Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin enerji ihtiyaçlarının giderek
büyümesi bunun yanı sıra dünya enerjisinin ve doğal kaynaklarının
sınırlı olması münasebetiyle 20. yüzyılda olduğu gibi 21. yüzyılda
da devletler arası mücadeleler doğal kaynaklara sahip olma ve
hakimiyet kurma merkezli olacaktır. Bu bağlamda Azerbaycan petrolü
50 sene, Orta Asya ve Hazar denizi petrolü 100 seneden uzun bir süre
yeraltından çıkarılıp dünya pazarına taşınacak potansiyelde olması
hasebiyle Kafkasya ve Hazar bölgesi doğal ve sosyal ekonomik olarak
büsbütün iştahları kabartmaktadır. Bu bakımdan zengin bölge,
sanayileşmiş devletlerin ilgi odağı haline gelmiş, neticede
ağırlıklı çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu halk; sömürü,
zulüm, yoksulluk ve katliamlara maruz bırakılmıştır. Faturası ağır
olan bu durum bölgenin soğuk ve acı gerçeği olmuştur.
Bugünkü tüketim temposuyla
ve bilinen yataklarla dünya petrol rezervlerinin kırk yıl sonra
tükeneceği söylenmektedir.[1]
ABD bunun farkında olup şu ana kadar dünya petrollerini taşıma ve
pazarlama kolaylığı olan ülkeleri; özellikle orta doğu ülkelerini ya
ticari ilişkilerini geliştirerek yada Irak ta olduğu gibi doğrudan
işgal ederek petrol ihtiyacını gidermekteydi.
Fakat ABD güvenlik raporlarına göre tükenecek petrol rezervlerine
yeni kaynakların keşfedilmesi yada petrol naklinin zor olduğu ve
henüz dünya pazarlarına tam anlamıyla ulaşmayan petrol sahalarına
yönelmesi gerekiyordu. Bunun üzerine de 1997 yılında Kafkasya enerji
kaynakları ve ipek yolu stratejisi diye bir tez geliştirerek bunu
uygulamaya koydu.[2]
Fakat daha önce 1992 yılında ABD güvenlik danışmanı Brezinsky’nin
belirttiğine göre yeni petrol kaynakları için ve dünya hakimiyetini
pekiştirmek açısından; Ural, Sinkjang, Doğu Türkistan, Kazakistan,
Türkmenistan ve Azerbaycan bölgesine yönelmesi ve bu bölgeye hakim
olma stratejisi geliştirmesi gerekiyordu.[3]
İşte bu bağlamda Sovyetlerinde dağılmasıyla ABD’nin bölgeye olan
iştahı iyice kabarmış ve sunulan raporlar ışığında söz konusu
toprakları tereyağından kıl çeker gibi Rusya’nın inisiyatifinden
çıkarmaya yöneldi. Zira Kafkaslarda ve Hazar bölgesinde yer alan
petrolün gerçek anlamda miktarını hiç kimse bilmemektedir. Ancak
tahminlere ve değişik kaynaklardan alınan bilgilere göre Hazar
denizinin potansiyel kaynakları 170 milyar varil ile 245 milyar
varil arasında değişmekte, buda dünya petrol kaynaklarının %16 ile
%23’e tekabül etmektedir. Kazakistan petrol kaynakları 102 ila 110
milyar varil arasında, Azerbaycan’ın ise 36 ila 45 milyar varil
arasındadır. Kıyaslama yapılırsa sadece kuzey denizinde 17 milyar
varil petrol rezervinin olduğu göz önüne alınırsa bölgenin ne denli
zengin petrol kaynağına sahip olduğu anlaşılır, yine bölgede Kuzey
Amerika’daki doğalgaz yataklarına eş değer gaz yataklarının
bulunduğu açıklanmaktadır.[4]
Sovyetlerin dağılmasından
önceki coğrafi yapıyı da göz önüne alırsak, Hazar denizine sınır iki
ülke vardı, yani sadece SSCB ve İran bulunmaktaydı. Fakat günümüzde
Hazar denizine beş ülke sınırdır, yani Rusya, Kazakistan,
Türkmenistan, Azerbaycan ve İran’ın sınırları bulunmaktadır. Sınır
bağlamını göz önüne alarak Iran 1999 yılında yüksek memur düzeyinde
bir yetkiliyi görevlendirerek Rusya dışişleri bakan yardımcısıyla
Hazar petrollerinin sınırdaş ülkelerce adaletli paylaşım konusunda
Türkmenistan’ın başkenti Aşkabat’ta uzlaşma görüşmesi yapmıştır.
