Münâfıklara Şöyle Deyiniz:
Münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar sizlere şöyle diyecektir:
“İstediğiniz şeyin gerçekleşeceğini mi sanıyorsunuz? Hilâfet’in veya
İslamî devletin kurulacağını mı zannediyorsunuz? Bunun olması asla
mümkün değildir, bu, hakikatten daha çok hayâle yakındır. Amerika,
Rusya, Avrupa ve (İsrail) İslam’ın ve İslam devletinin en azılı
düşmanları iken buna müsaade edecekler mi?”. Yine onlar sizlere:
“Ancak serâba çalışıyorsunuz, siz aldatılmışınız. Dininiz sizi
aldatmış” diyeceklerdir. Onlar böyle söyledikleri zaman, Allah Azze
ve Celle’nin şu sözünü hatırlatınız:
“O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, "Bunları,
dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin
ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.”
(Enfâl 49)
Ve onlara deyiniz ki: “ Zorluklar ve meydan okumalar ne olursa
olsun muhakkak ki Hilâfet geri dönecektir”. Yine onlara deyiniz
ki: “Uzun zamanda olsa İslâm devletinin kurulacağında hiç bir şek
ve şüphe yoktur. Allah’ın yardımı mutlaka gelecektir. Bundan kaçış
yoktur”. Yine onlara deyiniz ki: “Bilakis Allah, Resulullah (sav)’in
sahîh hadiste vadettiği gibi Müslümanlara Roma’yı
fethettirecektir. Nitekim daha önce İstanbul fethedilmişti”.
Yine onlara deyiniz ki: “Biz, bundan daha uzak olan hususlarda
Allah’ın yardımını umuyoruz. Biz, Allah’tan Kremlin’i ve Beyaz
Saray’ı fethettireceğini umuyoruz. Allah-u Teala’nın vadi
bizimledir:
“Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden
öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde
Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde
hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korku durumlarını güvene
çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana ibadet ederler ve
hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr
ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir.”
(Nûr 55)
Bunun ne zaman olacağı meselesi ise; bizim misyonumuz içerisinde ve
sorumluluğumuz arasında değildir. Allah bizi bununla da mükellef
kılmadı. Allah bizi sadece din için çalışmak, şeriâtı savunmak, bu
uğurda bütün gücü harcamak ve azami gayret sarf etmekle mükellef
kıldı. Neticeler ise; Allah Azze ve Celle’ye mahsustur. Üzerimize
düşen meyveleri toplamak veya devşirmek değil, tohumları saçmaktır.
Allah çalışanların en hayırlı yardımcısıdır.
Yine onlara “Yakûp (as) her iki çocuğunu da birlikte kaybettikten
sonra çocuklarına söylediğinin aynısını söyleyiniz:
“Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu
alıyorum!”
(Yusuf 94)
Onlara deyiniz ki: “Bütün bu imtihan ve musibetlere rağmen eğer
bunamışlar deyip tekzip etmezseniz inanın biz sevincin, yardımın,
İslam’ın hâkim kılınacağının ve Raşid-i Hilâfet’in geri geleceğinin
kokusunu alıyoruz. Uhud gazvesinden sonra münâfıklar sahâbelere
şöyle demişlerdi: “Babalarınızın dinine dönünüz”. Bu sözleri,
kelimeleri münâfıklar her zaman ve mekanda iman ehline de
söyleyeceklerdir. İslam için çalışanlara bir musibet isabet ettiği
zaman veya bunların başlarına hoşlanmadıkları bir durum geldiği
zaman veya hapis ve işkenceye veya ölüm ve yaralamaya maruz
kaldıkları zaman onlar şöyle diyeceklerdir: “Üzerinde
bulunduğunuz dini terk ediniz, ondan dönünüz. Zîra başınıza gelen
bütün bu musibetlerin, üzerinize çöreklenen bütün bu felâketlerin
sebebi bu dindir. O, sizin geleceğinizi karartmakta, sizleri
karanlık zindanlara attırmakta, sizleri ülkelerinizden
sürdürmektedir. Dolayısıyla bütün bu musibetlerin, felâketlerin
sebebi olan bu dini terk ediniz ve fırsatı ganimet bilerek teslim
olunuz”. Evet onlar böyle söyledikleri zaman onlara cevaben
sizde şöyle söyleyiniz:
“Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a
dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette
katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat
etsinler.” (İbrahim 12)
Ve onlara şöyle deyiniz:
“Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize
dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah
dilemesi başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey
değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a
dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen
hükmedenlerin en hayırlısısın.”
