İslam tarihte, bir çok kez kendi düşüncelerini etkileme ve zehirleme
hamleleri ile karşılaşmıştır. İslam’ın başlarında bu hamleler
Resulullah ( sav)’in
getirdiklerini yalanlamak için olmuştu. Birçok meşhur İmamların
varlığı bize açıklananların gerçekliğini kanıtlamak ve bir arada
tutmak için olmuştur.
Şu bir gerçektir ki, daha sonra gerçekleşen saldırılardan dolayı ki
o zaman Müslümanlar da İslam’ın gerçek mahiyetinden uzaklaşmışlardı,
İslam Devleti yıkıldı. Ve halen, İslam devletinin yıkımından 83 yıl
geçmesine rağmen, Müslümanları yollarından saptırmak için medya
aralıksız bir şekilde İslam’ın fikirlerine saldırmaktadır.
Expliciet dergisinin yorumu:
Bunlar, Müslümanların İslamî olmayan fikirlere sahip olmaları ve
İslam ülkelerinin terörizm ve ekonomik nedenlerden dolayı geri
kalmışlıkları. Şu anda dünyanın her yerinde bunlar tartışılmakta.
Yani, terörizm, İslam ve Müslüman ülkelerinin ekonomik geri
kalmışlığı ile İslam arasındaki ilişki hakkında. İlk etapta bu
tartışmaları yabancılar yapmakta idi. Bu tür tartışmalar Batı
dünyasında başlamıştı. Batıda siyasiler, İslam ve terörizm, İslam ve
Müslüman ülkelerinin geri kalmışlığı, İslam ve Müslümanlar, vs. gibi
konular hakkında konuşmaya ve düşünmeye başladılar.
Çoğuna göre iyi bir iş olarak görülen bu tartışmalar yavaş yavaş
İslam dünyasınca da yapılmaya başlandı.
Batı da hakim olan ve ön plana çıkan görüş, İslam’ın değil, fakat
Müslümanların, kendi geri kalmışlıklarının ve terörizmin sorumlusu
olduğu fikridir. Problemin nedeni olarak Müslümanların İslamî
görüşleri gösterilmekte. Problemin aşırı dinci Müslümanlardan
kaynaklandığı söylenmektedir.
Geçenlerde Hollanda gazetesi olan Het Nederlands Dagblad bu konuyla
alakalı olarak Müslümanların tepkisini özetledi...
Bu iki konuya Batı çok ilgili davrandı aynı “Müslüman”-kadınların
başörtüsüne karşı oldukları konusuna olduğu gibi ve bunu da
Müslümanları fikirlerinden soyutlaştırabilmek için iyi bir iş
yapılıyormuş gibi göstermekteler.
Bu tartışmalara gelen tepkilerden biriside Arap haber ajansı al-Arabiya’
nın müdürü Abdel Rahman al-Rashed tarafından Arap gazetesi Al-Sharq
Al-Awsat (Londra, İngiltere de basıldı)’ta “Suçsuz bir din şimdi
nefretin simgesi” yazısıyla gerçekleşti.
Al-Rashed bütün teröristlerin Müslüman olduğuna göre, o zaman
terörizmin dünyada açtığı felaketlerin asıl sebebinin şuan ki mevcut
İslam olduğunu kararlaştırmıştır. İslam dünyasının ekonomik geri
kalmışlığını ihtiva eden ikinci konuya ilişkin tepki Pakistan’ın
generali Müşerref’in Washington Post’a yapmış olduğu röportajdan
sonra Malezya başbakanı Anwar İbrahim’in New York Times’a yapmış
olduğu röportajla devam buldu. Her ikisi de Müslümanların dünyadaki
geri kalmışlığının sebebi olarak Müslümanları göstermişlerdir.
