ENTEGRASYON SİYASETİNİN YANLIŞLIĞI
Batının, göç edenlere muamelesinde tamamen itimat ettiği entegrasyon
siyaseti bir çok mugalatalarla doludur. Bunlardan kiminde cahil ve
gafil avlanmış, kiminde de kasten cahil gözükmüş ve görmezden
gelmiştir. Biz bunları aşağıdaki şekliyle açıklayacağız:
Birincisi; Hedefi Gizleyerek, Ameli İbraz Etmek:
Batının açıkladığı ve uğrunda çaba sarfettiği şey entegrasyondur.
Fakat gizlenen hakikat -ve sinsice kendisi için çalıştığı gizli
hedef- aslında asimilasyondur. Demek ki; Batıda yaşayan, okullarında
eğitim gören, fabrikalarında çalışan, kitaplarına muttali olan ve
kurumlarına giren her kimse egemen olan yegane kültürün, ilişkileri
oluşturan duygular ve fikirlerin ve bunları koruyan, gözetleyen
sistemlerin sadece ve sadece tamamıyla Batının kültürü olduğu, onun
dışında başka kültürlerin hiç bir varlık ve etkisinin olmadığının
idrakine varır. Peki, bunlardan sonra hâla Batı nasıl kültürel
mübadeleyi iktiza eden entegrasyon siyaseti iddiasında buluna bilir
ki?! Ayrıca Batı toplumu şuana kadar Müslümanların kıymet ve değer
ölçülerinden bir şey aldı mı?
İkincisi; Orta Çözüm:
Şüphesiz -yukarıda da geçtiği gibi- başkalarının kültüründen bir
parça almak demek olan entegrasyon; âdeti üzere yürüyerek Batının
orta çerçeveden eşyalara ve olgulara bakışında ilan ettiği bir orta
çözümdür. Oysa Batı, kendiside bildiği gibi bu orta çözümü şu üç ana
faktörden dolayı gerçekleştirilmesi mümkün değildir. O üç ana
faktörde şunlardır:
1- Muhakkak ki, her insanda şahsiyet; akliyet ve
nefsiyetten oluşur.
Akliyet; eşyaları akletme ve idrak etme keyfiyetidir. Başka bir
deyimle; belli bir kaide veya kaidelere kıyas ederek insanın vakıayı
bilgilerle bağlama keyfiyetidir. Buna göre
İslamî akliyet; eşyaları ve fiilleri
akletme ve İslamî fikri kaideye -ki akidedir- binaen onlar üzerine
hüküm vermedir. Kapitalist akliyet ise; kapitalist akide
üzerine idrak ve hüküm vermeyi bina etmektir.
Nefsiyet ise; İnsan doyuma iten iticileri -içgüdü ve uzvî
ihtiyaçları doyuma doğru iten fıtrî muharrik- hayata bakış açısından
fışkırıp da belli fikirlere ait olan mefhumlarla bağlama
keyfiyetidir. Bu takdirde şahsiyet; insanın vakıayı akletme ve ona
doğru eğilim gösterme metodudur.
İnsanda var olan akliyet ve nefsiyet birbiri ile ya uyum ya da
çelişki içerisindedir. Eğer akliyet ve nefsiyet birbiri ile uyum
içerisinde yani her ikisi de ayni cinsten ise o zaman
eğilimler/meyiller akideden fışkıran mefhumlara boyun eğmiş olur.
İşte o zaman şahsiyet seçkin bir şahsiyet olur. Şayet akliyet,
nefsiyetten farklı ve ayrı ise, öyle ki; insanın esasına göre
fikirlerini bina ettiği kaide, esasına göre eğilimlerini bina ettiği
kaideden başka olur da, eşyalar ve fiiller üzerine hükmü herhangi
bir kaideye göre verir, bununla birlikte o kaideden fışkırmayan
mefhumlara göre uzvi ihtiyaçlar ve iç güdülerinin doyumu için eğilim
gösterirse, o takdirde bu şahsiyet seçkin olmayan bir şahsiyet olur.
