Son dönemlerde Hilâfet, Hilâfeti hayata hakim kılmak isteyen
kitle ve Müslümanlar üzerine medya tarafından bir şeyler yazılıp
söylenmeye başlandı. İslam’a, değerlerine, Müslümanlara ve
İslamî kitlelere karşı açık savaşın yürütüldüğü bir ortamda
Hilâfet hakkında birileri tarafından kasıtlı gündem oluşturulmak
istendiğini görüyoruz.
İslam Devleti, Hilâfet çalışmasını baltalamak veya yanlış
mezralara çekerek Müslümanların kafalarını karıştırmak isteyen
iç ve dış güçlerden oluşan bir veya birden fazla ekibin olduğu
kanaatindeyiz.
Sabetay’cıların, kafirlerin, münafıkların ve bunların güdümünde
hareket eden kişilerin, idarecilerin işleri, daima hakkı batılla
karıştırmak olmuştur. Böyle yapanlar hakkında Allah’u Te’âla
şöyle buyuruyor:
“Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.”
(Bakara 42)
Neden böyle yapıyorlar denecek olursa; çünkü küfür ehli ve
onların avânelerinin ömürleri hakla batılı karıştırmak ve
gizlemek üzerine kaimdir. Onlar ancak bu şekilde insanları
haktan saptırarak, şüphe uyandırarak, hakkı ellerindeki
imkanlarla gizleyerek ömürlerini uzatmak istiyorlar. Yine
karışıklık, kaos ortamı ve bulanık bir havada ulaşmak
istedikleri hedeflere yöneliyor ve bu yönde çalışmalarını
sürdürüyorlar. Böylesi durumlar, onların yaşamalarını
kolaylaştırıyor ve ömürlerini uzatıyor. Çünkü onlar, şunun
farkındadır; eğer doğrular ortaya çıkarsa kendi nizamlarının yok
olacağı ve sürdürdükleri saltanatların da son bulacağını gayet
iyi idrak ediyorlar. Bunu bildikleri için tek düşünceleri;
çeşitli desiselerle ömürlerini uzatmaktır. Onlar ne kadar
ömürlerini uzatma yoluna giderlerse gitsinler düğümler teker
teker çözülecek, küfür ve onun sulta sahipleri elbette bir gün
yok olacaktır.
Allah’ü Te’âla yüce kitabı Kur’ânı Kerîm’de bu konu hakkında
şöyle buyuruyor:
“Yine de ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl
yıkılmaya mahkumdur.” (İsra 81)
Bu gerçeği onlar çok iyi biliyorlar. Er yada geç yok olmaya
mahkumdurlar. Bundan dolayı çıkarttıkları ve çıkartacakları
kargaşa içerisinde ömürlerini uzatmanın çaresi içerisindeler.
Son günlerde gündemi ısıtmaya, mefhum kargaşası ile ömürlerine
ömür katmak istiyorlar. Bilinçsiz bir şekilde İslamî kesimden
bazı yazarların da bu akıntıya kapıldıklarını üzülerek belirtmek
isteriz.
İslam’ın hayata hakim olması ve yeryüzünde yeniden Hilâfetin
ikamesi için yürütülen çalışmanın önünü kesmek için her türlü
yol denenmektedir. Tutuklama, işkence ve zulmün her türlüsü
Müslümanlar üzerinde çeşitli şekillerde gerçekleştirildiği gibi
bu yönde çalışmasını hiç taviz vermeden yürüten Hizb-ut Tahrir’e
karşı da en acımasız bir şekilde saldırdılar. Bir çok yerde
yasaklandı ve üyeleri hapsedildi. Hatta ölümle sonuçlanan
uygulamalar oldu. Özbekistan’da yaşananlar bunun canlı
örnekleridir. Halen Kerimov’un zindanlarında binlerce kişi
İslam’ı hayata hakim kılma çalışması suçundan yatmaktadır.
Kerimov ve diğer ülkelerde yapılanlar bu çalışmanın ve bu
düşüncenin önüne geçebildi mi? Elbette hayır. Aksine
yayılmasında ve güçlenmesinde daha da etkileyici oldu. Bunun
üzerine yaptıkları baskının sonuç getirmediğini gören ülkeler
değişik bir yol seçimine yöneldiler.
