Batı ülkeleri, işçilere ilk dönem yapmadıklarını (menfaatleri gereği
Müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri düşmanlıklarını) artık
dışa yansıtmaya başladılar. Şu bir gerçektir ki; Müslümanlar için
kafirler her ne halde olursa olsun hiçbir zaman dost olamazlar.
Olmaları da mümkün değildir. İnananların düşmanlarını Allah daha iyi
bilir. Allah (cc) bu gerçeği şu ayetlerde ortaya koymaktadır :
“Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin.”
(Al-i İmran 28)
“Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın
bir ateş hazırlamıştır.” (Ahzab 64)
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira
onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar).” (Maide
51)
Her ne halde olursa olsun kafirler Müslümanları dost olarak kabul
etmezler. Aynı husus Müslümanlar içinde geçerlidir. Ayetlerde,
Hadislerde onları dost edinmekten Müslümanlar men edildiler.
İşçilik vasfı her iki taraf için söz konusudur. Bu insani alakaların
ortaya çıkartmış olduğu bir durumdur. Yani bir başkasına iş yapma
Müslüman’la Müslüman arasında olduğu gibi Müslüman’la kafirler
arasın da olabilir. Her iki halde de Müslümanlar için geçerli olan
İslamî kurallar çerçevesinde hareket etmesidir. Bu durum batı
ülkelerinde tersine dönmüştür. Batıda otorite sahipleri
Müslümanlardan kendilerine uymalarını istemektedirler. Yaklaşım
farklı bir açıdan ele alınarak Müslümanların yaptıkları işle sınırlı
kalmaktan çıkmıştır. Yani işçilikte söz konusu olan işi (kaynak,
elektrik, boya vb.) bitirip ücreti hak etmekle kalmamış her konuda
Müslümanların yaşantılarına yönelmiştir. Hatta bu o noktaya ulaştı
ki; Müslümanların özel hayatından tutunda ta ibadethanelerine kadar
karışmaya başlanıldı.
Yabancı işçiler için uyum yasaları çıkartıldı ve bu yasaların
uygulanmasını aksi tutum sergileyenler içinse yaptırımlar
getirilmesi devletlerin ana konuları oldu. Artık batı ülkeleri işi;
camileri denetleme, Müslümanların inançlarını kısıtlama, batı
düşüncesi taşıyan imamlar yetiştirme noktasına getirmişlerdir. Buna
Fransa’nın yaptıklarını örnek verebiliriz:
“Fransa İçişleri Bakanı Dominique de Villepin, Müslüman cemaatindeki
radikal güçleri zayıflatmak ve Müslümanların topluma uyumunu
kolaylaştırmak için mevcut durumu değiştirmek istiyor. Bakan,
imamların Fransa içinden yetişmesini ve ilahiyat derslerinin yanında
yurttaşlık bilgisi ve vatandaşlık hakları konularında da tam bilgi
sahibi olmalarını arzu ediyor.” (DW Radyosu Türkçe Yayınları 4 Ocak
2005)
Avrupa'da; Müslümanlara karşı gülümseyen (sahtede olsa) bakış ve
menfaatçi misafirperverlik yerini sert bakışlara ve istenmeyen
misafir noktasına dönüştürdü.
İşçilerin himayesi, ekonomik veya siyasi nedenlerden dolayı iltica
eden göçmenlere sahip çıkma rafa kaldırıldı. Hatta ilticacılar için
Libya gibi yerlerde kaplar kurulması ve aralarından seçilecek
kaliteli kişilerin değerlendirilmesi düşünülmektedir.
Şu bir gerçek ki; artık batı ülkelerinde yaşayan hiçbir Müslüman
emniyette değildir. Bu hem batı ülkeleri devletlerinin bizzat
sergilediği saldırgan politika ve de yabancı düşmanı uç gurupların
saldırılarında kendini göstermektedir. Her an polis tarafından
sebepsiz yere götürüleceği gibi hiç beklemedik bir anda saldırıya
maruz da kalınabilir. Bu bir nevi batı ülkelerinin devlet politikası
olmaya başladı. Aslında bu konumu haçlı ordularının, Endülüs’e
saldırı öncesi yaptığı hazırlıklara benzetsek herhalde abartmış
olmayız. Çünkü arada pek fark yok. O gün yalnızlığa terkedilmiş bir
Endülüs vardı bugün batı ülkelerinin ellerine terk edilmiş sahipsiz
milyonlarca Müslüman. Zamanın TC. Başbakanı Turgut Özal’dan sonra
Tayyip Erdoğan’ın verdiği demeçler bunun açık kanıtıdır.
Almanya gezisi sırasında Başbakan Erdoğan işçilere; ''Alman
toplumu ile entegrasyondan korkmamalarını” söylüyor. (Anadolu
Ajans, Makajans 3/9/2003)
Amerika’da sebepsiz tutuklanan Müslümanların sayısı bilinmiyor.
Avrupa ülkelerinde yakılan camiler, evler, iş yerleri sıradan bir
hale geldi. Cadde ortasında dövülen, hırpalanan ve öldürülen
Müslümanlar günlük konu oldu. Bu yapılan saldırıların hiç biri
devletlerin bilgisinden uzak değildir. Göstermelik korumalar,
tutuklamalar işi geçiştirmekten başka hiçbir anlam ifade etmiyor.
