Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ

AYET: 174-177

Esad MANSUR

 

“Allah'ın indirdiği kitaptan bir şeyi (âhir zaman Peygamberinin vasıflarını) gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yeyip de karınlarına doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur ve ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.

Onlar doğru yol karşılığında sapıklığı, mağfirete bedel olarak da azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne kadar dayanıklıdırlar!

O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.” (Bakara 174-176)

Bu ayetler Yahudiler hakkında indirildi. Onlar Hz. Muhammed (sav)’in gerçeğini bildikleri halde haset ederek ve liderliği severek bunu gizlediler. Müşrik Araplardan buna karşı hediyeler ve değerli eşyalar aldılar. Müşrik Arapların dini ve putlarını övdüler ve Muhammed’in dininden daha üstün olarak gösterdiler. Hz. Muhammed (sav)’in İsrailoğulları’ndan gelmediği için kendilerinin üstün olduklarını ve insanların önderleri olarak kendilerini görüyorlardı. Bu nedenle, Müşrik Araplar onlara başvuruyorlardı. İşte Yahudiler bu liderlik mevkiini kaybetmek istemiyorlardı. Putperestliği Allah’ın dini olan İslam’dan daha üstün gösterdiler. Oysa, Hz. Muhammed (sav)’in gerçeği kitaplarında yazılıydı. Az parayla bunu gizlediler. Böylece yahudiler az parayla Kitap’ta geçen gerçekleri gizlediler. Allah-u Teâla, kıyamet günü onların ancak karınları dolusu ateş yiyecekleri bildirdi. Aynı anda onları hiç tezkiye etmeyecektir. Onları hiç temize çıkartmayacaktır. Bunun manası; onlar hakkında af çıkartmayacaktır. Daha doğrusu onlar için pek elem ve acılı azap hazırladı.

Zira, Yahudiler bu hareketle hidayeti satıp yerine dalaleti satın aldılar. Yine mağfireti satıp yerine azabı satın aldılar. Bunlar ne hidayet ne de mağfiret istiyorlar. Dünya malını istiyorlar. Bu nedenle, dinlerini tahrif ettiler ve bir kısmını gösterdiler ve başka kısmını gizlediler. Bir takım haramları helal kıldılar. Örneğin; önce İsrailoğulları’ndan olmayanlarla faizi helal kıldılar. Ondan sonra, kendileri arasında faizi serbest kıldılar. Bir çok haram, önce İsrailoğulları dışında olanlarla mubah kılındı. Ondan sonra aralarında bu haram işlenmeye başladı. Allah-u Teâla bunlarla alay ederek şöyle dedi:

 

“Onların bu tutumları: Bize ateş, sadece sayılı günlerde dokunacaktır, demelerinin bir sonucudur. Onların vaktiyle uydurdukları şeyler de dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştır.” (Al-i İmran 24)

Allah-u Teâla, İsrailoğulları hakkında bu haberi aktarırken bizi uyarıyor. Onlar gibi olmayın! Çünkü, usulde haber ifadesi talep ifadesidir. Eğer Allah-u Teâla bir haber aktarırsa bizden bir talep istiyor demektir. Bu birinci noktadır. İkinci nokta ise; bu ayetin ifadesi geneldir. Öyleyse İsrailoğulları’ nı kapsadığı gibi Müslümanları da kapsıyor. Üçüncü nokta ise; eskilerin kıssaları bizim için ibrettir, ondan ders almalıyız.

Yusuf süresinde Yusuf kıssasını anlattıktan sonra son ayetinde (111. ayette) bu gerçeği göstermiştir. Öyleyse, Müslümanlar ve özellikle alimler eğer Kuran’dan bir şey gizlerlerse İsrailoğulları gibi olurlar! Karınlarına ateş yerler, Allah onlarla kıyamet günü konuşmaz, onları tezkiye etmez ve acılı azaba uğratacaktır.

