Ana Sayfa YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1426 / ŞUBAT 2005 E-Mail

Sabır Davetçinin Azığıdır -1-

C. TEKİN

Hamd Allah’a, salât ve selâm Allah’ın Resûl’ü üzerine olsun.

Allah her şeyi yerli yerine koyan Hikmet sahibidir. Affını, korumasını ve yardımını ancak bunlara müstahak olanlara verir. Bunlara ehil olmayanlara ise, hüsran ve rezil rüsvalık vardır. Allah’ı hor ve küçük görmekten Allah’a sığınırız. Fakat nefis inatçıdır, Şeytan vesvese verir, dünya şatafatlıdır ve çoğu zamanda hevâ galip gelir. Bütün bunlar, kul ile kurtuluşu, felâhı, dünya ve âhiretteki refahı arasına girmeye çalışırlar. Doğrusu düşmanlarımızın en azılısı bu saydığımız dört husustur. Nefse, şeytana, dünyaya ve hevâya galip geldiğimizde, insanlardan olan düşmanlarımıza galip gelmek an meselesidir. Eğer bu dört husus bize galip gelirse, masiyette düşmanlarımız ile eşit oluruz. Geriye sadece onların kuvvetçe üstün olmaları kalıyor ki, bunu başarırlarsa bizi darmadağın edip hezimete uğratırlar. okuyacağımız bu makâle, nefse, şeytana, dünyaya ve hevâya nasıl galip gelineceğine dâir yardımcı nasihatlerdir. Değerli davetçi kardeşlerim! Bunları dikkatlice dinleyiniz veya okuyunuz! Zira bundan maksadımız gördüğümüz davranış bozukluklarını gidermek, aksaklıkları düzeltmek veya marûfu göstermek amacıyla hayra rehber olmaktır. Çünkü Allah Resûl’ü şöyle buyuruyor:

Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.” (Tirmizi, Birr)

Bizim görevimiz ve rolümüz, söylemek ve nasihat etmektir. Fakat davranış bozukluklarına, aksaklıklara ve marufun tahakkukuna ancak amel ile engel olunur, veya düzeltilir. Bu ise değerli kardeşlerim sizin, bizim, hepimizin görevi ve rolüdür. Bizzat makâlenin kendisi maksat değildir, maksat ancak onu anlamak ve onunla amel etmektir.

“De ki: (Yapacağınızı) yapın! Amelinizi Allah da Resûl’ü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.” (Tevbe 105)

Elemler yok olur, fakat ecir bâki kalır inşallah

Biliniz ki kardeşlerim, sizler hak yolunda yürürken ve İslâm ile amel etmekle meşgul iken bir çok musibetlerle karşı karşıya kalacaksınız, bir çok badireler atlatacaksınız, çeşitli imtihanlara tabi tutulacaksınız. Eğer hak üzerinde sebat edip belâlara sabrederseniz, eleminiz, acınız ve üzüntünüz mutlaka bir gün yok olacak, yorgunluğunuz kaybolup gidecektir. Geriye ise sadece ecriniz ve sevabınız kalacaktır İnşallah. Yazın kavurucu sıcağın altında oruç tutan bir kimsenin, açlığı ve susuzluğu daha suyu dudaklarına dokundurduğu andan itibaren kaybolup gittiğini bilmiyor musunuz? Duymuyor musunuz? Sizler, Nebî (sav) şu sözünü hatırlayınız:

“Susuzluk gider, damarlar ıslanır, ecir sâbit kalır inşallah.” (Ebû Davûd, El-Hâkim)

Cennete ilk adımınızı attığınız andan itibaren, dünyada karşılaştığınız bütün yorgunluklar, size isabet eden bütün üzüntüler, duçar kaldığınız bütün dertler ve Allah yolunda aldığınız bütün yaralar yok olup gider. Orada sizlere: “Hiç bir sıkıntı ve zorluk gördünüz mü” diye sorulur. Sizler de - cennete daldıktan sonra- “Hayır, Ya Rabbi! Asla bir sıkıntı ve zorluk görmedik” dersiniz. İmam Ahmed’e : “Mü’min ne zaman cennetin kokusunu tadacaktır” diye sorulur. Oda: “Cennete ilk adımını attığı zaman” cevabını verir. Şüphesiz yorgunluğunuz ve eleminiz uçup gidince, bilakis sevince, saadete ve afiyete dönüşüp, sevâbınız sabit kalınca, Allah faziletinizi artırınca ve Subhanehu’nun veçhine layık olacak şekilde sizi kerem sahibi kılınca, işte o zaman keşke daha fazla çaba sarf etseydik, daha fazla Allah yolunda yorulsaydık, Rabbimiz için daha daha fazla uykusuz kalıp sabahlasaydık, davayı taşımak amacıyla daha çok sefere çıksaydık, daha çok dünyaya meyletmeseydik ve Allah yolunda kurban ettiklerimizden kat kat daha fazlasını kurban etseydik temennisinde bulunursunuz. Bilakis Allah’ın şehide olan merhametini ve ikramını gördüğünüzden dolayı şehidin temenni ettiği gibi Allah yolunda öldürülmeniz için keşke dünyaya tekrar dönseydik, sonra yaşayıp sonra tekrar öldürülseydik sonra tekrar yaşayıp bir daha öldürülseydik temennisinde bulunursunuz. Kimi insanlar, belâlara karşı nasıl sebat edilebilir veya musibetlere karşı niçin sabredelim diyebilirler, kimileri de “Biz yeni yeni İslam’a bağlandık, bitmek tükenmek bilmeyen belâlar önünde sebat edememekten veya onlara karşı sabredememekten korkuyoruz” derlerse, bu kardeşlerimize Nebî (sav)’in şu sözünü hatırlatırız:

