Ana Sayfa YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ

AYET: 178-182

Esad MANSUR

 

“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.

Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.” (Bakara 178-179)

Bu ayetlerin nüzul sebebi şöyledir:

İki Yahudi kabile; Kureyze ve Nadiroğulları savaşıyorlardı. İslam gelmeden önce cahiliyede bir sefer Nadiroğulları Kureyzeoğulları’na saldırıp galip geldiler. Bu olaydan sonra, eğer Nadiroğulları’ndan biri Kureyzeoğulları’ ndan birini öldürürse katil olan Nadir’li ceza olarak öldürülmez, sadece öldürülen Kureyze’linin velisine yüz vesk hurma verirdi. Ama, bir Kureyze’li kişi Nadiroğulları’ndan birini öldürürse, katil Kureyze’li kişi ceza olarak öldürülürdü. Fidye verilecekse öldüren Nadir’li kişinin fidyesi ikiyüz vesk hurma idi. Katil olan, Kureyzeli’ye bu fidyeyi verirdi. (Bir vesk yaklaşık olarak 130 kg’dır)

Bu ayetlerin nüzul sebebiyle ilgili başka bir rivayet daha vardır:

Cahiliyede, İslam gelmeden önce az bir müddet içerisinde iki Arap kabilesi birbiriyle savaştılar. Aralarında öç alma, katletme ve yaralama olayları oluyordu. Bir kısım köleler ve kadınlar öldürüldü. Birbirlerine karşı intikamlar bitmez oldu, fidyeler de vermez oldular. İslam gelince; İslam’a girdiler. Bu sefer her kabile kendilerine ait öldürülenlere daha fazla diyet ve fidye (karşılık) istedi. Ve yemin ettiler ki köleye karşı hür ve kadına karşı adam öldürülmezse razı olmuyorlardı. Bundan sonra bu ayetler nazil oldu. “Hür kimseye hür kimse, köleye köle ve kadına kadın öldürülür” diye hüküm duyurdu.

Bu ayetle ilgili İbn-i Abbas şöyle dedi: Erkeğe erkek ve kadına kadını öldürüyorlardı. Ondan sonra Allah-u Teâla, her nefse bir nefis öldürülür manasını taşıyan ayeti (Maide 45) indirdi. Böylece, kısas hususunda hür insanları eşit kıldı. Yine de, kısasta köleler arasında eşitliği kıldı.

Ebu Hanife, Es-Sevri, İbni Leyla ve Davut kısas hususunda hür ile köle arasında fark yoktur; köleye hür insan öldürülür dediler. Maide suresi 45. ayeti kerimesine dayandılar, bu ayet genel mana taşır dediler. Bu görüş, Ali, İbni Mesut, Said bin Museyyeb, İbrahim En- Nuhai, Katade ve El-Hekem’inde görüşü olduğu rivayet edilmiştir.

Buhari, Ali bin El-Medeyni, İbrahim En-Nuhai ve Es-Sevri şu hadisten dolayı bir efendi kölesini öldürürse öldürülür dedi;

“Kim kölesini öldürürse onu öldürürüz, kim kölesini hadım ettirirse onu hadım ettiririz.” (Buhari)

Ancak, cumhur (Alimlerin çoğu) hür, köleyi öldürürse öldürülmez. Çünkü köle bir maldır. Hatayla köleyi öldürürse kölenin diyetini ödemez. Ancak, onun değerini, (o malın kıymetini) öder demiştir.

Cumhur(alimlerin çoğu)’a göre kafire Müslüman öldürülmez. Çünkü Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Müslüman kafirle öldürülmez.” (Buhari)

Ebu Hanife ise, Maide suresi 45. ayetinin genel mana taşıdığını ve bunun için Müslüman’ın kafirle öldürüleceğini benimsedi.

El-Hasan ve Ata, yukarıdaki ayet nedeniyle kadına erkek öldürülmez dediler.

Ancak, cumhur Maide suresi 45. ayete dayanarak bu görüşü ret etti; şu hadis-i Şerife de dayandılar:

“Müslümanların kanı eşittir” (Buhari)

Kuvvetli görüş ise; her nefse nefis öldürülür, buna göre erkeğe erkek, kadına erkek, erkeğe kadın, hür insana hür, köleye hür, hür insana köle, Müslüman’a kafir, kafire Müslüman fark etmeksizin öldürülür. Bunun nedenlerini şöyle düşünüyoruz:

1. Bu ayet (hür insana hür, köleye köle, dişiye dişi) hasretme (sınırlandırma) manası taşımıyor. Sadece bir vakıaya cevap veriyor. O iki Yahudi kabileler veya iki Arap kabilesi kısasta adaletsizlik yapıyorlardı.