Allah-u Teâla, eskilerin kıssalarını boşuna anlatmıyor, sadece bir hikaye veya roman göstermiyor. Bu kıssalarla bizi uyarıyor. Aynı şey yapmamak içindir. Yoksa aynı duruma düşeriz! Çünkü, bu halde onlardan daha üstün olamayız. Ancak imanla, Salih amelle, cihatla, takvayla, marufu emretmek, münkeri nehyetmek, zalime karşı gelmek, Allah’a daveti yüklemek ve Allah’ın indirdiğini tam şekilde uygulamakla en üstün oluruz.

Allah Kitap’ı hakla indirince buna inanmıyorlar, bu azaba müstahak oldular. Hz. Muhammed (sav)’in gönderilişiyle herkes sorumlu oldu. Zira Allah-u Teâla, “Çünkü bu Kitap’ı hakla indirdik” ayeti bu konuyu içerir. Herkesi azaba götürebiliriz, eğer inanmazsa Kitap’ı uygulamazsa ve açıklamazsa.

İsrailoğulları bu Kitap’ı, Kuran’ı duyunca O’nun hakkında aralarında derin ihtilaf hasıl oldu. Çünkü, Kuran’ın hak olduğunu bildiler. Fakat mesele buna inanmaktır. Haset ettiler ve liderliği isteyip bilerek Kuran’ı ret ettiler ve O’nunla savaştılar. Onlardan akıllı ve insaflı olanlar inandılar. Böylece aralarında derin ihtilaf oldu; ya küfürde devam edecekler yada hakkı kabul edeceklerdi. Kuran’da İsrailoğulları’ndan söz ederken birçok ayette ‘onlardan bir kısmı inandı, fakat çoğu inanmadı’ diye gösterdi.

İman edenlerin Allah'ı anma ve O'ndan inen Kur'an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onlardan bir çoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadid 16)

 

“Andolsun ki biz, Nuh'u ve İbrahim'i gönderdik, peygamberliği de kitabı da onların soyuna verdik. Onlardan (insanlardan) kimi doğru yoldadır; içlerinden birçoğu da yoldan çıkmışlardır.

Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik. Uydurdukları ruhbanlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (Hadid 26-27)

 

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran 110)

 

“(Sana şu talimatı verdik): Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” (Maide 49)

 

“Eğer onlar Allah'a, Peygamber'e ve ona indirilene iman etmiş olsalardı onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi; fakat onların çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Maide 81)

 

Onlar hakkında birkaç ayet geçmiştir. Hz. Muhammed (sav)’e ayet indikçe kafirlikleri ve azgınlıkları artıyordu.

Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden elleri bağlanası ve lânet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıktır, dilediği gibi verir. Andolsun ki sana Rabbinden indirilen, onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttırır. Aralarına, kıyamete kadar (sürecek) düşmanlık ve kin soktuk. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa (fitneyi uyandırmışlarsa) Allah onu söndürmüştür. Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.” (Maide 64)

“Ey Kitap ehli! Siz, Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirileni hakkıyla uygulamadıkça, (doğru) bir şey (yol) üzerinde değilsinizdir" de. Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun küfür ve azgınlığını elbette artıracaktır. Kafirler topluluğuna üzülme.” (Maide 68)

(Bakara 109)’da Ehli Kitap ve özellikle Yahudiler, Hz. Muhammed (sav)’e haset ettikleri için müminleri imanlarından çevirmek için çalıştıklarını gösteriyor. Bugün Yahudiler ve Hıristiyanlar belki tarihte ilk defa Müslümanlara karşı birleşip demokrasi adı altında büyük savaş açtılar. Müslümanları dinlerinden çevirmek için büyük savaş ve mücadele yürütmektedirler. Çünkü bu asırda Yahudiler ve Hıristiyanların tümü kapitalizmin temeli olan laikliğe inandılar. Artık dinleri hayatta hiçbir rol oynamaz. Oysa Müslümanlar, hala dinlerine bağlılık gösteriyorlar. Onları dinlerinden çevirmek için demokrasiye çağırıyorlar, daha doğrusu onlara demokrasiyi zorla kabul ettirmek istiyorlar. Demokrasinin manası; halkın hakimiyetidir. İnsanların hürriyetidir. O zaman halk hürdür, dine boyun eğmez. Demokrasi seçimdir. Bir Çok Müslüman yanlış söylemektedir. Oysa seçim bir üsluptur, demokrasinin manası değildir. Bu sebeple Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanları birer demokrat haline getirmeye çalışıyorlar. Demokrat olunca dini hayattan ayırır, kısaca laik olurlar. Böylece müminleri dinlerinden çevirirler.

İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Müttakîler ancak onlardır!” (Bakara 177)

Bu ayet sanki İslam’ın bütün ilkelerini özetledi. Hem de iyiliğin ne olduğunu açıkladı. Pek derin ve birçok ilk içeren ayettir. Ehli Kitap, ibadet ederken Kudüs’e doğru yöneliyorlardı. Müslümanlar da ilk zaman Kudüs’e doğru namaza yöneliyorlardı. Ondan sonra Mekke’ye (Kâbe’ye) doğru yönelmeye başladılar. Ehli Kitap ve bazı Müslümanlar bunu beğenmedi. Allah-u Teâla bu münasebetle bu ayeti indirdi. Mesele doğuya veya batıya yönelmek değildir. İyilik bu değildir. İyilik; iman ve Allah’ın emirlerine uymaktır.

İmanın ne olduğunu göstermiştir. Allah, kıyamet günü, melekler, kitaplar ve nebiler. Altıncı rükün ise; kaza ve kaderdir. Ayette geçmedi. Ancak kaza ve kaderin mahiyeti akidevi ve kendisinin bir akide olduğu için akide konusuna dahil edilmiştir. Kazanın manası; varlık sisteminin getirdiği hususlarla beraber, insan iradesinin dışında insandan veya insan üzerinde zorla vuku bulan hususlardır. Aynı anda insan bu hususların vukuunu engelleyemiyor. Varlık sisteminin gerektirdiği hususlardan birkaç örnek verecek olursak; insanın rengi, boyu, normal şekilde su üzerinde yürüyememesi ve havada uçamaması, insanın rızkı, eceli vb. insanın iradesi dışında olup engelleyemediği fiillerden, kazalar, ani arızayla bir uçağın düşmesi, hatayla bir insanı öldürmek vb. insan bunun Allah’tan olduğuna inanmaktadır. Bunu inkâr etmek küfürdür!

Kader ise; eşyaların özellikleridir. Örneğin; gözlerdeki görme, kulaklarda işitme özelliği, bıçakta kesme, ateşte yakma özellikleridir. Bütün bu özellikler Allah tarafından yaratıldı. İnsan bu özellikleri hayırda ve şerde kullanabilir.

Bir hadisi şerifte, imanın Allah’a, Meleklere, Kıyamet Gününe, Peygamberlere, Kitaplara ve Kaderin hayrı ve şerri Allah’tan olduğuna inanmaktır. Fakat, bu kaderin manası, Levhi Mahfuz’daki yazıya inanmaktır. Bu kader ise; Kaza ve Kader konusundan parça olan Kaderden farklıdır. Kaza ve kader’deki Kader; eşyalardaki özelliklerdir. Buna inanmak gerekir, onu inkâr etmek küfürdür. Hadiste geçen Kader, Allah’ın Levhi Mahfuz’da yazdığı ilimdir, hayır olsun şer olsun, hepsi yazılıdır. Ama bu ilim insanı hayır veya şer işlemeye zorlamıyor. Yalnız ezelden beri Allah’ın insanın iradesiyle işleyeceği hayır veya şerrin bilmesidir. Buna inanmak da gerekir.

Allah’a inanmak temeldir. Bunun manası; yaratıcının Allah olduğuna ve tek yaratıcı, tek ilah ve tek rabbin olduğuna inanmaktır. Nasıl alemleri yarattı, düzenledi ve her şeyi bir kanuna bağladı, insanların kendi işlerini yürütmek için bir nizam şeriat indirdi. Buna inanmak gerekir. Bunun için peygamber ve resuller gönderdi. Bu şeriatı tebliğ etmek için gönderdi. Şeriatı içeren kitaplar indirdi. Son Kitap Kuran’dır. Buna inanmak gerekir. İçerdiğine de inanmak gerekir. Yoksa sadece bir kitabın var olduğuna inanmak hiç yeterli değildir. İçerdiğine inanmak ve içerdiğinin tatbik edilmesinin gerekliliğine inanmaktır. Birçok Müslüman sadece Kuran’ın Allah’tan nazil olduğuna inanıyor. Ama içerdiğinin uygulanmasının vacip olduğuna inancından gafildirler.

