Ana Sayfa YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1426 / ŞUBAT 2005 E-Mail

İslamî Hükümlerin, İslam Akidesi İle Alakası

Abdul Hakim

İnsanın yaratılışında var olan özellikler onu bir takım işler yapmaya, bu özellikleri tatmin edip, doyurmaya sevk eder. Bu özelliklerin bazıları doyurulmadığında insanın hayatı tehlikeye girer; yeme ve içme gibi, bazıları doyurulmadığı zaman insan neslinin bekası tehlikeye girer; insanın kendi cinsine meyil duyması, evlenmek gibi, bazıları da doyurulmadığı zaman insanı huzursuz eder sıkıntıya sokar.

İşte insan ister uzvi ihtiyaçları olsun, ister içgüdüleri olsun doyurma ve tatmin ederken bir takım işler yapar. Burada önemli olan, bu işleri yapmaya kalkıştığında benimseyeceği nizam, kural ve kaidelerdir. Yoksa insandaki bütün özellikler şöyle veya böyle bir şekilde tatmin edilip doyurulabilir.

İnsan işlerini benimsemiş olduğu Hadarete (hayat hakkındaki mefhumlara) göre yürütür. Hadaret ise insan, hayat ve kainat hakkındaki temel düşünceden, fikri kaideden, kısaca akideden belirlenir. Böyle olunca hayatın üzerine kurulduğu tek temel Akidedir (İmandır). İnsan aydın bir düşünce ile aklı tatmin eden, kalbe güven veren ve fıtrata uygun bir şekilde bu temeli oluşturabilirse, bütün problemlerin sağlıklı çözümünü bulmuş olur. Bu problemler ferdi, toplumsal, sosyal, siyasal, ekonomik, diğer toplumlarla alakalar gibi hangi tür olursa olsun, akide ve akideden çıkan fikir ve hükümlerle çözüme kavuşturulur.

İnsanı, hayatı ve kainatı yaratan Allah (cc), insanlığın bütün problemlerini sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturabilmeleri için, İslam’ı Muhammed (sav)’e vahyedip, bizzat pratik hayatta tatbik ederek insanlığa canlı bir şekilde göstermiştir. Resul (sav)’le başlayan bu yaşantı 14 asır insanlığın problemlerini çözüme kavuşturup onların mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmelerini sağlamıştır.

Müslümanların nefislerinde İslam akidesinin zayıflayıp nurunun sönmesi, onları İslam nizamından ve hükümlerinin tatbikinden uzaklaştırıp, Şer-i Hükümlere bağlanmaya kayıtsız kalmalarına sevk etti. Bunun üzerine Müslümanlar kafirlerin hükümlerini üzerlerine egemen kılmalarına, canlarına kastedip servetlerini çalmalarına, kayıtsız kaldılar. Zelil olup, horlandılar, kafirlere boyun eğip, sadece dünya metaını elde etmeye yöneldiler ve her türlü bela ve musibetler maruz kaldılar.

Bütün bu olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi için İslam Akidesi mutlaka Müslümanların nefislerinde canlandırılıp, yeşertilmelidir ki Müslümanların hayata bakışı değişsin, ümmette yeniden canlılık oluşsun.

Müslümanlarda İslam akidesinin net ve berrak bir şekilde kavranıp idrak edilmesi, onları İslam idare (hükmetme) nizamına sarılıp, hayatı Şer-i hükümlerle tanzim etmeye yöneltir. Çünkü İslam idare (hükmetme) nizamı, İslam akidesinin en önemli meselesi ve akidenin temel yükümlülüğüdür.

Birçok ayet ve hadisler İslam akidesi ile hükmetme arasındaki alakayı kati bir şekilde bildirmektedir. Ayetler hükmetme meselesine, sadece işaret etmiyor. Lafız ve mana olarak kesinlik arz edip, Allah (cc)’nın Uluhiyet ve Rububiyetini bildirip imanî bir mesele olduğunu ortaya koyuyor. Yani mesele, iman ve küfür, hak ve batıl, İslam ve Cahiliyet, Şer-i Hükümler ve insanların heva ve hevesi olarak belirtiyor. Bunlarda ne bir orta yol bulunabilir, ne de bunlar birbiri ile bağdaştırabilir.

Bundan dolayı Mümin, yeryüzünde ilahi nizamın tatbikini gerçekleştirmek, Allah’ın beşer üzerindeki hakimiyetini ilan etmek, dünya hayatında O’nun Şeriatını uygulayarak, insanlığın hayrını, ıslahını ve gelişmesini gerçekleştirmek için Allah (cc)’ın emredip, Muhammed (sav)’in uyguladığı şekilde mücadele eden, bu uğurda sadece Rabbinin rızasını ve sevgisini gözetendir.

