Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

Terörizm, Yoksulluk ve İslam’ın Sorumluluğu

Expliciet.nl

İslam tarihte, bir çok kez kendi düşüncelerini etkileme ve zehirleme hamleleri ile karşılaşmıştır. İslam’ın başlarında bu hamleler Resulullah (sav)’in getirdiklerini yalanlamak için olmuştu. Birçok meşhur İmamların varlığı bize açıklananların gerçekliğini kanıtlamak ve bir arada tutmak için olmuştur.

Şu bir gerçektir ki, daha sonra gerçekleşen saldırılardan dolayı ki o zaman Müslümanlar da İslam’ın gerçek mahiyetinden uzaklaşmışlardı, İslam Devleti yıkıldı. Ve halen, İslam devletinin yıkımından 83 yıl geçmesine rağmen, Müslümanları yollarından saptırmak için medya aralıksız bir şekilde İslam’ın fikirlerine saldırmaktadır.

Expliciet dergisinin yorumu:

Bunlar, Müslümanların İslamî olmayan fikirlere sahip olmaları ve İslam ülkelerinin terörizm ve ekonomik nedenlerden dolayı geri kalmışlıkları. Şu anda dünyanın her yerinde bunlar tartışılmakta. Yani, terörizm, İslam ve Müslüman ülkelerinin ekonomik geri kalmışlığı ile İslam arasındaki ilişki hakkında. İlk etapta bu tartışmaları yabancılar yapmakta idi. Bu tür tartışmalar Batı dünyasında başlamıştı. Batıda siyasiler, İslam ve terörizm, İslam ve Müslüman ülkelerinin geri kalmışlığı, İslam ve Müslümanlar, vs. gibi konular hakkında konuşmaya ve düşünmeye başladılar.

Çoğuna göre iyi bir iş olarak görülen bu tartışmalar yavaş yavaş İslam dünyasınca da yapılmaya başlandı.

Batı da hakim olan ve ön plana çıkan görüş, İslam’ın değil, fakat Müslümanların, kendi geri kalmışlıklarının ve terörizmin sorumlusu olduğu fikridir. Problemin nedeni olarak Müslümanların İslamî görüşleri gösterilmekte. Problemin aşırı dinci Müslümanlardan kaynaklandığı söylenmektedir.

Geçenlerde Hollanda gazetesi olan Het Nederlands Dagblad bu konuyla alakalı olarak Müslümanların tepkisini özetledi...

Bu iki konuya Batı çok ilgili davrandı aynı “Müslüman”-kadınların başörtüsüne karşı oldukları konusuna olduğu gibi ve bunu da Müslümanları fikirlerinden soyutlaştırabilmek için iyi bir iş yapılıyormuş gibi göstermekteler.

Bu tartışmalara gelen tepkilerden biriside Arap haber ajansı al-Arabiya’ nın müdürü Abdel Rahman al-Rashed tarafından Arap gazetesi Al-Sharq Al-Awsat (Londra, İngiltere de basıldı)’ta “Suçsuz bir din şimdi nefretin simgesi” yazısıyla gerçekleşti.

Al-Rashed bütün teröristlerin Müslüman olduğuna göre, o zaman terörizmin dünyada açtığı felaketlerin asıl sebebinin şuan ki mevcut İslam olduğunu kararlaştırmıştır. İslam dünyasının ekonomik geri kalmışlığını ihtiva eden ikinci konuya ilişkin tepki Pakistan’ın generali Müşerref’in Washington Post’a yapmış olduğu röportajdan sonra Malezya başbakanı Anwar İbrahim’in New York Times’a yapmış olduğu röportajla devam buldu. Her ikisi de Müslümanların dünyadaki geri kalmışlığının sebebi olarak Müslümanları göstermişlerdir.