Yine ayni çerçevede Iran Cumhurbaşkanı Hatemi Hazar denizinin
paylaşımı konusunda görüşmeler yapmak amacıyla geçtiğimiz mayıs
ayında Azerbaycan’ı ziyaret ederek Hazarin etrafındaki ülkelerin
Hazar kaynaklarının paylaşımı için nasıl bir paylaşımın olacağı
konusunda görüşme yapmış, fakat anlaşmaya varamamıştır.[5]
Bu
açıdan bakılırsa bölgedeki ülkelerin sayısının fazlalığı ve
bağımsızlık yanlışı Kafkas Cumhuriyetlerinin karmaşık durumu ABD’nin
bölgedeki işini oldukça güçleştirmektedir. Fakat her ne kadar
güçleştirme kelimesini kullansak ta bir bakıma da bölgenin
karmaşıklığı ABD’nin isine yaramaktadır. Zira ABD’li yetkinlilerce
bölgeye hakimiyet için hazırlanan raporda “ABD’nin tüm bölgeyi
kontrol edebilmesi için birinci dünya savaşında olduğu gibi bir
Kafkas hattı oluşturmaya çalışmalıdır. Kuşatmanın başarıya ulaşması
için tüm etnik sorunlar kaşınmalı ve bölge ülkeleri etnik
unsurlarına göre bölünmelidir”[6]
Gizli raporda bu ifadeye
yer veren ABD’nin 1997 yılındaki dışişleri bakan yardımcısı Talboot,
Amerikanın Orta Asya ve Kafkasya politikasının dört temele
dayandığını belirterek; demokrasinin geliştirilmesi serbest piyasa
ekonomisinin kurulması, barış ve bölgesel işbirliğine katkı ve
uluslararası toplulukla daha sıkı bütünleşme olarak özetleyerek bu
ifadelerle Amerikanın iki yüzlülüğünü ortaya sermiştir.[7]
Yukarıdaki gizli raporun
ışığında ABD, Dağıstan, Çeçenistan, Inguş, Abazya, Kabardina Balkari
ve Çeçenistan’da bulunan etnik gurupları Rusya’ya karşı sürekli
ateşlemektedir.[8]
SSCB’nin dağılmasından
sonra Rusya’nın içine girdiği derin siyasi ve ekonomik kriz bu
mirasın verdiği emperyal boyutlarla bağdaşmaz boyuttaydı. Orta Asya
ve güney Kafkasya’da Rusya’nın etkinliğini artırma politikası
kaçınılmaz olarak mali gücü gerektiriyordu. Ancak Rusya bu güçten
mahrumdur. Bu donemde Kafkasya ve Orta Asya Cumhuriyetlerinin
bağımsız politika girişimleri uluslararası arenanın iki baskın gücü
Rusya ve ABD’nin bölgedeki nüfus mücadelelerinin kızışmasına sebep
olmuştur.[9]
Neticede bölgede
inisiyatifi ABD ye kaptırmak istemeyen Rusya değişik çabalara
girmiştir. Örneğin; BDT yi kurması bu çabaların en önemlisidir.