Eziyet, işkence ve zulümle bu davayı göğüsleyen insanları
yıldıramayacağını anlayan Kerimov başka bir yol deneyerek,
Hilâfet düşüncesi ile fikrî alanda mücadele edeceğini açıkladı
ve mollalarına bunun üzerinde çalışma yapmalarını emretti.
Batı’daki ülkelerden de buna benzer çıkışlar oldu. Danimarka, bu
çalışmanın yasaklanması veya ne yapılması gerektiği hususunda
karar vermek için bir komisyon görevlendirdi ve neticede
komisyon ‘Baskı ve yasaklamanın bu çalışmayı daha da
güçlendirdiği, bunun yerine fikrî alanda bir mücadelenin
sergilenmesi gerektiğini’ benimsendi.
Kökleri çok öncelere dayanan bu ‘fikrî mücadele’
çalışmaların son sıralar Türkiye’de de gündeme taşındığını
görüyoruz. Ulusçu, Atatürkçü, milliyetçi, vatancı,
Sabetayistlerin bu alanda takındıkları tavırlar dikkat çekici.
Aşağıya aldığımız görüşler Hilâfet düşüncesi ile ne denli
oynanmak istendiğini ortaya koymaktadır.
Atatürkçü bir web sayfasında, sanki günah çıkartıcasına bakın
Hilâfet konusuna nasıl değiniyor:
“Hatta Hilâfet'in bile kaldırılması tartışılabilir... Zaten
Hilâfet kaldırılmamış, şahıs elinden alınıp TBMM'ne tevdi
edilmiştir!.. Yani TBMM şu anda istediği kişiyi Halîfe olarak
görevlendirebilir...” (http://www.angelfire.com/rnb/atadiyar/ata2a.html)
2002 de başlayıp aralıklarla gündeme getirilen tartışmalı emekli
tuğgeneral Nejat Eslen’in sözleri ile başka bir boyut daha
kazanıyor:
Nejat Eslen; '2004 yılında Türkiye'de Hizb-ut Tahrir’in daha
çok büyüyeceğini ve gündeme damgasını vuracağından’ söz etti.
(27/12/2003 STV/00.30)
Generallerin İslam’a olan düşmanlıkları ortadadır. Hilâfet
konusu ise onların korkulu rüyasıdır. Bunu gerçekleştirmek için
çalışan bir partinin hoş karşılanacağı hiç beklenemez.
Programda, baştan sona Hizb-ut Tahrir’in hiçbir şekilde konu
edilmediği bir ortamda generalin çıkıp Hizb-ut Tahrir’den
bahsetmesi, gizli bir emellerinin olduğuna işarettir.
Daha sonra Milli Gazete yazarlarından Mehmet Şevket Eygi’nin ‘28
Şubattan sonra’ adlı makalesinde Hilâfet konusundan bahsediyor
ve İslamla bağdaşmaz dediği sistemi teknik kategorisine alarak
İslamla bağdaştırmaya çalışıyor:
“Demokrasi bir din gibi, vazgeçilmez bir ideoloji olarak
algılanırsa İslâm ile kesinlikle uyuşmaz ve bağdaşmaz. Lakin
demokrasi bir metod, teknik, sistem, idare şekli olarak kabul
edilirse pekâlâ İslâm ile bağdaşıp uyuşabilir.
İmam-ı Maverdi'nin "el-Ahkâmu's-Sultaniye" adlı kitabında
Halîfenin seçimle işbaşına gelmesi meşru olduğu gibi,
başkanlığın saltanat yoluyla babadan oğula, yahut hanedanın bir
üyesinden başka bir üyesine geçmesi de meşru görülmüştür.”
(Milli Gazete 6/3/2004)
Farklı bir açıdan Hilâfet konusuna yaklaşım devam ediyor ve
Araştırmacı yazar Aytunç Altındal'ın iddiası devreye giriyor.
Yazar Aytunç Altındal'ın iddiasına göre; ‘Sabetaycılar
Türkiye'ye Hilâfeti geri getirecek.’ Tempo dergisinde
yayınlanan makalesinde çok ilginç olan şu görüşlerden
bahsediyor:
“Halife Sabetaycı mı olacak?
