|
|
|
İslamî Hükümlerin, İslam Akidesi
İle Alakası |
|
|
Abdul Hakim |
|
| |
İnsanın yaratılışında var olan özellikler onu bir takım işler
yapmaya, bu özellikleri tatmin edip, doyurmaya sevk eder. Bu özelliklerin
bazıları doyurulmadığında insanın hayatı tehlikeye girer; yeme ve
içme gibi, bazıları doyurulmadığı zaman insan neslinin bekası
tehlikeye girer; insanın kendi cinsine meyil duyması, evlenmek gibi,
bazıları da doyurulmadığı zaman insanı huzursuz eder sıkıntıya
sokar.
İşte insan ister uzvi ihtiyaçları olsun, ister içgüdüleri olsun
doyurma ve tatmin ederken bir takım işler yapar. Burada önemli olan,
bu işleri yapmaya kalkıştığında benimseyeceği nizam, kural ve
kaidelerdir. Yoksa insandaki bütün özellikler şöyle veya böyle bir
şekilde tatmin edilip doyurulabilir.
İnsan işlerini benimsemiş olduğu Hadarete (hayat hakkındaki
mefhumlara) göre yürütür. Hadaret ise insan, hayat ve kainat
hakkındaki temel düşünceden, fikri kaideden, kısaca akideden
belirlenir. Böyle olunca hayatın üzerine kurulduğu tek temel
Akidedir (İmandır). İnsan aydın bir düşünce ile aklı tatmin eden,
kalbe güven veren ve fıtrata uygun bir şekilde bu temeli
oluşturabilirse, bütün problemlerin sağlıklı çözümünü bulmuş olur.
Bu problemler ferdi, toplumsal, sosyal, siyasal, ekonomik, diğer
toplumlarla alakalar gibi hangi tür olursa olsun, akide ve akideden
çıkan fikir ve hükümlerle çözüme kavuşturulur.
İnsanı, hayatı ve kainatı yaratan Allah (cc), insanlığın bütün
problemlerini sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturabilmeleri için,
İslam’ı Muhammed (sav)’e vahyedip, bizzat pratik hayatta tatbik
ederek insanlığa canlı bir şekilde göstermiştir. Resul (sav)’le
başlayan bu yaşantı 14 asır insanlığın problemlerini çözüme
kavuşturup onların mutlu ve huzurlu bir yaşam sürmelerini
sağlamıştır.
Müslümanların nefislerinde İslam akidesinin zayıflayıp nurunun
sönmesi, onları İslam nizamından ve hükümlerinin tatbikinden
uzaklaştırıp, Şer-i Hükümlere bağlanmaya kayıtsız kalmalarına sevk
etti. Bunun üzerine Müslümanlar kafirlerin hükümlerini üzerlerine
egemen kılmalarına, canlarına kastedip servetlerini çalmalarına,
kayıtsız kaldılar. Zelil olup, horlandılar, kafirlere boyun eğip,
sadece dünya metaını elde etmeye yöneldiler ve her türlü bela ve
musibetler maruz kaldılar.
Bütün bu olumsuzlukların ortadan kaldırılabilmesi için İslam Akidesi
mutlaka Müslümanların nefislerinde canlandırılıp, yeşertilmelidir ki
Müslümanların hayata bakışı değişsin, ümmette yeniden canlılık
oluşsun.
Müslümanlarda İslam akidesinin net ve berrak bir şekilde kavranıp
idrak edilmesi, onları İslam idare (hükmetme) nizamına sarılıp,
hayatı Şer-i hükümlerle tanzim etmeye yöneltir. Çünkü İslam idare
(hükmetme) nizamı, İslam akidesinin en önemli meselesi ve akidenin
temel yükümlülüğüdür.
Birçok ayet ve hadisler İslam akidesi ile hükmetme arasındaki
alakayı kati bir şekilde bildirmektedir. Ayetler hükmetme
meselesine, sadece işaret etmiyor. Lafız ve mana olarak kesinlik arz
edip, Allah (cc)’nın Uluhiyet ve Rububiyetini bildirip imanî bir
mesele olduğunu ortaya koyuyor. Yani mesele, iman ve küfür, hak ve
batıl, İslam ve Cahiliyet, Şer-i Hükümler ve insanların heva ve
hevesi olarak belirtiyor. Bunlarda ne bir orta yol bulunabilir, ne
de bunlar birbiri ile bağdaştırabilir.
Bundan dolayı Mümin, yeryüzünde ilahi nizamın tatbikini
gerçekleştirmek, Allah’ın beşer üzerindeki hakimiyetini ilan etmek,
dünya hayatında O’nun Şeriatını uygulayarak, insanlığın hayrını,
ıslahını ve gelişmesini gerçekleştirmek için Allah (cc)’ın emredip,
Muhammed (sav)’in uyguladığı şekilde mücadele eden, bu uğurda sadece
Rabbinin rızasını ve sevgisini gözetendir.
