Hamd Allah’a, salât ve selâm Allah’ın Resûl’ü üzerine olsun.
Allah her şeyi yerli yerine koyan Hikmet sahibidir. Affını,
korumasını ve yardımını ancak bunlara müstahak olanlara verir.
Bunlara ehil olmayanlara ise, hüsran ve rezil rüsvalık vardır.
Allah’ı hor ve küçük görmekten Allah’a sığınırız. Fakat nefis
inatçıdır, Şeytan vesvese verir, dünya şatafatlıdır ve çoğu zamanda
hevâ galip gelir. Bütün bunlar, kul ile kurtuluşu, felâhı, dünya ve
âhiretteki refahı arasına girmeye çalışırlar. Doğrusu
düşmanlarımızın en azılısı bu saydığımız dört husustur. Nefse,
şeytana, dünyaya ve hevâya galip geldiğimizde, insanlardan olan
düşmanlarımıza galip gelmek an meselesidir. Eğer bu dört husus bize
galip gelirse, masiyette düşmanlarımız ile eşit oluruz. Geriye
sadece onların kuvvetçe üstün olmaları kalıyor ki, bunu başarırlarsa
bizi darmadağın edip hezimete uğratırlar. okuyacağımız bu makâle,
nefse, şeytana, dünyaya ve hevâya nasıl galip gelineceğine dâir
yardımcı nasihatlerdir. Değerli davetçi kardeşlerim! Bunları
dikkatlice dinleyiniz veya okuyunuz! Zira bundan maksadımız
gördüğümüz davranış bozukluklarını gidermek, aksaklıkları düzeltmek
veya marûfu göstermek amacıyla hayra rehber olmaktır. Çünkü Allah
Resûl’ü şöyle buyuruyor:
“ Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.”
(Tirmizi, Birr)
Bizim görevimiz ve rolümüz, söylemek ve nasihat etmektir. Fakat
davranış bozukluklarına, aksaklıklara ve marufun tahakkukuna ancak
amel ile engel olunur, veya düzeltilir. Bu ise değerli kardeşlerim
sizin, bizim, hepimizin görevi ve rolüdür. Bizzat makâlenin kendisi
maksat değildir, maksat ancak onu anlamak ve onunla amel etmektir.
“De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûl’ü de müminler
de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a
döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber
verecektir.” (Tevbe 105)
Elemler yok olur, fakat ecir bâki kalır inşallah
Biliniz ki kardeşlerim, sizler hak yolunda yürürken ve İslâm ile
amel etmekle meşgul iken bir çok musibetlerle karşı karşıya
kalacaksınız, bir çok badireler atlatacaksınız, çeşitli imtihanlara
tabi tutulacaksınız. Eğer hak üzerinde sebat edip belâlara
sabrederseniz, eleminiz, acınız ve üzüntünüz mutlaka bir gün yok
olacak, yorgunluğunuz kaybolup gidecektir. Geriye ise sadece ecriniz
ve sevabınız kalacaktır İnşallah. Yazın kavurucu sıcağın altında
oruç tutan bir kimsenin, açlığı ve susuzluğu daha suyu dudaklarına
dokundurduğu andan itibaren kaybolup gittiğini bilmiyor musunuz?
Duymuyor musunuz? Sizler, Nebî (sav) şu sözünü hatırlayınız:
“Susuzluk gider, damarlar ıslanır, ecir sâbit kalır inşallah.”