Anwar İbrahim devamında bu geri kalmışlığın sebebi olarak Müslüman
ülkelerinde otoriter yöneticilerin olmamasını da eklemiştir. Bunu da
yine Müslümanların yapmış olduklarının sorumluluğunu reddetmelerine
bağlamaktadır. Anwar İbrahim kendi görüşüne göre şunları açıkladı:
‘Aslında Müslümanlar kalkınmak istiyorlar fakat bunun için önce
kendi başarısızlıklarından dolayı suçu Amerika ve Siyonistlere
yüklemekten vazgeçmeleri ve çare için yöneticilerine başvurmaları
gerekir. Al-Rashed ve Anwar İbrahim’in röportajları Nederlands
Dagblad gazetesi tarafından 14 eylül 2004’te “Müslümanlar terörizm
tartışmasında” adlı yazıda özetlenmekte:
Müslümanlar terörizmi tartışmakta.
Kahire- Çeçen mücahitleri tarafından Beslan’da öldürülen 335
insandan sonra ortaya çıkan dünyaca kabul gören tepki, Arap
ülkelerinde de hakimdi. Arap ülkelerinde ki yönetim ve gazetelerce
de bu eylemler çok tepki gördü.
Bu rehinelerin arasında çocuklarında bulunmasından dolayı Müslüman
topluluklarının bu konuya ilişkin ne yapabileceklerini içeren bir
tartışma düzenleme ihtiyacı hissettiler ki çoğuna göre alçakça olan
bu eylemin haklı olduğunu kanıtlamak için.
Arap haber ajansının müdürü Abdel Rahman al-Rashed Arap gazetesinde
“Bu bizim hakkımızda, toplumumuz ve kültürümüz hakkında neler
söylemektedir” konusu içerisinde şöyle yazmakta:
“Şu bir gerçektir ki, bütün Müslümanlar terörist
değillerdir fakat her ne kadar acı da olsa neredeyse bütün
teröristlerin Müslüman olduğu da bir gerçektir.”
11 eylül 2001 saldırılarından 3 yıl sonra ki bu saldırıları Amerika
hakkettiğini buldu söylemleri ile bastırmışlardı, bu hisler bazı
etkin şahısların kendilerinde araştırma ihtiyacını doğurdu.
Bu dönüşe sebep Irak’taki intihar saldırıları ve Suudi Arabistan’a
el-Kaide tarafından yapılan saldırıdır. (ki burada ölenlerin
çoğunluğu Arap’tır)
Dubai’de yaşayan politik analizci Youssef İbrahim, yazmış olduğu
yazısında insanların Beslan’da yaşanan üzücü olaylardan itibaren bir
tepki içerisine girdiklerine inanmadığını beyan etmiştir. Irakta
gerçekleşen bir çok saldırılarla başladı ve bu hisler kuvvetlendi.
Kimse Iraklıların öldürülmesinin hakim olan kinle bağdaştığını
anlayamadı. Önce, Amerika’nın Irak’taki dayak yemesinden sonra bir
üzüntü/acıma hissi hakimdi. Fakat son zamanlarda artık İslam dininin
yerini aşırı İslam siyasetinin ne zaman aldığı sorulmakta. Arap
liderlerinin zihinlerinde de bu terör saldırılarından dolayı
Batı’nın İslam hakkındaki görüşünü doğruladığı ve bazılarının yapmış
oldukları hataların çoğuna zarar verdiği düşüncesi yer etmekte.
Kaba kuvveti yeterince yargılamayan/yasaklamayan din adamları da
tepki görmekte. Böyle, çoğuna göre ‘yeterli olarak kabul gören fakat
yakınlarda Iraktaki halkın öldürülmesine ve intihar saldırılarına
onay veren etkin din adamı al-karadazi de Rashed tarafından
röportajında yargılanmakta.
Youssef İbrahim’e göre, (dini açıdan) kaba kuvvete onay veren
fetvaların Arap yazarları tarafından, komik duruma düşürülmektedir.
Kendisi geçenlerde al-Arabiya kanalında yayınlanan programa işaret
etmekte ki orada kendisini çileden çıkaran seküler Libyalı bir din
adamı ile tartıştı. İbrahim’e göre bu yeni bir fenomendir. Daha
önceleri serbest oyun oynayan geleneksel İslam düzeni/hakimiyeti
artık cezasız bırakılamaz. Artık yaptıkları eylemlerin arkasına soru
işaretleri koymaya başladılar.
