Ana Sayfa YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426  NİSAN 2005 E-Mail

Sabır Davetçinin Azığıdır -3-

C. TEKİN

Münâfıklara Şöyle Deyiniz:

Münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar sizlere şöyle diyecektir: “İstediğiniz şeyin gerçekleşeceğini mi sanıyorsunuz? Hilâfet’in veya İslamî devletin kurulacağını mı zannediyorsunuz? Bunun olması asla mümkün değildir, bu, hakikatten daha çok hayâle yakındır. Amerika, Rusya, Avrupa ve (İsrail) İslam’ın ve İslam devletinin en azılı düşmanları iken buna müsaade edecekler mi?”. Yine onlar sizlere: “Ancak serâba çalışıyorsunuz, siz aldatılmışınız. Dininiz sizi aldatmış” diyeceklerdir. Onlar böyle söyledikleri zaman, Allah Azze ve Celle’nin şu sözünü hatırlatınız:

“O zaman münafıklarla kalplerinde hastalık bulunanlar, "Bunları, dinleri aldatmış" diyorlardı. Halbuki kim Allah'a dayanırsa, bilsin ki Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir.” (Enfâl 49)

Ve onlara deyiniz ki: “ Zorluklar ve meydan okumalar ne olursa olsun muhakkak ki Hilâfet geri dönecektir”. Yine onlara deyiniz ki: “Uzun zamanda olsa İslâm devletinin kurulacağında hiç bir şek ve şüphe yoktur. Allah’ın yardımı mutlaka gelecektir. Bundan kaçış yoktur”. Yine onlara deyiniz ki: “Bilakis Allah, Resulullah (sav)’in sahîh hadiste vadettiği gibi Müslümanlara Roma’yı fethettirecektir. Nitekim daha önce İstanbul fethedilmişti”. Yine onlara deyiniz ki: “Biz, bundan daha uzak olan hususlarda Allah’ın yardımını umuyoruz. Biz, Allah’tan Kremlin’i ve Beyaz Saray’ı fethettireceğini umuyoruz. Allah-u Teala’nın vadi bizimledir:

“Allah, sizlerden îmân edip sâlih amel işleyenleri, kendilerinden öncekileri yeryüzünde Halîfe kıldığı gibi onları da yeryüzünde Halîfe kılacağını, onlar için seçtiği dinlerini (İslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, (geçirdikleri) bu korku durumlarını güvene çevireceğini vaâdetti. Zira onlar yalnız Bana ibadet ederler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Her kim de bundan sonra inkâr ederse işte onlar fâsıkların ta kendileridir.” (Nûr 55)

Bunun ne zaman olacağı meselesi ise; bizim misyonumuz içerisinde ve sorumluluğumuz arasında değildir. Allah bizi bununla da mükellef kılmadı. Allah bizi sadece din için çalışmak, şeriâtı savunmak, bu uğurda bütün gücü harcamak ve azami gayret sarf etmekle mükellef kıldı. Neticeler ise; Allah Azze ve Celle’ye mahsustur. Üzerimize düşen meyveleri toplamak veya devşirmek değil, tohumları saçmaktır. Allah çalışanların en hayırlı yardımcısıdır.

Yine onlara “Yakûp (as) her iki çocuğunu da birlikte kaybettikten sonra çocuklarına söylediğinin aynısını söyleyiniz:

“Eğer bana bunamış demezseniz inanın ben Yusuf'un kokusunu alıyorum!” (Yusuf 94)

Onlara deyiniz ki: “Bütün bu imtihan ve musibetlere rağmen eğer bunamışlar deyip tekzip etmezseniz inanın biz sevincin, yardımın, İslam’ın hâkim kılınacağının ve Raşid-i Hilâfet’in geri geleceğinin kokusunu alıyoruz. Uhud gazvesinden sonra münâfıklar sahâbelere şöyle demişlerdi: “Babalarınızın dinine dönünüz”. Bu sözleri, kelimeleri münâfıklar her zaman ve mekanda iman ehline de söyleyeceklerdir. İslam için çalışanlara bir musibet isabet ettiği zaman veya bunların başlarına hoşlanmadıkları bir durum geldiği zaman veya hapis ve işkenceye veya ölüm ve yaralamaya maruz kaldıkları zaman onlar şöyle diyeceklerdir: “Üzerinde bulunduğunuz dini terk ediniz, ondan dönünüz. Zîra başınıza gelen bütün bu musibetlerin, üzerinize çöreklenen bütün bu felâketlerin sebebi bu dindir. O, sizin geleceğinizi karartmakta, sizleri karanlık zindanlara attırmakta, sizleri ülkelerinizden sürdürmektedir. Dolayısıyla bütün bu musibetlerin, felâketlerin sebebi olan bu dini terk ediniz ve fırsatı ganimet bilerek teslim olunuz”. Evet onlar böyle söyledikleri zaman onlara cevaben sizde şöyle söyleyiniz:

