Bu
ayetlerin nüzul sebebi şöyledir:
İki
Yahudi kabile; Kureyze ve Nadiroğulları savaşıyorlardı. İslam gelmeden önce
cahiliyede bir sefer Nadiroğulları Kureyzeoğulları’na saldırıp galip geldiler.
Bu olaydan sonra, eğer Nadiroğulları’ndan biri Kureyzeoğulları’ ndan birini
öldürürse katil olan Nadir’li ceza olarak öldürülmez, sadece öldürülen
Kureyze’linin velisine yüz vesk hurma verirdi. Ama, bir Kureyze’li kişi
Nadiroğulları’ndan birini öldürürse, katil Kureyze’li kişi ceza olarak
öldürülürdü. Fidye verilecekse öldüren Nadir’li kişinin fidyesi ikiyüz vesk
hurma idi. Katil olan, Kureyzeli’ye bu fidyeyi verirdi. (Bir vesk yaklaşık
olarak 130 kg’dır)
Bu
ayetlerin nüzul sebebiyle ilgili başka bir rivayet daha vardır:
Cahiliyede, İslam gelmeden önce az bir müddet içerisinde iki Arap kabilesi
birbiriyle savaştılar. Aralarında öç alma, katletme ve yaralama olayları
oluyordu. Bir kısım köleler ve kadınlar öldürüldü. Birbirlerine karşı intikamlar
bitmez oldu, fidyeler de vermez oldular. İslam gelince; İslam’a girdiler. Bu
sefer her kabile kendilerine ait öldürülenlere daha fazla diyet ve fidye
(karşılık) istedi. Ve yemin ettiler ki köleye karşı hür ve kadına karşı adam
öldürülmezse razı olmuyorlardı. Bundan sonra bu ayetler nazil oldu. “Hür kimseye
hür kimse, köleye köle ve kadına kadın öldürülür” diye hüküm duyurdu.
Bu
ayetle ilgili İbn-i Abbas şöyle dedi: Erkeğe erkek ve kadına kadını
öldürüyorlardı. Ondan sonra Allah-u Teâla, her nefse bir nefis öldürülür
manasını taşıyan ayeti (Maide 45) indirdi. Böylece, kısas hususunda hür
insanları eşit kıldı. Yine de, kısasta köleler arasında eşitliği kıldı.
Ebu
Hanife, Es-Sevri, İbni Leyla ve Davut kısas hususunda hür ile köle arasında fark
yoktur; köleye hür insan öldürülür dediler. Maide suresi 45. ayeti kerimesine
dayandılar, bu ayet genel mana taşır dediler. Bu görüş, Ali, İbni Mesut, Said
bin Museyyeb, İbrahim En- Nuhai, Katade ve El-Hekem’inde görüşü olduğu rivayet
edilmiştir.
Buhari, Ali bin El-Medeyni, İbrahim En-Nuhai ve Es-Sevri şu hadisten dolayı bir
efendi kölesini öldürürse öldürülür dedi;
“Kim
kölesini öldürürse onu öldürürüz, kim kölesini hadım ettirirse onu hadım
ettiririz.” (Buhari)
Ancak, cumhur (Alimlerin çoğu) hür, köleyi öldürürse öldürülmez. Çünkü köle bir
maldır. Hatayla köleyi öldürürse kölenin diyetini ödemez. Ancak, onun değerini,
(o malın kıymetini) öder demiştir.
Cumhur(alimlerin çoğu)’a göre kafire Müslüman öldürülmez. Çünkü Resulullah (sav)
şöyle buyurdu:
“Müslüman kafirle öldürülmez.” (Buhari)
Ebu
Hanife ise, Maide suresi 45. ayetinin genel mana taşıdığını ve bunun için
Müslüman’ın kafirle öldürüleceğini benimsedi.
El-Hasan ve Ata, yukarıdaki ayet nedeniyle kadına erkek öldürülmez dediler.
Ancak, cumhur Maide suresi 45. ayete dayanarak bu görüşü ret etti; şu hadis-i
Şerife de dayandılar:
“Müslümanların kanı eşittir” (Buhari)
Kuvvetli görüş ise; her nefse nefis öldürülür, buna göre erkeğe erkek, kadına
erkek, erkeğe kadın, hür insana hür, köleye hür, hür insana köle, Müslüman’a
kafir, kafire Müslüman fark etmeksizin öldürülür. Bunun nedenlerini şöyle
düşünüyoruz:
1.