2. Resulullah (sav) Yemen halkına şu mektubu yazdırmıştır: “Muhakkak, kadına erkek öldürülür” (Malik)

3. Soruldu ki; “Bir Yahudi iki taşla bir cariye kadını ezdi. Sana kim bunu yaptı? Filan mı filan mı? Katil yahudinin ismi söylenince başıyla evet cevabını verdi. O Yahudi getirilip sorgulandı. O anda itiraf etti. Resulullah (sav) yahudinin başının iki taşla ezilmesine emir verdi” (Buhari)

4. Yukarıda daha önce “kim kölesini öldürürse onu öldürürüz” (Buhari) hadisi geçmiştir.

5. “Kafire Müslüman öldürülmez” hadis-i Şerif, savaşçı kafirle ilgilidir. Emniyet dilemeyen veya zımmi olmayan kafire de Müslüman öldürülmez.

Fiilen savaşçı kafir her zaman öldürülebilir. Şayet kafir bir toplumla savaşıyor olursak. O toplumdan olan herhangi bir fert nerede bulunursa bulunsun öldürülür. Ayet-i Kerime bunu açıkladı: (Bakara 191)

İslam Devleti’ne gelip emniyet dileyerek sığınanlar veya zımmilerden biri öldürülürse katil öldürülür. Yine de ahitli öldürülürse onu öldüren kimse öldürülür. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Kim bir ahitli kimseyi öldürürse cennet kokusunu koklamaz. Oysa, onun kokusu kırk senenin yürüyüşünün mesafesinden koklanır.” (Buhari)

Bayhaki şu hadisi tahriç etmiştir.

Resulullah (sav) bir ahitliye Müslüman’ı öldürdü. Ve şöyle dedi: “Ahdine vefakarlık yapanların en değerlisi benimdir.”

Bir kavimle ateşkes antlaşması yaptığımız zaman onlardan birini kim öldürürse öldürülür.

“Hz. Ali (ra); bir Müslüman bir zımmiyi öldürdüğünde; o Müslüman’ı öldürmeye emir verdi. Bu zımminin kardeşi gelip bu katili afettim dedi. Hz. Ali belki seni tehdit ettiler, azarladılar ve kovmak mı istediler? Bu adam şöyle dedi: Hayır. Fakat bu katilin öldürülüşü benim kardeşimi bana geri getirmez. Bana diyet (Fidye) sundular. Ben buna razı oldum. Hz. Ali şöyle dedi: Sen daha iyi bilirsin. Fakat, bizim ahdimize giren kimsenin kanı, bizim kanımız gibidir. Diyeti bizim diyetimiz gibidir.” (Tabarani)

Bu halife Ali(ra)’nin uygulamasıdır. Resulullah (sav)’in hadislerini uyguladı. Buna göre, ahdimize giren her kafir Müslüman gibi muamele görür. Ama, ahdimize girmezse ve fiilen savaşçı değilse, öldürülürse onu öldüren kimse öldürülmez. Ancak, velisine diyetin yarısı verilir. Resulullah (sav) bununla ilgili şöyle buyurdu: “Kafirin diyeti Müslüman’ın diyetinin yarısıdır.”

Bir Ayet-i Kerime’de:

“…Bir kavimle ahit yapmışsak ve onlardan biri hatayla Müslüman tarafından öldürülürse ailesine tam diyet teslim edilir...” (Nisa 92)

6. Ayet-i Kerime’de (Hür kimseye hür, köleye köle ve dişiye dişi) mantuku hür kimse köleyi öldürürse öldürülmez, erkek dişiyi öldürürse öldürülmez. Mefhumu-muhalefede ise böyledir. Ancak, bu mefhumu-muhalefe yukarıdaki gösterdiğimiz delillerle iptal edildi, kalktı.

7. Baba çocuğunu öldürürse öldürülmez, başka ceza verilir. Çünkü, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: “Baba çocuğuna öldürülmez.” (Tirmizi) Bu bir istisnadır. Ancak çocuk babasını öldürürse çocuk öldürülür. Çünkü Resulullah (sav):

“Baba çocuğunu öldürünce öldürmüyordu. Fakat çocuk babasını öldürünce öldürüyordu.” (Tirmizi)

8. “Kardeşi tarafından bir şey kendisine affedilmemişse, bunun arkasında maruf yapılsın ve ona ihsanla eda edilsin.” Ayetin bir parçasıdır. Birinci parça arkasından hemen geldi ve “kardeşi tarafından” ifadesini taşıdı. Bu ifade, İslam nazarında hür, köle ve kadınlar kardeştirler. Hepsi eşittir manası taşır. Diyet konusunu açıklar, fakat bunlar arasındaki eşitliği de beyan etmektedir.