(Ebû Davûd, El-Hâkim)
Cennete ilk adımınızı attığınız andan itibaren, dünyada
karşılaştığınız bütün yorgunluklar, size isabet eden bütün
üzüntüler, duçar kaldığınız bütün dertler ve Allah yolunda aldığınız
bütün yaralar yok olup gider. Orada sizlere: “Hiç bir sıkıntı ve
zorluk gördünüz mü” diye sorulur. Sizler de - cennete daldıktan
sonra- “Hayır, Ya Rabbi! Asla bir sıkıntı ve zorluk görmedik”
dersiniz. İmam Ahmed’e : “Mü’min ne zaman
cennetin kokusunu tadacaktır” diye
sorulur. Oda: “Cennete ilk adımını attığı zaman” cevabını
verir. Şüphesiz yorgunluğunuz ve eleminiz uçup gidince, bilakis
sevince, saadete ve afiyete dönüşüp, sevâbınız sabit kalınca, Allah
faziletinizi artırınca ve Subhanehu’nun veçhine layık olacak şekilde
sizi kerem sahibi kılınca, işte o zaman keşke daha fazla çaba sarf
etseydik, daha fazla Allah yolunda yorulsaydık, Rabbimiz için daha
daha fazla uykusuz kalıp sabahlasaydık, davayı taşımak amacıyla daha
çok sefere çıksaydık, daha çok dünyaya meyletmeseydik ve Allah
yolunda kurban ettiklerimizden kat kat daha fazlasını kurban
etseydik temennisinde bulunursunuz. Bilakis Allah’ın şehide olan
merhametini ve ikramını gördüğünüzden dolayı şehidin temenni ettiği
gibi Allah yolunda öldürülmeniz için keşke dünyaya tekrar dönseydik,
sonra yaşayıp sonra tekrar öldürülseydik sonra tekrar yaşayıp bir
daha öldürülseydik temennisinde bulunursunuz. Kimi insanlar,
belâlara karşı nasıl sebat edilebilir veya musibetlere karşı niçin
sabredelim diyebilirler, kimileri de “Biz yeni yeni İslam’a
bağlandık, bitmek tükenmek bilmeyen belâlar önünde sebat edememekten
veya onlara karşı sabredememekten korkuyoruz” derlerse, bu
kardeşlerimize Nebî (sav)’in şu sözünü hatırlatırız:
"Kim ki, sabretmek isterse, Allah ona da sabr ihsân eder.”
(Muttefikün aleyh)
Ve Nebi (sav)’ın şu sözünü hatırlatırız:
“Kim ki, hayra ulaşmak için çalışırsa, hayır ona verilir, kim ki
şerden sakınıp korkarsa korku ona verilir.” (Et-Tabarânî,
Ed-Darukutnî, El-Beyhâkî)
Kim sabrın sebepleri ile haşır neşir olursa, Allah o kimseye sabır
ihsan eder. Kim ki, vehnin (korku), endişenin, belânın ve zilletin
sebepleri ile haşır neşir olursa, haşır neşir olduğu sebepler o
kimseye isâbet eder.
“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.”
(Ali İmrân 117)
Değerli Müslümanlar! Sabırda Üstün olmaya Çalışınız
Belli bir müddet nefisleriniz sabra aşınâ olursa, artık bu müddetten
sonra onları sabreden nefisler zümresinden bulursunuz inşallah...
Üzerinize yorgunlukların çöreklendiği, belânın dozajının arttığı,
musibetlerin üzerinize yağmur gibi yağdığı, kötülüğü emreden
nefisleriniz -kısa zamanda olsa- size dünyaya meyletmeyi telkin
ettiği veya kötülüğü emreden nefislerinizi inatlaşır bulduğunuz
zaman sizin liderliğinize teslim oluncaya kadar, sizin emrinize
boyun eğinceye kadar, ilk önce hoşlanmazken artık gönül rahatlığıyla
Allah’ın emrine icâbet edinceye kadar bu nefislerin güdülmesi
üzerinize vaciptir değerli kardeşlerim. Böylesi durumlarda onlara
şöyle deyiniz: “Ey nefsim! Allah’a giden yolculuğundan ve seyrinden
çok büyük mesafeler kat ettin. Geriye az bir mesafe kaldı.