Bu mücadelede insanların her türlü karşı koymalarına aldırmadan,
bütün gayretini yeryüzünde Allah’ın hükümlerinin hakimiyeti için
harcar. Yine bütün münasebetlerinde ve çalışmasında akidesini esas
alır. Çünkü bu akide, fikirlerin temeli ve problemlerin çözüm
kaynağıdır. Bu akide Müslüman’a Şeriatla hükmetmeyi bir vecibe ve
asli görev olarak yüklediği gibi, aynı zamanda hiçbir sıkıntı
duymadan teslimiyeti de gerekli kılar. Allah (cc) ayeti kerimede:
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda
seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş
olmazlar.”
(Nisa 65)
Allah (cc)’ın Halik sıfatı ile insanı, hayatı ve kainatı yaratıp,
bunlar üzerinde yegane hakimiyet ve tasarruf sahibidir. O her şeyi
yaratan, her şeye malik olan, her şeye rızkını verendir. O tek
kudret sahibi, tek hakimdir. Bütün bu hususiyetlerin, Uluhiyetin,
Rububiyetin, mülkün, hakimiyetin sadece Allah (cc)’a ait olduğunu bu
hususiyetlere sahip tek varlık olduğu, bunlarda O’nun hiçbir
ortağının olmadığını ikrar ve kabul etmek, bütün bunların
gerektirdiği şeylere tam bir itaat ve kalbinde hiçbir sıkıntı
duymadan tam teslimiyet gerçek imanı oluşturur. Buradaki teslimiyet,
ister sözle, ister fiille olsun, iman’ı veya küfrü, İslam’ı veya
cahiliyeti ortaya koyar. Bunun için Allah (cc) şu ağır hükümleri
beyan ediyor.
“…Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin, zalimlerin,
fasıkların ta kendileridir…” (Maide
44-45-47)
Buyurarak kendisinin koymuş olduğu hükümlere teslim olmayı ve
onlarla amel etmeyi akideye bağlıyor. Gerek idare edenler, gerekse
idare edilenlerin, iman ve İslam’a girebilmelerinin şart ve
sınırlarını tayin ediyor.
Hayatın bütün hususları hakkında İlahi hükümlerin üstünlüğünü ikrar
ve itiraf da iman ve küfür meselesidir. Çünkü Allah (cc):
“Cahiliyet devrimini istiyorlar, yakinen bilen bir millet için Al lah’tan
daha iyi hüküm veren kim vardır.”
(Maide 50)
Bir kimse beşer yapısı (ister kendi nefsinden, ister başkasından
kaynaklanan) nizamı Allah’ın nizamına tercih etmesi, O’ndan üstün
veya O’na eşit tutması, İslam akidesini kaybetmesine sebep olur. Bu
husus, hayatın hangi sahasıyla alakalı olursa olsun fark etmez.
İster siyasi, ister ictimaî, ister sosyal, ister ekonomik.
Zamanın ve mekanın değişmesi, insanların arzu ve ihtiyaçlarının
artması, eşyanın şekillerinin değişmesi, insanın İslam’ın
hükümlerini terk etmesine gerekçe olmaz. Muhammed (sav) son
peygamber, onun getirmiş olduğu din İslam, son dindir. Kıyamete
kadar insanlığın problemlerine çözüm getiren dindir.
Bazı rivayetlerde Resulullah’a son olarak vahyedilen ayette:
“…Bugün sizin dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi
tamamladım ve size din olarak İslamı beğendim.” (Maide 3)
buyurarak kemale ermiş, tamamlanmış ve insanlık için beğenilmiş bir
din olarak insanlığa sunuluyor.Başka bir ayette:
“ Kim İslam’dan başka bir din
ararsa, bu ondan asla kabul edilmez ve o ahirette ziyan edenlerden
olacaktır.” (Ali-İmran 85)
Bu ayetler ve daha birçok ayet en iyi hükümleri beyan eden hiçbir
eksiği kalmadan tamamlanmış, bizden istenen, bizim için beğenilen
dinin İslam olduğu, bundan başkasının kabul edilmeyeceği beyan
ediliyor. Allah’ın nizam; beşer hayatı için mütekâmil, şümullü ve
metodu ihtiva eden, bütün hal ve şekilleriyle insan hayatının her
cephesine ait problemleri çözüme kavuşturan nizam ve intizamı ilahi
ölçülerle düzene sokan bir dindir. Bu ayetlerin ve diğerlerinin
hilafını düşünmek veya başka yol aramak, İslam akidesini terk etmek,
küfre düşmek anlamına gelir.
“Sen öğüt verip hatırlat; çünkü gerçekten öğütle hatırlatma,
mü’minlere yarar sağlar.
Ben cinleri ve insanları yal nızca
bana ibadet etsinler diye yarattım.”
(Zariyat 55-56)
|
|
YIL
16 SAYI 182 MUHARREM 1425 / ŞUBAT 2005
|
|
|
|
|