Anwar İbrahim devamında bu geri kalmışlığın sebebi olarak Müslüman ülkelerinde otoriter yöneticilerin olmamasını da eklemiştir. Bunu da yine Müslümanların yapmış olduklarının sorumluluğunu reddetmelerine bağlamaktadır. Anwar İbrahim kendi görüşüne göre şunları açıkladı:

‘Aslında Müslümanlar kalkınmak istiyorlar fakat bunun için önce kendi başarısızlıklarından dolayı suçu Amerika ve Siyonistlere yüklemekten vazgeçmeleri ve çare için yöneticilerine başvurmaları gerekir. Al-Rashed ve Anwar İbrahim’in röportajları Nederlands Dagblad gazetesi tarafından 14 eylül 2004’te “Müslümanlar terörizm tartışmasında” adlı yazıda özetlenmekte: Müslümanlar terörizmi tartışmakta.

Kahire- Çeçen mücahitleri tarafından Beslan’da öldürülen 335 insandan sonra ortaya çıkan dünyaca kabul gören tepki, Arap ülkelerinde de hakimdi. Arap ülkelerinde ki yönetim ve gazetelerce de bu eylemler çok tepki gördü.

Bu rehinelerin arasında çocuklarında bulunmasından dolayı Müslüman topluluklarının bu konuya ilişkin ne yapabileceklerini içeren bir tartışma düzenleme ihtiyacı hissettiler ki çoğuna göre alçakça olan bu eylemin haklı olduğunu kanıtlamak için.

Arap haber ajansının müdürü Abdel Rahman al-Rashed Arap gazetesinde “Bu bizim hakkımızda, toplumumuz ve kültürümüz hakkında neler söylemektedir” konusu içerisinde şöyle yazmakta: “Şu bir gerçektir ki, bütün Müslümanlar terörist değillerdir fakat her ne kadar acı da olsa neredeyse bütün teröristlerin Müslüman olduğu da bir gerçektir.”

11 eylül 2001 saldırılarından 3 yıl sonra ki bu saldırıları Amerika hakkettiğini buldu söylemleri ile bastırmışlardı, bu hisler bazı etkin şahısların kendilerinde araştırma ihtiyacını doğurdu.

Bu dönüşe sebep Irak’taki intihar saldırıları ve Suudi Arabistan’a el-Kaide tarafından yapılan saldırıdır. (ki burada ölenlerin çoğunluğu Arap’tır)

Dubai’de yaşayan politik analizci Youssef İbrahim, yazmış olduğu yazısında insanların Beslan’da yaşanan üzücü olaylardan itibaren bir tepki içerisine girdiklerine inanmadığını beyan etmiştir. Irakta gerçekleşen bir çok saldırılarla başladı ve bu hisler kuvvetlendi.

Kimse Iraklıların öldürülmesinin hakim olan kinle bağdaştığını anlayamadı. Önce, Amerika’nın Irak’taki dayak yemesinden sonra bir üzüntü/acıma hissi hakimdi. Fakat son zamanlarda artık İslam dininin yerini aşırı İslam siyasetinin ne zaman aldığı sorulmakta. Arap liderlerinin zihinlerinde de bu terör saldırılarından dolayı Batı’nın İslam hakkındaki görüşünü doğruladığı ve bazılarının yapmış oldukları hataların çoğuna zarar verdiği düşüncesi yer etmekte.

Kaba kuvveti yeterince yargılamayan/yasaklamayan din adamları da tepki görmekte. Böyle, çoğuna göre ‘yeterli olarak kabul gören fakat yakınlarda Iraktaki halkın öldürülmesine ve intihar saldırılarına onay veren etkin din adamı al-karadazi de Rashed tarafından röportajında yargılanmakta.

Youssef İbrahim’e göre, (dini açıdan) kaba kuvvete onay veren fetvaların Arap yazarları tarafından, komik duruma düşürülmektedir. Kendisi geçenlerde al-Arabiya kanalında yayınlanan programa işaret etmekte ki orada kendisini çileden çıkaran seküler Libyalı bir din adamı ile tartıştı. İbrahim’e göre bu yeni bir fenomendir. Daha önceleri serbest oyun oynayan geleneksel İslam düzeni/hakimiyeti artık cezasız bırakılamaz. Artık yaptıkları eylemlerin arkasına soru işaretleri koymaya başladılar.