Meleklerin görevleri pek çoktur. Herkes kendisiyle beraber iki meleğin var olduğunu hatırlamalıdır. Biri insanın amelini ve sözünü yazıyor, diğeri de kontrol ediyor. İnsan bunu aklında devamlı tutsun, kıyamet günü bu meleğin yazdığı kitap insana teslim edilecektir. Buna inanmalıdır. İşte, meleklerin varlığına ve görevlerine inanmak gerekir. İnsan bunu sürekli düşünürse Allah’tan daha fazla korkar ve meleklerden çekinir. Resulullah (sav)’in bir hadisinde bizimle beraber olan meleklerden haya etmemizi talep etti. İnsanın canını onlar alıyorlar, kişi kafir ise onun canını alırken ona azap verirler.

“Melekler yüzlerine ve arkalarına vurarak ve "Tadın yakıcı cehennem azabını" (diyerek) o kafirlerin canlarını alırken onları bir görseydin!” (Enfal 50)

İnsanın başına bir musibet gelmeyecekse yalnızca melekler bu musibet gelmesin diye insanı korurlar.

“Onun önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu koruyan takipçiler (melekler) vardır. Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez. Allah bir topluma kötülük diledi mi, artık onun için geri çevrilme diye bir şey yoktur. Onların Allah'tan başka yardımcıları da yoktur.” (Ra’d 11)

Ama, insanın başına bir musibetin geleceği yazılmışsa melekler çekilirler. İnsan sadece kendini görüyor, sanki Allah ondan başka bir insan veya başka bir şey yaratmadı, böylece aldanıp Allah’a isyan eder, ahirette cenneti garanti etmişçesine kibirlenir, Allah’a kulluk etmeyi düşünmez, oysa Allah melekleri de yarattı, onlar Allah’a kulluk ediyorlar ve O’na hiçbir şekilde isyan etmiyorlar, bizim durmadan nefes aldığımız gibi onlarda sürekli Allah’ı tespih ediyorlar. Bu nedenle, Allah (cc) hiç bize aldırış etmez, ancak biz Allah (cc)’nin dikkatini bize çekmek için çalışmalıyız. Biz gece gündüz Allah (cc)’e kulluk etmezsek ve dua etmezsek Allah (cc) bize aldırış etmez. Çünkü kendisini gece-gündüz tespih eden varlıklar yani melekler ve onlar O’nun emrini hemen yerine getirirler. Oysa Allah’ın bize aldırış etmesi için çalışmalıyız.

“(Resûlüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? (Ey inkarcılar! Size Resûl'ün bildirdiklerini) kesinkes yalan saydınız; onun için azap yakanızı bırakmayacaktır!” (Furkan 77)

Kıyamet gününe ve öteki hayata inanmak, insanın geleceğini gösterir. İnsan bu inancı hatırladıkça dünyaya bağlılık göstermez, içi rahat olur, bir musibet başına gelirse aldırış etmez, çünkü öteki hayata inanıyor, onu düşünüyor, ümitsizliği tanımaz. Bu inanç insanı iyi bir insan haline getirir, mutlu kılar. Allah’tan korkar; çünkü kıyamet gününün korkunç sahnelerini düşündükçe ve zihninde tasavvur ettikçe korkusu ve takvası artar.