Dolayısıyla Sabırlı ol! Ey nefsim! geçmiş salih amellerini zâyi
etme, uykusuz kaldığın gece ve gündüzü, Allah yolunda senelerce
çektiğin yorgunluğu bir çırpıda silip atma! Muhakkak ki onlar bir
saatlik sabırdır, öyleyse onlara sabret. Ey nefsim! Belânın durumu
yaz yağmuru gibidir, süratle yok olmaya mahkumdur. Meclislerde yad
edilmeyi, methedilmeyi seven Ey nefsim! Bu belâlar geçicidir, âhiret
hayatı ise bâkidir. Ey sabrın öncüleri! Haydı amele koyulunuz. Çünkü
geriye az bir şey kalmıştır. Değerli kardeşlerim! nefsimize karşı
muamelemiz tıpkı “Bişr El-Hâfî’nin” kendisiyle birlikte yolculuğu
çıkan talebelerinden birine karşı yaptığı muamelenin aynısı olması
gerekir. Talebelerinden biri yolda aşırı susayınca, Bişr’e “şu
kuyudan içelim” der. Bişr de: “Diğer kuyuya kadar sabret”
cevabını verir. O kuyuya varınca diğer kuyu diyerek onu sürekli
avutur. Ne zaman bir kuyuya varsalar ona “diğer kuyu” karşılığını
verir. En nihayetinde talebesine bakarak: “İşte dünyadan böyle el
etek çekilir” der.
İmam Ahmed’in (Allah rahmet eylesin) şu yüce sözü bizleri tefekküre
sevk eder inşallah: “sabır yiyeceğin olmadığı bir yiyecektir,
içeceğin olmadığı bir içecektir. Böyle günler ise çok azdır”. Bu
kelimeler üzerinde tefekkür etmek ve iyice düşünmek gerekir. Sonra
kardeşlerim nefislerimiz önünde bir defa daha durarak onlara şöyle
demeliyiz: “Dünyada öyle kimseler vardır ki, senin duçar
kaldığın musibetlerden kat kat daha fazla felâketlere, belâlara
duçar kalmışlar, fakat buna karşılık mükafâtlandırılmamışlar ve
onlara Allah’ta sabır ihsan etmemiştir. Bu felâketlerden dolayı
kederlenmişler, üzülmüşler, sıkılmışlar, endişelenmişler hatta
delilenmeye kadar gitmişlerdir”. Bir kez dahi olsa hiç nefsimize
şöyle haykırdık mı? “Ey nefsim! Bütün ailenin bir araba
içerisinde boğularak hep birlikte öldüklerini işitmedin mi? Onların
musibeti karşısında senin musibetin nerede ?!
Sana en fazla isabet etse etse düşmanlarının seni öldürmesi isâbet
eder ki, bu senin için bir musibet değil, aksine bir şereftir, bir
onurdur. Daha doğrusu o, bir hayattır. Bundan öte ve pahalı bir
hayatta asla yoktur”.
