|
|
|
TEFSİR: BAKARA
SURESİ
AYET: 174-177
|
|
|
Esad MANSUR |
|
| |
|
“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin
vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte
onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey
değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları
temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.
Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da
azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar
dayanıklıdırlar!
O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır.
(Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette
derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.” (Bakara 174-176)
|
Bu ayetler Yahudiler hakkında indirildi. Onlar Hz. Muhammed (sav)’in
gerçeğini bildikleri halde haset ederek ve liderliği severek bunu
gizlediler. Müşrik Araplardan buna karşı hediyeler ve değerli
eşyalar aldılar. Müşrik Arapların dini ve putlarını övdüler ve
Muhammed’in dininden daha üstün olarak gösterdiler. Hz. Muhammed
(sav)’in İsrailoğulları’ndan gelmediği için kendilerinin üstün
olduklarını ve insanların önderleri olarak kendilerini görüyorlardı.
Bu nedenle, Müşrik Araplar onlara başvuruyorlardı. İşte Yahudiler bu
liderlik mevkiini kaybetmek istemiyorlardı. Putperestliği Allah’ın
dini olan İslam’dan daha üstün gösterdiler. Oysa, Hz. Muhammed
(sav)’in gerçeği kitaplarında yazılıydı. Az parayla bunu gizlediler.
Böylece yahudiler az parayla Kitap’ta geçen gerçekleri gizlediler.
Allah-u Teâla, kıyamet günü onların ancak karınları dolusu ateş
yiyecekleri bildirdi. Aynı anda onları hiç tezkiye etmeyecektir.
Onları hiç temize çıkartmayacaktır. Bunun manası; onlar hakkında af
çıkartmayacaktır. Daha doğrusu onlar için pek elem ve acılı azap
hazırladı.
Zira, Yahudiler bu hareketle hidayeti satıp yerine dalaleti satın
aldılar. Yine mağfireti satıp yerine azabı satın aldılar. Bunlar ne
hidayet ne de mağfiret istiyorlar. Dünya malını istiyorlar. Bu
nedenle, dinlerini tahrif ettiler ve bir kısmını gösterdiler ve
başka kısmını gizlediler. Bir takım haramları helal kıldılar.
Örneğin; önce İsrailoğulları’ndan olmayanlarla faizi helal kıldılar.
Ondan sonra, kendileri arasında faizi serbest kıldılar. Bir çok
haram, önce İsrailoğulları dışında olanlarla mubah kılındı. Ondan
sonra aralarında bu haram işlenmeye başladı. Allah-u Teâla bunlarla
alay ederek şöyle dedi:
|
“Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde
dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle
uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.”
(Al-i İmran 24)
|
Allah-u Teâla, İsrailoğulları hakkında bu haberi aktarırken bizi
uyarıyor. Onlar gibi olmayın! Çünkü, usulde haber ifadesi talep
ifadesidir. Eğer Allah-u Teâla bir haber aktarırsa bizden bir talep
istiyor demektir. Bu birinci noktadır. İkinci nokta ise; bu ayetin
ifadesi geneldir. Öyleyse İsrailoğulları’ nı kapsadığı gibi
Müslümanları da kapsıyor. Üçüncü nokta ise; eskilerin kıssaları
bizim için ibrettir, ondan ders almalıyız.
Yusuf süresinde Yusuf kıssasını anlattıktan sonra son ayetinde (111.
ayette) bu gerçeği göstermiştir. Öyleyse, Müslümanlar ve özellikle
alimler eğer Kuran’dan bir şey gizlerlerse İsrailoğulları gibi
olurlar! Karınlarına ateş yerler, Allah onlarla kıyamet günü
konuşmaz, onları tezkiye etmez ve acılı azaba uğratacaktır.
Allah-u Teâla, eskilerin kıssalarını boşuna anlatmıyor, sadece bir
hikaye veya roman göstermiyor. Bu kıssalarla bizi uyarıyor. Aynı şey
yapmamak içindir. Yoksa aynı duruma düşeriz! Çünkü, bu halde
onlardan daha üstün olamayız. Ancak imanla, Salih amelle, cihatla,
takvayla, marufu emretmek, münkeri nehyetmek, zalime karşı gelmek,
Allah’a daveti yüklemek ve Allah’ın indirdiğini tam şekilde
uygulamakla en üstün oluruz.
