Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

BATI ÜLKELERİNE HİCRET ETMEK (GÖÇ) -2-

Hizb-ut TAHRİR /Avrupa Kaynaklarından

ENTEGRASYON SİYASETİNİN YANLIŞLIĞI

Batının, göç edenlere muamelesinde tamamen itimat ettiği entegrasyon siyaseti bir çok mugalatalarla doludur. Bunlardan kiminde cahil ve gafil avlanmış, kiminde de kasten cahil gözükmüş ve görmezden gelmiştir. Biz bunları aşağıdaki şekliyle açıklayacağız:

Birincisi; Hedefi Gizleyerek, Ameli İbraz Etmek:

Batının açıkladığı ve uğrunda çaba sarfettiği şey entegrasyondur. Fakat gizlenen hakikat -ve sinsice kendisi için çalıştığı gizli hedef- aslında asimilasyondur. Demek ki; Batıda yaşayan, okullarında eğitim gören, fabrikalarında çalışan, kitaplarına muttali olan ve kurumlarına giren her kimse egemen olan yegane kültürün, ilişkileri oluşturan duygular ve fikirlerin ve bunları koruyan, gözetleyen sistemlerin sadece ve sadece tamamıyla Batının kültürü olduğu, onun dışında başka kültürlerin hiç bir varlık ve etkisinin olmadığının idrakine varır. Peki, bunlardan sonra hâla Batı nasıl kültürel mübadeleyi iktiza eden entegrasyon siyaseti iddiasında buluna bilir ki?! Ayrıca Batı toplumu şuana kadar Müslümanların kıymet ve değer ölçülerinden bir şey aldı mı?

İkincisi; Orta Çözüm:

Şüphesiz -yukarıda da geçtiği gibi- başkalarının kültüründen bir parça almak demek olan entegrasyon; âdeti üzere yürüyerek Batının orta çerçeveden eşyalara ve olgulara bakışında ilan ettiği bir orta çözümdür. Oysa Batı, kendiside bildiği gibi bu orta çözümü şu üç ana faktörden dolayı gerçekleştirilmesi mümkün değildir. O üç ana faktörde şunlardır:

1- Muhakkak ki, her insanda şahsiyet; akliyet ve nefsiyetten oluşur.

Akliyet; eşyaları akletme ve idrak etme keyfiyetidir. Başka bir deyimle; belli bir kaide veya kaidelere kıyas ederek insanın vakıayı bilgilerle bağlama keyfiyetidir. Buna göre İslamî akliyet; eşyaları ve fiilleri akletme ve İslamî fikri kaideye -ki akidedir- binaen onlar üzerine hüküm vermedir. Kapitalist akliyet ise; kapitalist akide üzerine idrak ve hüküm vermeyi bina etmektir.

Nefsiyet ise; İnsan doyuma iten iticileri -içgüdü ve uzvî ihtiyaçları doyuma doğru iten fıtrî muharrik- hayata bakış açısından fışkırıp da belli fikirlere ait olan mefhumlarla bağlama keyfiyetidir. Bu takdirde şahsiyet; insanın vakıayı akletme ve ona doğru eğilim gösterme metodudur.

İnsanda var olan akliyet ve nefsiyet birbiri ile ya uyum ya da çelişki içerisindedir. Eğer akliyet ve nefsiyet birbiri ile uyum içerisinde yani her ikisi de ayni cinsten ise o zaman eğilimler/meyiller akideden fışkıran mefhumlara boyun eğmiş olur. İşte o zaman şahsiyet seçkin bir şahsiyet olur. Şayet akliyet, nefsiyetten farklı ve ayrı ise, öyle ki; insanın esasına göre fikirlerini bina ettiği kaide, esasına göre eğilimlerini bina ettiği kaideden başka olur da, eşyalar ve fiiller üzerine hükmü herhangi bir kaideye göre verir, bununla birlikte o kaideden fışkırmayan mefhumlara göre uzvi ihtiyaçlar ve iç güdülerinin doyumu için eğilim gösterirse, o takdirde bu şahsiyet seçkin olmayan bir şahsiyet olur.