Şahsi araştırmalar belirginleşti. Malezya Başbakan adayı Anwar İbrahim New York Times’a yaptığı röportajda Müslümanların karşılaştıkları sorunlar karşısında yeterli sorumluluk taşımadıkları kanısına varıldı.

“Bu Müslümanların şu zamanda yapmış oldukları en büyük hatadır. Sizin inandırıcı yöneticileriniz yok. Siz fikirlerinize ters davranmaktasınız. Ne zaman ters giden bir şeyler olursa, liderleriniz hemen suçu Amerika’ya, Yahudilere ve de Hıristiyanlara atmaktalar. Bizler hala inkarcı bir devlette varlık sürdürmekteyiz.

Dubailı gazeteci ve politik analizci Massoud Derhally’e göre bu fanatikliği kontrol altına almanın iki yönlü olması gerekir. Bunu Arap liderlerinin görevlerini ciddiye almaları ve halklarını davalarına katmaları unsuru ve Amerikanın da adaleti sağlama görevini üstlenmesi dahil edilmelidir.

İbrahim “her zaman için yüzde bir olan o fanatiklik kalacaktır, bu Amerika da bile vardır” diye söylemekte. “Fakat sessiz kalan çoğunluğa ulaşabilecek miyiz?” bence evet, ve bence çok doğru bir yolda ilerlemekteyiz.

Terörizmin sorumluluğu

Al-Rashed’in röportajı, çoğu medya tarafından gündeme çıkartılan terörizm ve Islama ilişkin tabloyu doğrulamakta.

Sadece Al-Rashed’in değil bu sonucu çıkartan çoğu insanın bu konuyu incelerken gözden kaçırdıkları bir husus var ki o da terörizm kavramının anlamı daha açıklık kazanmadan kullanılmaktadır. Terörizmin tam net bir anlamı henüz açıklanmadığı için bunun kullanımı tamamen öylesine yapılmaktadır. Bu terörizm kavramının öylesine kullanıldığını kanıtlamak amacı ile birkaç gerçeği inceleyelim.

Çok yakınlarda İranlı mücahitlerden bir grup kaçışı/kurtuluşu Amerika istilasında bulunan Irakta buldular. Bu İranlı mücahitler ordusu, Marksizm asıllı Iran rejimine karşı silahlı bir şekilde karşı koymaktalar.

Her ne kadar bu kitle, Paris büyük elçiliğine 2003’te bir saldırı yapmak istemelerinden dolayı, uluslararası terör organizasyon listesinde yer almakta ise de, bunlar bu güne kadar Irak’ı istila eden Amerika tarafından Irakta koruma görmekteler. İran’ın şiddetli diplomatik tepkisine rağmen.

İkinci örnek: Rusya-Afgan savaşında o zamanın Amerika bakanı Ronald Reagan’ın Taliban’ı- aslen Rusya’ya karşı koymaları için CIA tarafından kurulmuştur- Amerika da bulunan “Founding Fathers’e” benzetmesidir. Founding Fathers Amerikanın bağımsızlığının arkasında yatan insanlardır, onlar İngiltere’nin Amerika’yı istila etmesine karşı koyanlar ve Amerika devletine şekil verenlerdir. Yani özgürlük savaşçıları.

Bunun yanı sıra, bugün halen Irak’ın bakanı olan Iyyad Allawi tarafından kendisinin 1992-1995 yıllarında Amerikan CIA adına Saddam Hüseyin’in rejimini indirmek amacı ile Bağdat’ta, bir sinema ve okul taşıtına ki o zaman çok çocuk ölmüştü, saldırı düzenlediği açıklanmıştır.

Her ne kadar bu sayılanlar Teröre karşı savaşla bağlantılı ve dünyada yer alan öylesine seçilmiş örnekler olsalar da, bu örnekler açıkça bizlere terörizmin ne olduğu, kimlerin terörist kimlerin olmadığı hususunda bir açıklık/netlik olmadığını göstermektedir.

