Ana Sayfa YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426  NİSAN 2005 E-Mail

BATI’DA ÇALIŞAN MÜSLÜMAN İŞÇİLERİN KONUMUNA BİR BAKIŞ -2-

Muhammed A.

Batı ülkeleri, işçilere ilk dönem yapmadıklarını (menfaatleri gereği Müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri düşmanlıklarını) artık dışa yansıtmaya başladılar. Şu bir gerçektir ki; Müslümanlar için kafirler her ne halde olursa olsun hiçbir zaman dost olamazlar. Olmaları da mümkün değildir. İnananların düşmanlarını Allah daha iyi bilir. Allah (cc) bu gerçeği şu ayetlerde ortaya koymaktadır :

“Müminler, müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin.” (Al-i İmran 28)

“Şu muhakkak ki, Allah kafirleri rahmetinden kovmuş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır.” (Ahzab 64)

“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar).” (Maide 51)

Her ne halde olursa olsun kafirler Müslümanları dost olarak kabul etmezler. Aynı husus Müslümanlar içinde geçerlidir. Ayetlerde, Hadislerde onları dost edinmekten Müslümanlar men edildiler.

İşçilik vasfı her iki taraf için söz konusudur. Bu insani alakaların ortaya çıkartmış olduğu bir durumdur. Yani bir başkasına iş yapma Müslüman’la Müslüman arasında olduğu gibi Müslüman’la kafirler arasın da olabilir. Her iki halde de Müslümanlar için geçerli olan İslamî kurallar çerçevesinde hareket etmesidir. Bu durum batı ülkelerinde tersine dönmüştür. Batıda otorite sahipleri Müslümanlardan kendilerine uymalarını istemektedirler. Yaklaşım farklı bir açıdan ele alınarak Müslümanların yaptıkları işle sınırlı kalmaktan çıkmıştır. Yani işçilikte söz konusu olan işi (kaynak, elektrik, boya vb.) bitirip ücreti hak etmekle kalmamış her konuda Müslümanların yaşantılarına yönelmiştir. Hatta bu o noktaya ulaştı ki; Müslümanların özel hayatından tutunda ta ibadethanelerine kadar karışmaya başlanıldı.

Yabancı işçiler için uyum yasaları çıkartıldı ve bu yasaların uygulanmasını aksi tutum sergileyenler içinse yaptırımlar getirilmesi devletlerin ana konuları oldu. Artık batı ülkeleri işi; camileri denetleme, Müslümanların inançlarını kısıtlama, batı düşüncesi taşıyan imamlar yetiştirme noktasına getirmişlerdir. Buna Fransa’nın yaptıklarını örnek verebiliriz:

“Fransa İçişleri Bakanı Dominique de Villepin, Müslüman cemaatindeki radikal güçleri zayıflatmak ve Müslümanların topluma uyumunu kolaylaştırmak için mevcut durumu değiştirmek istiyor. Bakan, imamların Fransa içinden yetişmesini ve ilahiyat derslerinin yanında yurttaşlık bilgisi ve vatandaşlık hakları konularında da tam bilgi sahibi olmalarını arzu ediyor.” (DW Radyosu Türkçe Yayınları 4 Ocak 2005)

Avrupa'da; Müslümanlara karşı gülümseyen (sahtede olsa) bakış ve menfaatçi misafirperverlik yerini sert bakışlara ve istenmeyen misafir noktasına dönüştürdü.

İşçilerin himayesi, ekonomik veya siyasi nedenlerden dolayı iltica eden göçmenlere sahip çıkma rafa kaldırıldı. Hatta ilticacılar için Libya gibi yerlerde kaplar kurulması ve aralarından seçilecek kaliteli kişilerin değerlendirilmesi düşünülmektedir.

Şu bir gerçek ki; artık batı ülkelerinde yaşayan hiçbir Müslüman emniyette değildir. Bu hem batı ülkeleri devletlerinin bizzat sergilediği saldırgan politika ve de yabancı düşmanı uç gurupların saldırılarında kendini göstermektedir. Her an polis tarafından sebepsiz yere götürüleceği gibi hiç beklemedik bir anda saldırıya maruz da kalınabilir. Bu bir nevi batı ülkelerinin devlet politikası olmaya başladı. Aslında bu konumu haçlı ordularının, Endülüs’e saldırı öncesi yaptığı hazırlıklara benzetsek herhalde abartmış olmayız. Çünkü arada pek fark yok. O gün yalnızlığa terkedilmiş bir Endülüs vardı bugün batı ülkelerinin ellerine terk edilmiş sahipsiz milyonlarca Müslüman. Zamanın TC. Başbakanı Turgut Özal’dan sonra Tayyip Erdoğan’ın verdiği demeçler bunun açık kanıtıdır.

Almanya gezisi sırasında Başbakan Erdoğan işçilere; ''Alman toplumu ile entegrasyondan korkmamalarını” söylüyor. (Anadolu Ajans, Makajans 3/9/2003)

Amerika’da sebepsiz tutuklanan Müslümanların sayısı bilinmiyor. Avrupa ülkelerinde yakılan camiler, evler, iş yerleri sıradan bir hale geldi. Cadde ortasında dövülen, hırpalanan ve öldürülen Müslümanlar günlük konu oldu. Bu yapılan saldırıların hiç biri devletlerin bilgisinden uzak değildir. Göstermelik korumalar, tutuklamalar işi geçiştirmekten başka hiçbir anlam ifade etmiyor.