Katil affedilince öldürülen kimsenin velisine diyet verilmelidir. Ve öldürülen kimsenin ailesine iyilik yapmalıdır. Zira diyet konusu; Allah’tan katil için bir rahmettir. Bunun değerini anlamalıdır. Yoksa, bu hüküm olmasaydı öldürülecekti.

Ayetteki “Bundan sonra kim saldırırsa, onun için elim azap vardır.” İfadesinin manası; kim diyeti kabul ettikten sonra katile saldırırsa onun için elim azap vardır. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Diyeti aldıktan sonra katili öldüren kimseyi affetmem.” (İbn-i Hanbel)

Bunun manası da, katilden diyeti aldıktan sonra katili öldüren kimseden diyeti kabul etmem. Ancak onu öldürürüm.

Kısasta insanlar için hayat olur, hem de akıl sahiplerine hitap ediyor! Çünkü bunu ancak düşünenler idrak eder ve anlar. Eğer katil cezalandırılmazsa hem de acılı cezayla cezalandırılmazsa toplumda kargaşa ve anarşi olur. Allah-u Teâla’nın indirdiği bütün ceza hükümleri insanlık için huzur ve emniyet sağlar.

Her ceza doğru değildir. Ancak, Allah-u Teâla’nın indirdiği cezalar doğru olur. Hem de bu cezalar, caydırıcı olur ve bir af olur. Eğer, Müslüman cezasını dünyada görürse ahirette af edilir. Böylece o kişi ve toplum için Allah’ın indirdiği cezalar rahmet olur; o kişi kıyamet gününde bir daha ceza görmeyecektir. Toplum huzur içinde olur. Çünkü, suç işleyen kimse cezalandırılır ve diğer kimselere suç işlemesini de caydırır.

İşte İslam adaleti böylece tecelli olur. Bütün insanlar hakim karşısında eşittirler. Aynı anda suç işleyen ve toplum için gerçek hayat olur. Takvalık da gerçekleşir. İnsanlar günah işlemekten uzak kalırlar. Farzları terk etmekten çekinirler. Çünkü, Müslüman günah işlerse veya bir farzı terk ederse cezalandırılır. Böylece takvalık gerçekleşir. Düşünen kimseler ancak bu gerçekleri idrak ederler. İnsanların çoğu düşünmediklerinden dolayı Allah’ın indirdiği ceza sistemine itiraz ederler.

Bir kimse, bu insanlar yüksek medeniyet kurdular, sanayi ve teknolojide çok ilerlediler, nasıl düşünmüyorlar diye sorabilir. İnsanların çoğu bu cezalar konusunu düşünmüyorlar, medeniyeti veya sanayi düşünebilirler. İnsan bir konuyu derin ve aydın şekilde düşünürse, gerçeğe ulaşır. laboratuarda kimyacı veya fizikçi iyi düşünüyor, fakat İslam’daki ceza sistemini derin ve aydın düşünmemişse kesinlikle gerçeği fark edemez. Nitekim, insanların çoğu kendi dallarını düşünüyorlar. Allah’ın indirdiğini hiç düşünmüyor. Hatta onu okumaya yanaşmıyorlar. Bu sebeple birçok ayette Allah-u Teâla kalplerine kilit vuruldu. (Muhammed 24) veya kalpleri kapalı (Bakara 7) veya örtü çekildi (Muttafifin 14) diye beyan etti. İnsan kalbini açıp düşünmeye başlayınca değişik üsluplarla sevk etmeye çalışmalıyız. Onlara İslam Ahkamını düşünmeyi sevdirmeye çaba sarf etmeliyiz.