Iran mücahit ordusu, Iran’ı değiştirme eylemleri ve metotlarınca, dünya gözünde terörist olarak görülmektedir. Fakat teröre karşı savaşın arkasındaki büyük animatör Amerika’ya göre değil, o onları “direnişçiler” diye adlandırmakta.

Talibanlılar için uzun yıllar bu tarif geçerliydi ta ki Reagan yönetimden indikten ve yorumunun üzerinden 20 yıl geçip de Bush II Amerika’nın başbakanı olana ve Taliban Afganistan rejimini ele geçirene kadar. Bundan sonra bu kitle teröre destek vermek adı altında suçlanmaya başlandı.

Afganistan’daki Taliban bizlere göstermektedir ki, aslında vakıa açısından aynı kalan bu örgüt ideolojik hakimiyet kurduktan sonra Amerika’yı ortak olarak istememesinden dolayı, özgürlük mücahitleri terörist diye adlandırıldılar.

Ve yine Iyyad Allawi yapmış olduğu eylemlerini başka gaye ile (başka gayedeki kasıt Amerikanın gayesi dışındakiler) yapmış olsaydı o da kesinlikle terörist ve terörizm ile suçlanacaktı.

Demek ki “terörizm” diye adlandırılan aslında görünenlerden ibaret değildir. Bu gerçekle birlikte yürümeleri gerekir eğer ki terör saldırılarını, yapanları, nedenleri ve İslam’la olan ilişkisini değerlendirmek istiyorlarsa.

Terörizmin ne olduğu hakkında önyargı yapmadan bir görüş/şekil belirtmek istiyorlarsa ve al-Rashed’in “terörizm günümüz Müslümanlarına hastır” kanısına cevaben kendilerine mesela Rusya’nın güneyindeki Çeçenistan olayını incelemelerini ve bununla alakalı uluslararası açıklamaları tavsiye edebiliriz.

Çeçenistan’da halk yıllardır Ruslarla kanlı bir mücadele içerisindedir. Geçen asrın 80li yıllarında 2 milyona yakın tebaası olan bu bölge şimdilerde sadece 800 000 nüfusa sahip. Bu sayının gerisi ya öldü ya da bu kanlı mücadeleden dolayı kaçmak zorunda kaldı. Rusya’ya göre Çeçenistan’ın karşı koyması terörist bir eylemdir. Rusya medyası, yapılan saldırıların onay görmesi ve Çeçenistan’daki Rusların hakimiyeti için her zaman “Çeçen teröristlerin tehdidi” beyanını öne sürmektedir. Aynı zamanda, bu karşı koyanları terörist olarak adlandırmayı yanlış gören Amerika ve İngiltere var. Batı medyasında bu yüzden çoğu kez, “özgürlük savaşçıları” gibi adlandırmaları duymaktayız. Hatta, Amerika ve İngiltere bir kaç Çeçen liderine ülkelerinde sığınma sağlamıştır. Çeçenistan’daki olayı daha dikkatli incelersek, bu farklılığın/anlaşmazlığın Rusya’nın jeopolitik anlayışı ile Amerika/İngiltere’nin jeopolitik anlayışı farklı olduğundandır.

Rusya her ne pahasına olursa olsun, Kaukasun’daki ve Hazar denizindeki petrolden dolayı stratejik açıdan çok önemli bir bölge ve hakimiyetini korumak istiyor. buradan zaten Gürcistan ve Özbekistan gibi bölgeleri Amerika’ya devretti. Buna karşın Amerika, Rusya aleyhine de olsa, gücünün etkisini genişletmek istemekte. Bu hedeflerinden dolayı Çeçenlerin Rusya yönetimine karşı tepkileri/saldırıları elbetteki Amerika ve yandaşlarınca desteklenmektedir. Bu yüzdendir ki, Çeçen mücahitleri birinin gözünde “teröristler” diğerinin gözünde “özgürlük savaşçıları” olarak görülmekte.