Bu ayet (hür insana hür, köleye köle, dişiye dişi) hasretme (sınırlandırma)
manası taşımıyor. Sadece bir vakıaya cevap veriyor. O iki Yahudi kabileler veya
iki Arap kabilesi kısasta adaletsizlik yapıyorlardı.
2.
Resulullah (sav) Yemen halkına şu mektubu yazdırmıştır: “Muhakkak, kadına
erkek öldürülür” (Malik)
3.
Soruldu ki; “Bir Yahudi iki taşla bir cariye kadını ezdi. Sana kim bunu
yaptı? Filan mı filan mı? Katil yahudinin ismi söylenince başıyla evet cevabını
verdi. O Yahudi getirilip sorgulandı. O anda itiraf etti. Resulullah (sav)
yahudinin başının iki taşla ezilmesine emir verdi” (Buhari)
4.
Yukarıda daha önce “kim kölesini öldürürse onu öldürürüz” (Buhari)
hadisi geçmiştir.
5.
“Kafire Müslüman öldürülmez” hadis-i Şerif, savaşçı kafirle ilgilidir.
Emniyet dilemeyen veya zımmi olmayan kafire de Müslüman öldürülmez.
Fiilen savaşçı kafir her zaman öldürülebilir. Şayet kafir bir toplumla savaşıyor
olursak. O toplumdan olan herhangi bir fert nerede bulunursa bulunsun öldürülür.
Ayet-i Kerime bunu açıkladı: (Bakara 191)
İslam Devleti’ne gelip emniyet dileyerek sığınanlar veya zımmilerden biri
öldürülürse katil öldürülür. Yine de ahitli öldürülürse onu öldüren kimse
öldürülür. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Kim
bir ahitli kimseyi öldürürse cennet kokusunu koklamaz. Oysa, onun kokusu kırk
senenin yürüyüşünün mesafesinden koklanır.” (Buhari)
Bayhaki şu hadisi tahriç etmiştir.
Resulullah (sav) bir ahitliye Müslüman’ı öldürdü. Ve şöyle dedi: “Ahdine
vefakarlık yapanların en değerlisi benimdir.”
Bir
kavimle ateşkes antlaşması yaptığımız zaman onlardan birini kim öldürürse
öldürülür.
“Hz.
Ali (ra); bir Müslüman bir zımmiyi öldürdüğünde; o Müslüman’ı öldürmeye
emir verdi. Bu zımminin kardeşi gelip bu katili afettim dedi. Hz. Ali belki seni
tehdit ettiler, azarladılar ve kovmak mı istediler? Bu adam şöyle dedi: Hayır.
Fakat bu katilin öldürülüşü benim kardeşimi bana geri getirmez. Bana diyet
(Fidye) sundular. Ben buna razı oldum. Hz. Ali şöyle dedi: Sen daha iyi
bilirsin. Fakat, bizim ahdimize giren kimsenin kanı, bizim kanımız gibidir.
Diyeti bizim diyetimiz gibidir.” (Tabarani)
Bu
halife Ali(ra)’nin uygulamasıdır. Resulullah (sav)’in hadislerini uyguladı. Buna
göre, ahdimize giren her kafir Müslüman gibi muamele görür. Ama, ahdimize
girmezse ve fiilen savaşçı değilse, öldürülürse onu öldüren kimse öldürülmez.
Ancak, velisine diyetin yarısı verilir. Resulullah (sav) bununla ilgili şöyle
buyurdu: “Kafirin diyeti Müslüman’ın diyetinin yarısıdır.”
Bir
Ayet-i Kerime’de:
|
“…Bir kavimle ahit yapmışsak ve onlardan biri hatayla Müslüman tarafından
öldürülürse ailesine tam diyet teslim edilir...” (Nisa 92)
|
6.
Ayet-i Kerime’de (Hür kimseye hür, köleye köle ve dişiye dişi) mantuku hür
kimse köleyi öldürürse öldürülmez, erkek dişiyi öldürürse öldürülmez.
Mefhumu-muhalefede ise böyledir. Ancak, bu mefhumu-muhalefe yukarıdaki
gösterdiğimiz delillerle iptal edildi, kalktı.
7.
Baba çocuğunu öldürürse öldürülmez, başka ceza verilir. Çünkü, Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: “Baba çocuğuna öldürülmez.” (Tirmizi) Bu bir
istisnadır. Ancak çocuk babasını öldürürse çocuk öldürülür. Çünkü Resulullah
(sav):
“Baba çocuğunu öldürünce öldürmüyordu. Fakat çocuk babasını öldürünce
öldürüyordu.” (Tirmizi)
8.