Şahsi araştırmalar belirginleşti. Malezya Başbakan adayı Anwar
İbrahim New York Times’a yaptığı röportajda Müslümanların
karşılaştıkları sorunlar karşısında yeterli sorumluluk taşımadıkları
kanısına varıldı.
“Bu Müslümanların şu zamanda yapmış oldukları en büyük hatadır.
Sizin inandırıcı yöneticileriniz yok. Siz fikirlerinize ters
davranmaktasınız. Ne zaman ters giden bir şeyler olursa,
liderleriniz hemen suçu Amerika’ya, Yahudilere ve de Hıristiyanlara
atmaktalar. Bizler hala inkarcı bir devlette varlık sürdürmekteyiz.
Dubailı gazeteci ve politik analizci Massoud Derhally’e göre bu
fanatikliği kontrol altına almanın iki yönlü olması gerekir. Bunu
Arap liderlerinin görevlerini ciddiye almaları ve halklarını
davalarına katmaları unsuru ve Amerikanın da adaleti sağlama
görevini üstlenmesi dahil edilmelidir.
İbrahim “her zaman için yüzde bir olan o fanatiklik kalacaktır, bu
Amerika da bile vardır” diye söylemekte. “Fakat sessiz kalan
çoğunluğa ulaşabilecek miyiz?” bence evet, ve bence çok doğru bir
yolda ilerlemekteyiz.
Terörizmin sorumluluğu
Al-Rashed’in röportajı, çoğu medya tarafından gündeme çıkartılan
terörizm ve Islama ilişkin tabloyu doğrulamakta.
Sadece Al-Rashed’in değil bu sonucu çıkartan çoğu insanın bu konuyu
incelerken gözden kaçırdıkları bir husus var ki o da terörizm
kavramının anlamı daha açıklık kazanmadan kullanılmaktadır.
Terörizmin tam net bir anlamı henüz açıklanmadığı için bunun
kullanımı tamamen öylesine yapılmaktadır. Bu terörizm kavramının
öylesine kullanıldığını kanıtlamak amacı ile birkaç gerçeği
inceleyelim.
Çok yakınlarda İranlı mücahitlerden bir grup kaçışı/kurtuluşu
Amerika istilasında bulunan Irakta buldular. Bu İranlı mücahitler
ordusu, Marksizm asıllı Iran rejimine karşı silahlı bir şekilde
karşı koymaktalar.
Her ne kadar bu kitle, Paris büyük elçiliğine 2003’te bir saldırı
yapmak istemelerinden dolayı, uluslararası terör organizasyon
listesinde yer almakta ise de, bunlar bu güne kadar Irak’ı istila
eden Amerika tarafından Irakta koruma görmekteler. İran’ın şiddetli
diplomatik tepkisine rağmen.
İkinci örnek: Rusya-Afgan savaşında o zamanın Amerika bakanı Ronald
Reagan’ın Taliban’ı- aslen Rusya’ya karşı koymaları için CIA
tarafından kurulmuştur- Amerika da bulunan “Founding Fathers’e”
benzetmesidir. Founding Fathers Amerikanın bağımsızlığının arkasında
yatan insanlardır, onlar İngiltere’nin Amerika’yı istila etmesine
karşı koyanlar ve Amerika devletine şekil verenlerdir. Yani özgürlük
savaşçıları.
Bunun yanı sıra, bugün halen Irak’ın bakanı olan Iyyad Allawi
tarafından kendisinin 1992-1995 yıllarında Amerikan CIA adına Saddam
Hüseyin’in rejimini indirmek amacı ile Bağdat’ta, bir sinema ve okul
taşıtına ki o zaman çok çocuk ölmüştü, saldırı düzenlediği
açıklanmıştır.
Her ne kadar bu sayılanlar Teröre karşı savaşla bağlantılı ve
dünyada yer alan öylesine seçilmiş örnekler olsalar da, bu örnekler
açıkça bizlere terörizmin ne olduğu, kimlerin terörist kimlerin
olmadığı hususunda bir açıklık/netlik olmadığını göstermektedir.
