Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

 SİYASİ YORUM

TÜRKİYE’NİN AVRUPA BİRLİĞİNE ÜYELİĞİ GERÇEKTEN ZAFER Mİ?!

Mahmud AYDIN

Avrupa Birliği'nin Brüksel'deki zirvesinde, Türkiye'yle 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması konusunda anlaşma sağlandı. Uzun süren müzakereler ve kapalı kapılar arkasında varılan anlaşmalarla sonuçlanan zirve sonrası her iki tarafta zafer havası estirdi. Avrupa Birliğinde başı çeken Fransa ve Almanya’nın öncülüğünde diğer Avrupa ülkeleri ikna edilmiş gözükmektedir. Hatta Kıbrıs Rum kesimi dahi büyük bir zafer havası içerisinde basının önüne çıktı. Toplantıya katılan Türk tarafı ise adeta Avrupa’yı fethetmişçesine bir eda ile geri döndüler. Basın ve yayını da arkasına alan hükümet günlerdir kamuoyunu işgal eden Avrupa Birliğine giriş müzakerelerini zafer olarak adlandırdı. Tayip Erdoğan verdiği demeçte: ''17 Aralık kararı ile beraber Atatürk'ün hedef olarak gösterdiği muasır medeniyet seviyesinin de üstüne çıkma yolunda ciddi bir kazanım elde edilmiştir'' dedi. (Zaman 20/12/2004)

Kaybetmeye alışkın olanlar kaybettiklerini de zaferden kabul ederler. T.C. günümüze kadar hiçbir kazanım elde etmiş değildir. Konuya farklı açılardan bakarak kısaca kazanımlar veya kaybedilenler üzerinde durmak istiyoruz.

1- Türkiye açısından Avrupa Birliğine üyelik

a- Cumhuriyet sistemi 86 yıl sonra çökmüştür: 1924’te Hilafetin kaldırılmasından sonra İslam coğrafyası üzerine kurulmuş olan küfür sistemlerinden Türkiye Cumhuriyeti ancak 86 yıl varlığını koruyabilmiştir. İki kutuplu dönem, bu süre içerisinde bir çok askeri darbeler ve arkasından gelen karışık yapılanmalarla günümüze kadar zoraki varlığını sürdüre gelmiştir. Bu arada batının korumasını da unutmamak gerekir. Fakat globalizmin esmeye başladığı bir dönemde Türkiye’nin ulus varlığını korumakta direnci kırılmıştır. Bu bitişin ulaştığı noktayı ulus devleti savunucularından Mümtaz Soysal’ın yalvarışlarında görmek mümkündür. Bağımsız Cumhuriyet Partisi Genel Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal: ''Yapmayın. Türk hukukunu, halkının çıkarlarını çiğneyerek tarih almak uğruna bunu yapmayın.” (Cumhuriyet 18/12/04)

Hem dünya siyasetinin, hem ekonominin globalleştiği ortamda Türkiye etrafını saran etkiden kendini kurtarabilme direncine sahip değildir. Çünkü taşıdığı vasıflar (ki bunlar; vatancılık, milliyetçilik, ulusçuluk, cumhuriyetçilik, laiklik, demokrasi) ne kendini korumaya, ne başkalarını birleştirmeye yaramayan mikrop dolu pisliklerdir. Bunlarla ancak günümüze kadar dayanabilmiş ve toplumu fesada uğratmıştır. Bu noktada batıya çevirdiği yüzünü pekiştirme ve kendini o batının çirkef pisliğinin içerisine atma gereğini duymuştur. Uyguladığı nizamlarıyla tatmin edemediği toplumun İslam’la yüzleşmesinden korkmaktadır. Bunun önlene bilmesi ancak yeni bir dönem olarak kabullendikleri “Avrupa Birliğine üyeliktir”. Böylece sahip olduğu değerleri Avrupa çatısı altında, değişik görünümler içerisinde korumaya çalışmaya yönelmişlerdir. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Tayip Erdoğan bu hususta şu ifadeleri kullanıyor:

"Dolayısıyla AB ailesi içerisinde demokrasi mücadelemizi, hak ve özgürlükler mücadelemizi, insanımızın insanca yaşama standardını daha ilerilere getirmesi bakımından çok anlamlı adımları, bundan sonra yapacağımız yoğun çalışmalarla atacağız.” (Anadolu Ajansı 18/12/ 2004)

Demek ki; bu güne kadar yapılanların hepsi boşuna gitti veya başarı sağlanamadı. Gurur duydukları demokrasileri, cumhuriyetleri Müslüman halkın gönlünü kazanamadı. Bu kazanımı gerçekleştirmek için yöneticileri gerisingeriye kıbleleri olan batıya yönlendirdi. Oysa günümüzde batı kendini kurtarmaktan acizdir. Kısacası; insan fıtratına aykırı yapısı ile batının taşıdığı fikirler insanlar için çare olmaktan çok çok uzaktır.

b- Ekonomik açıdan kazanımlar elde etmek: Kamuoyuna yansıyan; AB’ye üyelik ilk bakışta ekonomik açıdan değerlendirilmektedir. Ekonomik bağlantıların artacağı söz konusudur. Türkiye içerisinde bulunduğu çürük ekonomik yapıdan sağlıklı bir ekonomik yapıya geçmek için arayışlar içerisindedir. IMF güdümlü ekonomik programlar sağlıklı bir ekonomi yerine güdümlü bir yapı oluşturmuştur. Bu da karşısına sürekli tehdit olarak çıkmaktadır. Kendi açısından sağlıklı gördüğü Avrupa ekonomik yapısı içerisinde yer almayı düşünmektedir. Ki; günümüzde en fazla ekonomik ilişkiler Avrupa ülkeleriyledir.

Bu demek değildir ki; Avrupa’dan kurtuluş reçetesi gelecek. Hayır! tam tersine ekonomi tamamı ile Batının ellerine teslim edilecektir. Önceden (gümrük anlaşması ile Tansu Çiller zamanında) ekonomi batının kıskacına bırakılmıştı. Varılan antlaşmalar neticesi Türkiye Avrupa’dan izinsiz başka ülkelere mal satamamaktadır. Bunun zararı 50 milyar olarak açıklandı. Fakat rakam açıklanan resmi rakamın çok çok üzerindedir.

Konuya ekonomik açıdan bakan ve değerlendirenler için tek önemli nokta; Avrupa’nın Türkiye’ye ayırmış olduğu 40 Milyarlık Euro’dur. Türkiye’yi ellerinde bulunduranların iştahını kabartan da bu paradır. Yoksa onlarda gayet iyi biliyor ki; Avrupa’nın amacı ekonomiyi düzeltme yerine 75 milyonluk Türkiye pazarını ellerine geçmektir.

Refah içerisinde yaşayan, Türkiye’nin kaynaklarını sorumsuzca savuran bir avuç sabetayist Avrupa’dan gelecek olan sıcak paraya gözünü dikmiştir. Onların elbette halkın sorunları diye bir sorunları yoktur. Bundan dolayı da pazarı başkaları ele geçirmiş onları pek ilgilendirmiyor. Onları ilgilendiren yönü bu pazardan kendileri içinde bir pay ayrılması konusudur. O paralar refah seviyesi yükseltmek için harcanmayacaktır. Zamana yayılarak, dilim dilim gelecek bu para şu an refah içerisinde bulunan gücü elinde bulunduran o kesimin ellerinde dolanarak gerisingeriye Avrupa’nın kasalarına akacaktır.

Sınırların açılmayacağı ve paranın halka akmayacağı hususunda yöneticiler; “Avrupa birliğine girişle sakın para akacak zannetmeyin. Veya sınırlar açılacak ve işçilerimiz Avrupa’ya gidecek diye heveslenmeyin” gibi sözler sarfederek halkı bu konuma alıştırmaya çalışıyorlar.