Zaman zaman bu topluluk dağılma aşamasına gelse de nerdeyse Bağımsız
Devletler Topluluğu on dördüncü yaşına girmiş ve bölgede
inisiyatifin Rusya’da olduğunun yegane göstergesidir. Ancak 11 Eylül
dünyadaki birçok dengeleri değiştirdiği gibi BDT undaki taşları da
yerinden oynatacak açılımlara sebep olmuştur. Zira bu tarihten
itibaren Orta Asya ve Kafkasya’da askeri güçler edinen ABD bölgeye
iyice yerleşeceğinin sinyallerini vermiştir. ABD’nin bu şekilde
yerleşmesi; Kafkasya ülkeleri, Orta Asya ülkeleri ve Rus dış
politikasında yeni bir miladin başlangıcı niteliğindedir. Zira artık
ABD bölgede etkin güç olarak vardır. Bölgedeki ülkeler ne adim
atarlarsa ABD yi göz önünde bulundurmak zorundadırlar. Her ne kadar
ABD bölgeye gelirken, yeni üstler elde edinirken amacının terörizmle
özelliklede radikal İslam la mücadele etmek olduğunu belirtmişse de,
artık herkesçe de iyice bilinmektedir ki, ABD bölgenin sahip olduğu
enerji kaynaklarını ve bu kaynakların transportunu elinde tutmak
istemektedir. ABD bu emelini de Afganistan savaşıyla da tam olarak
neticelendirmiştir. Zira ABD’nin zengin petrol yataklarına sahip
olan bölgelere yerleşmesi hep bir savaşın sonrasına tesadüf
etmektedir. Buna en iyi örnek teşkil eden Irak savaşının ardından
körfez bölgesine iyice yerleşen ABD’nin Afganistan savaşından
sonrada orta Asya ve Kafkasya’ya yerleşmesidir.[10]
Ne
var ki bu mücadelede ABD her ne kadar önde gözüküyorsa da Rus dış
politikasında Putin ile önemli gelişmeler başlamıştır. Başlangıçta
Avrasyacı tutumunu değişik araçlarla sürdüren Putin, 11 Eylül
olaylarının ardından bir politika değişikliğine giderek batıyla
bütünleşme kararı almıştır. Bu yolla ABD’nin karşısına AB
ülkeleriyle durma politikasına yönelmek istemiştir. Yine Putinin
benimsediği enerji temelli ekonomik politika[11]
neticesinde de ABD ile mücadele etmektedir. Örneğin; Türkiye’nin ABD
destekli Baku Tiflis Ceyhan boru hattına alternatif olarak – ki bu
hat hakkında Moskova basımlı Nezavisimaya gazetesi 2003 yılında bu
projenin gerçekleşmesiyle Azerbaycan’ın 30 milyar dolar petrol
üretiminden, Gürcistan’ın bu petrolün transportundan 500 milyon
Türkiye’nin ise 1,5 milyar dolar kazanacağını belirtmiştir.[12]
İşte
böyle bir rantın olduğu projeye alternatif olarak kuzey güzergahı
olarak ta bilinen Baku-Novorossisk hattını önermiştir.[13]
Yine ayni tarihlerde yani 2003 yılında İngiliz The Guardiyan
gazetesi Rusya güvenlik güçlerinde görevli bazı kaynaklara atıfta
bulunarak “BTC” boru hattına sabotaj düzenlemek amacıyla Rus
istihbarat kurumlarının büyük miktarda para tahsis ettiğini
bildirmiştir. Gazete plan henüz gerçekleştirilmemiştir ama Rusya
askeri istihbaratı muhtemelen bir kac gurup yetiştirmeye başlamıştır
diye yazmıştır.[14]
Yine Rusya; SSCB eski cumhuriyetlerine bağımsızlıklarını vermesine
rağmen yukarda belirttiğimiz ve zaman zamanda ABD’nin de
alevlendirdiği Inguş, kuzey Osetya, Kabardina-Balkari, ve
Çeçenistan’a bağımsızlıklarını vermemekte ve herhangi bir direnişi
de sürekli kanlı bir şekilde bastırmaktadır. Özellikle 1999 yılında
Viladimir Putin “Çeçenistan’ı kaybedersek Kafkasya yi kaybederiz”
lafını etmiştir.[15]
Bu çerçevede adı geçen
halklara bağımsızlıklarını verirse Rusya; Karadeniz’den Hazar
denizine kadar olan bölgedeki inisiyatifini kaybedeceğini,
Azerbaycan petrolü ile Türkmenistan doğal gazinin naklinde
kullanılacak güzergahlardan elde edeceği gelirlerden mahrum
olacağını çok iyi bilmektedir. Son olarak Rusya’da, Rusya
parlamentosu alt kanadı başkan yardımcısı Viladimir Katrenko’nun
başkanlığındaki heyet Kuzey Kafkasya’daki tüm cumhuriyetlerin dahil
oldukları Güney Federal bölgesindeki durum diye bir araştırma
yaparak tamamlamıştır. Komisyon başkanı Viladimir Katrenko Kuzey
Kafkasya cumhuriyetlerindeki durum konusunda araştırma yapmış olan
milletvekillerinin vardıkları hükümlere değinerek şunları söyledi.