Genel olarak Selanikli, Dönme, Avdeti adlarıyla anılan ve
Türkiye'nin belki de en gizemli cemaatini oluşturan
Sabetaycıların sayısı tam olarak bilinmiyor. Ancak, Türkiye'yi
ellerinde tuttukları ve hepsinin çok önemli görevler yürüttüğü
iddia ediliyor. İddialar;
- 1924'te sona eren Hilâfet önümüzdeki günlerde Türkiye'ye
getirilecek,
- Girişim BOP'un yürürlüğe girmesinden sonra uygulamaya
konulacak,
- Bunda en önemli pay, Sabetaycı-devşirme-mason lobisine ait
olacak,
- Hilâfet projesinin başlangıcı ise 40'lı 50'li yıllara kadar
uzanıyor,
- Sabetaycılar aralarından bir Halîfe adayı bile belirlemiş
durumda.
Peki, Tempo Sabetaycılık üzerine bir haber yapma gereğini neden
duydu? Çünkü araştırmacı yazar Aytunç Altındal, geçtiğimiz
günlerde kendisine konu hakkında başvurduğumuzda yeni bir açılım
getirerek, Hilâfet kurumunun Sabetaycı-devşirme-mason koalisyonu
tarafından Türkiye'de yeniden kurulabileceği iddiasını ortaya
attı. Aynı iddiayı Mehmet Şevket Eygi de başka bir yorumla
tekrarladı. Prof.Dr. Yalçın Küçük ise görüş vermeyeceğini,
yalnızca kendisiyle röportaj yapılırsa görüşeceğini söyledi.
Üstelik Altındal'ın iddiasına göre, Hilâfet kurumu Büyük
Ortadoğu Projesi (BOP)'nin devam ayaklarından biri olarak yakın
zamanda hayata geçeçek. Bu büyük projenin geçmişi ise aslında
hayli eskilere dayanıyor. (Tempo/Enis TAYMAN 08/06/04)
Daha sonra saray mollası Yaşar Nuri bir çıkış yapıyor. Devletten
aldığı işaretle Orta Asya’ya yöneliyor ve Özbekistan’ı ziyaret
ediyor. Yaptığı açıklamalara bakıldığında ziyaretin yönlendirme
ve kasıtlı olduğu kendini gösteriyor. Star gazetesinde özellikle
Hizb-ut Tahrir ve İslam Devleti konusu üzerinde durmaktadır.
‘Özbekistan’ın düşündürdükleri’ adlı köşe yazısında
zehrini şu cümlelerle kusuyor:
‘Anlaşılan o ki, Özbekistan’daki istikrar ve mutluluk
atmosferinin temelinde, Kerimov’un dinci-bölücü fesada karşı
verdiği mücadeledeki başarısı var. Ülkeyi bozgun ve
çürüyüşe götüreceğini gördüğü ve dışarıdan güdüldüklerini
bildiği dinci siyâset unsurlarını etkisiz kılmış, bunların
ABD-AB gizli servislerince yönetildikleri bilinenlerini süratle
sınır dışı etme basîretini göstermiştir.
Kerimov, aldığı basîretli bir kararla, bu unsurları, birkaç gün
gibi kısa bir süre içinde etkisiz kılmış, ardından da tüm
temsilcilerini ülke dışına atarak doğabilecek yıkımı daha baştan
önlemiştir.
Arapçı bir siyasal İslam örgütü olan Hizbu’t-Tahrîr’e karşı
verdiği mücadele ayrı bir anlam taşıyor. Orta Asya ve Rusya
Müslümanların arasında faaliyet gösteren Arap kökenli ve İngliiz
güdümlü Hizbu’t-Tahrîr örgütünün ana hedefinin Orta Asya ve
Rusya Müslüman halkları ile Türkiye halkı arasında güven
bunalımı yaratmak olduğu bilinmektedir…
İngiliz bozgunculuğu, Orta Asya ile Türkiye arasını açmada da
benzeri bir şeytanet sergiliyor:
Örneğin, Hizbu’t-Tahrir’e şu sloganı pankart yaptırıyor:
‘Türkiye, Atatürk eliyle Hilâfeti kaldırdı ve Müslüman
dünyayı başsız bıraktı…
Kimse çıkıp bu İngiliz şeytanlığına şunu sormuyor:
‘Türkiye dışındaki İslam dünyasının, özellikle İslam üzerinde
patent hakkı iddiasında bulunan Arap dünyasının elini tutan mı
var? Buyursun, Halîfeliği yeniden getirsinler, ihya etsinler.
