Ana Sayfa YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426  NİSAN 2005 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ

AYET: 188-189

Esad MANSUR

“Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.” (Bakara 188)

Burada insanların mallarını haksızca yemek haram kılındı. Yine de, bu gayeyle hakimlere götürmek de haram kılındı.

İnsan bir şeyde hakkı yoksa veya kendisine ait olmadığını bilirse onu alması veya yemesi haramdır. Bu batıldır ve zulümdür. İnsan diğer insanların para ve mallarını haksızca yemeye çalışırsa zalim olur. Haksızca yediği şey cehennemde ateşten birer kıvılcımlar olarak yer.

Ayette, para ve mal haksızca almak yemek ifadesiyle açıkladı. Çünkü insan bir mal aldığı zaman onu veya bedelini yemek ister, en fazla insan midesine önem verir. Ama insan başka yerlerde parasını harcar ve malını kullanır. Ayette, haksız ifadesi “batıl” lafsıyla geçti; çünkü haksız batıldır ve ifade bu şekilde daha güçlü olur. Bir yerde veya bir kimsede hakkın bulunmadığı halde onu almak batıldır; temelden senin değildir. Öyleyse hiçbir zaman senin malın olamaz. Bir insan bir şey gasp ederse, hırsızlık yaparsa, bir kimseyi kandırırsa veya aldatırsa, faizle alırsa, rüşvet alırsa ve buna benzer yollardan mal veya para alırsa hiçbir zaman malı veya mülkü olamaz.

Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Bir kimsenin malı hiçbir zaman helal olmaz ki; ancak nefsinden hoşça verirse helal olur.”

Kamu mülkiyetinden ve milletin malından yöneticilerin almaları haramdır. Batılla mal yemiş olurlar.

Hocaların muska yazması, bir şey okuyup üflemek, şeyhlik namıyla insanları kandırarak mallarını yemek veya almak haramdır.

Kuran-ı Kerim; “Hahamların ve rahiplerin çoğu insanları kandırarak mallarını yiyorlar” açıkladı. Bunun için Avrupa halkları bu nedenle kiliselere ve din adamlarına karşı devrim yaptılar. Allah-u Teala, bunu açıklarken bizi ve alimlerimizi uyarıyor. Onlar gibi insanların mallarını yemek pek haramdır.

Dava açıp insanların mallarını yemek de haramdır. İnsan bir kimsede veya bir yerde hakkı yoksa dava açıp hakimlere giderse zalim olur.

Resulullah (sav) hem yönetici hem de hakimdi; kendisine gelen hasımlar, birbirine dava açan kişilere şöyle dedi:

“Hayır, ben insanım, hasımlar bana gelince biri diğerinden daha güzel konuşur, onun lehine hüküm veririm. Böyle yapıp Müslüman hakkını yiyerek onun lehine hüküm verdiğim zaman ona cehennemden bir parça vermiş olurum. Öyleyse ya onu taşısın ya da onu bıraksın.” (Buhari, Müslim)

Resulullah (sav) başka bir hadiste, “Zahire göre hüküm veririz” diyerek insanların dediklerine ve getirdikleri delillere göre bir insan olarak hüküm veriyordu. Tebliğ ve Şeriat’ı açıklamak, akait veya gaipten bildirmek vahiydir. Ama, Şeriat’ı uygulamak veya insanlar arasında mahkeme yapmak herhangi bir hakim veya bir yönetici gibi hareket eder. Vahiyden veya gaipten; Allah’tan bir şey bilirse bile ona göre hüküm verir; şahitler, deliller ve yeminler ancak mahkemede geçerlidir. Ancak, hasımlar Allah’ın azabıyla korkutulur.

Bu asırda, hakimler şahit, delil ve yemin olduğu halde vicdanen hüküm verirler. Böylece hakim; duygusunun veya tahmini ekleyerek hüküm verir. Bu, büyük zulümdür ve batıldır. Demokratik sistemlerinin batıl olduğuna açık delildir. İslam Sistemi’nde kesinlikle bu geçerli değildir; Resulullah (sav) vahiyden bildiği halde davalarda ona göre hüküm vermiyordu. Yine de demokratik sistemlerde geçtiği gibi vicdani kanaate göre hüküm vermiyordu. Hatta, bir sefer bir kadının hareketinden, şeklinden fuhuş yaptığını anladığı halde ve erkeklerin evinde gördüğü halde ona ceza vermedi; onun hakkında şöyle dedi: “Delilsiz bir kişi hakkında ceza vermek caiz olsaydı bu kadına ceza verirdim.”

Başka yönden, ayette İslam’da Yargı Sistemi’nin var olduğuna delildir. Çünkü hakimlere götürme meselesi vardır. Yine de Arapça’da hakim hem yargıç manasında geçtiği gibi yönetici manasında da geçiyor. Nitekim, yönetici de hakimdir; ancak mesuliyetleri kendi üzerinden hafifletmek için yargıçlar tayin eder. Resulullah (sav) ve Raşid-i Halifeler hem de yargıçlık (hakimlik) yapıyorlardı.

İşte, İslam’da hayat sistemi veya devlet sistemi yok diyenler biraz düşünsünler, bile bile inkâr etmesinler. Kendi demokratik sistemlerinde olduğu gibi vicdanı kanaat (kafadan atmak) İslam hakkında hüküm vermesinler.

