Ana Sayfa YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426  NİSAN 2005 E-Mail

Batı Ülkelerine Hicret Etmek (Göç)

5. Bölüm.

(Hizb-ut Tahrir Avrupa)’nın kaynaklarından

Şüphesiz Müslüman, konağında, seyahatinde ve her halükarda Şeri Hüküm’le mukayyettir.

Allah (cc) şöyle buyurmuştur:

“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Bunun içindir ki, biz uyulması zorunlu olan Şeri Hüküm’ler cümlesini açıklayacağız -ki zaten onlar Batı ülkelerinde ki Müslümanlarla oranın halkı arasındaki ilişkiyi yürüten ve zabdü-rabteden kanun mesabesindedirler-.

Bu, Şeri Hüküm’lerdeki esas İslamî fıkıhta emân olarak isimlendirilmektedir. Nitekim kafirin Dar'ül İslam’a emanla girmesi caiz olduğu gibi Müslüman’ın da Dar'ül küfre emanla girmesi caizdir. Eğer Müslüman, Batı ülkelerine emanla girmişse, kuşkusuz onun üzerine eman şartına bağlı kalması vacip olur.

Buna delil; Allah (cc) şu sözüdür:

“Verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İsra 34)

Ve Allah-u Subhanehu'nun övgü makamı üzere varit olan şu sözü:

“Antlaşma yaptıkları zaman sözlerini yerine getirirler.” (Bakara 177)

Ve Allah Azze ve Celle'nin şu sözü:

“Antlaşma yaptığınız zaman, Allah'ın ahdini yerine getirin…” (Nahl 91)

Allah (cc) Resulü (sav) de şöyle buyurdu:

“Müslümanlar şartlarına bağlıdır. (Buhari)

Kesir İbn-i Abdullah İbn-i Amr' İbn-i Avf el-Müzinî'den, o da babasından, o da dedesinden Resulullah (sav)'in şöyle dediğini nakledildi:

“Müslümanlar arasında sulh caizdir. Ancak haramı helal kılan, helali de haram kılan sulh müstesna. Müslümanlar şartlarına bağlıdır, ancak haramı helal, helali de haram kılan şart müstesna.” (Tirmizi)

Abdullah İbn-i Ömer (ra)'den Nebi (sav)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Her hainin kıyamet günü kendisi ile tanınacağı bayrağı vardır.” (Buhari)

Ve Ebu Said’den Resulullah (sav)'in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

“Her hainin kıyamet günü hainlik yaptığı kadarıyla bayrağı yükselecektir. Dikkat ediniz, Halkın Emir’inin halkına yaptığı hainlikten daha büyük hainlik yoktur.” (Müslim)

Onun üzerine terettüp eden bazı hükümler de şöyledir:

1- Mallarının haramlılığı:

Mallarını hırsızlığa, gaspa, kaptı-kaçtıya, dolandırıcılığa v.s'ye maruz bırakmak haramdır. Binaenaleyh, her kim onlardan mesela; herhangi bir şey gasp etmişse onu onlara geri iade eder. Çünkü gasp, gasp edilen kimse için tazminat gerektirir. Aynı şekilde mesela; yolculuk için biletsiz trene binmenin haramlığı da böyledir.

2- Kanlarının haramlılığı:

Onları, öldürmeye, nefse ve başka şeye eziyet etmeye maruz bırakmak haramdır. Aynı şekilde onları korkutmak, yollarını kesmek ve buna benzer yollarda haramdır.

3- Irzlarının haramlılığı:

Kadınlarını, imalı veya açık sözlerle saldırıya maruz bırakmak haramdır. Ayrıca sözlü ve fiili olarak onlara tecavüz etmek haram kılınmıştır.

4- Dinlerin haramlılığı:

Dinlerine sövmek, mukaddesatlarına tecavüz etmek, kilise ve namazgâhlarını ezaya maruz bırakmak haramdır.

5- Onlarla iyi geçinmek:

Onlara ihsanda bulunmak, masiyet ve günah karışmadığı müddetçe sevinçlerini kutlamak ve hüzünlerine ortak olmak.

6- Onlara karşı yalan söylemenin:

Onları aldatmanın ve herhangi bir menfaat için onlara karşı hile kurmanın haramlılığı.

