Bilindiği gibi toplum; fikir, duygu, nizam ve fertlerden
müteşekkildir. Diğer bir ifadeyle aralarında belli bir kaideye göre
sürekli alakaların cereyan ettiği topluluktur. İslam toplumu
dediğimizde fikir, duygu, düşünce bağlamında İslam’ın esas olduğu
topluluktur. Şuan yeryüzünde İslam toplumu yoktur. Bundan dolayıdır
ki Müslümanlar gayri İslamî toplum içerisinde yaşamaktadırlar. Bu
bağlamda konumuz Batı toplumu içerisinde yaşayan Müslümanların
konumu hakkında olacaktır.
Müslümanlardan bazıları yaşadıkları toprakları terk edip batıya göç
etmişlerdir. Bu göç, belli noktalar çerçevesinde gerçekleşmiştir.
Bunlardan başlıcaları şunlardır;
a- Rızkı aramak için,
b- İlim talep etmek için,
c- Emân için.
a- Rızkı aramak için göç:
Bazı Müslümanların, fakirlik faktörü nedeniyle beldelerini terk
ederek, servet kazanmak arzusuyla Batı’ya çıkmasıdır. Şeriatta bunun
hükmü, rızk için çalışma ve kazanma konusunda varit olan delillerin
genel olmasından dolayı mubahtır. Allah (ra) şöyle buyurmaktadır:
“Yeryüzünü size boyun eğdi ren O'dur. Şu
halde yerin omuzlarında (üzerinde) dolaşın ve Allah'ın rızkından
yeyin. Dönüş ancak O'nadır.”
(Mülk 15)
Sahabeler küfür topraklarında ticaret yaptıkları zaman Resulullah
(sav) onların bu durumunu nehyetmemiştir. İslam, her ne kadar kazanma
keyfiyetini ve çalışma türlerini sınırlandırmış ise de, kazanmak ve
çalışmak için herhangi bir mekan tayin etmemiştir. Bu, fertlerin
veya toplulukların çalışmak ve orada yerleşmek amacıyla bir beldeden
başka bir beldeye intikal etmeleridir. Aynı zamanda bu göç,
devletler arası etken olan güçler dağılımını geri getirmek için bir
vesiledir. Çoğu zaman bu göç, yaşam seviyesini ve geçim düzeyini
yükseltmek gibi ekonomik nedenlerden dolayı olur.
b- İlim talep etmek için göçe gelince:
Bazı Müslümanların, öğrenim, diploma almak yahut da ihtisas yapmak
amacıyla beldelerinden, öğrenme maksadıyla Batı’ya, ikamet etmek
için çıkmasıdır. Şeriatta bunun hükmü; İlim talep etme konusunda
varit olan delillerin genelliğinden dolayı mubahlıktır. Hatta
gerekli olduğu zaman bu durum vacipte olabilir.
Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: "İlim talep etmek
farzdır.” Başka bir hadiste;
“Kim ilim talep amacıyla bir yol tutarsa, Allah onunla cennete doğru
bir yol kılar.” (Müslim)
c- Emân için göç:
Bazı Müslümanların kendi beldelerinden, yöneticilerin zulüm ve
zorbalıklarından kaçarak Batı memleketlerine gelmesidir. Şeriatta
bunun hükmü; caizdir. Meşru yani yapılabilir olmasında ki asıl;
sahabenin Nebi (sav)’in izniyle Habeşistan’a hicret etmeleridir.
Görüldüğü gibi Müslümanların Batıya gelmeleri fetihler için değil,
yukarıda bahsettiğim hususlardan dolayıdır. Bunun en büyük nedeni de
kuşkusuz başlarında onları koruyacak, haklarını savunacak,
kalkanlarının yani Hilafet devletinin (Halifenin) olmayışıdır.
