah'ın hükmü budur. Aranızda O hükmeder. Allah bilendir, hikmet sahibidir.” (Mümtehine 10)

Bu konuda Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

"Ehli Kitap’ın kızlarıyla evleniniz, fakat onlar bizim kızlarımızla evlenemezler" (İbni Cerir)

Müşrikler Ehli Kitap gibi kafir olmasına rağmen, İslam ister Mümin erkeklerin, ister Mümine kadınların onlarla evlenmesini yasaklamıştır, ancak Mümin olmaları müstesna. Yüce Allah şöyle buyurdu:

“İman etmedikçe putperest kadınlarla evlenmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kadından, imanlı bir cariye kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin. Beğenseniz bile, putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle daha iyidir. Onlar (müşrikler) cehenneme çağırır. Allah ise, izni (ve yardımı) ile cennete ve mağfirete çağırır. Allah, düşünüp anlasınlar diye âyetlerini insanlara açıklar.” (Bakara 221)

Yukarıdaki bahsettiğiniz naslardaki gecen şartlarla, son okuduğumuz ayetteki şartlar arasında bir farklılık vardır. Allah-u Teala Müslüman erkeklerin Ehli Kitap’tan olan kadınlarla evlenmesini helal kılarken, belirlenen şartlar iffetli ve namuslu olmasıydı, oysa müşrik kadınlarla evlenmek onların o hallerinde kaldıkları müddetçe haramdır ve evlenebilme şartı da Mümin olmasıdır. Bu şart Ehli Kitap’tan olan kadınlar için değildir. Ancak onlarla olan evliliğin ve boşanmanın İslam’a göre olması ve onları da İslam ahkamına uydurmamız gerek. Allah-u Teala bize Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyi emretti. Ehli Kitap’ın kendileri arasındaki evliliklerinde kendi dinlerine göre muamele yapmaları serbest olsa da Müslüman bir erkeğin onlardan olan bir kadınla evliliğinde ancak İslam geçerlidir. Allah-u Teala şöyle buyurdu:

“…Artık aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma…” (Maide 48)

Yukarıda bahsedilen Maide Süresinin 5. ayetinde Allah (svt) Ehli Kitap’ın yemeklerine ve kestiklerine de açıklık getirmiştir. Diğer ayet ve hadislerin yasaklamadığı yiyecek ve içecekler, Ehli Kitap’ın Şer-i usullere göre kestiği hayvanlar Müslümanlara helaldir. Ayeti Kerime bunu Ehli Kitap’ın kestikleriyle sınırlamıştır. Ehli Kitap dışındaki kafirlerin kestikleri haramdır. Resulullah (sav)’e mecusiler hakkında sorulduğunda Resulullah (sav) söyle buyurdu:

"Ehli kitaba yaptığınız muameleyi yapın, fakat kadınlarıyla evlenmeyin ve kestiklerini yemeyin." (Muvatta)

Ancak şunu da belirtmek gerek ki; İster Müslüman olsun isterse Ehli Kitap’tan olsun, Şer-i usule göre hayvanı kesmediyse onun eti yenmez.

“Allah'ın âyetlerine inanıyorsanız, üzerine O'nun adı anılarak kesilenlerden yeyin.” (Enam 118)

“Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.” (Enam 121)

Ehli Kitap’la olan iktisadi ilişkilerde ise tüm kafirler aynı konumdadırlar. Allah-u Teala’nın şu hitabı umumidir:

“…Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır…” (Bakara 275)