İşte, Müslüman’ın emânla girdiği herhangi bir dar'da, muamelede esas olarak İslam’ın ikrar ettiği bazı hükümler bunlardır. Bunlar, fıkıh kitaplarında uyulması vacip olan Şeri delilin delalet ettiği kararlaştırılmış, sabit hükümlerdir.

Onları zikretmeye ve onlara bağlanmaya itenin başka değil sadece ve sadece uyulması vacip olan Şeri hüküm olmasına işaret etmek istiyoruz. Ne maslahat, ne dünyevi menfaat ve ne de Şeri Hüküm’leri araştırmamız esnasında bizzat aklımıza gelen Batının korkusu değildir. Çünkü Allah (cc)'dan korkmak gerekir, başkasından değil.

Allah-u Teala şöyle buyurmuştur:

“Şu halde İnsanlardan korkmayın, benden korkun ve âyetlerini az bir pahaya satmayın.” (Maide 44)

 

MÜSLÜMANIN DİNİNE KARŞI GÖREVİ

 

Allah (cc) şöyle buyurdu:

“De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.” (Enam 162, 163)

Dinin muhafazasının, nefsin, malın ve çocuğun muhafazasından daha önce geldiği dini zaruretlerden olarak bilinmektedir. Bundan dolayı, dini muhafaza vecibesi ona davet etmek ve tahrif ve tezyif etmeksizin indirildiği gibi onu ibraz etmek/açığa vurmak, Batı ülkelerindeki Müslüman’ın boynu üzerine vaki olan bir borçtur. Dolayısıyla, yalakalık yapmaz, Batı’nın işitmesinde hoşuna gidecek şekilde İslam’ı eğip-bükerek aslının dışında gösterme yoluna başvurmaz. Bilakis, kafirlerin değil de sadece Allah (cc)’nın rızasına tamah ederek, hakikatinde ne ise onu olduğu gibi arz eder.

Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmalarından sakın.” (Maide 49)

Nebi (sav)’in ashabından Habeşistan'a hicret edenler örnek olsun. Hani, Kureyş onları Necaşi'den geri getirmeleri için heyet göndermişti.

Ahmed Müsned'inde Nebi (sav)’in hanımı Ebu Ümeyye İbn-i Muğire kızı Ümmü Seleme’den şöyle rivayette bulunmuştur:

“Biz Habeşistan toprağına indiğimizde, dinimizden emin olarak orada biz, komşuların en hayırlısı olan Necaşi'ye komşu olduk. Allah (cc)’ya ibadetimizi yapıyor ne eziyet görüyor ne de hoşlanmayacağımız bir şey işitiyorduk.”

Bu durum Kureyş'e ulaştığında beraberlerinde Necaşi’ye hediye etmek için Mekke’nin en güzel ve en çekici hediyelerinden olmak üzere iki kişiyi gönderme kararını aldılar. Ona verilmek üzere getirilecek olan hediyelerinden en ilginç olanı katıklardır. Dolayısıyla derhal onun için katıklar topladılar. Öyle ki, patriklerinden hiç bir patriği hediyesiz bırakmadılar.

Daha sonra bunları, Abdullah İbn-i Ebi Rebî'a İbn-i Muğire El-Mahzumi ve Amr' İbn-il As İbn-i Vail es-Sehmi ile beraber gönderdiler. O ikisine kendileriyle alakalı talimatları vererek şöyle dediler: “Her bir Patriğe hediyesini, Müslümanlar hakkında Necaşi'yle konuşmanızdan önce verin. Sonra Necaşi'ye hediyelerini takdim edin. Daha sonrada onları size, o onlarla konuşmadan önce teslim etmesini isteyin!”

(Ümmü Seleme) devamla şöyle diyor: “Bunun üzerine o ikisi Mekke’den çıkıp, Necaşi’ye geldiklerinde, onun yanında biz dar'ın ve komşunun en hayırlısıydık. Ve daha sonra o ikisi Necaşi ile görüşmeden önce hediyesi verilmedik patriklerden hiç bir patrik kalmadı.”