Iran mücahit ordusu, Iran’ı değiştirme eylemleri ve metotlarınca,
dünya gözünde terörist olarak görülmektedir. Fakat teröre karşı
savaşın arkasındaki büyük animatör Amerika’ya göre değil, o onları
“direnişçiler” diye adlandırmakta.
Talibanlılar için uzun yıllar bu tarif geçerliydi ta ki Reagan
yönetimden indikten ve yorumunun üzerinden 20 yıl geçip de Bush II
Amerika’nın başbakanı olana ve Taliban Afganistan rejimini ele
geçirene kadar. Bundan sonra bu kitle teröre destek vermek adı
altında suçlanmaya başlandı.
Afganistan’daki Taliban bizlere göstermektedir ki, aslında vakıa
açısından aynı kalan bu örgüt ideolojik hakimiyet kurduktan sonra
Amerika’yı ortak olarak istememesinden dolayı, özgürlük mücahitleri
terörist diye adlandırıldılar.
Ve yine Iyyad Allawi yapmış olduğu eylemlerini başka gaye ile (başka
gayedeki kasıt Amerikanın gayesi dışındakiler) yapmış olsaydı o da
kesinlikle terörist ve terörizm ile suçlanacaktı.
Demek ki “terörizm” diye adlandırılan aslında görünenlerden ibaret
değildir. Bu gerçekle birlikte yürümeleri gerekir eğer ki terör
saldırılarını, yapanları, nedenleri ve İslam’la olan ilişkisini
değerlendirmek istiyorlarsa.
Terörizmin ne olduğu hakkında önyargı yapmadan bir görüş/şekil
belirtmek istiyorlarsa ve al-Rashed’in “terörizm günümüz
Müslümanlarına hastır” kanısına cevaben kendilerine mesela Rusya’nın
güneyindeki Çeçenistan olayını incelemelerini ve bununla alakalı
uluslararası açıklamaları tavsiye edebiliriz.
Çeçenistan’da halk yıllardır Ruslarla kanlı bir mücadele
içerisindedir. Geçen asrın 80li yıllarında 2 milyona yakın tebaası
olan bu bölge şimdilerde sadece 800 000 nüfusa sahip. Bu sayının
gerisi ya öldü ya da bu kanlı mücadeleden dolayı kaçmak zorunda
kaldı. Rusya’ya göre Çeçenistan’ın karşı koyması terörist bir
eylemdir. Rusya medyası, yapılan saldırıların onay görmesi ve
Çeçenistan’daki Rusların hakimiyeti için her zaman “Çeçen
teröristlerin tehdidi” beyanını öne sürmektedir. Aynı zamanda, bu
karşı koyanları terörist olarak adlandırmayı yanlış gören Amerika ve
İngiltere var. Batı medyasında bu yüzden çoğu kez, “özgürlük
savaşçıları” gibi adlandırmaları duymaktayız. Hatta, Amerika ve
İngiltere bir kaç Çeçen liderine ülkelerinde sığınma sağlamıştır.
Çeçenistan’daki olayı daha dikkatli incelersek, bu
farklılığın/anlaşmazlığın Rusya’nın jeopolitik anlayışı ile
Amerika/İngiltere’nin jeopolitik anlayışı farklı olduğundandır.
Rusya her ne pahasına olursa olsun, Kaukasun’daki ve Hazar
denizindeki petrolden dolayı stratejik açıdan çok önemli bir bölge
ve hakimiyetini korumak istiyor. buradan zaten Gürcistan ve
Özbekistan gibi bölgeleri Amerika’ya devretti. Buna karşın Amerika,
Rusya aleyhine de olsa, gücünün etkisini genişletmek istemekte. Bu
hedeflerinden dolayı Çeçenlerin Rusya yönetimine karşı
tepkileri/saldırıları elbetteki Amerika ve yandaşlarınca
desteklenmektedir. Bu yüzdendir ki, Çeçen mücahitleri birinin
gözünde “teröristler” diğerinin gözünde “özgürlük savaşçıları”
olarak görülmekte.