Bu mücadelede insanların her türlü karşı koymalarına aldırmadan, bütün gayretini yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin hakimiyeti için harcar. Yine bütün münasebetlerinde ve çalışmasında akidesini esas alır. Çünkü bu akide, fikirlerin temeli ve problemlerin çözüm kaynağıdır. Bu akide Müslüman’a Şeriatla hükmetmeyi bir vecibe ve asli görev olarak yüklediği gibi, aynı zamanda hiçbir sıkıntı duymadan teslimiyeti de gerekli kılar. Allah (cc) ayeti kerimede:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Allah (cc)’ın Halik sıfatı ile insanı, hayatı ve kainatı yaratıp, bunlar üzerinde yegane hakimiyet ve tasarruf sahibidir. O her şeyi yaratan, her şeye malik olan, her şeye rızkını verendir. O tek kudret sahibi, tek hakimdir. Bütün bu hususiyetlerin, Uluhiyetin, Rububiyetin, mülkün, hakimiyetin sadece Allah (cc)’a ait olduğunu bu hususiyetlere sahip tek varlık olduğu, bunlarda O’nun hiçbir ortağının olmadığını ikrar ve kabul etmek, bütün bunların gerektirdiği şeylere tam bir itaat ve kalbinde hiçbir sıkıntı duymadan tam teslimiyet gerçek imanı oluşturur. Buradaki teslimiyet, ister sözle, ister fiille olsun, iman’ı veya küfrü, İslam’ı veya cahiliyeti ortaya koyar. Bunun için Allah (cc) şu ağır hükümleri beyan ediyor.

“…Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin, zalimlerin, fasıkların ta kendileridir…” (Maide 44-45-47)

Buyurarak kendisinin koymuş olduğu hükümlere teslim olmayı ve onlarla amel etmeyi akideye bağlıyor. Gerek idare edenler, gerekse idare edilenlerin, iman ve İslam’a girebilmelerinin şart ve sınırlarını tayin ediyor.

Hayatın bütün hususları hakkında İlahi hükümlerin üstünlüğünü ikrar ve itiraf da iman ve küfür meselesidir. Çünkü Allah (cc):

“Cahiliyet devrimini istiyorlar, yakinen bilen bir millet için Allah’tan daha iyi hüküm veren kim vardır.” (Maide 50)

Bir kimse beşer yapısı (ister kendi nefsinden, ister başkasından kaynaklanan) nizamı Allah’ın nizamına tercih etmesi, O’ndan üstün veya O’na eşit tutması, İslam akidesini kaybetmesine sebep olur. Bu husus, hayatın hangi sahasıyla alakalı olursa olsun fark etmez. İster siyasi, ister ictimaî, ister sosyal, ister ekonomik.

Zamanın ve mekanın değişmesi, insanların arzu ve ihtiyaçlarının artması, eşyanın şekillerinin değişmesi, insanın İslam’ın hükümlerini terk etmesine gerekçe olmaz. Muhammed (sav) son peygamber, onun getirmiş olduğu din İslam, son dindir. Kıyamete kadar insanlığın problemlerine çözüm getiren dindir.

Bazı rivayetlerde Resulullah’a son olarak vahyedilen ayette:

“…Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslamı beğendim.” (Maide 3) buyurarak kemale ermiş, tamamlanmış ve insanlık için beğenilmiş bir din olarak insanlığa sunuluyor.Başka bir ayette:

Kim İslam’dan başka bir din ararsa, bu ondan asla kabul edilmez ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali-İmran 85)

Bu ayetler ve daha birçok ayet en iyi hükümleri beyan eden hiçbir eksiği kalmadan tamamlanmış, bizden istenen, bizim için beğenilen dinin İslam olduğu, bundan başkasının kabul edilmeyeceği beyan ediliyor. Allah’ın nizam; beşer hayatı için mütekâmil, şümullü ve metodu ihtiva eden, bütün hal ve şekilleriyle insan hayatının her cephesine ait problemleri çözüme kavuşturan nizam ve intizamı ilahi ölçülerle düzene sokan bir dindir. Bu ayetlerin ve diğerlerinin hilafını düşünmek veya başka yol aramak, İslam akidesini terk etmek, küfre düşmek anlamına gelir.

“Sen öğüt verip hatırlat; çünkü gerçekten öğütle hatırlatma, mü’minlere yarar sağlar.

Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat 55-56)

 

YIL 16  SAYI 182  MUHARREM 1425 / ŞUBAT 2005

Yukarı