Bütün bu örnekler terörizm gerçeğini ortaya koymakta ve insanlar terörizmin sonuçlarını çıkartmak isterlerken bu gerçeği göz önünde bulundurmaları gerekir. Asif Dauwood’unda açıkladığı gibi “Terörizm” aslında “adaletsizliğin ortadan kaldırılması” demektir. “Terörizm” bilimsel bir terim değildir ki ne zaman kullanıp kullanılmayacağı belli olsun. Bu daha doğrusu halkı etkilemek için kullanılan siyasi bir alettir.

Buradan yola çıkarak al-Rashed gibi insanların görüşleri yersiz ve geçersizdir. Bu yansıyan gerçeğin daha iyi tarifi şöyledir ki Batı otoriteleri neyin terörizm olduğunu veya olmadığını daha doğrusu kimlerin terörist kimlerin değil olduğunu belirlemekteler. BM’nin genel sekreteri Kofi Annan geçenlerde şu açıklamayı yaptı.

“(Irak’taki) savaş gereksizdi ve BM tüzüğüne aykırıydı”. Bu cümleden Irak halkının ülkelerine ve kendilerine yapılan saldırılara karşı direnmeleri hakları olduğu ve bu direnişleri uluslararası hakların içine girmekte olduğunu itiraf etmektedir. Ve bununla BM’nin ellerinde tutuklu olan erkeklerin, kadınların ve çocukların rehineler olduklarını ve derhal serbest bırakılmaları gerektiği itirafını yapmaktalar. Ve asıl teröristlerin koalisyon güçlerin olduğunu da ima etmekteler. Fakat “Irak’ın kurtarıcıları” hiç bir zaman bu şekilde tarif edilmediler.

İslam Dünyasındaki yoksulluğun sorumluluğu

Anwar İbrahim’in Müslümanlara ve ümmete karşı yapmış olduğu suçlamalarından öte kendisi savunmasında kendisinin bu suçlamayı yapan ilk Müslüman lideri olmadığını vurguladı. Bu şerefe Pakistanlı General Müşerref de 1 Haziran 2004’te Washington Posta yazmış olduğu açık mektubu ile nail oldu. Her ikisi de, kendilerini İslam Devleti’nin önderleri olarak görmekteler ve her ikisi de dünyadaki geri kalmışlıklarının sebebi olarak Müslümanları suçlamaktadırlar. Sadece Anwar İbrahim, İslam ülkelerinin liderlerine işaret etmekte fakat Müşerref değil bu da herhalde İbrahim in Malezya başbakanı olmak isteyişinden kaynaklanmakta ve Müşerref ise zaten Pakistan’ı yönetmekte.

Her ikisi de Müslümanların maddi geri kalmışlıklarını abartılı İslam fikirlerine -aşırı dinci fikirlere- bağlamaktadır. İslam dünyasının maddi açıdan Batı’dan daha geride olduğunu söylemek için propagandaya gerek yok, bakın Hindistan’daki 300 milyon Müslüman’a, Endonezya da ki 200 milyon Müslüman’a, Bangladeş, Pakistan, Afganistan, Suriye, Ürdün, Filistin’deki Müslümanlara.

Fakat bu geri kalmışlığın sebebi gerçekten İslam fikirleri midir?

Bu maddi geri kalmışlığın sebebi olarak İslam’ı göstermelerine cevaben şunu göz ardı etmemek gerekir ki o İslam Devleti, Allah’ın elçisi tarafından Medine kuruldu ve İspanya, Fransa’dan ta Çin’e uzanmaktaydı.

