Ana Sayfa YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1426 / ŞUBAT 2005 E-Mail

Batı Toplumu İçerisinde Müslüman Portresi

(2. Bölüm)

Necati ERDEM

Kapitalistlerin amellerdeki kıymet ölçüsü; menfaatçiliktir. Bu ölçü batıl ve sağlam bir ölçü olmadığından dolayı sürekli hatalı ölçüm yapılmaktadır. Tüm amellerinde esas bu olduğu için, onlarda ne güvenilecek bir dostluk ne de dürüstlük mefhumu vardır. Onlar tamamen karanlıkta ve bataklıktadırlar. Bundan dolayı kafirlerle asla dost olunmaz, onlara güvenilmez ve iyilikte beklenmez. Allah-u Teâla bizi bu konuda da uyararak şöyle buyurmaktadır:

“Müminler, müminleri bırakarak kafirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa artık Allah ile arasında hiçbir ilişki kalmaz. Yalnız, kafirlerin size yönelik tehlikelerinden korunabilirsiniz. Allah sizi kendinden korkmaya çağırıyor. Dönüş Allah'adır.” (Al-i İmran 28)

“Allah müminlerin dostu, kayırıcısıdır. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kâfirlerin dostları ise Şeytan ve yardakçılarıdır. Bunlar, onları aydınlıktan çıkararak karanlıklara sokarlar. Onlar, orada ebedi olarak kalmak üzere Cehennemliktirler.” (Bakara 257)

“Kendi dinlerine uymadıkça ne Yahudiler ve ne de Hıristiyanlar senden asla hoşlanmayacaklardır. De ki; "Doğru yol, sadece Allah'ın yoludur': Eğer sana gelen bilgiden sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah tarafından ne bir dost ve ne de bir yardımcı bulamazsın.” (Bakara 120)

Hıristiyanlar, Yahudiler ve müşrikler Allah’ın (cc) tüm kainat için bir ışık olan İslam nurunu sözlü münakaşalarla ve iftiralarla karalamak istemektedirler. Onların bu kini kalplerinde gizlidir. Eğer kuvvet ve fırsat bulsalar çekinmeden açıkça savaşırlar. Ruganda da Hollandalı askerler Müslümanları helikopterlerden aşağı atarak, ölmüş bedenleri üzerine de alçakça bevletmektedir. Bunun benzeri vakaları birçok İslam beldelerinde açıkça görmekteyiz.

Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Eğer size karşı üstün gelseler ne yemin ne de anlaşma gözetirler. Dilleri ile sizi hoşnut etmeye çalışırlar, ama kalpleri sözleri ile çelişiktir. Onların çoğunun karakteri bozuktur.” (Tevbe 8)

Onlar, güçleri yeterse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar.” (Bakara 217)

“Ey müminler, kendinizden başkasını sırdaş ve dost edinmeyiniz. Olanca güçleri ile size zarar dokundurmaya, dirliğinizi bozmaya çalışırlar, karşılaştığınız her sıkıntı onları sevindirir. Gerçekten kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşmıştır. Kalplerinde saklı tuttukları kin daha büyüktür. Eğer düşünecek olursanız size ayetlerimizi açık açık anlattık.” (Ali-İmran 118)

Ortada olan bu gerçek manzara karşısında Müslümanların duyarsız kalmaları tasavvur dahi edilemezken, maalesef yaşanan vakıa ve Müslümanların çoğunluğa yakın bir bölümünün yaşayışları, durumun hiçte öyle olmadığı acı gerçeği ortaya koymaktadır. Çevremize şöyle bir baktığımızda Müslümanların kendi kültürlerinden ve değerlerinden taviz verdiklerini, Batılılar karşısında bir ezikliğin içerisinde bulunduklarını görmekteyiz. Burada Hz. Ömer (ra) bir kıssasını bahsetmeden geçmek istemiyorum.

“Hz. Ömer (ra) bir kavme giderken yolda bir dereye rast gelir. Dereden geçmek için paçalarını çemreyip, ayakkabılarını omzuna astığını gören yanındaki kişi “Ya Ömer! Ne yapıyorsun. Bunu o kavim halkından birisi görse, sizi kınar ve hakir görür” dediğinde, Hz. Ömer’in cevabı çok net olur; “Biz önceleri zelil va aşağılık bir kavim idik. Ne zaman Müslüman olduk, işte o zaman esas şeref ve haysiyete kavuştuk. İslam'dan öte bir şeref üstünlük mü var ki böyle diyorsun.” diyerek yanındakini azarlar.