Buna göre entegrasyonun kendisi bir problemdir. Nedeni ise; iki kültürü birbirine karıştırmak veya muhacirin/göç eden kimsenin, yaşam tarzını ve akidesiyle muarız olan amelin ölçüsünü Batının kültüründen almasını sağlamak şahsiyetinin çözülmesine, parçalanmasına ve seçkin olmamasına sebebiyet verir. Bu durum, -bilhassa- hicret eden Müslümanın kimliğini ve seçkinliğini arama esnasında ızdırap ve huzursuzluklar içerisinde yaşamasını sağlar. Bazen netice; keskinsizliğinden dolayı huzursuzluk ve kaygıların devamı veya Batı toplumuna tamamen asimile olma yahut da aslî kimliğine yapışma olabilir. Velhasıl vakıa, göçmenlerin çoğunun tekrar İslam kimliklerine dönmüş olmalarıdır.

2- Batı, ırkçılık şekillerini bir kenara atıp insanî ve demokratik bir görünüm verse de şüphesiz o, asırlar boyunca İslam’a karşı biriken derin kinini gizlemektedir. Bunun içindir ki, mücerret olarak herhangi bir hadise veya herhangi bir vukuat meydana geldiğinde müteaddit şekillerde kinini izhar etmektedir. Mesela; baş örtülülere karşı düşmanlık etmek, mültecilerin yüzüne tükürmek, okulları ve mescitleri yakmak, tehdit etmek ve korkutmak gibi… Ne yazık ki, bu konuda asimile olan entegrasyoncu ile diğerleri arasında bir ayırım yapmamaktadır.

Binaenaleyh; entegrasyon politikası problemi -Batının gördüğü problemi- çözememekte ve toplumdaki topluluklar ve kültürler arasında var olan barikatları ortadan kaldıramamaktadır. Çünkü Batının bizzat gafil olduğu en büyük barikat, diğerlerine karşı taşıdığı üstünlük ve kibirlenmedir. Göçmen, her ne kadar Batı toplumuna asimile ve entegre olmuş olsa da, Batı nezdinde hala o Arap veya Türk veya Afrikalı v.s kalmaya devam edecek ve ne kadar İslam’ı bir kenara atıp ondan kurtulmaya çalışsa da, o Müslüman olarak kalacaktır.

Batılıların derinliklerine yerleşmiş olanı ispatlamak için Amerikan eski başkanı Nikson’un söylemiş olduğu söz yeterlidir:

“Amerikalıların çoğu, Müslümanları medeni ve temiz olmayan, vahşi, ir-rasyonalist bir tarz varlık olduklarını tasavvur etmeye meyillidir. Ancak ne var ki, bazı liderlerinin dünyada kesinkes petrol rezervlerinin üçte ikisini toprakları altında barındıran bölgelere hükmetmeleri noktasında, mutlu sona sahip olmaları dışında ekseriyetle onlar bizim dikkat nazarımızı çekmezler. Amerikalıların vicdanlarında hatta Çin halk Cumhuriyeti de dahil olmak üzere, İslamî alem kadar negatif görüntü veren hiç bir halk dünyada yoktur.” (Amerika ve Tarihi Fırsat s. 187)

Aynı şekilde Hollandalı oryantalist Van Koningsveld de şöyle demektedir:

“Batıda kim İslam etrafında tartışmaya girmeyi istiyorsa o kimse şüphesiz daha önce var olan ve çoğunluğu da önce ki nesillerden itibaren oluşmuş devamlı mefhumlar düğümü ile karşılaşır.” (İslam ve muasır hakkında konuşma s. 9)

Ve yine aynı kişi (s. 12/13'de) İslam’ın zuhurundan beri Hıristiyanların zihninde yerleşeni tabir ederek şöyle demektedir:

“İslam’ın Nebisi Muhammed şarlatan ve o şeytana âlet olmuş cahil biri idi.. Zatı itibariyle İslam’ın şeytanî özellikleri vardır.”

Ayrıca kültürel Fransız Ansiklopedisi de Nebiyi; “Katil, deccal, kadın hastası ve beşeri aklın en büyük düşmanı” olarak nitelemektedir.