“Kardeşi tarafından bir şey kendisine affedilmemişse, bunun arkasında maruf
yapılsın ve ona ihsanla eda edilsin.” Ayetin bir parçasıdır. Birinci parça
arkasından hemen geldi ve “kardeşi tarafından” ifadesini taşıdı. Bu ifade, İslam
nazarında hür, köle ve kadınlar kardeştirler. Hepsi eşittir manası taşır. Diyet
konusunu açıklar, fakat bunlar arasındaki eşitliği de beyan etmektedir.
Katil affedilince öldürülen kimsenin velisine diyet verilmelidir. Ve öldürülen
kimsenin ailesine iyilik yapmalıdır. Zira diyet konusu; Allah’tan katil için bir
rahmettir. Bunun değerini anlamalıdır. Yoksa, bu hüküm olmasaydı öldürülecekti.
Ayetteki “Bundan sonra kim saldırırsa, onun için elim azap vardır.” İfadesinin
manası; kim diyeti kabul ettikten sonra katile saldırırsa onun için elim azap
vardır. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Diyeti aldıktan sonra katili öldüren kimseyi affetmem.”
Bunun manası da, katilden diyeti aldıktan sonra katili öldüren
kimseden diyeti kabul etmem. Ancak onu öldürürüm.
Kısasta insanlar için hayat olur, hem de akıl sahiplerine hitap ediyor! Çünkü
bunu ancak düşünenler idrak eder ve anlar. Eğer katil cezalandırılmazsa hem de
acılı cezayla cezalandırılmazsa toplumda kargaşa ve anarşi olur. Allah-u
Teâla’nın indirdiği bütün ceza hükümleri insanlık için huzur ve emniyet sağlar.
Her
ceza doğru değildir. Ancak, Allah-u Teâla’nın indirdiği cezalar doğru olur. Hem
de bu cezalar, caydırıcı olur ve bir af olur. Eğer, Müslüman cezasını dünyada
görürse ahirette af edilir. Böylece o kişi ve toplum için Allah’ın indirdiği
cezalar rahmet olur; o kişi kıyamet gününde bir daha ceza görmeyecektir. Toplum
huzur içinde olur. Çünkü, suç işleyen kimse cezalandırılır ve diğer kimselere
suç işlemesini de caydırır.
İşte
İslam adaleti böylece tecelli olur. Bütün insanlar hakim karşısında eşittirler.
Aynı anda suç işleyen ve toplum için gerçek hayat olur. Takvalık da gerçekleşir.
İnsanlar günah işlemekten uzak kalırlar. Farzları terk etmekten çekinirler.
Çünkü, Müslüman günah işlerse veya bir farzı terk ederse cezalandırılır. Böylece
takvalık gerçekleşir. Düşünen kimseler ancak bu gerçekleri idrak ederler.
İnsanların çoğu düşünmediklerinden dolayı Allah’ın indirdiği ceza sistemine
itiraz ederler.
Bir
kimse, bu insanlar yüksek medeniyet kurdular, sanayi ve teknolojide çok
ilerlediler, nasıl düşünmüyorlar diye sorabilir. İnsanların çoğu bu cezalar
konusunu düşünmüyorlar, medeniyeti veya sanayi düşünebilirler. İnsan bir konuyu
derin ve aydın şekilde düşünürse, gerçeğe ulaşır. laboratuarda kimyacı veya
fizikçi iyi düşünüyor, fakat İslam’daki ceza sistemini derin ve aydın
düşünmemişse kesinlikle gerçeği fark edemez. Nitekim, insanların çoğu kendi
dallarını düşünüyorlar. Allah’ın indirdiğini hiç düşünmüyor. Hatta onu okumaya
yanaşmıyorlar. Bu sebeple birçok ayette Allah-u Teâla kalplerine kilit vuruldu.
(Muhammed 24) veya kalpleri kapalı (Bakara 7) veya örtü çekildi (Muttafifin 14)
diye beyan etti. İnsan kalbini açıp düşünmeye başlayınca değişik üsluplarla sevk
etmeye çalışmalıyız. Onlara İslam Ahkamını düşünmeyi sevdirmeye çaba sarf
etmeliyiz.