Ekonomik çerçeveden bakanlar Avrupa’nın içerisinde bulunduğu ekonomik sıkıntıdan haberdar değil gibidirler. Avrupa’da hızla büyüyen işsizlik, Amerikan güdümlü endüstrinin her gün yeni bir darboğaz yaşaması, Avrupa halkının her gün biraz daha fakirleşmesi gibi içerisinde bulunduğu kriz elbetteki Türk halkına bir şey kazandırmayacak aksine bir yük olarak geri dönecektir.

c- Siyasi açıdan: Amerika’nın bölgeyi işgalinin ilk atılımlarından olan Irak olayından sonra Türkiye cumhuriyeti tehlikeyi yakından hissetmeye başladı. Her gün ağzında çiğneyip durduğu kırmızı çizgiler teker teker aşıldı. Askerlerinin kafasına torba geçirildi, Bağdat’a giden emniyet görevlileri Amerika-İsrail işbirliği ile vuruldu.

ABD’nin BOP’nde (Büyük Ortadoğu Projesinde) yer alan değişikliklerde Türkiye üzerinde de bir bölünürlülük söz konusu. Belki kısa vadede değil ama uzun vadede Türkiye’nin doğu kesimin bölünmesi çok acık bir şekilde beyan edilmektedir.

Ayrıca dünyada gittikçe globalleşen siyasette Türkiye’nin tek başına hareket etme zorlukları çıkmıştır. Menfaat çizgisinde odaklaşmış ulusçu siyasi yapı sallanmaya başlamıştır. Bu noktada belli bir tarafta yer almak kaçınılmaz görülmektedir. İşte, bu noktada Türkiye’yi elinde bulunduranlar göbek bağları olan Avrupa’ya yönelmişlerdir. Bu safta kalmakla ömürlerinin uzayacağı kanaati onlarda hakimdir. Çünkü Amerika, işlerin ters gitmesi durumunda bölgeyi terk edip gidebilir. Amerika’nın yanında yer alan devletler daha sonra bölgede sorunlarla yüzleşmekle baş başa kalacaklardır. Bölgeye yakın olan ise Amerika değil Avrupa’dır. Bundan dolayı da Türkiye Avrupa’ya sırtını dayayarak konumunu daha da güçlendirmek istemektedir.

Fakat görüyoruz ki; o kapısına sığındıkları Avrupa daha şimdiden Türkiye’nin bölünme planlarını yapmaktadır. Bu noktada Türkiye Cumhuriyeti Başkanını çok kızdırmış (!) olacaklar ki şu sözleri ile bu konudaki sıkıntılarını dile getirdi:

“Gelenler Diyarbakır'ı ziyaret ediyor devamlı, neden acaba?" diyen Erdoğan, “Türkiye 81 vilayet, niye oralara gitmiyorsunuz? Sanki İstanbul ve Ankara'dan sonra Türkiye'nin üçüncü büyük kenti Diyarbakır gibi oraya gidiyorsunuz. Erzurum'a, Rize'ye Konya'ya niye gitmiyorsunuz? Neyi anlamak, neyi öğrenmek istiyorsunuz? Elinizdeki sipariş listesine bakarak rapor hazırlamayın" (NetHaber30/12/2004)

Amerikanın baskısından kurtulmak için Avrupa’ya koştular. Kendilerini bekleyen başka bir tehlikeden haberdar olsalar da gidecekleri başka bir kapı veya başka bir çıkış yolu yokmuş gibi bir çaresizlik ve acz içerisine düştüler.

2- Avrupa Birliği açısından Türkiye’nin üyeliği

a- Meseleye siyasi yaklaşım: AB yeni bir dönemecin eşiğindedir. Kömür ve demir-çelikle başlayan birlikteliği siyasi bir birlikteliğe dönüştürmenin yollarını aramaktadır. Avrupa şunu görmüştür; ekonomik birliktelik ne kadar ileri seviyelere çıkarsa çıksın siyasi ve askeri alanda birliktelik olmadıkca dünya siyasetinde söz sahibi olmak zordur. Ekonomilerinin de pek iyi gittiğini söylemek mümkün değildir. % 70 Amerika’ya bağlı olan ekonomileri zaman zaman Amerika tarafından vurulmaktadır. Siyasi açıdan bir bütünlüğün olduğunu söylemek ise çok zordur. Bunu Bosna ve Irak savaşlarında müşahede ettik. Bu sorunun aşılması için Avrupa içerisinde Fransa ve Almanya siyasi ve askeri bir bütünlüğün oluşması için atılımlar gerçekleştirmektedir. Avrupa anayasasında olduğu gibi.