1.
Yakın
gelecekte Kuzey Kafkasya’nın gelişme stratejisini belirlemek
amacıyla bölgenin tabi kaynakları hususundaki bilgileri içerecek bir
nevi ekonomik belge hazırlanmalıdır.
2.
Ekonomi
dallarının çok geliştiği Kuzey Kafkasya’da ekonomik faaliyetleri
azami derecede legalize etmek gerekmektedir.
3.
Kuzey
Kafkasya’daki 2002-2004 ekonomik projeleri ile yapılması planlanan
ama yapılmayan ödemeler için tazminat ödenmesi ve başarılan yapı
işleri ile ilgili borçların ödenmesi federal merkezin önemli
görevidir.
4.
Güney
Federal bölgesi için federal istihdam programı hazırlanmalıdır ve
eğitim sisteminin tam imarı için önlemler gerçekleştirilmelidir.
Bağcılık, koyunculuk ve fındık yetiştirilmesi gibi klasik tarım
dallarının yeniden yapılandırılması geregi de vardır.[16]
Bütün bu maddelerden de
anlaşıldığı gibi Rusya ABD’nin Kafkasya’daki ekonomik hakimiyetinin
belini kırarak bölge halkına ekonomik düzeyde yaklaşarak kendi
konumunu sağlama alma çabasındadır. Yine Rusya’nın önemli
diplomatlarından Anatoliy Adamisin “Rusya SSCB döneminin süper gücü
gibi davranmamalı, fakat ABD nin dünyanın egemeni gibi davranmasına
da izin vermemeli bu arada özellikle Amerikan yanlışı olmaktan da
kaçınmalıdır.”[17]
diye Putin’e karşı uyarıda bulunmuş, anlaşılan o ki Putin’de bu
uyarıyı dikkate almıştır.
Ayrıca artan nüfusu büyüyen ekonomisi ve sonuçta enerji tüketiminin
devasa boyutlara ulaşacağı Çin’de petrol, doğalgaz enerji
gereksinimini yakınlığından dolayı bu bölgeden sağlama düşüncesi
içerisindedir. Zira şu anda kendi kendine yeten Çin’in 2020 yılında
büyük miktarda enerji açığı sorunu yaşayacağı belirtilmektedir. Bu
çerçevede 2001 yılı ortalarında Çin devlet başkanı Jiang Zemin,
Rusya lideri Putin ile görüşme yaparak bir takım askeri ve ekonomik
anlaşmalara imza koymuştur.[18]
Yine Çin dışişleri bakanı Li Ciao’sin bu yıl içinde Azerbaycan’ı
ziyarette bulunarak Azerbaycan’la ortak ilişkilerini geliştirmek
istediklerini belirterek bunun için bütçeden 1,2 milyar dolar
ayırdıklarını dile getirmiştir.[19]
Yine bölgeden umut bekleyen ülkelerden biride Japonya dır. Japonya
ipek yolu politikası ile Rusya ile iyi ilişkiler kurarak bölgeye
açılma çabasındadır.