Bütün bu örnekler terörizm gerçeğini ortaya koymakta ve insanlar
terörizmin sonuçlarını çıkartmak isterlerken bu gerçeği göz önünde
bulundurmaları gerekir. Asif Dauwood’unda açıkladığı gibi “Terörizm”
aslında “adaletsizliğin ortadan kaldırılması” demektir. “Terörizm”
bilimsel bir terim değildir ki ne zaman kullanıp kullanılmayacağı
belli olsun. Bu daha doğrusu halkı etkilemek için kullanılan siyasi
bir alettir.
Buradan yola çıkarak al-Rashed gibi insanların görüşleri yersiz ve
geçersizdir. Bu yansıyan gerçeğin daha iyi tarifi şöyledir ki Batı
otoriteleri neyin terörizm olduğunu veya olmadığını daha doğrusu
kimlerin terörist kimlerin değil olduğunu belirlemekteler. BM’nin
genel sekreteri Kofi Annan geçenlerde şu açıklamayı yaptı.
“(Irak’taki) savaş gereksizdi ve BM tüzüğüne aykırıydı”. Bu cümleden
Irak halkının ülkelerine ve kendilerine yapılan saldırılara karşı
direnmeleri hakları olduğu ve bu direnişleri uluslararası hakların
içine girmekte olduğunu itiraf etmektedir. Ve bununla BM’nin
ellerinde tutuklu olan erkeklerin, kadınların ve çocukların
rehineler olduklarını ve derhal serbest bırakılmaları gerektiği
itirafını yapmaktalar. Ve asıl teröristlerin koalisyon güçlerin
olduğunu da ima etmekteler. Fakat “Irak’ın kurtarıcıları” hiç bir
zaman bu şekilde tarif edilmediler.
İslam Dünyasındaki yoksullu ğun
sorumluluğu
Anwar İbrahim’in Müslümanlara ve ümmete karşı yapmış olduğu
suçlamalarından öte kendisi savunmasında kendisinin bu suçlamayı
yapan ilk Müslüman lideri olmadığını vurguladı. Bu şerefe Pakistanlı
General Müşerref de 1 Haziran 2004’te Washington Posta yazmış olduğu
açık mektubu ile nail oldu. Her ikisi de, kendilerini İslam
Devleti’nin önderleri olarak görmekteler ve her ikisi de dünyadaki
geri kalmışlıklarının sebebi olarak Müslümanları suçlamaktadırlar.
Sadece Anwar İbrahim, İslam ülkelerinin liderlerine işaret etmekte
fakat Müşerref değil bu da herhalde İbrahim in Malezya başbakanı
olmak isteyişinden kaynaklanmakta ve Müşerref ise zaten Pakistan’ı
yönetmekte.
Her ikisi de Müslümanların maddi geri kalmışlıklarını abartılı İslam
fikirlerine -aşırı dinci fikirlere- bağlamaktadır. İslam dünyasının
maddi açıdan Batı’dan daha geride olduğunu söylemek için
propagandaya gerek yok, bakın Hindistan’daki 300 milyon Müslüman’a,
Endonezya da ki 200 milyon Müslüman’a, Bangladeş, Pakistan,
Afganistan, Suriye, Ürdün, Filistin’deki Müslümanlara.
Fakat bu geri kalmışlığın sebebi gerçekten İslam fikirleri midir?
Bu maddi geri kalmışlığın sebebi olarak İslam’ı göstermelerine
cevaben şunu göz ardı etmemek gerekir ki o İslam Devleti, Allah’ın
elçisi tarafından Medine kuruldu ve İspanya, Fransa’dan ta Çin’e
uzanmaktaydı.
Bu devlet, İslam devleti, saf İslam fikirlerine dayanmaktaydı ki
peygamber (sav)’in vefatından sonra bu devletin hakimiyeti Ebu Bekir
(ra) tarafından, daha sonra Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra),
Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar tarafından sürdürüldü ve bu devlet
dünyanın görmüş olduğu en büyük devletti öyle ki Rum ve Bizans
imparatorluğundan dahi çok büyük. Bu devlet sadece kuvvetli/otoriter
ve Batı Avrupa’daki Hıristiyanların saldırılarına karşı koyabilmekle
yetinmediler fakat aynı zamanda çok kalkınmış bir devletti. Ve bu
devlet sayesinde diğer devletlerde bilimsel olarak ilerlediler.