Bu devlet, İslam devleti, saf İslam fikirlerine dayanmaktaydı ki peygamber (sav)’in vefatından sonra bu devletin hakimiyeti Ebu Bekir (ra) tarafından, daha sonra Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra), Emeviler, Abbasiler ve Osmanlılar tarafından sürdürüldü ve bu devlet dünyanın görmüş olduğu en büyük devletti öyle ki Rum ve Bizans imparatorluğundan dahi çok büyük. Bu devlet sadece kuvvetli/otoriter ve Batı Avrupa’daki Hıristiyanların saldırılarına karşı koyabilmekle yetinmediler fakat aynı zamanda çok kalkınmış bir devletti. Ve bu devlet sayesinde diğer devletlerde bilimsel olarak ilerlediler. Mesela, Müslüman olan al-Rıza İslam Devleti’nin kurulduğunda insanın vücudundaki kan dolaşımının sırrını çözmüştü.

Müslümanlar matematik kitapları yazmışlardı ki bu kitaplar, 2. milenyuma kadar Batı Avrupa’daki öğrencilere ders olarak verilmekteydi, Paris’teki İbn Rush Üniversitesi gibi ki orada Nostradamus tıp eğitimini bitirmiştir.

Plato ve Aristotelesin çalışmalarını tercüme edip yorumlayan Müslümanlar al-Farabni İbn Rushd ve İbni Sina, Hıristiyan Avrupa daki insanların düşüncelerini oluşturan Yunan felsefesini bilgilendirdiler.

Yani 1300 yıl boyunca Müslümanlar kalkınmışlıkları ile dünyaya örnek olmaktalardı. Bu gerçekleri, Müslümanların bugünkü bulunmuş oldukları durumdan dolayı gözardı etmekteler ve sadece Batı dünyasında “Hıristiyan-Yahudi” geleneğinden bahsedilmekte fakat bu gerçekleri -her ne kadar çok zaman geçmiş olsa da- göz ardı etmemek gerek şöyle ki bu gerçekler İslam’ın maddi geri kalmışlığa sebep olmadığına açık delillerdir. Peki o halde Müslümanların dünyadaki durumlarını nasıl açıklayacağız, neye dayandıracağız?

Bu hususla ilgili Müslüman düşünürü Takiyyuddin en-Nebhani’nin sözlerini analiz etmemiz gerekir, ki o şöyle demekte: “Müslümanların sorununun ekonomik olduğunu söylemek çok yanlıştır. Bu yoksulluğun çöküntüye ve zenginliğin kalkınmaya sebep olduğu demek olur ki bu doğru değildir. Ferdin kalkınmasının ekonomiyle bir alakası yok ve yine ümmetin kalkınabilmesinin de ekonomi ile alakası yoktur çünkü kalkınmak ancak fikren olur. Bir ulusun en büyük hazinesi fikirleridir. Ve bir jenerasyonun kendisinden sonra gelenlere verebileceği en büyük hazine yine taşımış oldukları fikirlerdir. Eğer ki ekonomik kalkınmışlık geri kalmaya başlarsa bu çabuk toparlanabilir şayet ulus fikren kalkınmışlığını korursa. Eğer ki, bir ulus fikren çöküntü içerisinde olurda sadece ekonomik kalkınmışlığı olursa, bunu kaybedip yoksulluğa mahkum olması an meselesidir.”

Aydın düşünürler Müslümanların sorunlarının maddi geri kalmışlık olmadığını bilmekteler. Bu sadece asıl problemlerinin getirdiği sonuçlardan bir tanesidir. Takiyyuddin en-Nebhani devamında şöyle söylemekte: Yani sorun ekonomik değil, fikridir.

İbrahim ve Müşerref’in Müslümanların fikirlerini aşırı veya İslamî buldukları yerde Takiyyuddin en-Nebhani şöyle demekte: Asıl problem ideolojilerinin fikirlerine güvenmemeleridir.

Burada anlatmak istediği Müslümanların asıl problemleri, maddi geri kalmışlığının sebebi olarak ta, Müslümanların fikirleri İslam’dan uzaklaştığındandır. İnsan olan ancak, duygularını, fikirlerini, isteklerini ve hayat nizamlarını taşımış oldukları ideolojiye uyarlarlarsa ancak o takdirde gerçek bir kalkınma sağlayabilirler hem maddi hem de teknolojik olarak kalkınırlar. Eğer akidelerinden ayrı nizamlarla hayatlarını düzenlemeye çalışırlarsa ve akidelerinden kaynaklanmayan fikirler, duygular içerisinde olurlarsa, şaşırmaya/kaybetmeye mahkum olacak ve devamlı başkalarını takip edeceklerdir.