İpek yolu ve Kafkasya’daki
petrol ve doğalgaz rezervi, Japonya yi sadece Orta Doğuya bağlı
kalma durumundan kurtararak enerji kaynağını çeşitlendirme konusunda
avantaj sağlamanın yollarını aramaktadır. Diğer taraftan Avrupa
birliği de 2000 yılında Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’ı tam
üyeliğe alma düşüncesinde olduklarını belirterek Kafkasya ya
hakimiyetlerini bu şekilde sağlama yolunu benimsemişlerdir.[20]
Bu üç Kafkas ülkesi ile
17/Şubat/1999 tarihinde petrol endüstrisinin modernizasyonuna
ilişkin bir anlaşma gerçekleştirmişlerdir. Bu anlaşmanın temelinde
yatan gerçeklik ise; Kafkas petrolleri ve doğalgaz konusunda Avrupa
birliği tarafından ABD’ye kaptırılmasından duyulan kuşkudur. Yine
ayni çerçevede Avrupa birliği parlamento başkanı Romano Prodi 17
Eylülde Azerbaycan’a bir heyetle daha önceki İlham Aliyev’in
Belçika’ya ziyaretine atfen iadeyi ziyaret gerçekleştirmiştir. Her
iki tarafta Azerbaycan’la AB’nin ilişkilerinin son derece mükemmel
olduğunu, Azerbaycan’ın yerinin AB olduğunu belirtmişlerdir. Romano
vurgulayarak AB’nin Azerbaycan vasıtasıyla Güney Kafkasya’ya
açılmayı hedeflediğini açıkça söylemiştir.[21]
Kuskusuz ki bu bölgede dünya imparatorluğu kurmaya çalışan ABD bas
aktördür.[22]
Peki ABD bölgedeki petrole hakimiyetini sağlarsa ne gibi
üstünlüklere sahip olur, bunu da şu şekilde sıralayabiliriz.
1)
ABD
isterse AB ülkelerini petrol fiyatını artırarak sıkıntıya sokabilir.
2)
Bunun tersi olarak fiyatları düşürerek finansman acısından petrol
ihracına dayanan Rusya’yı sıkıntıya sokabilir.
3)
Petrol kaynakları bakımından tamamen dışa bağlı olan Japonya yi ABD
politikleri dışında kendi başına hareket etmesi durumunda
sıkıştırabilir.
4)
Yüksek
kalkınma hızı tutturan ve gelecekte dünyanın en büyük ekonomisi
adayı olan Çini ve daha az ölçüde gene bölgesel bir güç olma
çabasındaki Hindistan’ı yükselen fiyatlarla sıkıntıya sokabilir.[23]
Kısaca SSCB’nin dağılması
sonrası tüm dünyanın ilgi alanına giren Kafkasya ve Hazar denizi
kaynakları AB, ABD, Çin, Rusya ve Japonya gibi sanayileşmiş
ülkelerin kıyasıya mücadeleye girdikleri ve muamma haline dönüşmüş
bir bölge haline gelmiştir. Bölgede özellikle ABD ve Rusya
tarafından yönlendirilen iç çatışmalar, ayaklanmalar ve bir takım
olaylar ardı arkası kesilmeden devam edecektir. Bu görünümü ile
bölgede petrol adına sonsuz bir savaş
yaşanacaktır.
SONUÇ
Batı Asya da Karadeniz’in kuzeyinden (Aral denizi) güney doğuya
doğru Hazar denizi arasında kalan ve adını bu dağlardan alan
Kafkasya’nın nüfus çoğunluğu Müslüman’dır. Birçok olaylarda bu
Müslüman nüfus Rusya ve ABD gibi ülkelerin oyununa gelerek bir takım
karanlık işlere alet olmakta ve başkalarının hesabına bir hiç uğruna
yok olup gitmektedirler, ayrıca dünya kamuoyu huzurunda da
aşağılanmaktadırlar.