"Kim ki, sabretmek isterse, Allah ona da sabr ihsân eder.” (Muttefikün aleyh)

Ve Nebi (sav)’ın şu sözünü hatırlatırız:

“Kim ki, hayra ulaşmak için çalışırsa, hayır ona verilir, kim ki şerden sakınıp korkarsa korku ona verilir.” (Et-Tabarânî, Ed-Darukutnî, El-Beyhâkî)

Kim sabrın sebepleri ile haşır neşir olursa, Allah o kimseye sabır ihsan eder. Kim ki, vehnin (korku), endişenin, belânın ve zilletin sebepleri ile haşır neşir olursa, haşır neşir olduğu sebepler o kimseye isâbet eder.

“Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” (Ali İmrân 117)

 

Değerli Müslümanlar! Sabırda Üstün olmaya Çalışınız

Belli bir müddet nefisleriniz sabra aşınâ olursa, artık bu müddetten sonra onları sabreden nefisler zümresinden bulursunuz inşallah... Üzerinize yorgunlukların çöreklendiği, belânın dozajının arttığı, musibetlerin üzerinize yağmur gibi yağdığı, kötülüğü emreden nefisleriniz -kısa zamanda olsa- size dünyaya meyletmeyi telkin ettiği veya kötülüğü emreden nefislerinizi inatlaşır bulduğunuz zaman sizin liderliğinize teslim oluncaya kadar, sizin emrinize boyun eğinceye kadar, ilk önce hoşlanmazken artık gönül rahatlığıyla Allah’ın emrine icâbet edinceye kadar bu nefislerin güdülmesi üzerinize vaciptir değerli kardeşlerim. Böylesi durumlarda onlara şöyle deyiniz: “Ey nefsim! Allah’a giden yolculuğundan ve seyrinden çok büyük mesafeler kat ettin. Geriye az bir mesafe kaldı. Dolayısıyla Sabırlı ol! Ey nefsim! geçmiş salih amellerini zâyi etme, uykusuz kaldığın gece ve gündüzü, Allah yolunda senelerce çektiğin yorgunluğu bir çırpıda silip atma! Muhakkak ki onlar bir saatlik sabırdır, öyleyse onlara sabret. Ey nefsim! Belânın durumu yaz yağmuru gibidir, süratle yok olmaya mahkumdur. Meclislerde yad edilmeyi, methedilmeyi seven Ey nefsim! Bu belâlar geçicidir, âhiret hayatı ise bâkidir. Ey sabrın öncüleri! Haydı amele koyulunuz. Çünkü geriye az bir şey kalmıştır. Değerli kardeşlerim! nefsimize karşı muamelemiz tıpkı “Bişr El-Hâfî’nin” kendisiyle birlikte yolculuğu çıkan talebelerinden birine karşı yaptığı muamelenin aynısı olması gerekir. Talebelerinden biri yolda aşırı susayınca, Bişr’e “şu kuyudan içelim” der. Bişr de: “Diğer kuyuya kadar sabret” cevabını verir. O kuyuya varınca diğer kuyu diyerek onu sürekli avutur. Ne zaman bir kuyuya varsalar ona “diğer kuyu” karşılığını verir. En nihayetinde talebesine bakarak: “İşte dünyadan böyle el etek çekilir” der.

İmam Ahmed’in (Allah rahmet eylesin) şu yüce sözü bizleri tefekküre sevk eder inşallah: “sabır yiyeceğin olmadığı bir yiyecektir, içeceğin olmadığı bir içecektir. Böyle günler ise çok azdır”. Bu kelimeler üzerinde tefekkür etmek ve iyice düşünmek gerekir. Sonra kardeşlerim nefislerimiz önünde bir defa daha durarak onlara şöyle demeliyiz: “Dünyada öyle kimseler vardır ki, senin duçar kaldığın musibetlerden kat kat daha fazla felâketlere, belâlara duçar kalmışlar, fakat buna karşılık mükafâtlandırılmamışlar ve onlara Allah’ta sabır ihsan etmemiştir. Bu felâketlerden dolayı kederlenmişler, üzülmüşler, sıkılmışlar, endişelenmişler hatta delilenmeye kadar gitmişlerdir”. Bir kez dahi olsa hiç nefsimize şöyle haykırdık mı? “Ey nefsim! Bütün ailenin bir araba içerisinde boğularak hep birlikte öldüklerini işitmedin mi? Onların musibeti karşısında senin musibetin nerede?! Sana en fazla isabet etse etse düşmanlarının seni öldürmesi isâbet eder ki, bu senin için bir musibet değil, aksine bir şereftir, bir onurdur. Daha doğrusu o, bir hayattır. Bundan öte ve pahalı bir hayatta asla yoktur”.