Daha sonra da o ikisi, onlardan her bir patriğe şöyle dedi; “Bizden, kavimlerinin dinini parçalayan, sizin dininize de girmeyen, ama sizin de bizim de bilmediğimiz yeni bir din icat eden, akılsız, sefih hizmetçiler Kral’ın ülkesine teveccüh etmişlerdir. Kuşkusuz bizi Kral'a onları geri getirmeleri için kavimlerinin en şereflileri gönderdi. Dolayısıyla biz, Kral ile onlar hakkında konuştuğumuz zaman, o onlarla konuşmaksızın onları bize teslim etmesi görüşünü ona beyan edin. Zira kavimleri, onlardan şerefçe daha yüce ve onlar aleyhine ayıpladıklarını en iyi bilenlerdir.”

Bu konuşmadan sonra Patrikler o ikisine; "Evet." dediler. Daha sonra o ikisi Necaşi’ye hediyelerini sundular. O da onların hediyelerini kabul etti.

Sonra o ikisi Kral ile konuştu ve ona dediler ki; “Ey Kral! Senin ülkene, kavimlerinin dinini parçalayan, senin dinine de girmeyen, lakin sizin ve bizim de tanımadığımız yeni bir din icat eden, akılsız, sefih köleler iltica etmiştir. Kavimlerinin en şereflileri olan babaları, amcaları, aşiretleri, onları teslim etmeniz için bizi size gönderdi. Kavimleri onlardan şerefçe daha yüce ve onlar aleyhine ayıpladıklarını ve hakkında onları kınadıkları şeyi en iyi bilenlerdir.”

(Ümmü Seleme) devamla dedi ki; “Abdullah İbn-i Ebi Rebi’a ve Amr' İbn-i El As’ı Necaşi’nin Müslümanların kelamını dinlemesi kadar hiç bir şey kızdırmıyordu. Bunun üzerine etrafındaki Patrikler şöyle dediler: “Doğru söylüyorlar, Ey Kral! Kavimleri şerefçe onlardan daha yüce ve onlar aleyhine ayıpladıklarını da en iyi bilenlerdir. Onun için onları o ikisine teslim edin de ülkelerine ve kavimlerine onları geri götürsünler.”

(Ümmü Seleme) sözüne devam ederek; “Bunun üzerine Necaşi kızdı, sonra şöyle dedi: “Hayır! İşte Allah! Allah’a yemin ederim ki, o zaman benim ülkeme sığınan, bana iyi komşulukta bulunan ve beni başkalarına karşı seçen bir kavmi çağırıp, onlara kendileri hakkında o ikisinin ne dediklerini sormadıkça onları asla teslim etmem. Eğer onlar, o ikisinin dediği gibi ise o takdirde onları o ikisine teslim eder ve kavimlerine geri iade ederim. Şayet yok onlar o ikisinin dediği gibi değillerse, o ikisinden onları men ederim ve bana iyi komşu oldukları müddetince bende onların komşuluğunu güzel bulurum.”

(Ümmü Seleme) şöyle dedi: “Daha sonra Kral Resulullah (sav)’in ashabına elçi göndererek, onları davet etti. Kral’ın elçisi Müslümanlara gelince toplandılar. Sonra birbirleriyle konuşarak; “o adama gittiğiniz zaman ne söyleyeceksiniz?” dediler. Sonunda; “Vallahi! bu konuda her ne olursa olsun Nebimiz (sav)'in bize öğretip emrettiğini söyleriz.” dediler.

Nitekim onun huzuruna geldiklerinde Necaşi piskoposlarını çağırdı, onlarda hemen onun etrafına kitaplarını yaydılar. (Necaşi) Müslümanlara sorarak dedi ki; “Kendisiyle kavminizi parçaladığınız, benim ve bu ümmetlerden hiç bir kimsenin dinine girmediğiniz şu dininiz nedir?” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; “Onunla konuşan Cafer İbn-i Ebu Talip idi ve ona şöyle dedi: “Ey Kral! biz putlara ibadet eden, ölü eti yiyen, bütün pislikleri yapan, sıla’i rahmi kesen, komşuluğu kötü olan, bizden kuvvetlinin zayıfı yediği cahiliyye ehli olan bir kavim idik. Biz bu hal üzere iken Allah (cc) içimizden nesebini, doğruluğunu, güvenirliliğini, dürüstlüğünü, temizliğini bildiğimiz birisini bize elçi olarak gönderdi. O da bizi Allah (cc)’ya ibadet etmeye, onu birlemeye ve bizim ve babamızın, Allah (cc)’dan başka ibadet edegeldiğimiz taşları ve putları terk etmeye davet etti. Ayrıca bize, doğru sözlülüğü, emaneti eda etmeyi, sıla-i rahmi ve güzel komşuluğu, haramlardan ve kan akıtmaktan sakınmayı emretti ve bizi, kötülüklerden, pisliklerden, yalan söylemekten, yetim malı yemekten ve evlilere iftira atmaktan nehyetti. Keza bize sadece bir olan Allah (cc)’ya ibadet etmeyi ona hiçbir şeyi ortak koşmamayı, namazı, zekatı ve orucu emretti.”