“Sana, hilâl şeklinde yeni doğan ayları sorarlar. De ki: Onlar, insanlar ve özellikle hac için vakit ölçüleridir. İyi davranış, asla evlere arkalarından gelip girmeniz değildir. Lâkin iyi davranış, korunan (ve ölçülü giden) kimsenin davranışıdır. Evlere kapılarından girin, Allah'tan korkun, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bakara 189)

Hilal, doğan aydır. İnsanlar bu doğan aylar hakkında Resulullah’a soruyorlar: Ne işe yarar? Allah-u Teala Resulüne cevap veriyor ki; insanlara cevap versin diye: Cevapta; bu doğan aylar insanlar için birer vakit ölçüleridir; günlerini öğrenirler, hac zamanı ve günlerini bilirler, oruç başlangıcı ve bitimini bilirler.

Bu nedenle, Resulullah (sav): “Hilali gördüğünüz zaman oruç tutun, hilali gördüğünüz zaman bozun” (Al-Hakim)

Ayette, insanlar ve hac için birer vakit ölçüleri geçti; hac sözcüğü bir örnek olarak gösterilmiştir. Çünkü, insanlar için hac pek meşhurdu, herkes hacca gitmek için çalışıyordu, günlerinde hem ibadet ediliyor hem de insanlar arasında görüşmeler, tanışmalar ve şiir yarışmaları gerçekleştiriliyordu hem de ticaret yapılıyordu. Hac cahiliyede biliniyor ve günleri pek ünlü ve parlaktı. İslam geldikten sonra aynı hal devam etti.

Gökteki gezegene ay denilir; otuz günlük sayısına ay denildi. Bunun manası otuz günlük takvimi o gezegen adı aldı. Hatta güneş takvimine göre geçen otuz günler ay denilir. Yunus Suresi 5. ayette ayı dolaşma konakları olarak düzenlendiği ve bu, yılların sayısını ve günlerin hesabını bilmek için açıklandı.

İslam Devleti aya göre takvim yapıyordu. İkinci Raşid-i Halife Hz. Ömer (ra), Hicret’in başlangıcı takvimin başlangıcı olarak gösterdi. O günden bu güne kadar İslam ümmeti bu tarihe göre günlerini sayıyor ve hesap yapıyor. Güneşe göre hesap yapılır, çünkü güneşin hareketi de bizi günlerin başlangıcı ve sonlarını gösteriyor. Ona göre aylar ve seneler hesabı da yapılır. Fakat, senenin başlangıcı Hicret’e göre olur. Ama, İslam Devleti’nin resmi hesabı ve takvimi aya göre ayarlanır. Birçok ibadet ona göre yapılır.

Türkiye’deki Mustafa Kemal’in cumhuriyeti İslam’la bütün ilişkilerini kesmek için ay ve hicri takvimi kaldırdı ve Hıristiyanların miladi takvimine Müslümanları zorladı!

Ayetin öbür kısmı evlere giriş adabıyla ilgilidir:

“Cahiliyede insanlar ihramlı olunca evlerine kapılarından girmiyorlardı, arkalarından giriyorlardı. Bu nedenle Allah-u Teala bu ayeti indirdi.” (Buhari)

“Yine de Ensar’lar yolculuktan geldikleri zaman evlere kapılarından girmiyorlardı, arkalarından giriyorlardı.” (Ebu Davud)

“Yine de cahiliyede bir takım insanlar yolculuğa çıkınca, ondan sonra yolculuktan vazgeçince evlerine kapılarından değil, evin duvarları üzerinden arkalarından girerlerdi.” (İbni Abi Hatim)

“Müslümanlar itikat yapınca veya bayramlarından dönünce evlerine kapılarından değil arkalarından girerlerdi ve bunu iyilikten sayıyorlardı.” (Muhammed bin Kaab)

İnsanlar evlerine girmekle ilgili bir takım yanlış düşünceler vardı ve bunu iyi bir şey sayıyorlardı. Oysa Resulullah (sav) evine kapıdan giriyordu ve çıkıyordu. Araplar ihramlı iken kapıdan ne giriyorlardı ne de çıkıyorlardı. Bir sefer Ensar’lardan Kutba bin Âmir adlı bir tüccar Resulullah (sav) kapıdan çıkınca Kutba bin Âmir aynı şeyi yaptı, oradakiler bunu görünce Resulullah (sav)’e bunu sordular: Resulullah (sav) Kutba bin Âmir’e sordu, niye sen bunu yaptın? Sen bunu yaptığın için yaptım, … benim dinim senin dinindir diye Kutba bin Âmir’e cevap verdi. Allah-u Teala bu ayeti indirdi.” (Ebu Davud)

İnsanların adetlerine ve düşüncelerine uyulmaz. Sadece Şeriat’a uyur, iyilik ve güzellik odur, takva budur. İşte, bu ayet bize bunu öğretiyor. İnsanlar çoğu zaman bazı adet, gelenek ve kafalarındaki düşünceler güzel görülüyor, bunu iyilik olarak sayıyorlar ve bu şekilde takvalı oluyorlar. Bu asırda kadınla ilgili, şeyhlerle ilgili, yöneticilerle ilgili vb. hususlarla Şeriat’a aykırı hareket ediyorlar; onu güzel ve iyilik sayıyorlar. Hatta takvadan sayıyorlar. Örneğin; şeyh karşısında sessiz kalmak ve sormamak güzel, iyi ve takvadan sayıyorlar. Zalim yöneticilere hak sözü söylemek ve çatmak ayıp, kötü ve çirkin addediyorlar.

Felah, başarı ve kurtuluş ancak Allah’ın emirlerine uymakla gerçekleşir, yanlış adet, gelenek ve düşüncelerle gerçekleşmez. Takvalı olan kimseler yalnız Şeriat Ahkâmı’na uyanlardır. Müslümanlar Şeriat’a uydukları zaman güzel adetlere, geleneklere ve düşüncelere sahip olurlar. Aynı anda, felaha kavuşurlar; Allah’ın rızasını kazanırlar.

YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426 NİSAN 2005

Yukarı