Bundan dolayı Batı, nefsinin derinliklerinde Müslümanlara karşı olan kin, nefret ve üstünlük duygusu yeşerip başak açmış bir haldeyken, kültürlerinden soyutlanmayı Müslümanlardan talep edip kendi kıymetleriyle, fikirleriyle, ölçüleriyle ve yaşam tarzıyla toplumuna entegrasyonu, adalet, objektiflik ve insanlık olarak görmesi ve göstermesi doğru değildir.

3- Batının benimsediği kapitalizm ideolojisi vakıası itibariyle Batı halklarına, -daha açık belirtmek gerekirse Amerika ve Batı Avrupa halklarına- ilişkindir. Bu ideoloji; insanlık hayrına çalışan, ona inananlar arasında ayırım yapmaksızın herkese, adaletli ve eşit muamele eden insanlık ideolojisinden bir ideoloji değildir. Dünya halklarının hepsi bu ideolojiye inanmış olsa dahi kesinlikle Amerika ve Avrupa, emperyalist sömürgeci ruhundan vazgeçmez ve de dünya servetlerini -günümüzde yaptığı gibi- yine de ülkesine sevkederdi. Onlar için Araplar, Türkler, Çerkezler, Beyazlar ve Siyahlar kapitalizm demokrasisine inanmış veya inanmamış hiç bir önemi yoktur.

Üçüncüsü; Kültür Mefhumunu Sulandırmak:

Şüphesiz entegrasyon ameliyesinde köşe taşını kültür oluşturur. Peki o zaman kültür nedir?

Kültür -eğer genel bir tanımlama yapılırsa-; haber, istinbat ve telakki yoluyla elde edilen bilgilerdir. Din, tarih, felsefe, dil/filoloji, fen bilimleri, müzik ve tecrübeye dayalı olmayan diğer bilgiler gibi.

J. Russ’nun Felsefe Sözlüğü’nde kültür; "Belirli topluluk veya topluma ait gelenekleri, bilgileri, teknikleri içeren bütünsel bir oluşumdur."

Spectrum Ansiklopedisinde kültür; "İnsanlardan belirli bir topluluğa özel kılınan yaşam tarzından muayyen bir keyfiyete delalet etmesi için kullanılır...

Bu tarifler arasında en çok kullanılan İngiliz Edward Taylor’ın (1832-1917) yaptığı tariftir. Kültür veya hadareti; "Herhangi bir toplumda üye olarak yaşayan insanın kazandığı adet ve imkanlardan bilgi, iman, fen, kanun, ahlak ve gelenek v.s' yi kapsamı altına alan bütünsel bir oluşumdur..."

Özelliklerini ve sebep olduğu vakıayı beyan eden tarifi tanımlamak amacıyla deriz ki kültür; araştırılmasına akidenin sebep olduğu bilgilerdir. Bu fark gözetildiğinden dolayı kültürel ayrım olarak; İslamî kültür ve Batı kültürü dendi.

Öyleyse İslamî kültür; araştırılmasına İslamî akidenin sebep olduğu bilgilerdir. İsterse bu bilgiler akide ve akide hakkında bahseden bilgiler olsun. Mesela; tevhid ilmi gibi. İsterse de akide üzerine mebni kılınanlar olsun. Mesela; fıkıh, tefsir ve hadis ilmi gibi. Ve yahut da akideden fışkıran hükümleri anlamayı gerektiren bilgiler olsun. Mesela; içtihat edatları olan lügat ve usul ilmi gibi.

Batı kültürü ise; araştırılmasına kapitalist akidenin sebep olduğu bilgilerdir. Mesela; liberalizm, sekülarizm, evrim teorisi ve ilim olarak isimlendirilen etütler -ki onlar; psikoloji, sosyoloji, seksoloji, hadaret ve ahlak ilmi- gibi. Ayrıca toplum sözleşmesi gibi yönetime veya iltizam teorisi gibi hukuka veya serbest pazar ekonomisi gibi ekonomiye veya makyavelizm v.s gibi siyasete ilişkin fikirler gibi.