“Hem, bize yollarımızı göstermiş olduğu halde ne diye biz, Allah'a dayanıp güvenmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah'a tevekkülde sebat etsinler.” (İbrahim 12)

Ve onlara şöyle deyiniz:

“Doğrusu Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize dönersek Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah dilemesi başka, yoksa ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimizin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a dayanırız. Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında adaletle hükmet! Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (Arâf 89)

Yine münâfıklarla kalplerinde hastalık olanlar sizlere, müşriklerin aldatıp topluca katlettikleri Recî’ Ashâbına söylediklerinin aynısını söyleyeceklerdir. O gün münâfıklar şöyle demişlerdi: “Yazıklar olsun! Şu fitneye uğratılmış kimselere, bunların hali içler acısıdır. Bunlar böyle helâk olacak kimseler miydi! Bunlar ne aileleri içerisinde ikâmet edebildiler ne de arkadaşlarının - Resulullah (sav)’i kastediyorlar- risâletini edâ edebildiler”. İşte bu sözler bugün, bazı kardeşlerimiz katledildikleri veya hapse atıldıkları ve âileleri sürgün edildikleri zaman sizlere de söyleyecektir. O zaman kalplerinde hastalık olanlar şöyle diyeceklerdir: “Onlar ne oturup selâmete erebildiler ne de şu büyük münkerleri izâle edebildiler”. Yine onlar diyeceklerdir ki: “Onlar ne oturup geleceklerini ve maslahatlarını önemseyebildiler ne de İslâm devletini ikâme edebildiler”. Bunları işittiğinizde, bu ifâdeleri söyleyen kimse hakkında Kurân’ın ne dediğini hatırlayınız. Bu kimseler hakkında Kurân şöyle demişti:

“İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin hoşuna gider. Hatta böylesi kalbinde olana Allah'ı şahit tutar. Halbuki o, hasımların en yamanıdır.” (Bakara 204)

Bu özellik sadece bu şahsın zatı hakkında söylenmiş değildir. Bilakis bu şahısa intibak ettiği gibi onun bütün tabilerine, ona benzeyenlere ve her zaman ve mekanda onun söylediklerinin aynısını söyleyenlere de intibak eder. Yukarıda söylenenleri işittiğinizde o kimselere “Bilin ki, hedefimiz dini ikâme etmektir. Devletin ikâmesi ise; sadece dini ikâme etmenin metodudur” deyiniz.

Onlara, doğru sözlü Hatice Bint-u Huveylid’in Resulullah (sav)’e söylediği sözün aynısını söyleyiniz: “Müjdele, Vallahi! Allah seni asla rezil rüsvay etmeyecektir”. Bizler de, çalışmasında Allah’a muhlis olarak İslâm için çalışan herkese şunu söyleriz: “ Hak üzerinde olduğunuz sürece müjdeleyiniz. Vallahi! Allah sizi asla rezil rüsvay etmeyecek, utandırmayacaktır. Zira sizler sıla-i rahim ilişkilerini sürdürüyorsunuz, şeriâtı savunuyorsunuz, fazîleti müdafaa ediyorsunuz, rezâletle savaşıyorsunuz, basîretle Allah’a davet ediyorsunuz, marûfu emrediyor münkerden nehyediyorsunuz, geceleri namaz kılıyor gündüzleri oruç tutuyorsunuz”.

Yine o kimselerden bu tür sözleri işittiğinizde, o münâfıkların ecdatlarının söyledikleri sözleri hatırlayınız:

“(Evlerinde) oturup da kardeşleri hakkında: "Bize uysalardı öldürülmezlerdi" diyenlere, "Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım!" de. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar.” (Âli İmrân 168-169)

Onlara Varaka İbn-u Nevfel’in sözünü söyleyiniz. Müşrikler Bilâl İbn-u Rebâh’a işkence yaparlarken Bilâl İbn-u Rebâh’a uğramıştı. Bilâl defalarca, defaâtla -Dağ gibi sebatında-: “Bir, bir” diye haykırıyordu. Bunun üzerine Varaka onlara şöyle diyordu: “Bir, bir, vallahi Ya Bilâl! Allah’a yemin ederim ki, eğer siz onu buna karşılık öldürürseniz, onu kendime örnek edinirim”. Ölümünden önce Kuran-ı Kerîm’den ve Resul’ün hadisinden az bir şey bilen bu yaşlı ihtiyardan sadır olan İslâm’ı anlamadaki bu derin kavrayışı iyiden iyiye düşününüz. O, kalbi temiz, muhlis, hevâdan soyutlanmış ve nifâktan hali kimse idi.

