Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

BATI TOPLUMU İÇERİSİNDE MÜSLÜMAN PORTRESİ -1-

Necati ERDEM

Bilindiği gibi toplum; fikir, duygu, nizam ve fertlerden müteşekkildir. Diğer bir ifadeyle aralarında belli bir kaideye göre sürekli alakaların cereyan ettiği topluluktur. İslam toplumu dediğimizde fikir, duygu, düşünce bağlamında İslam’ın esas olduğu topluluktur. Şuan yeryüzünde İslam toplumu yoktur. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar gayri İslamî toplum içerisinde yaşamaktadırlar. Bu bağlamda konumuz Batı toplumu içerisinde yaşayan Müslümanların konumu hakkında olacaktır.

Müslümanlardan bazıları yaşadıkları toprakları terk edip batıya göç etmişlerdir. Bu göç, belli noktalar çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bunlardan başlıcaları şunlardır;

a- Rızkı aramak için,

b- İlim talep etmek için,

c- Emân için.

a- Rızkı aramak için göç:

Bazı Müslümanların, fakirlik faktörü nedeniyle beldelerini terk ederek, servet kazanmak arzusuyla Batı’ya çıkmasıdır. Şeriatta bunun hükmü, rızk için çalışma ve kazanma konusunda varit olan delillerin genel olmasından dolayı mubahtır. Allah (ra) şöyle buyurmaktadır:

“Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından yeyin. Dönüş ancak O'nadır.” (Mülk 15)

Sahabeler küfür topraklarında ticaret yaptıkları zaman Resulullah (sav) onların bu durumunu nehyetmemiştir. İslam, her ne kadar kazanma keyfiyetini ve çalışma türlerini sınırlandırmış ise de, kazanmak ve çalışmak için herhangi bir mekan tayin etmemiştir. Bu, fertlerin veya toplulukların çalışmak ve orada yerleşmek amacıyla bir beldeden başka bir beldeye intikal etmeleridir. Aynı zamanda bu göç, devletler arası etken olan güçler dağılımını geri getirmek için bir vesiledir. Çoğu zaman bu göç, yaşam seviyesini ve geçim düzeyini yükseltmek gibi ekonomik nedenlerden dolayı olur.

b- İlim talep etmek için göçe gelince:

Bazı Müslümanların, öğrenim, diploma almak yahut da ihtisas yapmak amacıyla beldelerinden, öğrenme maksadıyla Batı’ya, ikamet etmek için çıkmasıdır. Şeriatta bunun hükmü; İlim talep etme konusunda varit olan delillerin genelliğinden dolayı mubahlıktır. Hatta gerekli olduğu zaman bu durum vacipte olabilir.

Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "İlim talep etmek farzdır.” Başka bir hadiste; “Kim ilim talep amacıyla bir yol tutarsa, Allah onunla cennete doğru bir yol kılar.” (Müslim)

c- Emân için göç:

Bazı Müslümanların kendi beldelerinden, yöneticilerin zulüm ve zorbalıklarından kaçarak Batı memleketlerine gelmesidir. Şeriatta bunun hükmü; caizdir. Meşru yani yapılabilir olmasında ki asıl; sahabenin Nebi (sav)’in izniyle Habeşistan’a hicret etmeleridir.

Görüldüğü gibi Müslümanların Batıya gelmeleri fetihler için değil, yukarıda bahsettiğim hususlardan dolayıdır. Bunun en büyük nedeni de kuşkusuz başlarında onları koruyacak, haklarını savunacak, kalkanlarının yani Hilafet devletinin (Halifenin) olmayışıdır. Savaştan çıkmış Batının işçi açığını kapatmak, bunun yanı sırada kendilerince övünç kaynağı olan demokrasiyi İslam beldelerine taşımak için Batılılar adına büyük bir fırsatta böylelikle oluşmuş oldu. Öyle ki, Batıya gelen her bir işçi buradaki ekonomi ve sözde gelişmişliği demokrasiye bağlayarak, bunu kendi beldelerinde anlatmak, dile getirmek suretiyle Müslümanların zihninde Batı hayranlığını kazandırmaları hedeflenmişti. Bu paralelde yapılan film ve senaryolar, dizi ve belgesellerle de bu düşünce pekiştirilmiş olacaktı.

Batıya yapılan göç, hiçte önemsenmeyecek kadar az değildir. Öyle ki günümüzde Batıda yaşayan Müslümanların sayısı, toplam 15 AB ülkelerinin nüfusunun %6 sı kadardır. Bu kadar kalabalık bir nüfusa sahip olmalarıyla birlikte aralarında gözle gözükür bir alaka söz konusu değildir. Aynı İslam beldelerinde olan bölünmüşlük, gurupçuluk Batıda da kendini hissettirmektedir.

Müslümanlar için en büyük tehlike; Batının asimile siyasetinde öngörülen İslam kimliğinden soyutlanmasıdır. Batı bunu sinsi planlarıyla adım adım gerçekleştirmekte, bunun uğrunda da her türlü fedakarlıktan kaçınmamaktadır.

Batıda yaşayan, okullarında eğitim gören, fabrikalarında çalışan herkesçe görülür ki, Batının tüm kurum ve kuruluşlarında egemen olan yegane kültürün, ilişkileri oluşturan duygular ve fikirlerin ve bunları koruyan gözetleyen sistemlerin sadece ve sadece Batının kültürü olduğu, onun dışında başka kültürlerin hiç bir varlık ve etkisinin olmadığıdır. Her ne kadar karşılıklı kültürel kaynaşımdan söz etmiş olsalar bile.