Buna göre entegrasyonun kendisi bir problemdir. Nedeni ise; iki
kültürü birbirine karıştırmak veya muhacirin/göç eden kimsenin,
yaşam tarzını ve akidesiyle muarız olan amelin ölçüsünü Batının
kültüründen almasını sağlamak şahsiyetinin çözülmesine,
parçalanmasına ve seçkin olmamasına sebebiyet verir. Bu durum,
-bilhassa- hicret eden Müslümanın kimliğini ve seçkinliğini arama
esnasında ızdırap ve huzursuzluklar içerisinde yaşamasını sağlar.
Bazen netice; keskinsizliğinden dolayı huzursuzluk ve kaygıların
devamı veya Batı toplumuna tamamen asimile olma yahut da aslî
kimliğine yapışma olabilir. Velhasıl vakıa, göçmenlerin çoğunun
tekrar İslam kimliklerine dönmüş olmalarıdır.
2- Batı, ırkçılık şekillerini bir kenara atıp insanî ve
demokratik bir görünüm verse de şüphesiz o, asırlar boyunca İslam’a
karşı biriken derin kinini gizlemektedir. Bunun içindir ki, mücerret
olarak herhangi bir hadise veya herhangi bir vukuat meydana
geldiğinde müteaddit şekillerde kinini izhar etmektedir. Mesela; baş
örtülülere karşı düşmanlık etmek, mültecilerin yüzüne tükürmek,
okulları ve mescitleri yakmak, tehdit etmek ve korkutmak gibi… Ne
yazık ki, bu konuda asimile olan entegrasyoncu ile diğerleri
arasında bir ayırım yapmamaktadır.
Binaenaleyh; entegrasyon politikası problemi -Batının gördüğü
problemi- çözememekte ve toplumdaki topluluklar ve kültürler
arasında var olan barikatları ortadan kaldıramamaktadır. Çünkü
Batının bizzat gafil olduğu en büyük barikat, diğerlerine karşı
taşıdığı üstünlük ve kibirlenmedir. Göçmen, her ne kadar Batı
toplumuna asimile ve entegre olmuş olsa da, Batı nezdinde hala o
Arap veya Türk veya Afrikalı v.s kalmaya devam edecek ve ne kadar
İslam’ı bir kenara atıp ondan kurtulmaya çalışsa da, o Müslüman
olarak kalacaktır.
Batılıların derinliklerine yerleşmiş olanı ispatlamak için Amerikan
eski başkanı Nikson’un söylemiş olduğu söz yeterlidir:
“Amerikalıların çoğu, Müslümanları medeni ve temiz olmayan, vahşi,
ir-rasyonalist bir tarz varlık olduklarını tasavvur etmeye
meyillidir. Ancak ne var ki, bazı liderlerinin dünyada kesinkes
petrol rezervlerinin üçte ikisini toprakları altında barındıran
bölgelere hükmetmeleri noktasında, mutlu sona sahip olmaları dışında
ekseriyetle onlar bizim dikkat nazarımızı çekmezler. Amerikalıların
vicdanlarında hatta Çin halk Cumhuriyeti de dahil olmak üzere,
İslamî alem kadar negatif görüntü veren hiç bir halk dünyada
yoktur.” (Ame rika ve Tarihi
Fırsat s. 187)
Aynı şekilde Hollandalı oryantalist Van Koningsveld de şöyle
demektedir:
“Batıda kim İslam etrafında tartışmaya girmeyi istiyorsa o kimse
şüphesiz daha önce var olan ve çoğunluğu da önce ki nesillerden
itibaren oluşmuş devamlı mefhumlar düğümü ile karşılaşır.” (İslam
ve muasır hakkında konuşma s. 9)
Ve yine aynı kişi (s. 12/13'de) İslam’ın zuhurundan beri
Hıristiyanların zihninde yerleşeni tabir ederek şöyle demektedir:
“İslam’ın Nebisi Muhammed şarlatan ve o şeytana âlet olmuş cahil
biri idi.. Zatı itibariyle İslam’ın şeytanî özellikleri vardır.”
Ayrıca kültürel Fransız Ansiklopedisi de Nebiyi; “Katil, deccal,
kadın hastası ve beşeri aklın en büyük düşmanı” olarak
nitelemektedir.