Sizlerden değerli Müslümanlar İslâm’a yardım etmenizi bekliyoruz. Bilhassa şuanda İslâm için çalışanlardan- özellikle şebâbtan- İslâm’ı ve Müslümanları nusrete ulaştıracakları günü dört gözle bekliyoruz. Biz o kahraman şebâblardan Ebû Bekr’in Ridde’deki, Halid İbn-u Velîd’in Yermûk’daki, Sa’d’ın Kâdisiyye’deki, Salahuddîn Eyyûbî’in Hıttîn’daki, Muzaffer Kutuz’un Ayn-u Calût’taki, Mehmed Fâtih’in Kostantıniyye’deki ve Süleyman Çelebî’nin Kelepir’deki günleri gibi bir gün bekliyoruz. Ölüme ramak kala dahi olsa Raşid-i Hilâfet’i görmekle gözlerimizin aydın, içimizin huzurlu olmasını istiyoruz. Raşid-i Hilâfet bayrağının doğuda ve batıda dalgalandığını, engin gölgesinin de dünyayı, adaletle, hakla, nurla ve hidâyetle doldurduğunu görmeyi umut ediyoruz. Biz Müslümanların Halîfe’sinin bulutlara bakarak “Ey Bulutlar! Doğumdan veya batımdan senin haracın bana gelecektir” diye hitap ettiği o günü istiyoruz. Söyleminde ne kadar sadıkmış. İslâm’ın mülkü doğu ve batıya uzanmış, hatta zamanında batının ve doğunun en uç noktalarına kadar ulaşmıştı. Hilâfet’in otoritesi bu bölgelerin her tarafına sirayet etmiş ve oralara hayır, hidâyet ve nur saçmıştı.

Resulullah (sav)’in Kostantıniyye’den sonra fethedileceğini müjdelediği dünyadaki Hıristiyanların sığınağı olan Roma’nın Allah-u Teala tarafından Müslümanlara fethetmesini nasip edeceği o günün sabırsızlığı ve büyük bir şevki içerisindeyiz. Allah-u Teala Kostantıniyye’nin (İstanbul) fethini, marûf olan hadisi şerifte methedilen yüce komutan Fâtih Sultan Mehmed’e nasip eylemiştir:

“Kostantiniyye mutlaka fethedilecektir. Komutanı ne güzel komutan, ordusu da ne güzel ordudur.” (Ahmed, El-Bezzâr, Et-Tabarânî)

Fatih Sultan Mehmed’in Kostantıniyye’nin fethinden sonra Roma’yı fethetmek için ordu hazırlaması, bütün Avrupa’yı endişe, korku ve sürekli tedirginlik içerisinde yaşamaya sevk etmiştir. Avrupa, Fatih Sultan Mehmed’in büyük projesini gerçekleştiremeden önce vefat etmesinin ardından ancak huzura va rahata kavuşabilmiştir. Genel olarak bütün Avrupa özel olarak Roma kiliselerinin, yüce komutan, basiretli Müslüman Fatih Sultan Mehmed’in ölüme sevinçlerinden dolayı susmaksızın üç gün ardı ardına çanlarını çalmaları, korkularının, telâşlarının, ahu figanların en açık ve en net delilidir. Hiç şüphesiz bu günlerin aynısını gece gündüz sabırsızlıkla bekliyoruz. Zira İslâm’ın nusret bulması, kişinin dünyada temenni edeceği hususların en başında gelmektedir. Biz artık Allah-u Teala’nın âyeti kerimede zikrettiği dünya iyiliğinin, güzelliğinin “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ve ahirette de iyilik ver.” Salih hanım olmadığı ancak İslâm’a ve dine yardım etmek- nitekim bazı alimlerin de söylediği gibi- anlamına geldiğinin ve bununda iyiliklerin en mükemmeli olduğunun bilinci içerisindeyiz. İşte sadece bu iyilik bütün kederi izale eder ve bir kimse bu uğurda canını, ailesini, çocuğunu, malını, şerefini kaybetse de üzüntülerinin, hüzünlerinin tamamını giderir. Biz hanımlarımızın, çocuklarımızın, babalarımızın, annelerimizin özleminden daha ziyade, Allah’ın dinine yardım edeceği günün çok büyük özlemini çekiyoruz. Biz gözümüz aydın olsun diye Atlas Okyanusu’na atının yelerinden tutarak düşünmeksizin dalan Ukbe İbn-u Nâfi’nin o günü gibi bir günün özlemi içerisindeyiz. O, o gün şöyle seslenmişti: “Allah’a yemin ederim ki, eğer senin ötende bir toprak olduğunu bilsem, Allah için oraya baskın düzenlerdim” der, sonra da gökyüzüne bakarak “Ya Rabbi! Şu deniz olmasaydı, senin yolunda cihad ederek ülkeleri aşındırırdım.”

Bizler, o günleri bekliyoruz. Gelin hep birlikte bu ricaya karşılık verelim, bu nidaya icâbet edelim.

S O N

YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426 NİSAN 2005

Yukarı