Mesela, Müslüman olan al-Rıza İslam Devleti’nin kurulduğunda insanın
vücudundaki kan dolaşımının sırrını çözmüştü.
Müslümanlar matematik kitapları yazmışlardı ki bu kitaplar, 2.
milenyuma kadar Batı Avrupa’daki öğrencilere ders olarak
verilmekteydi, Paris’teki İbn Rush Üniversitesi gibi ki orada
Nostradamus tıp eğitimini bitirmiştir.
Plato ve Aristotelesin çalışmalarını tercüme edip yorumlayan
Müslümanlar al-Farabni İbn Rushd ve İbni Sina, Hıristiyan Avrupa
daki insanların düşüncelerini oluşturan Yunan felsefesini
bilgilendirdiler.
Yani 1300 yıl boyunca Müslümanlar kalkınmışlıkları ile dünyaya örnek
olmaktalardı. Bu gerçekleri, Müslümanların bugünkü bulunmuş
oldukları durumdan dolayı gözardı etmekteler ve sadece Batı
dünyasında “Hıristiyan-Yahudi” geleneğinden bahsedilmekte fakat bu
gerçekleri -her ne kadar çok zaman geçmiş olsa da- göz ardı etmemek
gerek şöyle ki bu gerçekler İslam’ın maddi geri kalmışlığa sebep
olmadığına açık delillerdir. Peki o halde Müslümanların dünyadaki
durumlarını nasıl açıklayacağız, neye dayandıracağız?
Bu hususla ilgili Müslüman düşünürü Takiyyuddin en-Nebhani’nin
sözlerini analiz etmemiz gerekir, ki o şöyle demekte:
“Müslümanların sorununun ekonomik olduğunu söylemek
çok yanlıştır. Bu yoksulluğun çöküntüye ve zenginliğin kalkınmaya
sebep olduğu demek olur ki bu doğru değildir. Ferdin kalkınmasının
ekonomiyle bir alakası yok ve yine ümmetin kalkınabilmesinin de
ekonomi ile alakası yoktur çünkü kalkınmak ancak fikren olur. Bir
ulusun en büyük hazinesi fikirleridir. Ve bir jenerasyonun
kendisinden sonra gelenlere verebileceği en büyük hazine yine
taşımış oldukları fikirlerdir. Eğer ki ekonomik kalkınmışlık geri
kalmaya başlarsa bu çabuk toparlanabilir şayet ulus fikren
kalkınmışlığını korursa. Eğer ki, bir ulus fikren çöküntü içerisinde
olurda sadece ekonomik kalkınmışlığı olursa, bunu kaybedip
yoksulluğa mahkum olması an meselesidir.”
Aydın düşünürler Müslümanların sorunlarının maddi geri kalmışlık
olmadığını bilmekteler. Bu sadece asıl problemlerinin getirdiği
sonuçlardan bir tanesidir. Takiyyuddin en-Nebhani devamında şöyle
söylemekte: Yani sorun ekonomik değil,
fikridir.
İbrahim ve Müşerref’in Müslümanların fikirlerini aşırı veya İslamî
buldukları yerde Takiyyuddin en-Nebhani şöyle demekte:
Asıl problem ideolojilerinin fikirlerine
güvenmemeleridir.
Burada anlatmak istediği Müslümanların asıl problemleri, maddi geri
kalmışlığının sebebi olarak ta, Müslümanların fikirleri İslam’dan
uzaklaştığındandır. İnsan olan ancak, duygularını, fikirlerini,
isteklerini ve hayat nizamlarını taşımış oldukları ideolojiye
uyarlarlarsa ancak o takdirde gerçek bir kalkınma sağlayabilirler
hem maddi hem de teknolojik olarak kalkınırlar. Eğer akidelerinden
ayrı nizamlarla hayatlarını düzenlemeye çalışırlarsa ve
akidelerinden kaynaklanmayan fikirler, duygular içerisinde
olurlarsa, şaşırmaya/kaybetmeye mahkum olacak ve devamlı başkalarını
takip edeceklerdir.