Kafkas bölgesinin
yüzyıllardır Rus zulmüne göğüs gerip, Rusya’nın güney sınırını
tehdit ederek kimliğini bin yılı aşkın süreyle koruyan bu güzide
halk artık ne ABD’nin nede başkasının oyununa gelmemedir. Ayrıca
bölge halkı, cereyan eden olaylara milliyetçilik açısından
bakmamalı, kendilerini milli yada bölgeci bir kimlik ile değil
sadece İslam kimliği ile tanımlamalıdır. Hedeflerini dar bir sahaya
indirgeyerek milli ve bölgeci bir çıkar gözetmemeli, aksine
sömürgeci devletlerin sinsi tuzaklarından kurtulmak için âlem şümul
bir düşünceyle meseleye bakarak tüm Müslümanları tek çatı altında
bütünleştirecek doğru çözüme gitmelidir. Bu hem kendilerinin
kurtuluşu hem de tüm Müslümanların kurtuluşu olacaktır. Bölgedeki
olayların çözümü için BM, NATO, AB ve ABD gibi batılı kurum ve
kuruluşlara baş vurmak intihardır. Zira bu devlet ve kuruluşlar
sömürgeci zihniyetleriyle o bölgedeki menfaatleri elde etmek için
yapamayacakları hiçbir kötülüklerden geri kalmazlar.
Yüce Allah (svt)
Müslümanları uyararak şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler,
sizden olmayanları dost, edinmeyin; onlar, sizi şaşırtmakta kusur
etmezler, sıkıntıya düşmenizi arzu ederler. Baksana, öfkeleri
ağızlarından taşmaktadır; sinelerinin gizledikleri ise daha
büyüktür. Eğer düşünürseniz, sizlere ayetleri açıkça bildirdik.”
(Al-i
İmran 118)
“Bilmez misin ki,
gerçekten göklerin ve yerin mülkü tamamen Allah'a aittir. Size de
Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır!”
(Bakara 107)
Bu asil halk kendilerini
her türlü tehlikeden koruyacak, üzerlerinde yaşadıkları topraklarda
bulunan maddi servetleri kendilerine adil ve hakkaniyetle dağıtacak
kendilerine her halükarda şefkatle davranarak batılı devletlerin
oyuncağı olmaları yerine, layık oldukları izzet ve şeref makamına
eriştirecek İslam Devleti yani Raşidi Hilafet devleti için
çalışmalıdırlar. Bu üzerlerine farz olan bir yükümlülüktür. Aksi
takdirde bu şanlı ümmetin yaşadığı bu zengin topraklar tek dişi
kalmış canavarların kapmak için yarışacakları alan haline gelecek ve
ümmetin aziz evlatları teker teker heder olacaktır.
Yüce Mevla’dan; Kafkas
halkına gerçek anlamda diriliş ve İslam devletini bu stratejik
bölgede kurmaları için gerekli çalışma uyanıklığını nasip etmesini
niyaz ederim.
“Ağızlarıyla Allah’ın
nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoş görmese de Allah
nurunu tamamlayacaktır.”
(Saff 8)
[1]Tusam
ulusal güvenlik stratejileri araştırma merkezi yönetim kurulu
başkan yrd. Ali Kulebi
[2]Bas
van der plas Insudok koordinatörü Gürcistan ve karkastaki
trajedi adli kitabından Breda
[4]
Jef Bossuyt’un
araştırmasından 25.08.1999
[5]
BBC Türkçe yayın bolumu 08.05.2004
[7]
22 Temmuz 1997 Amerikanın sesi radyosu Türkçe yayın bölümü
[8]
Moskovski Novoski 9
Agustos1999
[9]
Stratejik analiz
sayı 22 Şubat 2002
[10]
Stratejik analiz
sayı 26 Haziran 2002
[11]
Stratejik analiz
sayı 26 Haziran 2002
[12]
Nezavisimaya gazeta
Moskova 2003
[13]
Stratejik analiz
sayı 26 Haziran 2002
[14]
The Guardian 1
Aralık 2003
[15]
9 Kasım 1999
Türkiye gazetesi
[16]
28.10.2004 Rusya’nın sesi radyosu Türkçe yayın bolumu
[17]
Stratejik analiz
Mayıs 2003
[18]
Ajans Kafkas
15.01.2001
[19]
26 Ekim 2004 Bizim
Esr Azerbaycan gazetesi
[20]
15 Mayıs 2000
Türkiye Gazetesi
[21]
20.09.2004 İki
sahil Azerbaycan gazetesi
[22]
27.09.2004
Cumhuriyet strateji
[23]
Yedinci Avrasya ekonomi zirvesi 2004 İstanbul ekonomi oturumu
|