Buna netlik kazandırmak için şöyle bir misal verebiliriz, kapitalizmin ekonomik sistemini içeren mülkiyet hürriyeti komünist akidesini benimseyen bir ortamda kabul görmez çünkü bu akideye göre fert mülk edinemez, devamlı paylaşmak zorundadır. Böyle içtimai bir hayat yaşayan ulus bu ideolojik çatışmadan dolayı asla kalkınma gerçekleştiremez. Bu Müslümanlar içinde böyledir.

Başarılı olmak için Kapital ekonomik sistemin bütün fikirlerini kabul edip, onun maddi değerlerine göre hayat sürmemiz gerekir. Ve bu sistemi kullanıp da Allah (cc)’ya yaklaşmaya çalışan ve böylece diğer insanlara iyilik yapmaya çalışan insanlar, merdivenin ilk basamağında kalmaya mahkumdurlar.

İşte dünyadaki bütün Müslümanların karşılaştıkları asıl sorun budur. İşte bu da maddi geri kalmışlıklarının asıl sebebidir. Ümmetin hayatı akidelerinden çıkan nizamlara göre değil fakat yabancı fikirlerle düzenlenmektedir. Kendi fikirlerinin bu sistemle bağdaşmadığı gibi diğerleri de akideleri ile bağdaşmamaktadır. Problemin Müslümanlarda ve İslam’da olmadığı artık bir netlik kazanmıştır.

SONUÇ

Şu açıkça ortadadır ki, al-Rashed, Anwar İbrahim ve Müşerref’ın ortaya atmış oldukları fikir, Müslümanların terörizme, yoksulluğa ve maddi geri kalmışlığa sebep oldukları, yanlıştır. Terörizmin günümüz Müslümanlara has bir özellik olduğunu söyleyenler öncelikle bu terörizm kavramını kimlerin koyduğunu ve kimlere niçin yakıştırıldığını bilmeleri gerekir. Ve İslam dünyasının maddi geri kalmışlığının sebebi ise Müslümanların akidelerine uygun bir sistemin olmayışındandır. Bu gerçeği İslam ülkelerinin liderleri, Müşerref gibi insanların, anlayıp kavramaları gerekir. Otorite/yönetim onların elinde olduğundan sistemi de değiştirebilecek kişiler onlardır fakat onlar yinede İslam’ın yerine küfrü tercih edip onunla yönetmekteler. Müslümanların problemlerinin çarelerini küfür nizamlarında aradıkları gibi Müşerref gibi liderlerde ümmetin tepkisine rağmen Küfür sistemi ile yönetmekteler.

Buraya kadar ele aldığımız suçlamaların asıl gayeleri sadece Müslümanların fikirlerini karıştırmak/saptırmak içindir. Sonunda fikirlerindeki şüpheleri kalplerine yansısın diye. Tıpkı yalana karşı doğruyu söyleyememe korkusu gibi...

Bu şekilde İslam devletinin geri gelmesini ve İslamî yaşamı söndürmek/ isteğini engellemek istiyorlardır.

Yani al-Rashed’in, Anwar İbrahim’in ve Müşerref’in çizmiş oldukları yolda yürümek yani İslam fikirlerinde ve çözümlerinden yüz çevirmek, problemin aslını oluşturmaktadır.

İslam ümmeti tek doğru akideye sahiptir ve bu akide gerçeklerle bağdaşmaktadır. Ve ümmet akidesinde tek doğru nizamlara sahiptir. Bu doğruya yüz çevirerek kalkınmaya çalışmak çok büyük hata olur.

Doğru bir kalkınma ve liderlik ancak doğru bir akide ile gerçekleşebilir.

Yani: LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDUN RASULULLAH

Kaynak: Expliciet.nl

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

 

Yukarı