Allah-u Teâla, kısası ve ceza kanunlarını uygulamaya çağırıyor. Peki kim bunları
uygulayacaktır? Bir devlet olmazsa uygulanamaz. Bu ayetlerin gereği İslam
Devleti’nin var olması gerekir. O zaman toplumda huzur olur ve takvalık topluma
egemen olur. Bu ayetlerin gereğince İslam Devleti’nin var olması gerekir dedik.
Evet, bu doğrudur. Direk Şer-i deliller de vardır; ceza kanunlarını uygulamak
için Halifelerinin dönemlerinde bunu görürüz. Hatta, Raşidi olamayan Emevi,
Abbasi ve Osmanlı Halifeliklerinde bu ceza kanunları uygulandı. Halifelik
sistemi kalkıp cumhuriyet kurulduğu günden bu güne kadar hiç Allah’ın ahkamı ve
cezayla ilgili hükümleri uygulanmıyor. Türkiye Cumhuriyeti, faşist İTALYA’NIN
CEZA KANUNLARINI İTHAL ETTİ VE ONLARI UYGULUYOR. Laik kimseler ve onlara
uyanlar, Allah’ın ahkamını biran için düşünmeye hazır değiller. Hem de kendi
kendilerini aydın insan olarak vasıflandırırlar!!! Oysa, aydınlıktan en uzak
insanların ta kendileridir. Çünkü, İslamiyet’i biran düşünmeye hazır değiller ve
hiç yaşamak istemiyorlar. Bunlar aydın olurlar mı?!
|
“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara
uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.
Her
kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu
değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.
Her
kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de
(alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok
bağışlayan hem de esirgeyendir.” (Bakara 180-181-182)
|
Nisa
süresinde mirasla ilgili ayetler nazil olmadan önce vasiyet vardı. İnsan vefat
etmeden önce babasına, annesine ve akrabalarına malını taksim etmekle ilgili
vasiyet ediyordu. Mirasla ilgili ayetler nazil olunca, bu ayetlerin hükmü nesh
edilmiş oldu. Mirasla ilgili ayetler:
|
“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras
vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının
üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu
varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer
çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer
ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin)
yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan
hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah
tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet
sahibidir.
Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa,
bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri
sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra,
bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa,
bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası
ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir
erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla
iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra,
kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir.
Allah her şeyi hakkıyla bilendir, halîmdir.” (Nisa 11-12)
|
mirasçıların ve herkesin hakkını belirtmiştir. Hadis-i Şerif’ler bu ayetlerin
detaylarını beyan etmiştir. Artık, mirasçılara vasiyetname konusu kalktı. Bunlar
dışında artık vasiyet hükmü geldi. Müslüman vefat edince; malı ve serveti şöyle
taksim edilir:
a-
Ölü yanındaki rehinler ve emanetler sahiplerine verilir. Vefat eden bir şey
satın alıp ödememişse satıcıya iade edilir.
b-
Vefat edenin kefeni ve defin masrafı malından ayrılır.
c-
Allah’ın borcu ödenir; zekat vermemişse veya kefareti varsa önce bunlar
ödenir.
d-
İnsanlara ait borçlar ödenir.
e-
Vasiyeti varsa verilir. Malın üçte birisinden fazla vasiyet yoktur;
Resulullah (sav) vasiyet ancak üçte biridir ve bu çoktur. (Buhari)
diye buyurmuştur.
f-
Mirasla ilgili ayetler ve hadislere göre mirasçılara mirastan kalan
dağıtılır. (Nisa 11-12)
Nesh
edilen mirasla ilgili ayetleri okuruz, okunmasından sevap kazanırız. Fakat,
hükümlerini uygulayamayız. Uygulanması caiz değildir. Evet, Nisa süresindeki
mirasla ilgili ayetler nazil olmadan önce ebeveyne ve akrabalara takvalılara
bilinen şekilde vasiyet etmek hak idi; farz idi. Bunu dinlemek istemeyen
kimseler günahkar idi. Oysa, Allah herkesin her dediğini işitiyor ve her
yaptığından haberdardır. Bu nedenle, insan Allah’tan korkmalıdır, takvalı
olmalıdır. Bu vasiyet insafla ve zulümsüz şekilde edilmelidir. Çünkü, insan
belli nispetle vasiyetini dağıtmıyordu veya ayarlamıyordu. Kendi insafına
bırakılıyordu. O sebeple, marufla vasiyet edilmeli diye Allah’ın emri gelmiştir.