Göçmen işçilerin geldiği ülkeler (Türkiye, Fas, Cezayir…) ise
olayları sadece seyretmekte, kınamada dahi bulunmamaktadırlar.
Müslümanlara sahip çıkmak şöyle dursun ateş ortasına atarak olanları
seyretmekten zevk almaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek batıda
yaşayan Müslümanları vatandaş olarak kabul etmemektedirler. Batı
ülkelerine Müslümanların asimile olması noktasında ellerinden gelen
yardımları yapmaktan da geri durmamaktadırlar. İslam dışı yönetime
sahip olan İslam beldelerindeki karton devletçiklerden elbette
başkası beklenemezdi.
Evet, batıda yaşayan Müslümanlar için zor bir dönem başlamıştır.
Onlar her ne kadar kendi iş yerlerini kursalar da, evlerini,
camilerini, iş yerlerini koruma altına alsalar da rahat edecekleri
bir koşul oluşturmaları mümkün değildir. Çünkü karşılarında
canavarlaşmış kapitalizmin elçileri durmaktadır. Yani Batı
ülkelerinde bir Habeş kralını bulmak çok zordur. Batılıların
İspanyada Müslümanları nasıl yaktıkları, Bosna’da Hırvatlara ve
Sırplara yardım ederek binlerce Müslüman’ı nasıl öldürdüklerini
unutmamak gerek.
Onlar Müslümanlardan Kuran’sız, Sünnet’siz bir İslam yaşamalarını
istiyorlar. Kuran Ayetleri olmadan, Resulullah (sav)’in Hadisleri
olmadan din İslam dini olmaktan çıkar. Batılıların istediği asimile
olayında bunlar var. Bu ise Müslüman’ı Müslüman olmaktan da
çıkartır, küfre düşürür ve dinsiz yapar. Galiba kafirlerin
istedikleri bu olsa gerek.
Müslümanlar onlar için her zaman düşman olarak varolmuştur ve olmaya
da devam edecektir.
İşte, bu açıklamadan sonra diyoruz ki; Batıda yaşayan Müslümanlar
konumlarını belirlemek zorundadır. Halen kendilerini Batı
ülkelerinde işçi olarak görmelerinin bir anlamı kalmamıştır. Sürekli
dışlanmanın getirdiği etki yüzlerinden okunmaktadır.
Söylemek istediğimiz husus şudur: İşçilik vasfı yerine Müslümanlar
kendilerini (her ne kadar İslam için hicret edilmemiş olsa da) Mekke
döneminde hicret eden Müslümanların konumuna oturtturmalıdırlar.
Belki şu an batı ülkelerinde bulunanların içerisinde çok azı
memleketlerinden İslam’ı yaşadıklarından veya İslamî Hayatı
özlediklerinden ve bu yolda yaptıkları çalışmalardan dolayı küfür
rejimlerince işkenceye uğramış ve Batı ülkelerine hicret
etmişlerdir. Bunun yanında Batıda yaşayan Müslümanların üzerine ise,
hicret eden Müslümanların takındıkları vasıfları yüklemek mümkündür.
Bu sürecin getirdiği bir olaydır. Ki; oda bulundukları ülkelerde
konumun değişmesi ve kendilerindeki Müslümanlık vasfının ön plana
çıkması, dinlerine olan saldırılardan dolayıdır. Gözüken odur ki;
ortaya çıkan hicret değil hicret vasıfları doğmuştur. Bu durum
Batıda yaşayan işçilerin dinlerinden dolayı (inançlarını daha rahat
yaşayabilecekleri bir yere) göçü gündeme getirmesidir. Çünkü
içerisinde bulunulan durum gittikçe zorlaşmakta ve de bu durumu bir
Müslüman olarak kabullenmeleri de caiz olamayan hususlardandır. Bu
konuda Allah (cc) şöyle buyurdu:
“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne
işte idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye
cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi?
Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir;
orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisa 97)
Burada, Müslümanların tavrı aynen Habeşistan’a hicret eden
Müslümanların takındıkları tavır gibi olmalıdır. Onlar bulundukları
ülkede Müslüman kimliklerini korumak için kenetlendiler, rahat ve
zor durumlarda birlikteliklerini gösterdiler, ve o topluma asimile
olmayı hiçbir zaman düşünmediler. Bundan dolayı da Allah (cc)’nın
fazlı onların üzerine oldu. Allah (cc) şöyle buyurdu:
“(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir ki, onlar,
Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun
Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından
sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.”
(Haşr 8)
Allah (cc)’nın rahmeti O’nun dinini yaşayanların üzerine olacaktır.
Bu durumlar Batıda yaşayan Müslümanları gevşetmemeli, onların
dinlerine olan sadakatlerini kopartmamalı,
aynı zamanda Hilâfet’in kurulması
için faâl bir şekilde çalışan İslam topraklarındaki kardeşlerimiz ve
bacılarımız ile omuz omuza durmak için harekete geçmeli ki;
Medine’de doğan İslam Devleti gibi İslam beldesinde yeniden (inşaAllah
en kısa zamanda) doğacak olan Raşid-i Hilafet Devleti’nin ışıkları
Batı ülkelerinde sahipsiz kalan Müslümanları da aydınlatsın…