Savaştan çıkmış Batının işçi açığını kapatmak, bunun yanı sırada
kendilerince övünç kaynağı olan demokrasiyi İslam beldelerine
taşımak için Batılılar adına büyük bir fırsatta böylelikle oluşmuş
oldu. Öyle ki, Batıya gelen her bir işçi buradaki ekonomi ve sözde
gelişmişliği demokrasiye bağlayarak, bunu kendi beldelerinde
anlatmak, dile getirmek suretiyle Müslümanların zihninde Batı
hayranlığını kazandırmaları hedeflenmişti. Bu paralelde yapılan film
ve senaryolar, dizi ve belgesellerle de bu düşünce pekiştirilmiş
olacaktı.
Batıya yapılan göç, hiçte önemsenmeyecek kadar az değildir. Öyle ki
günümüzde Batıda yaşayan Müslümanların sayısı, toplam 15 AB
ülkelerinin nüfusunun %6 sı kadardır. Bu kadar kalabalık bir nüfusa
sahip olmalarıyla birlikte aralarında gözle gözükür bir alaka söz
konusu değildir. Aynı İslam beldelerinde olan bölünmüşlük,
gurupçuluk Batıda da kendini hissettirmektedir.
Müslümanlar için en büyük tehlike; Batının asimile siyasetinde
öngörülen İslam kimliğinden soyutlanmasıdır. Batı bunu sinsi
planlarıyla adım adım gerçekleştirmekte, bunun uğrunda da her türlü
fedakarlıktan kaçınmamaktadır.
Batıda yaşayan, okullarında eğitim gören, fabrikalarında çalışan
herkesçe görülür ki, Batının tüm kurum ve kuruluşlarında egemen olan
yegane kültürün, ilişkileri oluşturan duygular ve fikirlerin ve
bunları koruyan gözetleyen sistemlerin sadece ve sadece Batının
kültürü olduğu, onun dışında başka kültürlerin hiç bir varlık ve
etkisinin olmadığıdır. Her ne kadar karşılıklı kültürel kaynaşımdan
söz etmiş olsalar bile.
Hollandalı oryantalist Van Koningsveld de
şöyle demektedir: İslam’ın zuhurundan beri Hıristiyanların zihninde
yerleşeni tabir ederek şöyle demektedir: “İslam’ın Nebisi Muhammed
şarlatan ve o şeytana âlet olmuş cahil biri idi.. Zatı itibariyle
İslam’ın şeytanî özellikleri vardır.” (İslam ve muasır
hakkında konuşma s. 12-13)
Ayrıca Fransız kültürel Ansiklopedisi de peygamberimizi; “Katil,
deccal, kadın hastası ve beşeri aklın en büyük düşmanı” olarak
nitelemektedir.
Bundan dolayı Batı, nefislerinin derinliklerinde Müslümanlara karşı
olan kin, nefret ve üstünlük duygusu yeşerip, filizlenmiş bir
haldeyken Müslümanlardan İslamî kültürlerinden soyutlanmayı talep
ederek, kendi kıymetleriyle, fikirleriyle, ölçüleriyle ve yaşam
tarzıyla toplumuna entegrasyonunu, adalet, objektiflik ve insanlık
olarak görmesi doğru değildir.
Batının, kendisine davet ettiği ve Müslümanların yüklenmesini
istediği entegrasyon; en azından İslam kültürü ve hadaretinin bir
kısmından vazgeçmek ve ona alternatif olarak Batı kültür ve
hadaretini koymak demektir. Oysa İslam kısmiliği kabul etmez.
Bilakis akidesi ve nizamıyla bir bütün olarak alınır. Yüce Allah (cc)
şöyle buyurmaktadır:
“O halde onların arasında Al lah'ın
indirdiği ayetlere göre hüküm ver, onların keyfi arzularına uyma,
onların seni Allah'ın indirdiği hükümlerin bir kısmından bile
şaşırtmalarından sakın, eğer sana sırt çevirirlerse bil ki, Allah,
günahlarının bazısı yüzünden onları cezalandırmak istiyor. Kuşku yok
ki, insanların çoğu fasıktır.”(Maide 49)
Batının entegrasyon adı altında Müslümanları yönlendirmek istediği
asimilenin manası; onlara entegre olmak, yani kafirlere özellikleri
konusunda benzemek demektir. Oysa kafirleri, dinleri, kültürleri,
hadaretleri konusundan herhangi bir konuda taklit etmek onlara
benzemeye çalışmak haramdır. Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık husu sunda
seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.