Bundan dolayı Batı, nefsinin derinliklerinde Müslümanlara karşı olan
kin, nefret ve üstünlük duygusu yeşerip başak açmış bir haldeyken,
kültürlerinden soyutlanmayı Müslümanlardan talep edip kendi
kıymetleriyle, fikirleriyle, ölçüleriyle ve yaşam tarzıyla toplumuna
entegrasyonu, adalet, objektiflik ve insanlık olarak görmesi ve
göstermesi doğru değildir.
3- Batının benimsediği kapitalizm ideolojisi vakıası itibariyle
Batı halklarına, -daha açık belirtmek gerekirse Amerika ve Batı
Avrupa halklarına- ilişkindir. Bu ideoloji; insanlık hayrına
çalışan, ona inananlar arasında ayırım yapmaksızın herkese, adaletli
ve eşit muamele eden insanlık ideolojisinden bir ideoloji değildir.
Dünya halklarının hepsi bu ideolojiye inanmış olsa dahi kesinlikle
Amerika ve Avrupa, emperyalist sömürgeci ruhundan vazgeçmez ve de
dünya servetlerini -günümüzde yaptığı gibi- yine de ülkesine
sevkederdi. Onlar için Araplar, Türkler, Çerkezler, Beyazlar ve
Siyahlar kapitalizm demokrasisine inanmış veya inanmamış hiç bir
önemi yoktur.
Üçüncüsü; Kültür Mefhumunu Sulandırmak:
Şüphesiz entegrasyon ameliyesinde köşe taşını kültür oluşturur. Peki
o zaman kültür nedir?
Kültür -eğer genel bir tanımlama yapılırsa-; haber, istinbat ve
telakki yoluyla elde edilen bilgilerdir. Din, tarih, felsefe,
dil/filoloji, fen bilimleri, müzik ve tecrübeye dayalı olmayan diğer
bilgiler gibi.
J. Russ’nun Felsefe Sözlüğü’nde kültür; "Belirli topluluk
veya topluma ait gelenekleri, bilgileri, teknikleri içeren bütünsel
bir oluşumdur."
Spectrum Ansiklopedisinde kültür; "İnsanlardan belirli bir
topluluğa özel kılınan yaşam tarzından muayyen bir keyfiyete delalet
etmesi için kullanılır...
Bu tarifler arasında en çok kullanılan İngiliz Edward Taylor’ın
(1832-1917) yaptığı tariftir. Kültür veya hadareti; "Herhangi
bir toplumda üye olarak yaşayan insanın kazandığı adet ve
imkanlardan bilgi, iman, fen, kanun, ahlak ve gelenek v.s' yi
kapsamı altına alan bütünsel bir oluşumdur..."
Özelliklerini ve sebep olduğu vakıayı beyan eden tarifi tanımlamak
amacıyla deriz ki kültür; araştırılmasına akidenin sebep
olduğu bilgilerdir. Bu fark gözetildiğinden dolayı kültürel ayrım
olarak; İslamî kültür ve Batı kültürü dendi.
Öyleyse İslamî kültür; araştırılmasına
İslamî akidenin sebep olduğu bilgilerdir. İsterse bu bilgiler akide
ve akide hakkında bahseden bilgiler olsun. Mesela; tevhid ilmi gibi.
İsterse de akide üzerine mebni kılınanlar olsun. Mesela; fıkıh,
tefsir ve hadis ilmi gibi. Ve yahut da akideden fışkıran hükümleri
anlamayı gerektiren bilgiler olsun. Mesela; içtihat edatları olan
lügat ve usul ilmi gibi.
Batı kültürü ise; araştırılmasına kapitalist akidenin sebep
olduğu bilgilerdir. Mesela; liberalizm, sekülarizm, evrim teorisi ve
ilim olarak isimlendirilen etütler -ki onlar; psikoloji, sosyoloji,
seksoloji, hadaret ve ahlak ilmi- gibi. Ayrıca toplum sözleşmesi
gibi yönetime veya iltizam teorisi gibi hukuka veya serbest pazar
ekonomisi gibi ekonomiye veya makyavelizm v.s gibi siyasete ilişkin
fikirler gibi.