Ayetten de anlaşılıyor ki, alış-veriş yalnız Müslümanlar arasında sınırlandırılmıyor, genel bir ifade kullanıldığından kafirleri de kapsıyor. Bunu Resulullah (svt)’in uygulamasında da görüyoruz. Deyloğullarından biri bir müşrikten iki deve satın alması ve aynı şahsı Sevr mağarasına kadar develeri ulaştırmak üzere ücretli olarak tutması buna delildir. Ve aynı anda bir gayri müslimin ücretli olarak çalıştırabileceğini de gösterir. Nitekim Resul (sav) ücret karşılığı kâtip olarak bir yahudiyi tercüman olarak bir başka yahudiyi ve kendisine kılavuzluk yapmak için bir müşriki çalıştırmıştır. Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) gelir-gider hesabı için bir hristiyani çalıştırmışlardır. Bir Müslümanın gayri müslimi ücret karşılığı çalıştırabileceği gibi, bir Müslümanın bir gayri müslimin yanında da çalışabilir. Ancak yaptığı işin İslam’ın haram kıldığı bir iş olmaması şartıyla. Hz Ali (ra) her kova için bir hurma almak şartıyla bir yahudinin yanında ücretli olarak çalışmıştır. Resul (sav) bundan haberdar olunca, yapılan işin yanlış olduğunu söylemedi. Bütün bunlar gösteriyor ki; kafirlerle ticari işler olabilir, ancak her konuda olduğu gibi kafirlerle olan ticari ilişkilerde de İslam ahkamı geçerlidir. Mesela bir Müslüman şunu diyemez: ‘Kafir zaten faizle iş yapıyor, benim onunla yapacağım ticaret faize dayalı olabilir’, ‘Kafirler zaten içki içiyor ben de bir kafire içki satabilirim’. Oysa bu konuya da Allah (svt) değinerek şöyle buyurmuştur:

Ey iman edenler! Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hali müstesna, mallarınızı, bâtıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.” (Nisa 29)

Ve diğer bir ayette Allah (svt) kafirlerin alış-veriş ile faiz arasında fark görmediklerini bu yüzden cezayı hakkettiklerini şöyle bildirmektedir:

Faiz yiyenler (kabirlerinden), şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların "Alım-satım tıpkı faiz gibidir" demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alım-satımı helâl, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allah'a kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse, işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.” (Bakara 275)

Burada Müslümanlara bir de uyarı vardır ki; kafirlerin düştüğü duruma düşmesinler. Ve yine Resul (sav), içki haram kılındığında, bir Müslüman sahip olduğu içkileri bir yahudiye vermek istediğinde söyle dedi: "Onu çöle dök" (Hamidi Musmedinde)

Fakat Ehli Kitap’la içtimai, iktisadi ve yemekleriyle ilgili hususlarda olan ilişkiler, onların kafir olduğu gerçeğini değiştirmez.

Ehli Kitap hakkında, İslam’ın bize bildirdiği bu hususlardan sonra o dönemdeki yahudi ve hristiyanlarla, günümüzdekiler arasında bir mukayese yapalım. İslam’ın geldiği dönemdeki Ehli Kitap elindeki kitaplar her ne kadar tahrif edilmiş olsa da bugünkülerinden farklılardı. Yani içlerinde hala bazı gerçekler mevcut idi. Bugün Tevrat ve İncil’de ise bunlar bile yoktur. Bundan dolayı şimdiki Tevrat ve İncil o zamankilerine benzemiyor. Kur’an-ı Kerim bize Hz. Muhammed dönemindeki Tevrat ve İncil’de, Resul (sav)’in ismi geçtiğini gösteriyor:

“(Resulüm!) Eğer sana indirdiğimizden (bu anlattığımız olaylardan) kuşkuda isen, senden önce Kitap’ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor. Andolsun ki, Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma!” (Yunus 94)

“(Ey Muhammed!) Biz senin yüzünün göğe doğru çevrilmekte olduğunu (yücelerden haber beklediğini) görüyoruz. İşte şimdi, seni memnun olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin. Şüphe yok ki, Ehli Kitap, onun Rablerinden gelen gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (o kitaptaki peygamberi), öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Buna rağmen onlardan bir gurup bile bile gerçeği gizler.” (Bakara 144-146)

“Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken kendilerine Allah katından ellerindeki (Tevrat'ı) doğrulayan bir kitap gelip de (Tevrat'tan) bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler. İşte Allah'ın lâneti böyle inkârcılaradır.” (Bakara 89)

İslam gelmeden önce Ehli Kitap, kitaplarında yazan son peygamberi kendilerinden geleceğini zannediyorlardı ve müşrik olan Araplara karşı, ‘sizinle savaşacağız’ diyorlardı. Fakat bu bekledikleri gibi olmayınca tavırları da böyle oldu.

İbni Ömer (ra)'ın rivayet ettiği bir hadiste bugünkü kitaplarıyla o günkü arasında fark olduğunu ve o zamankilerde bazı gerçekler yazsa da gizlediklerini gösteriyor.