Hollandalı oryantalist Van Koningsveld de şöyle demektedir: İslam’ın zuhurundan beri Hıristiyanların zihninde yerleşeni tabir ederek şöyle demektedir: “İslam’ın Nebisi Muhammed şarlatan ve o şeytana âlet olmuş cahil biri idi.. Zatı itibariyle İslam’ın şeytanî özellikleri vardır.” (İslam ve muasır hakkında konuşma s. 12-13)

Ayrıca Fransız kültürel Ansiklopedisi de peygamberimizi; “Katil, deccal, kadın hastası ve beşeri aklın en büyük düşmanı” olarak nitelemektedir.

Bundan dolayı Batı, nefislerinin derinliklerinde Müslümanlara karşı olan kin, nefret ve üstünlük duygusu yeşerip, filizlenmiş bir haldeyken Müslümanlardan İslamî kültürlerinden soyutlanmayı talep ederek, kendi kıymetleriyle, fikirleriyle, ölçüleriyle ve yaşam tarzıyla toplumuna entegrasyonunu, adalet, objektiflik ve insanlık olarak görmesi doğru değildir.

Batının, kendisine davet ettiği ve Müslümanların yüklenmesini istediği entegrasyon; en azından İslam kültürü ve hadaretinin bir kısmından vazgeçmek ve ona alternatif olarak Batı kültür ve hadaretini koymak demektir. Oysa İslam kısmiliği kabul etmez. Bilakis akidesi ve nizamıyla bir bütün olarak alınır. Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“O halde onların arasında Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma, onların seni Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından bile şaşırtmalarından sakın, eğer sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah, günahlarının bazısı yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Kuşku yok ki, insanların çoğu fasıktır.”(Maide 49)

Batının entegrasyon adı altında Müslümanları yönlendirmek istediği asimilenin manası; onlara entegre olmak, yani kafirlere özellikleri konusunda benzemek demektir. Oysa kafirleri, dinleri, kültürleri, hadaretleri konusundan herhangi bir konuda taklit etmek onlara benzemeye çalışmak haramdır. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar. ” (Nisa 65)

Aynı şekilde Resul (sav) onlara benzemeyi de yasaklamıştır:

“Kim bir kavme benzerse şüphesiz o’da onlardan biridir.” (Ahmed)

Batının vicdanında, İslam’ı kerih görmek ve İslam ehlini horlamak siyah kafa şeklinde söylemleriyle küçük görmeleri, bu bağlamda da kendilerini çağdaş medeniyete ulaşmış gören batılıların bu kibirliliği, Müslümanların şuan zayıf ve korumasız olmalarının bir eseridir. Hakikatte batılılar hiçte öyle üstün meziyete sahip bir toplum değildir.

ABD’ de yılda yüz binlerce gencin intihar ettiği, en az 10 milyon kişinin alkolik yani komalık olduğu, uyuşturucu-fuhuş-sapıklık ve çete kurmak en yüksek oranda işlenen suçlardır. 1 milyondan fazla yıllık evlilik dışı çocuğun doğduğu, yine yılda 7 tondan fazla sinir yatıştırıcı ilaçların kullanıldığı tespit edilmiştir. Almanya’da da durum bundan farklı değildir. Ortalama günde 12 kişi uyuşturucudan ölmekte, 11 bin den fazla kişilerin uyuşturucu pazarında kaçakçılık yaptığı ortadadır. Daha düne kadar sokak ortasında fuhuş yapıldığına yakın tarih şahittir. Ayrıca Batıda aile mefhumu diye bir kavram söz konusu değildir. Belçika’da 80 binin üzerinde baba kızıyla yada anne oğluyla zina etmektedir. Bu iş biraz daha kalbur üstüne çıkınca maskeli balolarda eş değiştirme modasıyla insanlıktan soyutlanarak hayvandan daha aşağılık mahluklar oluyorlar. Batıda sokak aralarında banklar üzerinde yatan kişilerin hattı hesabı yoktur. Çünkü bunların ne bir ailesi nede bir yuvası vardır. Bunlar tamamen kokuşmuş bir toplumun eserleridir. Buna benzer misalleri çoğaltabiliriz. Yüce mevlamız kafirler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler, müşrikler bir pislikten ibarettirler...” (Tevbe 28)

“Allah katında canlıların en kötüleri kâfirlerdir. Onlar artık inanmazlar.” (Enfal 55)

“…Allah inanmayanları iğrençliğe mahkum eder” (En’am 125)

“…İnkar edenler ise dünya hayatında zevklenirler, hayvanların yediği gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed 12)

Görüldüğü gibi kafirlerin vasfını yüce mevlamız böylece bildirerek onlara karşı bizi uyarmaktadır. Eskilerden duyarız da güler geçeriz. Onlar Batıdan gelen elbiseleri kafirin pis eli değdi diyerek yıkamadan giymezlermiş. Hatta elektronik eşyaları bile yıkayanların olduğunu duyarız. Burada onlar, kafirin pis olduğu gerçeğini ne güzel anlamışlar. Maalesef günümüzde birçok Müslüman bu dakik bakıştan uzaktırlar. Halk arasında kafir hakkında yaygın olan bir düşüncede; “kafirin dinine lanet, ama işleri dürüst ve sağlam”. Bu bağlamda olan tüm düşünceler yanlıştır. Zira, yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

”Onlar (kafirler) kendileri ile antlaşma yaptığın her defasında hiç çekinmeden antlaşmalarını bozan kimselerdir.” (Enfal 56)

“Rablerini inkâr edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde şiddetli rüzgârda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur.” (İbrahim 18)

“Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki insan elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olamaz.” (Nur 40)

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

 

Yukarı