Batı hayranlığı Müslümanların bazılarının kalplerine nüfus etmiş, demokrat olmayı bir meziyet sanmışlardır. Giyimleriyle, söylem ve davranışlarıyla İslam çizgisinden uzak bir yaşantıda bulunarak, kafirlerden önce bunlar Müslümanlara saldırmakta, dine bağlı kişileri gericilikle suçlayarak hor görmektedirler. Rabbim bunları ıslah etsin.

Bir takım Müslümanlarda gayri İslamî yollarla İslam adına çalıştıklarını zannetmektedirler. Batı’da bulunan Müslümanların haklarını savunmak, maslahatlarını gözetmek için parlamentoya girmenin kaçınılmaz olduğunu savunmaktadırlar. Dünyadaki hükümetlerin tümü kendi anayasalarına göre oluşur. Başka bir ifadeyle, anayasadaki kanunları uygular. Batının anayasa ve kanunları küfürdür. Çünkü bu anayasalar, dinin hayattan ayrılması akidesine dayalı olduğu için, egemenliğin halka ait olduğu esasını benimser. Bir Müslüman’ın parlamentoya girmesinin manası; bu batıl-küfür olan sisteme bağlı kalması, onu esas edinmesi demektir ki, bu haramdır. Yüce Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Şunları görmüyor musun? Kendilerinin sana indirilene ve senden önce indirilene inandıklarını ileri sürüyorlar da tağuta inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Şeytan da onları bir daha dönemeyecekleri kadar iyice sapıklığa düşürmek istiyor. Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin!" denince, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 60-61)

“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin hükme, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça mümin olamazlar.” (Nisa 65)

Batıdaki alakaları tayin eden düşünce kapitalizm düşüncesidir. Bu düşünceden etkilenen Müslümanların var olması üzüntümüzün başka bir boyutudur. Müslüman; İslam’a teslim olan demektir. Onun zihninde ırk, mezhep, renk, akrabalık-milliyetçilik bağı yoktur. Çünkü Müslümanları birbirlerine bağlayan yegane doğru bağ, fikir bağıdır. Bundan dolayı o Müslüman, İslamî fikirle bağlanmış kardeşini her şeyden üstün tutar.

İbn-i Şihab’dan, o da Salim’den, o da Abdullah İbn-i Ömer'den Resulullah (sav)'in şöyle dediği rivayet edildi:

“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu teslim etmez. Kim, kardeşinin ihtiyacını görürse Allah’ta onun ihtiyacını görür. Kim, bir Müslüman’ı bir sıkıntıdan kurtarırsa, Allah’ta o sebeple onu kıyamet gününün sıkıntısından kurtarır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse, Allah’ta onun ayıbını kıyamet günü örter.” (Buhari)

Ebu Hüreyre’den Resulü (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Hasetleşmeyin, rekabet etmek için satışta birbirinize düşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, birinizin satışı üzerine satış yapmayın, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez.”

Resulullah (sav) üç defa göğsüne işaret ederek; “Takvalılık buradadır.” dedi ve; “kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini aşağılaması yeterlidir. Her Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman’a haramdır.” (Müslim)

Müslüman’ın diğer Müslüman kardeşine karşı tavrı, hadislerde de geçtiği gibi olmalıdır. Böylesi bir kardeşlik tesis edilmesiyle, binanın tuğlaları da örülmüş olacaktır. Bundan sonrası artık örnek alakaları oluşturmak olmalıdır. “Müslüman Müslüman’ın aynasıdır” ilkesine göre de birbirimize karşı yıkıcı-bozucu değil, bizatihi yapıcı-bağlayıcı üsluplarla yaklaşmalıyız. Birbirimize karşı daima iyi niyetle hareket ederek, alakaları devam ettirmeliyiz. Batı toplumunda Müslüman kimliğini taşımanın ağırlığını iyi hissetmemiz gerekir. Batılılara karşı İslam’dan zerre kadar taviz vermeden dinimizi güzel bir üslupla anlatmalıyız. Günümüzde “İslam terörizmi” adı altında yapılan kasıtlı saldırılara yanlış üsluplarla örnek teşkil etmemeliyiz.

Müslümanlar Allah’ın (cc) Al-i İmran suresinde belirttiği gibi; “Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.” Ayeti gereğince tüm insanlığın kurtuluşu için gayret etmeliyiz. Buda ancak Hilafet devletiyle mümkün olacaktır. Toplum içerisinde her birimiz bir model-örnek olmak zorundayız. Çünkü bu toplum öylesine deşifre olmuş ki, toplum içerisindeki fertler insanlıklarını dahi unutmuşlardır. Okullarında, sokaklarda, kurum ve kuruluşlarda tamamen kapitalizmin yıkımını görebiliriz.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Allah’ın dinini yeryüzüne İslam metoduyla hakim kılmak, batılıda Allah (cc) nihayetiyle yok etmek için çalışan Müslümanlar da mevcuttur. İşte bu Müslümanlar; hak ve batılı ayırt etmiş, İslam beldelerindeki Müslümanların başlarındaki hain yöneticilerin ajanlığını görmüş, bunların ve yardakçılarının planlarını çözmüş, batıla yönelik dimdik-sapasağlam karşı duran basiretli Müslümanlardır.