İbnu Ömer (ra) anlatıyor: "Yahudiler, Resulullah (sav)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zina yaptığını söylediler. Resulullah (sav) onlara: ‘Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?’ diye sordu. Onlar: ‘Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız’ dediler. Abdullah İbnu Selam (ra): ‘Yalan söylüyorsunuz. Zinanın Tevrat'taki cezası recmdir’ dedi. Hemen Tevrat’ı getirip açtılar. İçlerinden (Abdullah İbnu Surya adında) biri elini recm ayetinin üzerine koydu. Sonra, ayetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadığı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah İbnu Selam (ra) müdahale edip: ‘Kaldır elini!’ dedi. Adam elini çekti, tam orada recm ayeti mevcut idi. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed, Abdullah doğru söyledi. Tevrat'ta recm ayeti mevcuttur!’ dediler. Resulullah (sav) derhal o iki zaninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler." (Buhari, Muslim,Tirmizi)

İste bu gibi hususlar bugünkü yahudilerin ve hristiyanların ellerindeki kitaplarda mevcut değildir. Ancak o dönemdeki kitaplarında olmasına rağmen yine inkar ederlerdi ve o ayetleri gizlerlerdi. Resul (sav)’i ve Kuran’ı da inkar ettiler. İnkar etme bakımından aralarında bir fark yoktur. Bugünkü hristiyan ve yahudiler, Allah’ı inkar etmedikçe ve dinlerinde mevcut olan ibadetle ilgili, bazı konularla ilgili hükümler hayatlarında mevcutsa onları Ehli Kitap olarak kabul edebiliriz. Zaten dinleri şuandaki haliyle hayatla ilgili nizamlardan yoksundur, yani akidelerinin siyasi yanı kalmamıştır. Ancak şu da bir gerçektir ki; dinlerindeki çelişkilerden kaynaklansa gerek bugünkü Ehli Kitap olan toplumlarda ateistlerin, sayısı artmaktadır. Dinlerinde kalmaları gibi, dinlerini terk etmeleri onları kurtarmaz. Akıllarını kullanıp doğru dini yani İslam’ı kabul ederlerse kurtulurlar.

İşte burada Müslümanlara büyük iş düşmektedir. Müslümanlar Ehli Kitap’a uymak değil, onlara İslam’ı tanıtmaları gerekir. Ve bunu kendi hayatlarında yaşayarak göstermeleri gerekir. Onlara uymak Müslümanlar için bir zillet ve gidecekleri yer cehennem ateşi olur. Çünkü Allah-u Teala Ehli Kitap’ı kafir olarak vasıflandırdı. Ve onlara uymayı onlardan saydı ve aynı akıbeti gösterdi. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurdu:

“Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez.” (Maide 51)

Ve yine diğer bir ayette:

Şüphesiz Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır. Onlar, orada ebedi olarak kalacaklardır. Hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamayacaklardır.” (Ahzab 64-65)

Her ne kadar Ehli Kitap Müslümanlara şirin görünmeye çalışsa da içlerinde arzuları her zaman gizlidir. İman edenleri her zaman İslam’dan caydırmak isterler. Onlar Müslümanlara karşı iki yüzlülük yaparak hak yolunda olan müminleri saptırmak istemektedirler. Fakat yüce Allah onların bu arzularını şöyle açığa vurmaktadır.

“Kitap ehlinden bir grup, ‘Mü’minlere indirilene günün başlangıcında inanın, sonunda da inkar edin, belki onlar (size bakarak) dönerler’ dedi.” (Ali imran 72)

Diğer bir ayette ise Allah (svt) Ehli Kitap’ın Müslümanlardan hiç bir zaman razı olmayacağını beyan etmektedir. Ancak Müslümanlar dinlerini bırakıp onların dinine tabi olurlarsa razı olurlar.