Allah Kitap’ı hakla indirince buna inanmıyorlar, bu azaba müstahak
oldular. Hz. Muhammed (sav)’in gönderilişiyle herkes sorumlu oldu.
Zira Allah-u Teâla, “Çünkü bu Kitap’ı hakla
indirdik” ayeti bu konuyu içerir. Herkesi
azaba götürebiliriz, eğer inanmazsa Kitap’ı uygulamazsa ve
açıklamazsa.
İsrailoğulları bu Kitap’ı, Kuran’ı duyunca O’nun hakkında aralarında
derin ihtilaf hasıl oldu. Çünkü, Kuran’ın hak olduğunu bildiler.
Fakat mesele buna inanmaktır. Haset ettiler ve liderliği isteyip
bilerek Kuran’ı ret ettiler ve O’nunla savaştılar. Onlardan akıllı
ve insaflı olanlar inandılar. Böylece aralarında derin ihtilaf oldu;
ya küfürde devam edecekler yada hakkı kabul edeceklerdi. Kuran’da
İsrailoğulları’ndan söz ederken birçok ayette ‘onlardan bir kısmı
inandı, fakat çoğu inanmadı’ diye gösterdi.
|
“ İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan
inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?
Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar.
Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan
bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 16)
|
|
“Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, peygamberliği de
kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru
yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.
Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem
oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona
uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları
ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını
kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de
onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da
yoldan çıkmışlardır.” (Hadid 26-27)
|
|
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a
inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok
iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan
çıkmışlardır.” (Al-i İmran 110)
|
|
“(Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet
ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir
kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz
çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını
onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan
çıkmışlardır.” (Maide 49)
|
|
“Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş
olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu
yoldan çıkmışlardır.” (Maide 81)
|
Onlar hakkında birkaç ayet geçmiştir. Hz. Muhammed (sav)’e ayet
indikçe kafirlikleri ve azgınlıkları artıyordu.
|
“ Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır
(sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet
olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir.
Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını
ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık
ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi
uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde
bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Maide
64)
|
|
“Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size
indirileni hakkıyla uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde
değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür
ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme.”
(Maide 68)
|
(Bakara 109)’da Ehli Kitap ve özellikle Yahudiler, Hz. Muhammed
(sav)’e haset ettikleri için müminleri imanlarından çevirmek için
çalıştıklarını gösteriyor. Bugün Yahudiler ve Hıristiyanlar belki
tarihte ilk defa Müslümanlara karşı birleşip demokrasi adı altında
büyük savaş açtılar. Müslümanları dinlerinden çevirmek için büyük
savaş ve mücadele yürütmektedirler. Çünkü bu asırda Yahudiler ve
Hıristiyanların tümü kapitalizmin temeli olan laikliğe inandılar.
Artık dinleri hayatta hiçbir rol oynamaz. Oysa Müslümanlar, hala
dinlerine bağlılık gösteriyorlar. Onları dinlerinden çevirmek için
demokrasiye çağırıyorlar, daha doğrusu onlara demokrasiyi zorla
kabul ettirmek istiyorlar. Demokrasinin manası; halkın
hakimiyetidir. İnsanların hürriyetidir. O zaman halk hürdür, dine
boyun eğmez. Demokrasi seçimdir. Bir Çok Müslüman yanlış
söylemektedir. Oysa seçim bir üsluptur, demokrasinin manası
değildir. Bu sebeple Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanları birer
demokrat haline getirmeye çalışıyorlar. Demokrat olunca dini
hayattan ayırır, kısaca laik olurlar. Böylece müminleri dinlerinden
çevirirler.
|
“ İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı
tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki,
Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır.
(Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara,
yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar,
namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine
getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte
doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak
onlardır!” (Bakara 177)
|
Bu ayet sanki İslam’ın bütün ilkelerini özetledi. Hem de iyiliğin ne
olduğunu açıkladı. Pek derin ve birçok ilk içeren ayettir. Ehli
Kitap, ibadet ederken Kudüs’e doğru yöneliyorlardı. Müslümanlar da
ilk zaman Kudüs’e doğru namaza yöneliyorlardı. Ondan sonra Mekke’ye
(Kâbe’ye) doğru yönelmeye başladılar. Ehli Kitap ve bazı Müslümanlar
bunu beğenmedi. Allah-u Teâla bu münasebetle bu ayeti indirdi.
Mesele doğuya veya batıya yönelmek değildir. İyilik bu değildir.
İyilik; iman ve Allah’ın emirlerine uymaktır.
İmanın ne olduğunu göstermiştir. Allah, kıyamet günü, melekler,
kitaplar ve nebiler. Altıncı rükün ise; kaza ve kaderdir. Ayette
geçmedi. Ancak kaza ve kaderin mahiyeti akidevi ve kendisinin bir
akide olduğu için akide konusuna dahil edilmiştir.
Kazanın manası; varlık
sisteminin getirdiği hususlarla beraber, insan iradesinin dışında
insandan veya insan üzerinde zorla vuku bulan hususlardır. Aynı anda
insan bu hususların vukuunu engelleyemiyor. Varlık sisteminin
gerektirdiği hususlardan birkaç örnek verecek olursak; insanın
rengi, boyu, normal şekilde su üzerinde yürüyememesi ve havada
uçamaması, insanın rızkı, eceli vb. insanın iradesi dışında olup
engelleyemediği fiillerden, kazalar, ani arızayla bir uçağın
düşmesi, hatayla bir insanı öldürmek vb. insan bunun Allah’tan
olduğuna inanmaktadır. Bunu inkâr etmek küfürdür!
Kader ise; eşyaların özellikleridir. Örneğin; gözlerdeki görme,
kulaklarda işitme özelliği, bıçakta kesme, ateşte yakma
özellikleridir. Bütün bu özellikler Allah tarafından yaratıldı.
İnsan bu özellikleri hayırda ve şerde kullanabilir.
Bir hadisi şerifte, imanın Allah’a, Meleklere, Kıyamet Gününe,
Peygamberlere, Kitaplara ve Kaderin hayrı ve şerri Allah’tan
olduğuna inanmaktır. Fakat, bu kaderin manası, Levhi Mahfuz’daki
yazıya inanmaktır. Bu kader ise; Kaza ve Kader konusundan parça olan
Kaderden farklıdır. Kaza ve kader’deki Kader; eşyalardaki
özelliklerdir. Buna inanmak gerekir, onu inkâr etmek küfürdür.
Hadiste geçen Kader, Allah’ın Levhi Mahfuz’da yazdığı ilimdir, hayır
olsun şer olsun, hepsi yazılıdır. Ama bu ilim insanı hayır veya şer
işlemeye zorlamıyor. Yalnız ezelden beri Allah’ın insanın iradesiyle
işleyeceği hayır veya şerrin bilmesidir. Buna inanmak da gerekir.
Allah’a inanmak temeldir. Bunun manası; yaratıcının Allah olduğuna
ve tek yaratıcı, tek ilah ve tek rabbin olduğuna inanmaktır. Nasıl
alemleri yarattı, düzenledi ve her şeyi bir kanuna bağladı,
insanların kendi işlerini yürütmek için bir nizam şeriat indirdi.
Buna inanmak gerekir. Bunun için peygamber ve resuller gönderdi. Bu
şeriatı tebliğ etmek için gönderdi. Şeriatı içeren kitaplar indirdi.
Son Kitap Kuran’dır. Buna inanmak gerekir. İçerdiğine de inanmak
gerekir. Yoksa sadece bir kitabın var olduğuna inanmak hiç yeterli
değildir. İçerdiğine inanmak ve içerdiğinin tatbik edilmesinin
gerekliliğine inanmaktır. Birçok Müslüman sadece Kuran’ın Allah’tan
nazil olduğuna inanıyor. Ama içerdiğinin uygulanmasının vacip
olduğuna inancından gafildirler.