Şüphesiz Batı, kültürel entegrasyona davetinde her ümmetin kendine
ait kültürel özellik mefhumunu kasten bilmezlikten geliyor. Çünkü
kibri, yönetimde, ekonomide, siyasette, toplum ve buna benzer
konularda, özel fikri kaidesinden fışkıran kendine ait özel
bilgileri olan bir kültür olarak İslam’a bakmaktan onu alıkoyuyor.
Dolayısıyla o, bunların hepsini görmezlikten geliyor ve
Müslümanların kültürünü Türk mutfağında, Pakistan elbisesinde,
Filistin ritim dansında, Mısır rebabesinde (müzik aleti) ve Fars
seccadesinde görüyor.
Aynı şekilde Batı, entegrasyon ve multi-kültürel bir toplum tesise
davetinde, bununla beşeri renkleri farklı ve endamların, namazların,
dillerinin ve bünyelerinin değişikliğini kasteder. Yalnız tek akide,
tek nizam ve tek fikri şuur -ki o kapitalizm- çerçevesi içerisinde.
Bunun en güzel örneği; son zamanlarda egemen kültür olarak
isimlendirilene davetin bariz olmasıdır.
Binaenaleyh; sulandırılmış kültür mefhum üzerine kaim olan ve
kültüre tek bir bakış üzerine kurulu olan entegrasyon politikası
yanlış, tehlikeli ve zatı itibariyle çelişkili bir politikadır.
Dördüncü; Kapsamlı Kıyas Etmenin Yanlışlığı:
Kuşkusuz Batı, İslam akidesini Hıristiyanlık akidesine kıyas etmiş,
dolayısıyla İslamî akidenin durumunun her türlü nizam ve ideolojiyle
şekillenebilen Hıristiyanlık akidesinin durumuyla aynı olduğunu
zannetmiştir. Bunun nedeni Batı, mesela dini hayattan ve devletten
ayırma akidesi gibi herhangi siyasi bir akidenin kanatları altında
barınabilen, ruhani bir akide olarak Hıristiyanlığı anlamış
olmasından dolayı İslamî akideye de -özelliklede ehli hezimete
uğrayıp, devleti yıkıldıktan sonra- ahiret işlerini güden ama dünya
işlerinde bir alakası olmayan ruhi bir akide olarak bakmıştır.
Bundan ötürü Batı, Müslümanların sekularist/laik siyasi akidesiyle
şekilleneceği sanından hareketle entegrasyon politikasını koymuştur.
Fakat nafile… Çünkü şekillenme veya şekillenmemeyi onamak Müslümanın
elinde değil, bilakis ancak ve ancak düğüm akidedir.
İslamî akide; Hıristiyanlık gibi diğerleriyle şekillenmeyi kabul
etmeyen ruhi, siyasi bir akidedir. Bunun içindir ki; şekillenerek
entegrasyona uğramış bir Müslüman üzerinden geçen zaman ister uzun
olsun isterse de kısa olsun mutlaka o bir gün İslamî akidenin
vakıasıyla çatışmaya girmesi kaçınılmazdır. Bunun sonucunda da ya o
İslamî akideyi olduğu gibi alacak ya da onu olduğu gibi tamamen
reddedecektir.
Buna binaen entegrasyon politikası; kapsamlı bir kıyasa tabi
tutulmasından dolayı, hatalı ve akideler arasını ayırımda bakışı
kusurlu olmasından dolayı, ve de Müslüman’ın akidesine sımsıkı
sarılmayı sürdürdüğü müddetince gerçekleşmesi imkansız olan bir
husustur.
Beşincisi; Kültürü Alma ile
Yönetime Boyun Eğme Arasını Karıştırmak:
Batı, Müslümanlardan hükümlerine, sistemine ve kanununa boyun
eğmelerinden çok daha fazla şeyler istemektedir. O Müslümanlardan
bütün ölçü ve esaslarıyla birlikte kültürünü almalarını
istemektedir. Nedeni ise; o uygulanan hükümlere boyun eğme ile
kültürü alma arasını kasıtlı olarak karıştırmaktadır.