Allah-u Teâla bu ayette önce akideyi gösterdi, ondan sonra bu temele dayalı ameli gösterdi; akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolda parasız kalanlara, muhtaç olanlara, azat edilecek kölelere mal ve para vermektir. Allah bu insanlara vermeyerek sabırlarını dener, buna göre sevabı ve ödülü verir. Başka insanlara verir, bunların o muhtaç olan insanlara verip vermeyeceklerini imtihan eder. Oysa onları da muhtaç insan haline getirebilirdi. İnsan Allah (cc)’ın kendisine verdiği malın Allah (cc)’a ait olduğuna inanmalı ve bunu hep düşünmelidir. Bu elinde bir emanettir, emanet veren Allah (cc)’ın emrine göre bu malı dağıtmalıdır. Böylece severek, kalbinden gelen bir istekle bunlara vermelidir. Eğer bunlara verirken minnet gösterirse, hiç sevap alamayacak, aksine günah işlemiş olup Allah (cc)’ın dünyada cezasından korkmalı. Belki, Allah onu bir gün mahrum kılar veya muhtaç bırakır. Ayette “severek” diye geçti. Bu ifade çok önemlidir. Eğer seve seve insan tasadduk etmezse bu onun cimriliğinin, kibirliğinin ve nankörlüğünün göstergesidir. Ey zengin kimse, kim sana bu malı verdi? Allah (cc) diyeceksin. Öyleyse nasıl kibirleniyorsun, nankörlük ediyorsun ve cimri oluyorsun?

Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça "iyi"ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.” (Al-i İmran 92)

İman ev Allah için harcamak konularından sonra ibadet konusuna geldi: Namazı ikame etmek ve zekât vermektir. Zekât ibadettir, Allah için harcama konusundan sayılmasına rağmen ayrıca gösterildi. Çünkü zekât muhtaç olan var veya yok daima verilmelidir. Yukarıdan “severek harcamak” konusu ise, muhtaç olunca gerçekleşiyor.

Ahit verenler ahitlerine vefakârlık gösterirler. Müslüman bir söz verirse veya biriyle sözleşme yaparsa yerine getirmelidir. Yoksa münafıkların sıfatlarından bir sıfata sahip olur. Hadisi şerifte geçtiği gibi:

“Münafıkların sıfatı üçtür. Konuşursa yalan söyler, söz verirse yerine getirmez ve kendisine emanet verilirse buna ihanet eder.” (Buhari)

Ancak şeriata aykırı bir söz vermez, verirse yerine getirmez ve tövbe eder. Devlet dahi şeriata aykırı bir sözleşme yaparsa bu sözleşme batıldır, yerine getirilmez, Müslümanlar ona uymazlar.

Sıkıntı ve zararlara karşı sabırlı olmak, imanın meyvesindendir. İnsan Kaza ve Kadere inanınca; kendi iradesi dışında meydana gelen her şeyin Allah’tan olduğuna ve bir imtihan olduğuna inanınca sabırlı olur. Feryat etmez ve isyan etmez. Nitekim Allah birçok ayette insanı her konuda imtihan edeceğini duyurmuştur. Dünyada insan sıkıntısız ve zararsız hayat süremez. Muhakkak, başına bir şey gelecektir. Bu nedenle sabretmek farzdır ve sevabı büyüktür. Yine aynı şekilde savaşta sabretmekte farzdır; savaşırken dayanmalı ve gördüğü zararlara karşı sabretmelidir. Düşmanlardan korkmamak ve onların önünden kaçmamalıdır. Zira, savaşta en önemli husus; sabretmek ve dayanmaktır. Resullullah (sav):

“Bilin ki … zafer sabırla gerçekleşir” (Müslim)

Düşman acı çekiyor, sen de acı çekiyorsun, fakat kim dayanır ve sabrederse o kazanır.

İşte sadık olanlar ve takvalı olanlar bunlardır. Bir kimsede bu sıfatlar bulunursa diğer sıfatlar muhakkak bulunur. Namaz kılan muhakkak oruç tutar, zekat veren şüphesiz ki, hac yapmak için çalışır, muhtaçlara severek harcayan Allah uğrunda harcar. Savaşta sabırlı olan kimse zalim yöneticilere karşı dayanır, hiçbir kimseden çekinmez, hakkı söyler, marufu emreder ve münkeri nehyeder. Çünkü, kellesini Allah uğrunda feda etmeye hazırdır.

Bu ayette geçen sıfatlar sadakatin ve takvanın temelleridir, diğer hususlar ise buna dayalıdır. Başka bir ifadeyle, bu takvanın sıfatlarıyla sıfatlanan kimse kalan sıfatlarla vasıflanmaya çalışır. Bu nedenle Allah-u Teâla, sadık olanlar ve takvalı olanların bunlar olduklarını beyan etmiştir.

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

 

Yukarı