“Sen dinlerine uymadıkça, ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar asla senden razı olmazlar. De ki: ‘Allah’ın yolu asıl doğru yoldur.’ Sana gelen ilimden sonra, eğer onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, bilmiş ol ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne bir yardımcı vardır.” (Bakara 120)

Onların dinine girmekse küfürdür. Çünkü Allah (svt) İslam’dan başka hiçbir dinden razı olmayacağını ve hak din olarak yalnız İslam’ı seçtiğini beyan etmiştir. Nasıl olurda akıllı bir insan hakkı batıla tercih eder? İmanı bırakıp da küfrü ister? Demek ki öyleleri vardı ve olacaklardır. Onlara Allah-u Teala şöyle hitap etmektedir:

“Kim İslam’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. İman ettikten, Peygamberin hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine açık deliller geldikten sonra inkar eden bir toplumu Allah nasıl doğru yola eriştirir? Allah zalim toplumu doğru yola iletmez” (Ali imran 85-86)

Yüce Allah Müslümanlara Ehli Kitap’a karşı hoşgörülü değil onlar iman edinceye kadar veya İslam ahkamına boyun eğinceye kadar onlarla savaşmayı emretti. Onlar ancak İslam’a boyun eğerlerse emniyette olur ve onlara dokunulmaz. Yoksa onlarla savaşmak Müslümanlar üzerine farzdır. Kur’an-ı Kerim’de bunu beyan eden birçok ayet vardır.

“Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29)

Ancak onların İslam’a boyun eğmeleri için İslam’ı tatbik eden ve teslim olmadıkları takdirde onlara savaş ilan edebilecek bir devletin olması gerekir. Bu devlet ise Hilafet devletidir. İşte bugün Ehli Kitap’ın ve Ehli Kitap’tan olmayan kafirlerin korktuğu budur. Ve onun için İslam’a karşı savaşlarını günden güne şiddetlendirmektedirler. Bugün bunun en bariz örneklerini Irak, Çeçenistan, Filistin, Afganistan gibi yerlerde görmekteyiz. Yarın ise bir başka yer olacaktır. Onların oradaki mücadeleleri tek ve tek İslam ümmetinin birleşmesini engellemek o İslam Devletinin kurulmasını engellemek ve Müslümanlar üzerindeki hakimiyetini korumaktır. Ama o devletin önemini kafirlerin idrak etmesinden ziyade Müslümanlar idrak etmesi gerekir. Ancak bunu gerçekleştirmeleri için Müslümanlar Allah-u Teala’nın kendilerine vermiş olduğu değeri idrak etmeleri ve kafirleri iyi tanımaları gerekir ki, onlara karşı İslamî bir tavır ortaya koysunlar. İslam ümmetinin insanlar içinde en hayırlı ümmet olduğunu ve Müslümanların özelliklerini Allah (svt) şöyle açıklıyor:

Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz..." (Ali İmran 110)

Oysa kafirlerin hayvanlar gibi olduğunu, hatta hayvanlardan da daha aşağılıklar olduklarını ve onları çetin bir azabın beklediğini bildirmektedir. Bunu açıklayan su ayetlerdir:

“Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir” (Araf 179)

“Yoksa sen onların çoğunun (söz) dinleyeceklerini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.” (Furkan 44)

Bu sıfatları taşıyan kafirlerle dostluğu Müslümanlara yasaklamaktadır. Allah (svt)’ın övdüğü müminleri bırakıp da kafirleri dost edinen ve onların yanında izzet ve şeref arayanlara şöyle hitap ediyor:

“Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri dost edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir.” (Nisa 139)

Her konuda olduğu gibi Müslümanların Ehli kitap’a karşı İslam’ın gereklerini yerine getirebilmeleri için çözümü yine İslam Devleti olduğu açıktır. Ve bu devleti Müslümanlar kuracak olduğuna göre, Müslümanlar onun önemini kavraması gerek. Bunu gerçekleştirmek için Müslümanlar davalarına samimi bir şekilde sarılmaları gerekir ve var güçleriyle tüm imkanlarını ortaya koyarak çalışmaları lazım. Ancak o zaman Allah-u Teala’nın yardımı gelir.

"...Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Hac 40)

Hiç kuşku yok ki, Müslümanlar bu dava uğrunda çalışırken, kafirler boş durmayacaktır. Ancak onların saldırganlığı ve karşı koymaları İslam’ın tekrar hakim olmasını engelleyemeyecektir. Çünkü Allah-u Teala’nın vaadi mutlaka gerçekleşecektir.

“Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff 8)

YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004

 

Yukarı