Bunun işitilmesi istenmiştir. Onu değiştirmemek için çalışmakla ilgili Allah’ın
emri gelmiştir. Eğer insan vasiyet edenden bir haksızlık veya zulmün hasıl
olduğu görürse düzeltmek için sulha çağırır. Vasiyet eden ile kendisine vasiyet
edilen kimseler arasında sulh yapılmaya davet edilir. Kendisine vasiyet edilen
kimse sulha çağırınca günah işlemez. Bu sulh veya vasiyeti düzeltme işi vasiyeti
değiştirmek veya Allah’ın hükmünü değiştirmek demek değildir.
Allah-u Teâla bu ayetin hükmünden daha güzel hüküm içeren mirasla ilgili ayetler
indirdi. Her mirasçının ne kadar alacağı belirlendi. Miras bırakan kimsenin
insafına artık bırakılmıyor. Vefat eden kimsenin mirasa hiç müdahalesi yoktur.
Vefat edince miras ahkamına göre malı zorla dağıtılır. Ancak vasiyeti kendi
görüşüne bırakılır, ama, malının üçte birisinden fazla vasiyet edemez. Bu
vasiyet mirasçılara olmaz. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Allah her kimseye mirastan hakkını verdi. Artık mirasçıya vasiyet edilmez.”
(Ebu Davut, Nisai, Tirmizi)
Allah-u Teâla, bir ayeti nesh edince ondan daha güzel hüküm içeren veya onun
gibi bir ayet (Bakara 106) getireceğini söyleyince, ne kadar sadıktır! Sadık
olan, Allah’ın ta kendisidir. Fakat bu ayetler incelenince gerçek; Allah’ın
üstün olan sadıklığı tecelli olur. Çünkü, önceki ayetlerde mirasın dağıtılması
vefat edecek kimsenin insafına bırakılıyordu. Ama, bu ayet nesh edilince, yerine
Nisa süresinde mirasla ilgili ayetler nazil olunca adalet ister istemez
gerçekleşmeye başladı. İnsan adaletli veya insaflı olamıyor. Sevgisine veya
nefretine göre hareket etmeye çalışır. Hatta, aklını üstün zekayla kullansa bile
tam doğruya isabet edemez. Bu nedenle Allah’tan Şeriat’ın gelmesine, insan
muhtaç oldu. Ancak Şeriat’a uyunca adaletli olur. Şeriat’a uymazsa zalim olur.
Bunu vakıada görüyoruz. Bütün İslamî olmayan ve küfür sistemlerine ve
devletlerine, yöneticilere ve normal insanlara, BM’lere ve dünya kanunlarına göz
atın. Ne kadar zulmün var olduğunu idrak edersiniz. Kesinlikle, şu anda hiçbir
yerde adalet yoktur. Herkes, her devlet ve her kuruluş kendi lehine ve çıkarına
göre hüküm vermeye çalışır. Allah-u Teâla:
|
“Ey
iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün
(kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın.
Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerdir.” (Bakara 254) diye
söyleyince ne kadar sadık idi?!
|
Batı
dünyasından Türkiye Cumhuriyeti medeni kanunu adı altında bu zulüm kanunlarını
ve zalim dünyadan miras kanunları ithal etmiştir. Bu kanunlar incelenince tam
zulümle dolu olduğu görülür.
Buna
göre, sorumluluğu hisseden ve gerçeği idrak eden Müslümanlar bu zulmü kaldırmaya
ve adalet kanunlarını uygulamaya çalışmalıdır. Bu adalet kanunları, Şeriat’ta
mevcuttur. Yalnız Allah’ın Şeriat’ında vardır. Yaptırıcı Şer-i mahkemeler
kurulmalıdır. Çünkü, bu hususta ihtilaf hasıl olabilir. O anda, mirasçılar Şer-i
mahkemelere başvurulmalıdır, ihtilafların kalkması için. Bu mahkemeler Şer-i
Devlet tarafından kurulur. İslam devletinin olmadığı günümüzde, Müslümanlar
arasında Şer-i mahkemeler kurunca yaptırıcı olamıyor. Çünkü, bazı kesimler
uymayabilirler; kim onları zorlayacak?! Oysa, yargının tarifi; “Zorlamak üzere
Şer-i hükmü bildirmektir.” O zaman Şer-i yargı arkasında Şer-i otorite olan
İslam Devleti var olmalıdır.