Siyasi açıdan Türkiye’ye olan ihtiyaçları ise; Türkiye’nin bulunduğu bölgenin önemi ve askeri açıdandır. Türkiye (dışa bağımlı bir siyasetle) bölgede önemli siyasi bir yapıya sahiptir. Türkiye’nin bu gün itibari ile üzerinde bulunduğu konum ekonomiden daha fazla siyasi olmasıdır. Yani o bölgede Türkiye’nin taraftar olası ile bugünkü yapılanma/gidişat değişebilir. Bunu bilen Avrupa Türkiye ile siyasi bir atılım gerçekleştirmek istemektedir. Bunu görüşmeler sonrası açıklamalarda görmek mümkündür.

The Daily Telegraph; “Sebat eden Türkler Avrupa kapısından içeri adım attı. Türkiye’yi ‘Avrupa’yı gerçek bir küresel güç haline getirecek anahtar ülkedir.”

Liberation; “Türkiye’nin üyeliği AB için büyük riskler içeriyor. Ama bu riskin alınması gerekiyor. Laik, genç, başarıya susamış, askeri açıdan güçlü ve AB için en büyük tehdit kaynağı bölgelerinden birine aşina bir Türkiye’nin üyeliğe alınması, Avrupa’yı güçlendirir.” (Haberx 20/12/2004)

Belçika Başbakanı Guy Verhofstadt; Türkiye'nin AB'ye katılımının Avrupa'ya güç kazandıracağını, Türkiye'nin boyutlarının ve jeostratejik ağırlığının bunu sağlayacağını, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin sınırları koruyacak güçte olduğunu, Türkiye'nin boyutları ve jeostratejik ağırlığı sayesinde AB'nin küresel gücü artacak" (Anadolu Ajansı 23 Aralık 2004)

Hollanda Dışişleri Bakanı Bernard Bot; "Eğer küresel bir dünyada dikkate alınmak istiyorsanız, bence yeterli oranda nüfus ile askeri ve ekonomik yeteneğe sahip olmak önemlidir. Türkiye, dönüşmek zorunda olduğumuz siyasi güce katkıda bulunacaktır" dedi. (BBC Radyosu Türkçe Yayınları 23 Aralık 2004)

Buna benzer diğer demeçlerde de Avrupa’nın Türkiye’ye bakışını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani üyelik ekonomik temeller baz alınarak değil siyasi konum baz alınarak değerlendirilmektedir.

b- Medeniyetler açıdan yaklaşım: Avrupa uzun yıllar İslam’la mücadele etmiş, haçlı orduları düzenleyerek İslam Devletine karşı saldırılar düzenlemiş bir yapıya sahiptir. İslam Devleti Hilafet İngilizler ve onların ajanı olan M. Kemal tarafından kaldırıldıktan sonra derin bir nefes aldılar. Fakat gelinen noktada kapitalizmin içerisine düştüğü çıkmaz ve Avrupa halkının hızla Hıristiyanlıktan uzaklaşması, Avrupa devletlerini kara kara düşündürmektedir. Karşılarında İslam’ın hayat bulmaya yönelik çıkışlarını gördükçe şaşkına dönmektedirler. İnsan fıtratına ters düşen nizamları sallanmaya başlamıştır. İslam’ın kendi toplumunu etkilemesinin önüne geçmek için de Türkiye’yi kobay (deney) olarak kullanmak istemektedir. Onun içindir ki; sürekli olarak Türkiye’yi bir İslam devleti gibi göstermeye çalışmakta ve sanki orada İslam uygulanıyormuş havası estirmektedir. Böylesi bir imaj Avrupa halkının İslam’a bakışını etkilemek içindir. Türkiye’nin üyeliği ile de korkulanın olmadığı ortaya çıkacak ve halklar İslam’dan etkilenmekten kurtulmuş olacaklardır. Çünkü Türkiye günümüzde onların istediğinden daha fazla küfrün hükümlerine sadıktır. Bunu Erdoğan'ın şu sözlerinde görmek mümkündür: ''Biz Avrupa'yı asimile etmeye çalışmıyoruz, Avrupa ile bütünleşmek istiyoruz.'' (Newsweek International 20/12/2004)