Meleklerin görevleri pek çoktur. Herkes kendisiyle beraber iki
meleğin var olduğunu hatırlamalıdır. Biri insanın amelini ve sözünü
yazıyor, diğeri de kontrol ediyor. İnsan bunu aklında devamlı
tutsun, kıyamet günü bu meleğin yazdığı kitap insana teslim
edilecektir. Buna inanmalıdır. İşte, meleklerin varlığına ve
görevlerine inanmak gerekir. İnsan bunu sürekli düşünürse Allah’tan
daha fazla korkar ve meleklerden çekinir. Resulullah (sav)’in bir
hadisinde bizimle beraber olan meleklerden haya etmemizi talep etti.
İnsanın canını onlar alıyorlar, kişi kafir ise onun canını alırken
ona azap verirler.
|
“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıcı cehennem
azabını" (diyerek) o kafirlerin canlarını alırken onları bir
görseydin!” (Enfal 50)
|
İnsanın başına bir musibet gelmeyecekse yalnızca melekler bu musibet
gelmesin diye insanı korurlar.
|
“Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler
(melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri
değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir
topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir
şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d
11)
|
Ama, insanın başına bir musibetin geleceği yazılmışsa melekler
çekilirler. İnsan sadece kendini görüyor, sanki Allah ondan başka
bir insan veya başka bir şey yaratmadı, böylece aldanıp Allah’a
isyan eder, ahirette cenneti garanti etmişçesine kibirlenir, Allah’a
kulluk etmeyi düşünmez, oysa Allah melekleri de yarattı, onlar
Allah’a kulluk ediyorlar ve O’na hiçbir şekilde isyan etmiyorlar,
bizim durmadan nefes aldığımız gibi onlarda sürekli Allah’ı tespih
ediyorlar. Bu nedenle, Allah (cc) hiç bize aldırış etmez, ancak biz
Allah (cc)’nin dikkatini bize çekmek için çalışmalıyız. Biz gece
gündüz Allah (cc)’e kulluk etmezsek ve dua etmezsek Allah (cc) bize
aldırış etmez. Çünkü kendisini gece-gündüz tespih eden varlıklar
yani melekler ve onlar O’nun emrini hemen yerine getirirler. Oysa
Allah’ın bize aldırış etmesi için çalışmalıyız.
|
“(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne
diye değer versin? (Ey inkarcılar! Size Resûl'ün bildirdiklerini)
kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!”
(Furkan 77)
|
Kıyamet gününe ve öteki hayata inanmak, insanın geleceğini gösterir.
İnsan bu inancı hatırladıkça dünyaya bağlılık göstermez, içi rahat
olur, bir musibet başına gelirse aldırış etmez, çünkü öteki hayata
inanıyor, onu düşünüyor, ümitsizliği tanımaz. Bu inanç insanı iyi
bir insan haline getirir, mutlu kılar. Allah’tan korkar; çünkü
kıyamet gününün korkunç sahnelerini düşündükçe ve zihninde tasavvur
ettikçe korkusu ve takvası artar.
Allah-u Teâla bu ayette önce akideyi gösterdi, ondan sonra bu temele
dayalı ameli gösterdi; akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolda
parasız kalanlara, muhtaç olanlara, azat edilecek kölelere mal ve
para vermektir. Allah bu insanlara vermeyerek sabırlarını dener,
buna göre sevabı ve ödülü verir. Başka insanlara verir, bunların o
muhtaç olan insanlara verip vermeyeceklerini imtihan eder. Oysa
onları da muhtaç insan haline getirebilirdi. İnsan Allah (cc)’ın
kendisine verdiği malın Allah (cc)’a ait olduğuna inanmalı ve bunu
hep düşünmelidir. Bu elinde bir emanettir, emanet veren Allah (cc)’ın
emrine göre bu malı dağıtmalıdır. Böylece severek, kalbinden gelen
bir istekle bunlara vermelidir. Eğer bunlara verirken minnet
gösterirse, hiç sevap alamayacak, aksine günah işlemiş olup Allah (cc)’ın
dünyada cezasından korkmalı. Belki, Allah onu bir gün mahrum kılar
veya muhtaç bırakır. Ayette “severek” diye geçti. Bu ifade
çok önemlidir. Eğer seve seve insan tasadduk etmezse bu onun
cimriliğinin, kibirliğinin ve nankörlüğünün göstergesidir. Ey zengin
kimse, kim sana bu malı verdi? Allah (cc) diyeceksin. Öyleyse nasıl
kibirleniyorsun, nankörlük ediyorsun ve cimri oluyorsun?