Şüphesiz Batı, kültürel entegrasyona davetinde her ümmetin kendine ait kültürel özellik mefhumunu kasten bilmezlikten geliyor. Çünkü kibri, yönetimde, ekonomide, siyasette, toplum ve buna benzer konularda, özel fikri kaidesinden fışkıran kendine ait özel bilgileri olan bir kültür olarak İslam’a bakmaktan onu alıkoyuyor. Dolayısıyla o, bunların hepsini görmezlikten geliyor ve Müslümanların kültürünü Türk mutfağında, Pakistan elbisesinde, Filistin ritim dansında, Mısır rebabesinde (müzik aleti) ve Fars seccadesinde görüyor.

Aynı şekilde Batı, entegrasyon ve multi-kültürel bir toplum tesise davetinde, bununla beşeri renkleri farklı ve endamların, namazların, dillerinin ve bünyelerinin değişikliğini kasteder. Yalnız tek akide, tek nizam ve tek fikri şuur -ki o kapitalizm- çerçevesi içerisinde. Bunun en güzel örneği; son zamanlarda egemen kültür olarak isimlendirilene davetin bariz olmasıdır.

Binaenaleyh; sulandırılmış kültür mefhum üzerine kaim olan ve kültüre tek bir bakış üzerine kurulu olan entegrasyon politikası yanlış, tehlikeli ve zatı itibariyle çelişkili bir politikadır.

Dördüncü; Kapsamlı Kıyas Etmenin Yanlışlığı:

Kuşkusuz Batı, İslam akidesini Hıristiyanlık akidesine kıyas etmiş, dolayısıyla İslamî akidenin durumunun her türlü nizam ve ideolojiyle şekillenebilen Hıristiyanlık akidesinin durumuyla aynı olduğunu zannetmiştir. Bunun nedeni Batı, mesela dini hayattan ve devletten ayırma akidesi gibi herhangi siyasi bir akidenin kanatları altında barınabilen, ruhani bir akide olarak Hıristiyanlığı anlamış olmasından dolayı İslamî akideye de -özelliklede ehli hezimete uğrayıp, devleti yıkıldıktan sonra- ahiret işlerini güden ama dünya işlerinde bir alakası olmayan ruhi bir akide olarak bakmıştır. Bundan ötürü Batı, Müslümanların sekularist/laik siyasi akidesiyle şekilleneceği sanından hareketle entegrasyon politikasını koymuştur. Fakat nafile… Çünkü şekillenme veya şekillenmemeyi onamak Müslümanın elinde değil, bilakis ancak ve ancak düğüm akidedir.

İslamî akide; Hıristiyanlık gibi diğerleriyle şekillenmeyi kabul etmeyen ruhi, siyasi bir akidedir. Bunun içindir ki; şekillenerek entegrasyona uğramış bir Müslüman üzerinden geçen zaman ister uzun olsun isterse de kısa olsun mutlaka o bir gün İslamî akidenin vakıasıyla çatışmaya girmesi kaçınılmazdır. Bunun sonucunda da ya o İslamî akideyi olduğu gibi alacak ya da onu olduğu gibi tamamen reddedecektir.

Buna binaen entegrasyon politikası; kapsamlı bir kıyasa tabi tutulmasından dolayı, hatalı ve akideler arasını ayırımda bakışı kusurlu olmasından dolayı, ve de Müslüman’ın akidesine sımsıkı sarılmayı sürdürdüğü müddetince gerçekleşmesi imkansız olan bir husustur.

Beşincisi; Kültürü Alma ile Yönetime Boyun Eğme Arasını Karıştırmak:

Batı, Müslümanlardan hükümlerine, sistemine ve kanununa boyun eğmelerinden çok daha fazla şeyler istemektedir. O Müslümanlardan bütün ölçü ve esaslarıyla birlikte kültürünü almalarını istemektedir. Nedeni ise; o uygulanan hükümlere boyun eğme ile kültürü alma arasını kasıtlı olarak karıştırmaktadır.