Sonra yine nefislerimize şöyle dedik mi? “Düşmanlarından sana ne isâbet edebilir ki? Seni ancak bir ay veya iki ay yada bir sene yahut senelerce yahut ta ömür boyu hapse atarlar o kadar. Buda sana Allah yolunda ömrünü harcadığın için ve Yusuf (as)’ın adeti üzere yürüdüğün için bir şeref, bir onur olarak kafidir. Halbuki Yusuf (as) senelerce hapse atılmıştı”. Gelin kötülüğü emreden nefislerinize şöyle haykıralım: “Ey nefsim! Allah’a isyan ettikleri halde hapishaneleri dolduran binlerce insanları görmüyor musun? Senin, Allah’a itaât ettiğinden dolayı imtihana tabi tutulman senin için bir şereftir. Yine bir anlık ahmaklığından ve hakir şehvetinden ötürü idâma mahkum edilenleri görmüyor musun? Şeytana uymuş ve uyuşturucu müptelalığından dolayı müebbet hapse mahkum olanları ve daha bir çok hususları duymuyor musun?” Belki de bu, abidler derecesine ulaşmanın bir sebebi olabilir. Nice kardeşlerimiz, hakkıyla kıyâm yapmayı ancak şiddet anında öğrendiler. Yine nice kardeşlerimiz, Kurân’ı anlamayı, meramını kavramayı ve göz kamaştırıcı hükümlerini hakkıyla idrak etmeyi ancak musibet anında öğrendiler. Üstelik Kurân’ın ezberlenmesi ve tefsirinin etüt edilmesi oralarda olmuştur. Bütün bunlara ilâveten Kitap ve mushaftan asla öğrenemeyecekleri ilimlere ve ne kadar okurlarsa okusunlar veya ne kadar dersini görürlerse görsünler veya ne kadar ezberlerlerse ezberlesinler idrak edemeyecekleri yahut tadını tadamayacakları tevekkül, dönüş, korku, yakin ve rıza gibi manaları kavrama derecelerine o anlarda nail olmuşlardır. Allah rahmet eylesin Şeyh-ül İslâm “İbn-u Teymiyye” “Cennetim ve bostan bahçem gönlümdedir. Ben, onun devamlı benimle beraber olup benden hiç ayrılmayacağı için müsterihim. Şüphesiz hapsedilmem bir halvettir, öldürülmem bir şahâdettir, ülkemden çıkarılmam bir seyâhattir”. Dedi.

Çalışma vaktinde bolluk ve huzur içinde yaşayan, ücretin dağıtımı anında pişman olur. Bu bağlamda kardeşlerim! “İbn-ul Cevzî’nin” şu sözünü de unutmayalım: “Allah’a iman eden kimse, bir ücretli gibidir, Teklif zamanı gündüzün beyazlığı gibidir. Çamurda amele olarak çalışan kimsenin temiz elbiseler giymesi yakışmaz. Daha doğrusu ona çalışma saatlerinde sabretmesi yaraşır. İşini bitirdiği zaman, temizlenir ve en güzel elbiselerini giyer. Çalışma vaktinde bolluk ve huzur içinde yaşayan ücretin dağıtımı vaktinde pişman olur ve mükellef kılındığı hususlarda gevşeklik göstermesine karşılık cezalandırılır”. Dolayısıyla dünya yok olacak bir metadır. Allah katında bir sinek kanadına dahi denk değildir. Binaleyh -kalpleri imanla buluşan- Firavun’un sihirbazlarının söyledikleri sözleri, bu asrın Firavun’a ve bütün asırların Firavun’a haykırmak için kalplerimizden ve dillerimizden hiç eksik etmeyelim:

“Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin.” (Ta-ha 72)

Nefislerimize, bu tağûtları hatırlatmamız gerekir. Bunlar dünyayı feryadı figânlarla, tehditlerle ve müminlerin işkencesiyle doldururlar. Masiyet alçaklığı, şiddet, üzüntü ve keder ebedi olarak bunların ayrılmaz bir niteliğidir. Nitekim “Hasen el-Basrî” bu tip kimseler hakkında şöyle der: “Onlar katırlar gibi tak tak sesi çıkarsa da, yük beygiri gibi rahvan rahvan yürüseler de, masiyet alçaklığı onların yüzlerine vurulmuştur. Zira Allah, kendisine asi olanı mutlaka zelil kılacaktır”. Evet, bütün bu manaları sadece iman ve salih amel sahipleri hakkıyla şuur ederler, hakkıyla bilirler ve Rablerini ve gerçek Mevlalarını hakkıyla tanırlar. Bunlar, kendi zamanlarının ve tağûtların zamanının yakında yok olup gideceğini, dönemlerin kapanacağını, şerefin ve onurun imtihan medresesine imtisal etmek için, hırsla çalışan konvoya ait olacağını bilirler.

Devamı gelecek sayıda…

 

YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1425 / ŞUBAT 2005

Yukarı