Allah-u Teâla, kısası ve ceza kanunlarını uygulamaya çağırıyor. Peki kim bunları uygulayacaktır? Bir devlet olmazsa uygulanamaz. Bu ayetlerin gereği İslam Devleti’nin var olması gerekir. O zaman toplumda huzur olur ve takvalık topluma egemen olur. Bu ayetlerin gereğince İslam Devleti’nin var olması gerekir dedik. Evet, bu doğrudur. Direk Şer-i deliller de vardır; ceza kanunlarını uygulamak için Halifelerinin dönemlerinde bunu görürüz. Hatta, Raşidi olamayan Emevi, Abbasi ve Osmanlı Halifeliklerinde bu ceza kanunları uygulandı. Halifelik sistemi kalkıp cumhuriyet kurulduğu günden bu güne kadar hiç Allah’ın ahkamı ve cezayla ilgili hükümleri uygulanmıyor. Türkiye Cumhuriyeti, faşist İTALYA’NIN CEZA KANUNLARINI İTHAL ETTİ VE ONLARI UYGULUYOR. Laik kimseler ve onlara uyanlar, Allah’ın ahkamını biran için düşünmeye hazır değiller. Hem de kendi kendilerini aydın insan olarak vasıflandırırlar!!! Oysa, aydınlıktan en uzak insanların ta kendileridir. Çünkü, İslamiyet’i biran düşünmeye hazır değiller ve hiç yaşamak istemiyorlar. Bunlar aydın olurlar mı?!

“Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir mal bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.

Her kim bunu işittikten ve kabullendikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz Allah (her şeyi) işitir ve (her şeyi) bilir.

Her kim, vasiyet edenin haksızlığa yahut günaha meyletmesinden endişe eder de (alâkalıların) aralarını bulursa kendisine günah yoktur. Şüphesiz Allah çok bağışlayan hem de esirgeyendir.” (Bakara 180-181-182)

Nisa süresinde mirasla ilgili ayetler nazil olmadan önce vasiyet vardı. İnsan vefat etmeden önce babasına, annesine ve akrabalarına malını taksim etmekle ilgili vasiyet ediyordu. Mirasla ilgili ayetler nazil olunca, bu ayetlerin hükmü nesh edilmiş oldu. Mirasla ilgili ayetler:

“Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder. (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer). Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer. Bütün bu paylar ölenin) yapacağı vasiyetten ve borçtan sonradır. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş farzlardır (paylardır). Şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.

Yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklarının dörtte biri sizindir. Çocuğunuz yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır (zevcelerinizindir). Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. Eğer bir erkek veya kadının, anababası ve çocukları bulunmadığı halde (kelâle şeklinde) malı mirasçılara kalırsa ve bir erkek yahut bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer. Bundan fazla iseler üçte bire ortaktırlar. (Bu taksim) yapılacak vasiyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak)tır. Bunlar Allah'tan size vasiyettir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir, halîmdir.” (Nisa 11-12)

mirasçıların ve herkesin hakkını belirtmiştir. Hadis-i Şerif’ler bu ayetlerin detaylarını beyan etmiştir. Artık, mirasçılara vasiyetname konusu kalktı. Bunlar dışında artık vasiyet hükmü geldi. Müslüman vefat edince; malı ve serveti şöyle taksim edilir:

a- Ölü yanındaki rehinler ve emanetler sahiplerine verilir. Vefat eden bir şey satın alıp ödememişse satıcıya iade edilir.

b- Vefat edenin kefeni ve defin masrafı malından ayrılır.

c- Allah’ın borcu ödenir; zekat vermemişse veya kefareti varsa önce bunlar ödenir.

d- İnsanlara ait borçlar ödenir.

e- Vasiyeti varsa verilir. Malın üçte birisinden fazla vasiyet yoktur; Resulullah (sav) vasiyet ancak üçte biridir ve bu çoktur. (Buhari) diye buyurmuştur.

f- Mirasla ilgili ayetler ve hadislere göre mirasçılara mirastan kalan dağıtılır. (Nisa 11-12)

Nesh edilen mirasla ilgili ayetleri okuruz, okunmasından sevap kazanırız. Fakat, hükümlerini uygulayamayız. Uygulanması caiz değildir. Evet, Nisa süresindeki mirasla ilgili ayetler nazil olmadan önce ebeveyne ve akrabalara takvalılara bilinen şekilde vasiyet etmek hak idi; farz idi. Bunu dinlemek istemeyen kimseler günahkar idi. Oysa, Allah herkesin her dediğini işitiyor ve her yaptığından haberdardır. Bu nedenle, insan Allah’tan korkmalıdır, takvalı olmalıdır. Bu vasiyet insafla ve zulümsüz şekilde edilmelidir. Çünkü, insan belli nispetle vasiyetini dağıtmıyordu veya ayarlamıyordu. Kendi insafına bırakılıyordu. O sebeple, marufla vasiyet edilmeli diye Allah’ın emri gelmiştir. Bunun işitilmesi istenmiştir. Onu değiştirmemek için çalışmakla ilgili Allah’ın emri gelmiştir. Eğer insan vasiyet edenden bir haksızlık veya zulmün hasıl olduğu görürse düzeltmek için sulha çağırır. Vasiyet eden ile kendisine vasiyet edilen kimseler arasında sulh yapılmaya davet edilir. Kendisine vasiyet edilen kimse sulha çağırınca günah işlemez. Bu sulh veya vasiyeti düzeltme işi vasiyeti değiştirmek veya Allah’ın hükmünü değiştirmek demek değildir.