Etsinler de Filistin, Irak ve benzeri sorunları çözüversinler..’
Çözemezler. Çünkü, çözüm yolu ‘İslam’ın başı’ diye andıkları,
esasında ise İslam dışı bir saltanat kurumu olan Halîfelik
değil, Haçlı Batı emperyalizmine tarihinin en büyük ve en akıllı
darbesini vuran Atatürk’ün felsefe, siyaset ve uygulamalarıdır.
Kardeş Özbek halkını, özgür Özbekistan’ı ve ona vücut veren
İslam Kerimov’u takdir, sevgi ve saygıyla selamlıyorum!’
(24-29.06.2004 Star Gazetesi)
Saray mollası, zâlim Kerimov’un yaptıklarını haklı bulmakla aynı
safta yer aldığını ortaya koymaktadır. Saptırma, fitne ve
fesatta usta olan Yaşar Nuri bu ifadeleri ile dostunun sözcüsü
kesiliyor.
Bir taraftan sert çıkışlar diğer taraftan nazikâne davranışlar
devam ediyor. Ümmetin servetlerinin üzerine taht kuran,
batılıların ekonomik taşeronculuğunu Türkiye toprakları üzerinde
yürüten iş adamı Rahmi Koç’ta nazik bir çıkış yaparak bu konuda
bir şeyler söyleme gereğini duyuyor. Rahmi Koç ‘Dinlerarası
diyalog’ çerçevesinde katıldığı Antalya gezisinde şunları
sarfediyor:
“Ilımlı Halîfe” “Vatikan’ın bir papası var. Müslümanlarında
ruhanî bir liderleri, Halîfesi olması lazım.” (2003 Medya)
Bir başka girişim Hulki Cevizoğlu tarafından gerçekleştiriliyor.
‘Ceviz Kabuğu’ programcısı Hulki Cevizoğlu’nun ‘Yaşar Nuri
Öztürk’e Soruyorum -Öztürk’ün portesi / Mehdilik İddiası/Öztürkün
Hilîfeti- adlı kitapta; “Mehdilik ve Hilâfet kavramları
özellikle yabancıların Türkiye ve İslam ülkelerini karıştırmak
için kullandıkları kavramlar mı? Tarihe bakınca bu konuda çok
denemeler görülüyor.’ gibi ifadelere yer veriliyor. Konu
üzerine ısrarlı bir şekilde gidiliyor:
'Hilâfetini açıklasın'
Kitabında yer alan 'Öztürk'ün Hilâfeti' bölümünün Türkiye'de
daha önceden hiç tartışılmadığını belirten Cevizoğlu, 'Kimsenin
bilmediği, ortada bir de laik Cumhuriyeti yakından ilgilendiren
çok önemli iddia var. Ama kimse bunu farketmiyor. O da Hilâfet.
Şimdi kendisine soruyorum. Nedir bu Yaşar Nuri Öztürk'ün
Hilâfeti? Ayrıca kendisi, tam olarak ne olduğunu da açıklamıyor'
diye konuştu.(Akşam2/01/2002)
Hulki Cevizoğlu bununla da kalmayıp 26 Temmuz 2003’te ATV’de
sunduğu ‘Ceviz Kabuğu’ programında Kadir Mısıroğlu’nu ağırlıyor.
Açık oturumda Lozan tartışması altında Hilâfet konusu gündeme
taşınıyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve İlahiyat Fakültelerine devletçe bu
konuda önemli bir görev veriliyor:
“Diyanet özel araştırma yapacak
Diyanet, alan araştırması tanımı yaparak, “Yehova Şahitliği,
Misyonerlik, Bahailik, Babiilk, Hizbullah,
Hizb-ut Tahrir gibi “kökten dinci” ve
bölücü akımlara karşı yapılacak mücadelede eğitim çalışmalarını
İlahiyat Fakülteleriyle birlikte yürütülecek. Bu amaçla pilot
bölgeler seçilerek halkın doğru bilgi edinmesi sağlanacak.”
(Kaynak: 20.10.2004 - SABAH)
Devamı gelecek sayıya...
|