Kültür; kaba kuvvet ve cebren alınmadığı gibi kanun çıkarmak ve
baskı uygulamakla da alınmaz. Aynı şekilde korkutma ve teşvik
yoluyla da alınmaz. Ancak ve ancak akli kanaatle ve esaslarının
sıhhatini idrak etmekle alınır.
Uygulanan hükümlere gelince; o gölgesi altında yaşayan herkesi
bağlayıcıdır. Fakat bununla birlikte ona kanaat getirmek ve onu
benimsemek istenmemektedir. Bunun örneği; Batı toplumunda ikamet
eden bir Müslüman kişi olarak, hırsızı hapsetmek hükmüne kanaat
getirmek zorunluluğunda değildir. Her ne kadar, ona boyun eğme
zorunluluğum varsa da. Nitekim Dar’ül İslam’da ikamet eden kafir,
hırsızın elinin kesilmesi hükmüne kanaat getirmeye zorlanmaz. Zaten
ondan da kanaat getirmesi istenmez. Oysa; her ne kadar ona boyun
eğme mecburiyeti ve talebi olsa da.
Bilahâre, Batı kendi tutumunu sınırlandırmak zorundadır. Şayet;
“bende ikame ettiğiniz müddetince hükümlerimi üzerinize tatbik edece ğim.”
derse, biz de ona; “buna imkan olduğunu.” söyleriz. Eğer;
“size kültürümü almaya elzem/zorunlu kılıyorum.” derse, bizde
kendisine; “buna hakkı olmadığını.” söyleriz.
Altıncısı; Hadaret İle Medeniyet Arasını karıştırmak:
Hadaret; hayat hakkındaki mefhumların
toplamıdır ve hayata bakış açısına göre özel olur. İşte, buradan
hareketle İslamî hadaret ve Batı hadareti dendi.
Batı hadaretinden olanlar; dini hayattan ayırma düşüncesi,
amellerin ölçüsü olarak menfaatçilik, cesedi zevkler demek olan
saadet anlayışı ve yalnızca maddi kıymetlere konsantre olmadır.
Bunun aksine İslamî hadaretten olanlar ise;
akli, ruhi, siyasi bir akide olarak İslamî akide, amellerin ölçüsü
olarak helal ve haram, Allah (Y)’ın rızasına nail olma demek olan,
saadet anlayışı ve amelleri yaparken ruhi, ahlaki, insani ve maddi
kıymetlerin gözetilmesidir.
Medeniyet ise; hayat işlerinde kullanılıp hissedilen eşyaların
maddi şekilleridir. Bu özel ve genel olabilir.
Özel medeniyet; hadaretten doğan ve hayata bakış açısı ile
bağlantısı olan şeylerdir. Heykeltıraş ve çıplak resimler gibi...
Genel medeniyet ise; ilim ve sanattan doğan, herhangi bir
şekilde hayata bakış açısı ve hayat hakkındaki mefhumlar ile
ilintisi olmayan şeylerdir. Tıbbi, zirai, sanayi aletler, mobilya ve
iletişim araçları gibi...
İşte, neyin alınıp neyin alınmayacağına karar verme anında veya
ortak yahut ayrılık noktaları araştırılma anında medeniyet ile
hadaret arasındaki bu farkın gözetlenmesi ve dikkate alınması
kaçınılmazdır.
Batının bu iki kavramı birbirine karıştırması, iki vakıa arasındaki
farkı kavrayamamasının veya idrak edememesinin neticesi değildir.
Bilakis bu, İslamî bir hadaretin varlığını itiraf etmemesinin
sonucudur. Bunun sebebi; Batının akide ve sistem olarak kapitalizme
beşerin nihaî icadı ve farklı hadaretler tarihinin sonu olarak
itibar etmesidir. Ayrıca birde batılı tasavvurda kendi hadaretinden
başka bir hadaret bulunmamasıdır. Bunun içindir ki; kendisine
heyetler halinde gelen göçmenlere, evcilleştirilip terbiye
edilmeleri ve ilkellik merhalesinden kendisinin temsil ettiği
çağdaşlık, uygarlık ve medeniliğe nakledilmeleri gerekli olan
barbarlığın, ilkelliğin ve vahşiliğin bir ürünü olarak bakar. |