Kültür; kaba kuvvet ve cebren alınmadığı gibi kanun çıkarmak ve baskı uygulamakla da alınmaz. Aynı şekilde korkutma ve teşvik yoluyla da alınmaz. Ancak ve ancak akli kanaatle ve esaslarının sıhhatini idrak etmekle alınır.

Uygulanan hükümlere gelince; o gölgesi altında yaşayan herkesi bağlayıcıdır. Fakat bununla birlikte ona kanaat getirmek ve onu benimsemek istenmemektedir. Bunun örneği; Batı toplumunda ikamet eden bir Müslüman kişi olarak, hırsızı hapsetmek hükmüne kanaat getirmek zorunluluğunda değildir. Her ne kadar, ona boyun eğme zorunluluğum varsa da. Nitekim Dar’ül İslam’da ikamet eden kafir, hırsızın elinin kesilmesi hükmüne kanaat getirmeye zorlanmaz. Zaten ondan da kanaat getirmesi istenmez. Oysa; her ne kadar ona boyun eğme mecburiyeti ve talebi olsa da.

Bilahâre, Batı kendi tutumunu sınırlandırmak zorundadır. Şayet; “bende ikame ettiğiniz müddetince hükümlerimi üzerinize tatbik edeceğim.” derse, biz de ona; “buna imkan olduğunu.” söyleriz. Eğer; “size kültürümü almaya elzem/zorunlu kılıyorum.” derse, bizde kendisine; “buna hakkı olmadığını.” söyleriz.

Altıncısı; Hadaret İle Medeniyet Arasını karıştırmak:

Hadaret; hayat hakkındaki mefhumların toplamıdır ve hayata bakış açısına göre özel olur. İşte, buradan hareketle İslamî hadaret ve Batı hadareti dendi.

Batı hadaretinden olanlar; dini hayattan ayırma düşüncesi, amellerin ölçüsü olarak menfaatçilik, cesedi zevkler demek olan saadet anlayışı ve yalnızca maddi kıymetlere konsantre olmadır.

Bunun aksine İslamî hadaretten olanlar ise; akli, ruhi, siyasi bir akide olarak İslamî akide, amellerin ölçüsü olarak helal ve haram, Allah (Y)’ın rızasına nail olma demek olan, saadet anlayışı ve amelleri yaparken ruhi, ahlaki, insani ve maddi kıymetlerin gözetilmesidir.

Medeniyet ise; hayat işlerinde kullanılıp hissedilen eşyaların maddi şekilleridir. Bu özel ve genel olabilir.

Özel medeniyet; hadaretten doğan ve hayata bakış açısı ile bağlantısı olan şeylerdir. Heykeltıraş ve çıplak resimler gibi...

Genel medeniyet ise; ilim ve sanattan doğan, herhangi bir şekilde hayata bakış açısı ve hayat hakkındaki mefhumlar ile ilintisi olmayan şeylerdir. Tıbbi, zirai, sanayi aletler, mobilya ve iletişim araçları gibi...

İşte, neyin alınıp neyin alınmayacağına karar verme anında veya ortak yahut ayrılık noktaları araştırılma anında medeniyet ile hadaret arasındaki bu farkın gözetlenmesi ve dikkate alınması kaçınılmazdır.

Batının bu iki kavramı birbirine karıştırması, iki vakıa arasındaki farkı kavrayamamasının veya idrak edememesinin neticesi değildir. Bilakis bu, İslamî bir hadaretin varlığını itiraf etmemesinin sonucudur. Bunun sebebi; Batının akide ve sistem olarak kapitalizme beşerin nihaî icadı ve farklı hadaretler tarihinin sonu olarak itibar etmesidir. Ayrıca birde batılı tasavvurda kendi hadaretinden başka bir hadaret bulunmamasıdır. Bunun içindir ki; kendisine heyetler halinde gelen göçmenlere, evcilleştirilip terbiye edilmeleri ve ilkellik merhalesinden kendisinin temsil ettiği çağdaşlık, uygarlık ve medeniliğe nakledilmeleri gerekli olan barbarlığın, ilkelliğin ve vahşiliğin bir ürünü olarak bakar.

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

 

Yukarı