Verhofstadt, "Le Soir" gazetesine verdiği demeçte; “Avrupa kavramının demokrasi, laiklik, eşitlik, insan hakları gibi değerleri temel aldığını” belirterek, "Eğer Türkiye gibi bir ülke AB üyesi olmak istiyorsa, onu Müslüman sayısına göre değil, bu değerleri benimseme iradesine göre yargılamak gerekir. AB'nin öncelikli kriteri din değildir. AB, dini gerekçeleri kriterleri arasına sokmamalıdır" dedi. (Anadolu Ajansı 23 Aralık 2004)

Böylece İslam’a ve Müslümanlara olan düşmanlıklarını Amerika gibi kaba kuvvetle değil sinsice çözmek istiyorlar.

Sonuç

Bu ortaklık iki taraf için de olumlu sonuçlar getirmeyecektir. Burada ortaklık halkların fikir, duygu, nizam, ortaklığından kaynaklanmamaktadır. Esas alınan nokta (her iki tarafta için de) menfaat bakışlıdır. Menfaatler çeliştiği an bu ortaklık bir yerde biter. Müslüman halkla Türkiye Cumhuriyetinin yıllardır mücadele ettiği, aynı şekilde Avrupa’nın da Müslümanlara karşı tavrının sertleştiği ve baskının arttığı ortada iken nasıl bir bütünleşmeden bahsedilebilir ki?!.

Bu birliktelikte ısrar edenlere Osmanlı İslam Devleti’nin yıkılış dönemini hatırlatmak isteriz.

Avrupa Devletlerarası Aile fikrini bir dönem ortaya attı ki; İslâm Devleti’ne karşı durabilecek bir kitle oluşsun. Daha sonra Doğu Avrupa Hıristiyan Devletlerinin de bu aileye katılmasıyla, Avrupa Hıristiyan Devletler Ailesi kurulmuş oldu ve 19.uncu yüzyıla kadar bu hal üzere kaldı. Onun (İslâm Devleti’nin) memleketlerini paylaşma üzerine hileler kurulmaya başlandı. Bu süre yani yaklaşık 300 yıl boyunca devletlerarası ailesi, Hıristiyan devletler ailesi demektir ki İslâm Devleti’ne düşman olmak anlamına gelir. Bu ittifak ve örflerden, kurallar oluşturup devletlerarası kurallar veya devletlerarası kanun adı ile pazarlamaya başladılar.

Osmanlı devleti de bu örgüte katılmak için harekete geçti. Osmanlı Devleti’ne, devletlerarası işlerde İslâm Ahkamı’ndan vazgeçmeyi şart koştular ve ancak bu şartı kabul ettikten sonra onun girişini onayladılar. (Takıyyuddin En-Nebhani Siyasi Mefhumlar)

Bu günde Türkiye aynı senaryo ile karşı karşıyadır. Avrupa Birliği bir Hıristiyan birliğidir. Kendisini her ne kadar ekonomik bir birliktelik olarak göstermeye çalışsa da. Kafirler İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta tek millettirler. Müslüman olan halklara karşı hiç tahammülleri yoktur. Avrupa’nın göbeğinde Müslüman Bosnalılara neler yaptıklarına bütün dünya şahit oldu.

Türkiye yöneticileri kendi koltuklarını ve düzenlerini korumak için Avrupa’ya koşa bilirler. Fakat bu ümmetin evlatlarını Avrupa’nın kölesi ve askeri yapmaya hakları yoktur. Batı sarhoşu olanlar ancak ellerindeki kalanlarla öğünmek isterler. Bu ümmet ise taşıdığı o yüce değerle yükselmek istemektedir. Onun için dönüş batıya değil Hak’ka olmalıdır. Yani İslam’a, onun getirdiği değerlere ve onun sistemi olan Hilafet'edir.

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

 

Yukarı