Müslümanların böylesi bir durumda çok dikkatli olması vakıa ve meselelere dakik bakması kaçınılmaz olmuştur. İnşallah bizlerin önce kendi nefsimizden başlayarak, ailemizde ve çevremizde doğru yapılanmaya gitmeliyiz. Bu meseleyle ilgili birtakım hususları şöyle sıralayabiliriz;

· Kuran’ı kerim’i sıkça okuyup, anlamaya çalışmalıyız. Bir hadis-i şerifte Resulullah şöyle buyurmaktadır; “Kuran’ı Kerim’i okuyun. Zira Kuran, kendini okuyanlara Kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir” (Müslim)

· Allah ve Resulüne tam bir itaatte bulunmak. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Allah'a ve peygambere itaat edin ki, rahmete erdirilesiniz.” (Al-i İmran 132)

· Samimi olmak. Resulullah şöyle buyurmaktadır; “Din nasihattır. (samimiyettir)” (Müslim)

· Allah’a sıkça dua etmek.

“Rabbiniz buyurdu ki: "Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min 60)

· Çevremizde olan haksızlığa ve gayri İslamî duruma duyarsız kalmamak. Güzel bir üslupla düzeltmeye çalışmak.

İnsanları Allah'a çağıran, iyi iş yapan ve "Ben Müslümanlardanım " diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet 33)

· Yalan söylememek, akdinde vefalı olmak ve sözünde sadık kalmak.

· Cömert olup, cimrilikten uzak durmak.

· Gıybet ve haset yapmamak.

· Kardeşimizde bulunan kötü hasleti kınamadan güzel bir üslupla kendisine söylemek.

· Bir kardeşimizin de kendimize yapmış olduğu uyarıyı dikkate alıp, dua etmek.

· Nafile ibadetlere gereği gibi özen göstermek, Riyadan uzak durmak.

· Eğitimin aileden başladığını unutmayarak çocuklarımıza karşı gereğince önem vermek. Onunla arkadaşlık kurarak, sağlıklı eğitimi vermek. Yanımızda namaz kılmalarını, sohbet etmelerini sağlamak. Yaşı daha küçük diyerek bunu ihmal etmemek. Zira batılılar okullarında yeterince zehirlerini akıttığını unutmamak suretiyle bunun ne derece önemli olduğunu zihinden çıkarmamak.

· Söylemde ihlaslı olmak; konuşurken Allah’ın emrine bağlı kalarak konuşmak ve yalnızca O’nun rızasını gözeterek koşuşturmaktır.

· Amelde ihlaslı olmak, Allah’ın emrine bağlı kalarak hareket etmek ve yalnızca O’nun rızasını gözeterek koşuşturmaktır.

Buna benzer gerekli olan güzel amelleri ve hasletleri Resulullah (sav)’in siretinde ve Sahabe-i Kiram’ın hayatında bulup çoğaltabiliriz. Çevremizde bulunan diğer Müslümanlara karşıda güler yüzle hareket edip, nasihatte bulunarak İslam’ı anlatmalıyız. Belki duymamışlar, bilmiyorlar şeklinde düşünerek mukaddes davaya onları da davet etmek için hayırlı vesileleri aramalıyız. Gruplaşmalara izin vermemeliyiz. Aksi takdirde kafirin isteğine ve emeline katkıda bulunmuş oluruz. Resulullah (sav) şöyle buyurmaktadır:

“Ümmetimden, Allah’ın emrine göre hareket eden bir topluluk sürekli olarak var olacaktır. Onlara yardımı kesenler veya muhalefet edenler, onlara zarar veremezler. Ta ki Allah’ın emri gelinceye kadar. Onlar, insanlar üzerinde galiptirler."

"Kim bir hidayete davette bulunursa, buna uyanların sevaplarının bir misli ona gelir ve bu durum onların ücretlerinden hiçbir şeyi eksiltmez…”

İnşallah yüce Rabbimiz basiretimizi açarak, hakkı hak olarak bilip, ona karşı boyun eğmeyi-sarılmayı, batılıda batıl bilip, ona karşı uyanık olup mücadele etmeyi bizlere nasip etsin.

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir ümmet olsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.” (Al-i İmran 104)

- S O N -

 

YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1425 / ŞUBAT 2005

Yukarı