Ana Sayfa YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ 168-173

Esad MANSUR

“Ey insanlar! Yeryüzünde bulunanların helal ve temiz olanlarından yeyin, şeytanın peşine düşmeyin; zira şeytan sizin açık bir düşmanınızdır.

O size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara 168-169)

Allah-u Teala, gökleri, yeryüzü ve içindeki her şeyi insanlara boyun eğdirdi. İnsanlar bunlar hakkında kanunları keşfederek istedikleri şeyi yapabilirler. Yeryüzü insanlar için bir karargah haline getirildi. Rızkları içinde yerleştirildi. Orada hoş olan rızklar var olduğu gibi hoş olmayan rızklarda vardır. Allah-u Teala, bunu Kuran’da söz ve manada gösterdi. Yine Resulünün sünnetinde mana şeklinde açıkladı. Helal rızk; hoş rızktır. Haram rızk; pis rızktır. Dana, koyun, tavuk ve balık gibiler hoş yiyecek ve rızk kategorisindedir. Çünkü helaldir. Domuz, köpek, kan ve ölü hayvanların etleri pis ve hoş olmayan kategorisindedir. Çünkü haramdır. Buna göre helal olan hoştur. Haram olan pistir. Bunu gösteren akıl veya zevk veyahut adet veya gelenek değildir. Yalnızca şeriattır.

Sahih-i Müslim’de Resulullah (sav)’in şu hadisi geçmiştir:

“Allah-u Teala şöyle buyuruyor: Kullarıma verdiğim her mal helaldir. Ben kullarımı Hanif (şirk koşmayan) olarak yarattım, fakat şeytanlar gelip onları dinlerinden uzaklaştırdı ve onlara helal kıldığım şeyler haram kılmıştır.”

Şeytanlar insanın Allah’ın haram kıldığı şeyleri yemesi için vesveseler yaparlar. Bu nedenle Allah-u Teala, şeytan izlerini takip etmekten insanları sakındırıyor. Çünkü, şeytan insanın düşmandır. İnsanları kötü şeyleri söyleyerek kandırmaya çalışıyor.

Bu ayet Resulullah (sav) yanında okununca Saad bin Ebi Vakkas kalkıp Rasulullah’a; “duası kabul edilen kimse olmak için Allah’a benim için dua et!” dedi. İbni Merdeveyh İbn Abbas’tan rivayetle Resulullah (sav) ona şöyle dedi: “Ey Saad! Senin yiyeceğin hoş şeylerden olsun ki duası kabul edilen kimse olasın. Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, bir adam kendi ağzına haram lokma atınca kırk günlük ibadeti kabul edilmez. Hangi vücudun eti haram, haksız mallar ve faizle yetişmişse cehennem ateşinin hakkıdır.”

İnsanlardan bir çoğu helal ile haram rızk arasında ayrım yapmadan her şeyi elde etmek istiyorlar. Oysa, helal rızk ararsa onu elde edecek ve nasibini almış olacaktır. Fakat, bunun tersini yaparsa rızk haram yolla kazanılmış olur. Zira, herkesin rızkı sınırlandırılmıştır. Ya helal yolla alır veyahut da haram yolla alır. Öyleyse, insan akıllı olunca helal yoldan rızkını almış olur. Fakat, şeytanın adımlarını izleyenler bunu düşünmezler. Nitekim şeytan kötülüğü insanlara söylüyor ve böylece insan haram şey yemeye ve yapmaya yöneliyor. Bir ev, araba veya bir ticaret yapacak olsa bankadan borç almak için şeytan onu çağırıyor. Cin’den olan şeytanların insanlardan dostları vardır. Kuran’da bununla ilgili olarak Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz.” (En’am 121)

Haram şeyleri yemek veya yapmak için çağıran veya teşvik eden şeytandır. Şeytanlar fuhuşa ve zina yapmaya çağırıyor. Zina, ön adımlarıyla gerçekleşir. Allah-u Telala;

“Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra 32)

Deyince ona yaklaştıran her adımdan uzaklaşmak gerekir. Misal olarak; kadınları açık seçik veya yarı açık veya tahrik edici şekilde gösteren televizyonlar zinaya ve fuhşa çağırıyor. Bunlar uygunsuz kullanıldıkları için günümüzde şeytanın araçları haline getirilmiştir. Faiz reklamı yapan gazeteler ve televizyonlar şeytanın adımlarına uymuş araçlarıdır. Allah hakkında doğru olmayan şeyleri söyleyen kimseler şeytana uyan kimselerdir. Çünkü Allah hakkında bilmedikleri şeyleri söylemiş oldular. Başka bir ifadeyle Allah’ın kabul edemediği şeylere çağırmış oldular.

Allah hakkında bilmediği şey söylemenin manası; Allah’ın kabul etmediği şeyi söylemektir. Bu ister bilerek, isterse bilmeyerek olsun. Yapılan bu iş (Allah’ın dinine aykırı söylemek) Allah’a kötülük yapmak demektir. Günümüzde çoğu Müslüman bilmeyerek Allah’ın kabul etmediği şeyi söylüyor. İslam’a ters olan her fikir ve görüş şeytanın emridir.

“Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, "Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” (Bakara 170)

Kafirler ve müşrikler Allah’ın indirdiğine uymak istemediklerini açıkladılar. Allah’ın indirdiğinin yerine babalarının adet, gelenek ve fikirlerine uymayı tercih ettiler. Belki babaları düşünmüyor ve hidayeti bilmiyorlardı. O halde onlara nasıl uyulacaktır?!. Bunun manası; babaları akletseydi ve hidayeti bulmuş olsalardı onlarda doğru yolu izlemiş olacaklardı. Nitekim, İbrahim ve İsmail (as) gibi babaları düşünen ve hidayetli insanlardı. Onlar ancak Allah’ın indirdiğine uydular.

Aynı anda bu ayet; babalara körü körüne uymayı ret ediyor ve düşünemeye çağırıyor. Öte yandan, nasıl insan yaratıcının indirdiği şeriatı ret eder, kendileri gibi yaratılan insanların fikirlerine uyarlar?! Bu akıllı bir hareket midir? Nitekim, insanların aklı sınırlıdır, çevrelerinden ve bulundukları şartlardan etkilenirler. Vakıalarından fikirlerini alırlar.

Kapitalist düşünürleri sürekli fikirlerini değiştiriyorlar, insanları kobay yaptılar. Komünist düşünürleri de aynı durumdadır. Komünist düşünceleri iflas etmiş ve sona ermiştir. Kapitalist düşünceleri de iflas etmiştir. Fakat kapitalist düşünür ve politikacıları bunu hilekar bir şekilde örtmeyi becerebiliyorlar. Ayrıca, bu hilelerini teşhir edecek günümüzde İslam Devleti yoktur. Çünkü, insanlar alternatif ve doğru fikir arıyorlar. İslamiyet’i gösteren bir devletin bulunmamasından dolayı kapitalistler kendi fikir, çözüm ve iflaslarını öğretmeye çalışıyorlar.

Kemalistler; ‘atamız Mustafa Kemal’dir, bize en iyi sistemi getirdi, diyorlar. Oysa Mustafa Kemal bu sistemi Batıdan ithal etti. Bu nedenle Kemalistler yüzlerini batıya çeviriyor ve oradan fikir ve çözüm alıyorlar.

Atalarının, babalarının, büyüklerinin ve düşünürlerinin çözümlerini Allah’ın indirdiği çözümlere tercih edenler kesinlikle Müslüman olamazlar ve de mümin değillerdir. Bu nedenle Allah-u Teala şöyle buyurdu:

“Kafirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer. Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.” (Bakara 171)

Kafirler Allah’ın indirdiklerini reddedince hep bağıran ve çağıran kimseler oldular. Yer ve gökleri bağırmakla ve çağırmakla doldururlar ki, böylece alim ve düşünür olarak bilinsin ve anılsınlar. Oysa, onlar gerçeği görmeyen kör, işitmeyen sağır ve konuşamayan dilsiz kimselerdir. Gerçek ve hak Allah’ın indirdiğidir. Fakat onlar bunu görmek, işitmek, tanımak istemezler. Daima kendileri daha üstün görürler. Bu gerçeği bağırış ve çağırışlarla da örtmeye çalışırlar.

İşte, bu asırda bunu görüyoruz. Kafirler dünyayı boş laflarla ve kakırtılarla doldurdular. Fikirlerini yüksek ve görüşlerini parlak olarak göstermeye çalıştılar. Oysa fikirleri akla ve fıtrata uymayan, sadece boş gürültü dolu sözlerdir. Aynı anda, doğru fikirleri söyleyenlerin ağızlarını kapatırlar, hapse atarlar veya öldürürler. Ayrıca doğruyu söyleyenlere değişik ithamlar yapıştırırlar. Terörist, fundamentalist, radikal, muta’ssıb, gerici, ajan, fitneci v.s. gibi. Bununla beraber kendi fikirlerini süslerler ve diğerlerininkini kötülerler. Fakat karşıt fikirlere müsaade etmezler, sahiplerini ezerler, kötülerler ve itham ederler. Hz. Muhammed (sav)’e karşıda öyle yapıldı. Bu asırda aynı şeyi yapıyorlar.

“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızkların temiz olanlarından yeyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin.” (Bakara 172)

Hoş şeyler Allah’ın helal kıldığı şeylerdir. İman edenlere Allah-u Teala sesleniyor; “yalnız bunu yiyin.” Allah’a iman edenler nasıl bu seslenmeye göz yuma bilir, imanlarını nasıl ispatlaya bilirler?! İman amel gerektirir, içerdiği ve kendisinden fışkıran fikirlere uymayı icap ettirir.