Buna netlik kazandırmak için şöyle bir misal verebiliriz,
kapitalizmin ekonomik sistemini içeren mülkiyet hürriyeti komünist
akidesini benimseyen bir ortamda kabul görmez çünkü bu akideye göre
fert mülk edinemez, devamlı paylaşmak zorundadır. Böyle içtimai bir
hayat yaşayan ulus bu ideolojik çatışmadan dolayı asla kalkınma
gerçekleştiremez. Bu Müslümanlar içinde böyledir.
Başarılı olmak için Kapital ekonomik sistemin bütün fikirlerini
kabul edip, onun maddi değerlerine göre hayat sürmemiz gerekir. Ve
bu sistemi kullanıp da Allah (cc)’ya yaklaşmaya çalışan ve böylece
diğer insanlara iyilik yapmaya çalışan insanlar, merdivenin ilk
basamağında kalmaya mahkumdurlar.
İşte dünyadaki bütün Müslümanların karşılaştıkları asıl sorun budur.
İşte bu da maddi geri kalmışlıklarının asıl sebebidir. Ümmetin
hayatı akidelerinden çıkan nizamlara göre değil fakat yabancı
fikirlerle düzenlenmektedir. Kendi fikirlerinin bu sistemle
bağdaşmadığı gibi diğerleri de akideleri ile bağdaşmamaktadır.
Problemin Müslümanlarda ve İslam’da olmadığı artık bir netlik
kazanmıştır.
SONUÇ
Şu açıkça ortadadır ki, al-Rashed, Anwar İbrahim ve Müşerref’ın
ortaya atmış oldukları fikir, Müslümanların terörizme, yoksulluğa ve
maddi geri kalmışlığa sebep oldukları, yanlıştır. Terörizmin günümüz
Müslümanlara has bir özellik olduğunu söyleyenler öncelikle bu
terörizm kavramını kimlerin koyduğunu ve kimlere niçin
yakıştırıldığını bilmeleri gerekir. Ve İslam dünyasının maddi geri
kalmışlığının sebebi ise Müslümanların akidelerine uygun bir
sistemin olmayışındandır. Bu gerçeği İslam ülkelerinin liderleri,
Müşerref gibi insanların, anlayıp kavramaları gerekir.
Otorite/yönetim onların elinde olduğundan sistemi de
değiştirebilecek kişiler onlardır fakat onlar yinede İslam’ın yerine
küfrü tercih edip onunla yönetmekteler. Müslümanların problemlerinin
çarelerini küfür nizamlarında aradıkları gibi Müşerref gibi
liderlerde ümmetin tepkisine rağmen Küfür sistemi ile yönetmekteler.
Buraya kadar ele aldığımız suçlamaların asıl gayeleri sadece
Müslümanların fikirlerini karıştırmak/saptırmak içindir. Sonunda
fikirlerindeki şüpheleri kalplerine yansısın diye. Tıpkı yalana
karşı doğruyu söyleyememe korkusu gibi...
Bu şekilde İslam devletinin geri gelmesini ve İslamî yaşamı
söndürmek/ isteğini engellemek istiyorlardır.
Yani al-Rashed’in, Anwar İbrahim’in ve Müşerref’in çizmiş oldukları
yolda yürümek yani İslam fikirlerinde ve çözümlerinden yüz çevirmek,
problemin aslını oluşturmaktadır.
İslam ümmeti tek doğru akideye sahiptir ve bu akide gerçeklerle
bağdaşmaktadır. Ve ümmet akidesinde tek doğru nizamlara sahiptir. Bu
doğruya yüz çevirerek kalkınmaya çalışmak çok büyük hata olur.
Doğru bir kalkınma ve liderlik ancak doğru bir akide ile
gerçekleşebilir.
Yani:
LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RASULULLAH
Kaynak: Expliciet.nl |