Allah-u Teâla bu ayetin hükmünden daha güzel hüküm içeren mirasla ilgili ayetler indirdi. Her mirasçının ne kadar alacağı belirlendi. Miras bırakan kimsenin insafına artık bırakılmıyor. Vefat eden kimsenin mirasa hiç müdahalesi yoktur. Vefat edince miras ahkamına göre malı zorla dağıtılır. Ancak vasiyeti kendi görüşüne bırakılır, ama, malının üçte birisinden fazla vasiyet edemez. Bu vasiyet mirasçılara olmaz. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Allah her kimseye mirastan hakkını verdi. Artık mirasçıya vasiyet edilmez.” (Ebu Davut, Nisai, Tirmizi)

Allah-u Teâla, bir ayeti nesh edince ondan daha güzel hüküm içeren veya onun gibi bir ayet (Bakara 106) getireceğini söyleyince, ne kadar sadıktır! Sadık olan, Allah’ın ta kendisidir. Fakat bu ayetler incelenince gerçek; Allah’ın üstün olan sadıklığı tecelli olur. Çünkü, önceki ayetlerde mirasın dağıtılması vefat edecek kimsenin insafına bırakılıyordu. Ama, bu ayet nesh edilince, yerine Nisa süresinde mirasla ilgili ayetler nazil olunca adalet ister istemez gerçekleşmeye başladı. İnsan adaletli veya insaflı olamıyor. Sevgisine veya nefretine göre hareket etmeye çalışır. Hatta, aklını üstün zekayla kullansa bile tam doğruya isabet edemez. Bu nedenle Allah’tan Şeriat’ın gelmesine, insan muhtaç oldu. Ancak Şeriat’a uyunca adaletli olur. Şeriat’a uymazsa zalim olur. Bunu vakıada görüyoruz. Bütün İslamî olmayan ve küfür sistemlerine ve devletlerine, yöneticilere ve normal insanlara, BM’lere ve dünya kanunlarına göz atın. Ne kadar zulmün var olduğunu idrak edersiniz. Kesinlikle, şu anda hiçbir yerde adalet yoktur. Herkes, her devlet ve her kuruluş kendi lehine ve çıkarına göre hüküm vermeye çalışır. Allah-u Teâla:

“Ey iman edenler! Kendisinde artık alış-veriş, dostluk ve kayırma bulunmayan gün (kıyamet) gelmeden önce, size verdiğimiz rızıktan hayır yolunda harcayın. Gerçekleri inkar edenler elbette zalimlerdir.” (Bakara 254) diye söyleyince ne kadar sadık idi?!

Batı dünyasından Türkiye Cumhuriyeti medeni kanunu adı altında bu zulüm kanunlarını ve zalim dünyadan miras kanunları ithal etmiştir. Bu kanunlar incelenince tam zulümle dolu olduğu görülür.

Buna göre, sorumluluğu hisseden ve gerçeği idrak eden Müslümanlar bu zulmü kaldırmaya ve adalet kanunlarını uygulamaya çalışmalıdır. Bu adalet kanunları, Şeriat’ta mevcuttur. Yalnız Allah’ın Şeriat’ında vardır. Yaptırıcı Şer-i mahkemeler kurulmalıdır. Çünkü, bu hususta ihtilaf hasıl olabilir. O anda, mirasçılar Şer-i mahkemelere başvurulmalıdır, ihtilafların kalkması için. Bu mahkemeler Şer-i Devlet tarafından kurulur. İslam devletinin olmadığı günümüzde, Müslümanlar arasında Şer-i mahkemeler kurunca yaptırıcı olamıyor. Çünkü, bazı kesimler uymayabilirler; kim onları zorlayacak?! Oysa, yargının tarifi; “Zorlamak üzere Şer-i hükmü bildirmektir.” O zaman Şer-i yargı arkasında Şer-i otorite olan İslam Devleti var olmalıdır.

YIL 15  SAYI 181  ZİLKADE/ZİLHİCCE 1425 / OCAK 2005

Yukarı