Zekat vermek istemeyen kimselerle Halife Ebu Bekir savaşınca, onlar; ‘mümin, iki şahadet getiriyorlar’ diyerek itiraz edenler çıktı. Ebu Bekir şöyle cevap verdi: ‘İki şahadeti hakkı namaz kılmak zekat vermektir. Çünkü, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “İnsanlarla; ‘La ilahe ille Allah Muhammed-ül Resulullah’ deyinceye kadar savaşmakla emredildim. Kim bunu söylerse kanları ve mallarını benden korumuş olurlar. Ancak hakkıyla alırım.” (Buhari)

İki şahadetin (la ilahe ille Allah, Muhammedun Resulullah) hakları, Allah’ın ve Resulünün bütün emirleridir. Bu emirlere uymak Allah’a kulluk etmektir. Bu sebeple Eğer O’na kulluk ediyorsanız O’na şükranda bulnun.

Allah’ın bize verdiği hoş rızk için O’na şükranda bulunmalıyız. Bir insan ufak bir iyilik yapsa hemen ona teşekkürü borç biliyoruz. Böyle olunca nasıl her nimeti veren Allah’a şükretmekten geri kalabiliriz?!

Teşekkür etmeyen kimseler nankördür.

“Allah size ancak ölüyü (leşi), kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Her kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, başkasının hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan bir miktar yemesinde günah yoktur. Şüphe yok ki Allah çokça bağışlayan çokça esirgeyendir.” (Bakara 173)

Allah-u Teala, hoş olmayanı ve haram kıldığını bu ayette göstermiştir.

Ölü eti, kan, domuz eti ve Allah için kesilmeyen hayvanlardır. Bu ayet mücmeldir, başka ayetlerde başka şeyler de haram kılınmıştır. Hadis-i şerifte daha fazla detaylar vardır. Ayrıca, müçtehitler bunların detayları hakkında ihtilafa düştüler.

İnsan helal yemek bulamayınca ve açlıktan ölmek gibi bir hale gelirse hayatını korumak için az miktar yiyebilir. Ayette; “hakkına saldırmadan (tecavüz etmeden) ve haddi aşmadan yiyebilir” denilmektedir.

Muzter; pek zaruri duruma düşen, başka yiyecek bulamayıp ve ölme tehlikesine uğrayan kimsedir.

Tecavüz etmek; haksızca saldırmaktır.

Haddi aşmamak; insanı hayatta bırakacak miktardır. Muzterin şartları bunlardır, bunun dışında muzter yoktur. Muzter sözcüğü; zaruret kelimesinden türemiş olup ismi faildir. Bu hüküm bu konuyla ilgili ve buna mahsustur. Her konuya genelleştirilmez. Ama, maalesef Osmanlıların son döneminde şu kaide çıkartılıp Mecelle’ye yerleştirildi! “Zaruret mahzuratı mubah kılar.” Mahzuratın manası; haram olanlardır. Bu kaide yanlıştır, zaruret yalnız muzter için geçerlidir. Muzter; ölmek üzerinde olup helal yiyecek veya içecek bulamayan kimsedir. Her konuya genelleştirilemez.

Bu asırda, Osmanlıların son dönemi gibi her konuda zaruret vardır diyerek bir kısım Müslümanlar haram işlemeye başladılar. Ev sahibi olmak zarurettir dediler ve bankadan faizli kredi aldılar, zalim yönetime katılmak zarurettir dediler, buna katıldılar ve küfür kanunlarını zalim yöneticilerle beraber uyguladılar ve bunun gibi benzeri çoktur. Oysa, dediğimiz gibi zaruret yalnız ölüm tehlikesinde kalıp helal yemek ve içmek olanlar için geçerlidir. Osmanlı devleti bu yanlış kaideyi uygulayınca zaruret bahanesiyle bir çok şer-i muhalefetler çıktı. O devleti İslam’dan yavaş, yavaş uzaklaştıran kaidelerden biridir. Bu gün ise, bir çok Müslüman bu kaide bahanesiyle birçok şer-i muhalefetler yapmaktadır. Bu kaide Müslümanları İslam ahkamını yaşamaktan uzaklaştırır. Ev sahibi olmazsa insan ölmez, bu nedenle ev sahibi olmak zaruret değildir. Küfür yönetimlere katılmamakla insan ölmez. Tersine bundan açık men vardır. Resulullah (sav) en zor duruma düştü, bir kısım Müslümanlar işkence altında öldürüldü, buna rağmen küfür veya zulüm yönetimlere katılmaya müsaade verilmeyip, sabretmeye ve mücadelede devam etmeye davet etmiştir. Medine’de İslam Devleti kuruluncaya kadar bu hal üzerinde o ve sahabeleri devam etmiştir. Yeniden İslam devleti kurmak isteyenler bu yanlış kaideyi kullanmazlar ve yalnız Resulullah (sav)’in yolunu izlerler ve onun tutumunu kendilerine yol edinirler.

YIL 15  SAYI 179-180  ŞEVVAL-ZİLKADE 1425 / KASIM-ARALIK 2004

 

Yukarı