” (Nisa 65)
Aynı şekilde Resul (sav) onlara benzemeyi de yasaklamıştır:
“Kim bir kavme benzerse şüphesiz o’da onlardan biridir.” (Ahmed)
Batının vicdanında, İslam’ı kerih görmek ve İslam ehlini horlamak
siyah kafa şeklinde söylemleriyle küçük görmeleri, bu bağlamda da
kendilerini çağdaş medeniyete ulaşmış gören batılıların bu
kibirliliği, Müslümanların şuan zayıf ve korumasız olmalarının bir
eseridir. Hakikatte batılılar hiçte öyle üstün meziyete sahip bir
toplum değildir.
ABD’ de yılda yüz binlerce gencin intihar ettiği, en az 10 milyon
kişinin alkolik yani komalık olduğu, uyuşturucu-fuhuş-sapıklık ve
çete kurmak en yüksek oranda işlenen suçlardır. 1 milyondan fazla
yıllık evlilik dışı çocuğun doğduğu, yine yılda 7 tondan fazla sinir
yatıştırıcı ilaçların kullanıldığı tespit edilmiştir. Almanya’da da
durum bundan farklı değildir. Ortalama günde 12 kişi uyuşturucudan
ölmekte, 11 bin den fazla kişilerin uyuşturucu pazarında kaçakçılık
yaptığı ortadadır. Daha düne kadar sokak ortasında fuhuş yapıldığına
yakın tarih şahittir. Ayrıca Batıda aile mefhumu diye bir kavram söz
konusu değildir. Belçika’da 80 binin üzerinde baba kızıyla yada anne
oğluyla zina etmektedir. Bu iş biraz daha kalbur üstüne çıkınca
maskeli balolarda eş değiştirme modasıyla insanlıktan soyutlanarak
hayvandan daha aşağılık mahluklar oluyorlar. Batıda sokak aralarında
banklar üzerinde yatan kişilerin hattı hesabı yoktur. Çünkü bunların
ne bir ailesi nede bir yuvası vardır. Bunlar tamamen kokuşmuş bir
toplumun eserleridir. Buna benzer misalleri çoğaltabiliriz. Yüce
mevlamız kafirler hakkında şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler, müşrikler bir pislikten ibarettirl er...”
(Tevbe 28)
“Allah katında canlıların en kötüleri kâfirlerdir. Onlar artık
inanmazlar.” (Enfal 55)
“…Allah inanmayanları iğrençliğe mahkum eder” (En’am 125)
“…İnkar edenler ise dünya hayatında zevklenirler, hayvanların yediği
gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed 12)
Görüldüğü gibi kafirlerin vasfını yüce mevlamız böylece bildirerek
onlara karşı bizi uyarmaktadır. Eskilerden duyarız da güler geçeriz.
Onlar Batıdan gelen elbiseleri kafirin pis eli değdi diyerek
yıkamadan giymezlermiş. Hatta elektronik eşyaları bile yıkayanların
olduğunu duyarız. Burada onlar, kafirin pis olduğu gerçeğini ne
güzel anlamışlar. Maalesef günümüzde birçok Müslüman bu dakik
bakıştan uzaktırlar. Halk arasında kafir hakkında yaygın olan bir
düşüncede; “kafirin dinine lanet, ama işleri dürüst ve sağlam”. Bu
bağlamda olan tüm düşünceler yanlıştır. Zira, yüce Allah (cc) şöyle
buyurmaktadır:
”Onlar (kafirler) kendileri ile antlaşma yaptığın her defasında hiç
çekinmeden antlaşmalarını bozan kimselerdir.” (Enfal 56)
“Rablerini inkâr edenlerin iyi davranışları fırtınalı bir günde
şiddetli rüzgârda savrulan küle benzer, yaptıkları iyi işler
karşılığında ellerine hiçbir şey geçmez. İşte koyu sapıklık budur.”
(İbrahim 18)
“Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin
karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları da
bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki insan
elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin
nuru olamaz.” (Nur 40) |