(Arâf 89)
Yine münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar sizlere, müşriklerin
aldatıp topluca katlettikleri Recî’ Ashâbına söylediklerinin
aynısını söyleyeceklerdir. O gün münâfıklar şöyle demişlerdi:
“Yazıklar olsun! Şu fitneye uğratılmış kimselere, bunların hali
içler acısıdır. Bunlar böyle helâk olacak kimseler miydi! Bunlar ne
aileleri içerisinde ikâmet edebildiler ne de arkadaşlarının -
Resulullah (sav)’i kastediyorlar- risâletini edâ edebildiler”.
İşte bu sözler bugün, bazı kardeşlerimiz katledildikleri veya hapse
atıldıkları ve âileleri sürgün edildikleri zaman sizlere de
söyleyecektir. O zaman kalplerinde hastalık olanlar şöyle
diyeceklerdir: “Onlar ne oturup selâmete erebildiler ne de şu
büyük münkerleri izâle edebildiler”. Yine onlar diyeceklerdir
ki: “Onlar ne oturup geleceklerini ve maslahatlarını
önemseyebildiler ne de İslâm devletini ikâme edebildiler”.
Bunları işittiğinizde, bu ifâdeleri söyleyen kimse hakkında Kurân’ın
ne dediğini hatırlayınız. Bu kimseler hakkında Kurân şöyle demişti:
“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri
senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah'ı şahit
tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.”
(Bakara 204)
Bu özellik sadece bu şahsın zatı hakkında söylenmiş değildir.
Bilakis bu şahısa intibak ettiği gibi onun bütün tabilerine, ona
benzeyenlere ve her zaman ve mekanda onun söylediklerinin aynısını
söyleyenlere de intibak eder. Yukarıda söylenenleri işittiğinizde o
kimselere “Bilin ki, hedefimiz dini ikâme etmektir. Devletin
ikâmesi ise; sadece dini ikâme etmenin metodudur” deyiniz.
Onlara, doğru sözlü Hatice Bint-u Huveylid’in Resulullah (sav)’e
söylediği sözün aynısını söyleyiniz: “Müjdele, Vallahi! Allah
seni asla rezil rüsvay etmeyecektir”. Bizler de, çalışmasında
Allah’a muhlis olarak İslâm için çalışan herkese şunu söyleriz: “
Hak üzerinde olduğunuz sürece müjdeleyiniz. Vallahi! Allah sizi asla
rezil rüsvay etmeyecek, utandırmayacaktır. Zira sizler sıla-i rahim
ilişkilerini sürdürüyorsunuz, şeriâtı savunuyorsunuz, fazîleti
müdafaa ediyorsunuz, rezâletle savaşıyorsunuz, basîretle Allah’a
davet ediyorsunuz, marûfu emrediyor münkerden nehyediyorsunuz,
geceleri namaz kılıyor gündüzleri oruç tutuyorsunuz”.
Yine o kimselerden bu tür sözleri işittiğinizde, o münâfıkların
ecdatlarının söyledikleri sözleri hatırlayınız:
“(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: "Bize uysalardı
öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz,
canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" de. Allah yolunda
öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri
yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.”
(Âli İmrân 168-169)
Onlara Varaka İbn-u Nevfel’in sözünü söyleyiniz. Müşrikler Bilâl İbn-u
Rebâh’a işkence yaparlarken Bilâl İbn-u Rebâh’a uğramıştı. Bilâl
defalarca, defaâtla -Dağ gibi sebatında-: “Bir, bir” diye
haykırıyordu. Bunun üzerine Varaka onlara şöyle diyordu: “Bir,
bir, vallahi Ya Bilâl! Allah’a yemin ederim ki, eğer siz onu buna
karşılık öldürürseniz, onu kendime örnek edinirim”. Ölümünden
önce Kuran-ı Kerîm’den ve Resul’ün hadisinden az bir şey bilen bu
yaşlı ihtiyardan sadır olan İslâm’ı anlamadaki bu derin kavrayışı
iyiden iyiye düşününüz. O, kalbi temiz, muhlis, hevâdan soyutlanmış
ve nifâktan hali kimse idi.
Sizlerden değerli Müslümanlar İslâm’a yardım etmenizi bekliyoruz.