|
“ Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda)
harcamadıkça "iyi"ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu
hakkıyla bilir.” (Al-i İmran 92)
|
İman ev Allah için harcamak konularından sonra ibadet konusuna
geldi: Namazı ikame etmek ve zekât vermektir. Zekât ibadettir, Allah
için harcama konusundan sayılmasına rağmen ayrıca gösterildi. Çünkü
zekât muhtaç olan var veya yok daima verilmelidir. Yukarıdan
“severek harcamak” konusu ise, muhtaç olunca gerçekleşiyor.
Ahit verenler ahitlerine vefakârlık gösterirler. Müslüman bir söz
verirse veya biriyle sözleşme yaparsa yerine getirmelidir. Yoksa
münafıkların sıfatlarından bir sıfata sahip olur. Hadisi şerifte
geçtiği gibi:
“Münafıkların sıfatı üçtür. Konuşursa yalan söyler, söz verirse
yerine getirmez ve kendisine emanet verilirse buna ihanet eder.”
(Buhari)
Ancak şeriata aykırı bir söz vermez, verirse yerine getirmez ve
tövbe eder. Devlet dahi şeriata aykırı bir sözleşme yaparsa bu
sözleşme batıldır, yerine getirilmez, Müslümanlar ona uymazlar.
Sıkıntı ve zararlara karşı sabırlı olmak, imanın meyvesindendir.
İnsan Kaza ve Kadere inanınca; kendi iradesi dışında meydana gelen
her şeyin Allah’tan olduğuna ve bir imtihan olduğuna inanınca
sabırlı olur. Feryat etmez ve isyan etmez. Nitekim Allah birçok
ayette insanı her konuda imtihan edeceğini duyurmuştur. Dünyada
insan sıkıntısız ve zararsız hayat süremez. Muhakkak, başına bir şey
gelecektir. Bu nedenle sabretmek farzdır ve sevabı büyüktür. Yine
aynı şekilde savaşta sabretmekte farzdır; savaşırken dayanmalı ve
gördüğü zararlara karşı sabretmelidir. Düşmanlardan korkmamak ve
onların önünden kaçmamalıdır. Zira, savaşta en önemli husus;
sabretmek ve dayanmaktır. Resullullah (sav):
“Bilin ki … zafer sabırla gerçekleşir”
(Müslim)
Düşman acı çekiyor, sen de acı çekiyorsun, fakat kim dayanır ve
sabrederse o kazanır.
İşte sadık olanlar ve takvalı olanlar bunlardır. Bir kimsede bu
sıfatlar bulunursa diğer sıfatlar muhakkak bulunur. Namaz kılan
muhakkak oruç tutar, zekat veren şüphesiz ki, hac yapmak için
çalışır, muhtaçlara severek harcayan Allah uğrunda harcar. Savaşta
sabırlı olan kimse zalim yöneticilere karşı dayanır, hiçbir kimseden
çekinmez, hakkı söyler, marufu emreder ve münkeri nehyeder. Çünkü,
kellesini Allah uğrunda feda etmeye hazırdır.
Bu ayette geçen sıfatlar sadakatin ve takvanın temelleridir, diğer
hususlar ise buna dayalıdır. Başka bir ifadeyle, bu takvanın
sıfatlarıyla sıfatlanan kimse kalan sıfatlarla vasıflanmaya çalışır.
Bu nedenle Allah-u Teâla, sadık olanlar ve takvalı olanların bunlar
olduklarını beyan etmiştir. |
|
YIL 15 SAYI
181 ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005
|
|
|
|
|
|
|