Sonra yine nefislerimize şöyle dedik mi? “Düşmanlarından sana ne
isâbet edebilir ki? Seni ancak bir ay veya iki ay yada bir sene
yahut senelerce yahut ta ömür boyu hapse atarlar o kadar. Buda sana
Allah yolunda ömrünü harcadığın için ve Yusuf (as)’ın adeti
üzere yürüdüğün için bir şeref, bir onur olarak kafidir. Halbuki
Yusuf (as) senelerce hapse atılmıştı”. Gelin kötülüğü
emreden nefislerinize şöyle haykıralım: “Ey nefsim! Allah’a isyan
ettikleri halde hapishaneleri dolduran binlerce insanları görmüyor
musun? Senin, Allah’a itaât ettiğinden dolayı imtihana tabi tutulman
senin için bir şereftir. Yine bir anlık ahmaklığından ve hakir
şehvetinden ötürü idâma mahkum edilenleri görmüyor musun? Şeytana
uymuş ve uyuşturucu müptelalığından dolayı müebbet hapse mahkum
olanları ve daha bir çok hususları duymuyor musun?” Belki de bu,
abidler derecesine ulaşmanın bir sebebi olabilir. Nice
kardeşlerimiz, hakkıyla kıyâm yapmayı ancak şiddet anında
öğrendiler. Yine nice kardeşlerimiz, Kurân’ı anlamayı, meramını
kavramayı ve göz kamaştırıcı hükümlerini hakkıyla idrak etmeyi ancak
musibet anında öğrendiler. Üstelik Kurân’ın ezberlenmesi ve
tefsirinin etüt edilmesi oralarda olmuştur. Bütün bunlara ilâveten
Kitap ve mushaftan asla öğrenemeyecekleri ilimlere ve ne kadar
okurlarsa okusunlar veya ne kadar dersini görürlerse görsünler veya
ne kadar ezberlerlerse ezberlesinler idrak edemeyecekleri yahut
tadını tadamayacakları tevekkül, dönüş, korku, yakin ve rıza gibi
manaları kavrama derecelerine o anlarda nail olmuşlardır. Allah
rahmet eylesin Şeyh-ül İslâm “İbn-u Teymiyye”
“Cennetim ve bostan bahçem gönlümdedir. Ben, onun
devamlı benimle beraber olup benden hiç ayrılmayacağı için
müsterihim. Şüphesiz hapsedilmem bir halvettir, öldürülmem bir
şahâdettir, ülkemden çıkarılmam bir seyâhattir”.
Dedi.
Çalışma vaktinde bolluk ve huzur içinde yaşayan, ücretin dağıtımı
anında pişman olur. Bu bağlamda kardeşlerim! “İbn-ul Cevzî’nin” şu
sözünü de unutmayalım: “Allah’a iman eden kimse, bir ücretli
gibidir, Teklif zamanı gündüzün beyazlığı gibidir. Çamurda amele
olarak çalışan kimsenin temiz elbiseler giymesi yakışmaz. Daha
doğrusu ona çalışma saatlerinde sabretmesi yaraşır. İşini bitirdiği
zaman, temizlenir ve en güzel elbiselerini giyer. Çalışma vaktinde
bolluk ve huzur içinde yaşayan ücretin dağıtımı vaktinde pişman olur
ve mükellef kılındığı hususlarda gevşeklik göstermesine karşılık
cezalandırılır”. Dolayısıyla dünya yok olacak bir metadır. Allah
katında bir sinek kanadına dahi denk değildir. Binaleyh -kalpleri
imanla buluşan- Firavun’un sihirbazlarının söyledikleri sözleri, bu
asrın Firavun’a ve bütün asırların Firavun’a haykırmak için
kalplerimizden ve dillerimizden hiç eksik etmeyelim:
“Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü
geçirebilirsin.” (Ta-ha 72)
Nefislerimize, bu tağûtları hatırlatmamız gerekir. Bunlar dünyayı
feryadı figânlarla, tehditlerle ve müminlerin işkencesiyle
doldururlar. Masiyet alçaklığı, şiddet, üzüntü ve keder ebedi olarak
bunların ayrılmaz bir niteliğidir. Nitekim “Hasen el-Basrî” bu tip
kimseler hakkında şöyle der: “Onlar katırlar gibi tak tak sesi
çıkarsa da, yük beygiri gibi rahvan rahvan yürüseler
de, masiyet alçaklığı onların yüzlerine vurulmuştur. Zira Allah,
kendisine asi olanı mutlaka zelil kılacaktır”.
Evet, bütün bu manaları sadece iman ve salih amel sahipleri hakkıyla
şuur ederler, hakkıyla bilirler ve Rablerini ve gerçek Mevlalarını
hakkıyla tanırlar. Bunlar, kendi zamanlarının ve tağûtların
zamanının yakında yok olup gideceğini, dönemlerin kapanacağını,
şerefin ve onurun imtihan medresesine imtisal etmek için, hırsla
çalışan konvoya ait olacağını bilirler.
Devamı gelecek sayıda…
|