Bilhassa şuanda İslâm için çalışanlardan- özellikle şebâbtan-
İslâm’ı ve Müslümanları nusrete ulaştıracakları günü dört gözle
bekliyoruz. Biz o kahraman şebâblardan Ebû Bekr’in Ridde’deki, Halid
İbn-u Velîd’in Yermûk’daki, Sa’d’ın Kâdisiyye’deki, Salahuddîn
Eyyûbî’in Hıttîn’daki, Muzaffer Kutuz’un Ayn-u Calût’taki, Mehmed
Fâtih’in Kostantıniyye’deki ve Süleyman Çelebî’nin Kelepir’deki
günleri gibi bir gün bekliyoruz. Ölüme ramak kala dahi olsa Raşid-i
Hilâfet’i görmekle gözlerimizin aydın, içimizin huzurlu olmasını
istiyoruz. Raşid-i Hilâfet bayrağının doğuda ve batıda
dalgalandığını, engin gölgesinin de dünyayı, adaletle, hakla, nurla
ve hidâyetle doldurduğunu görmeyi umut ediyoruz. Biz Müslümanların
Halîfe’sinin bulutlara bakarak “Ey Bulutlar! Doğumdan veya
batımdan senin haracın bana gelecektir” diye hitap ettiği o günü
istiyoruz. Söyleminde ne kadar sadıkmış. İslâm’ın mülkü doğu ve
batıya uzanmış, hatta zamanında batının ve doğunun en uç noktalarına
kadar ulaşmıştı. Hilâfet’in otoritesi bu bölgelerin her tarafına
sirayet etmiş ve oralara hayır, hidâyet ve nur saçmıştı.
Resulullah (sav)’in Kostantıniyye’den sonra fethedileceğini
müjdelediği dünyadaki Hıristiyanların sığınağı olan Roma’nın Allah-u
Teala tarafından Müslümanlara fethetmesini nasip edeceği o günün
sabırsızlığı ve büyük bir şevki içerisindeyiz. Allah-u Teala
Kostantıniyye’nin (İstanbul) fethini, marûf olan hadisi şerifte
methedilen yüce komutan Fâtih Sultan Mehmed’e nasip eylemiştir:
“Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir. Komutanı ne güzel komutan,
ordusu da ne güzel ordudur.”
(Ahmed, El-Bezzâr, Et-Tabarânî)
Fatih Sultan Mehmed’in Kostantıniyye’nin fethinden sonra Roma’yı
fethetmek için ordu hazırlaması, bütün Avrupa’yı endişe, korku ve
sürekli tedirginlik içerisinde yaşamaya sevk etmiştir. Avrupa, Fatih
Sultan Mehmed’in büyük projesini gerçekleştiremeden önce vefat
etmesinin ardından ancak huzura va rahata kavuşabilmiştir. Genel
olarak bütün Avrupa özel olarak Roma kiliselerinin, yüce komutan,
basiretli Müslüman Fatih Sultan Mehmed’in ölüme sevinçlerinden
dolayı susmaksızın üç gün ardı ardına çanlarını çalmaları,
korkularının, telâşlarının, ahu figanların en açık ve en net
delilidir. Hiç şüphesiz bu günlerin aynısını gece gündüz
sabırsızlıkla bekliyoruz. Zira İslâm’ın nusret bulması, kişinin
dünyada temenni edeceği hususların en başında gelmektedir. Biz artık
Allah-u Teala’nın âyeti kerimede zikrettiği dünya iyiliğinin,
güzelliğinin “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette de iyilik
ver.” Salih hanım olmadığı ancak İslâm’a ve dine yardım
etmek- nitekim bazı alimlerin de söylediği gibi- anlamına geldiğinin
ve bununda iyiliklerin en mükemmeli olduğunun bilinci içerisindeyiz.
İşte sadece bu iyilik bütün kederi izale eder ve bir kimse bu uğurda
canını, ailesini, çocuğunu, malını, şerefini kaybetse de
üzüntülerinin, hüzünlerinin tamamını giderir. Biz hanımlarımızın,
çocuklarımızın, babalarımızın, annelerimizin özleminden daha ziyade,
Allah’ın dinine yardım edeceği günün çok büyük özlemini çekiyoruz.
Biz gözümüz aydın olsun diye Atlas Okyanusu’na atının yelerinden
tutarak düşünmeksizin dalan Ukbe İbn-u Nâfi’nin o günü gibi bir
günün özlemi içerisindeyiz. O, o gün şöyle seslenmişti: “Allah’a
yemin ederim ki, eğer senin ötende bir toprak olduğunu bilsem, Allah
için oraya baskın düzenlerdim” der, sonra da gökyüzüne bakarak
“Ya Rabbi! Şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihad ederek ülkeleri
aşındırırdım.”
Bizler, o günleri bekliyoruz. Gelin hep birlikte bu ricaya karşılık
verelim, bu nidaya icâbet edelim.
S O N