Göçmen işçilerin geldiği ülkeler (Türkiye, Fas, Cezayir…) ise olayları sadece seyretmekte, kınamada dahi bulunmamaktadırlar. Müslümanlara sahip çıkmak şöyle dursun ateş ortasına atarak olanları seyretmekten zevk almaktadırlar. Hatta daha da ileri giderek batıda yaşayan Müslümanları vatandaş olarak kabul etmemektedirler. Batı ülkelerine Müslümanların asimile olması noktasında ellerinden gelen yardımları yapmaktan da geri durmamaktadırlar. İslam dışı yönetime sahip olan İslam beldelerindeki karton devletçiklerden elbette başkası beklenemezdi.

Evet, batıda yaşayan Müslümanlar için zor bir dönem başlamıştır. Onlar her ne kadar kendi iş yerlerini kursalar da, evlerini, camilerini, iş yerlerini koruma altına alsalar da rahat edecekleri bir koşul oluşturmaları mümkün değildir. Çünkü karşılarında canavarlaşmış kapitalizmin elçileri durmaktadır. Yani Batı ülkelerinde bir Habeş kralını bulmak çok zordur. Batılıların İspanyada Müslümanları nasıl yaktıkları, Bosna’da Hırvatlara ve Sırplara yardım ederek binlerce Müslüman’ı nasıl öldürdüklerini unutmamak gerek.

Onlar Müslümanlardan Kuran’sız, Sünnet’siz bir İslam yaşamalarını istiyorlar. Kuran Ayetleri olmadan, Resulullah (sav)’in Hadisleri olmadan din İslam dini olmaktan çıkar. Batılıların istediği asimile olayında bunlar var. Bu ise Müslüman’ı Müslüman olmaktan da çıkartır, küfre düşürür ve dinsiz yapar. Galiba kafirlerin istedikleri bu olsa gerek.

Müslümanlar onlar için her zaman düşman olarak varolmuştur ve olmaya da devam edecektir.

İşte, bu açıklamadan sonra diyoruz ki; Batıda yaşayan Müslümanlar konumlarını belirlemek zorundadır. Halen kendilerini Batı ülkelerinde işçi olarak görmelerinin bir anlamı kalmamıştır. Sürekli dışlanmanın getirdiği etki yüzlerinden okunmaktadır.

Söylemek istediğimiz husus şudur: İşçilik vasfı yerine Müslümanlar kendilerini (her ne kadar İslam için hicret edilmemiş olsa da) Mekke döneminde hicret eden Müslümanların konumuna oturtturmalıdırlar. Belki şu an batı ülkelerinde bulunanların içerisinde çok azı memleketlerinden İslam’ı yaşadıklarından veya İslamî Hayatı özlediklerinden ve bu yolda yaptıkları çalışmalardan dolayı küfür rejimlerince işkenceye uğramış ve Batı ülkelerine hicret etmişlerdir. Bunun yanında Batıda yaşayan Müslümanların üzerine ise, hicret eden Müslümanların takındıkları vasıfları yüklemek mümkündür. Bu sürecin getirdiği bir olaydır. Ki; oda bulundukları ülkelerde konumun değişmesi ve kendilerindeki Müslümanlık vasfının ön plana çıkması, dinlerine olan saldırılardan dolayıdır. Gözüken odur ki; ortaya çıkan hicret değil hicret vasıfları doğmuştur. Bu durum Batıda yaşayan işçilerin dinlerinden dolayı (inançlarını daha rahat yaşayabilecekleri bir yere) göçü gündeme getirmesidir. Çünkü içerisinde bulunulan durum gittikçe zorlaşmakta ve de bu durumu bir Müslüman olarak kabullenmeleri de caiz olamayan hususlardandır. Bu konuda Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Kendilerine yazık eden kimselere melekler, canlarını alırken: "Ne işte idiniz!" dediler. Bunlar: "Biz yeryüzünde çaresizdik" diye cevap verdiler. Melekler de: "Allah'ın yeri geniş değil miydi? Hicret etseydiniz ya!" dediler. İşte onların barınağı cehennemdir; orası ne kötü bir gidiş yeridir!” (Nisa 97)

Burada, Müslümanların tavrı aynen Habeşistan’a hicret eden Müslümanların takındıkları tavır gibi olmalıdır. Onlar bulundukları ülkede Müslüman kimliklerini korumak için kenetlendiler, rahat ve zor durumlarda birlikteliklerini gösterdiler, ve o topluma asimile olmayı hiçbir zaman düşünmediler. Bundan dolayı da Allah (cc)’nın fazlı onların üzerine oldu. Allah (cc) şöyle buyurdu:

“(Bundan başka bu mallar) Hicret eden fakirleredir ki, onlar, Allah'tan bir fazl (lütuf ve ihsan) arayıp, Allah'a ve O'nun Resûlü'ne yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından sürülüp-çıkarılmışlardır. İşte bunlar, sadık olanlar bunlardır.” (Haşr 8)

Allah (cc)’nın rahmeti O’nun dinini yaşayanların üzerine olacaktır. Bu durumlar Batıda yaşayan Müslümanları gevşetmemeli, onların dinlerine olan sadakatlerini kopartmamalı, aynı zamanda Hilâfet’in kurulması için faâl bir şekilde çalışan İslam topraklarındaki kardeşlerimiz ve bacılarımız ile omuz omuza durmak için harekete geçmeli ki; Medine’de doğan İslam Devleti gibi İslam beldesinde yeniden (inşaAllah en kısa zamanda) doğacak olan Raşid-i Hilafet Devleti’nin ışıkları Batı ülkelerinde sahipsiz kalan Müslümanları da aydınlatsın…

S O N

YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426 NİSAN 2005

Yukarı