(Cafer) dedi ki; “İslam’ın işleri, bir bir ona sayılıyor, bizde onu tasdik ve iman ediyor ve getirdiği şey üzere ona tabi oluyorduk. Böylelikle yalnızca Allah (cc)’a ibadet ediyor ve ona hiçbir şeyi ortak koşmuyorduk. Onun, bize haram kıldığını haram, helal kıldığını da helal kılıyorduk. Ardından, kavmimiz bize düşmanlık yaptı ve bizleri cezalandırıp, tekrar Allah (cc)'ya ibadetten putlara ibadete geri döndürmek için ve eskiden helal kabul ettiğimiz pislikleri, tekrar helal kabul ettirmek için dinimizde bizleri fitneye düşürüyorlardı. Ne zaman ki, bizi istediklerini yapmaya zorladılar ve bize zulmettiler, bize karşı taşkınlık yaptılar ve dinimizle bizler arasına engel koydular, işte o zaman, bizde senin ülkene (doğru yola) çıktık, seni diğerlerine tercih ettik, senin komşuluğuna sevindik ve senin yanında zulme uğramayacağımızı umduk Ey Kral!” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; “Buna binaen, Necaşi ona; “Beraberinde onun (Resul’ün) Allah’tan getirdiği bir şey var mı? dedi.”

(Ümmü Seleme) diyor ki; “Cafer ona, "Evet” dedi.

Hemen peşi sıra Necaşi ona; “Öyle ise onu bana oku.”dedi. Bunun üzerine ona “KAF, HE, YE, AYN, SAD; (suresinin) başını okudu.

(Ümmü Seleme) dedi ki: “Vallahi! Necaşi sakalını ıslatıncaya kadar ağladı. Keza piskoposlarda kendilerine okunanı işittiklerinde Mushaflarını ıslatıncaya kadar ağladılar.

Sonra Necaşi; “Vallahi! Bu ve Musa’nın getirdiği bir tek fenerden çıkıyor” dedi. Sonra da o ikisine; “Haydi varın gidin. Vallahi! size onları ebediyen teslim etmem ve etmeyeceğim.” dedi.

Ümmü Seleme dedi ki; “O ikisi onun yanından çıktı. Sonra, Amr' İbn-i El As; “Vallahi! yarın onların ayıplarını huzurlarında haber vereceğim sonra da bununla köklerini kazıyacağım.” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; “Buna karşılık Abdullah İbn-i Ebi Rebi'a -ki o, bizim hakkımızda korkanların başında gelmekteydi.- “Öyle yapma” dedi. Çünkü onların, her ne kadar bize muhalefet etmişlerse de sıla'i rahimleri vardır.” Bu sefer dedi ki; “Vallahi! ona (Necaşi’ye) onlar Meryem oğlu İsa’nın kul olduğunu zannediyorlar diye haber vereceğim.”

(Ümmü Seleme) diyor ki; “Sonra, ertesi gün o; “Ey Kral! onlar Meryem oğlu İsa hakkında büyük bir söz söylüyorlar. Dolayısıyla onlara bir elçi gönder de İsa hakkında ne söylediklerini onlara sorsun” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; "Hemen onlara, İsa hakkında sorması için bir elçi gönderin”

(Ümmü Seleme) dedi ki; "Onlar, bizim başımıza bunun benzeri (bir olay) gelmemişti. Derhal kavim toplandı ve Necaşi size İsa hakkında sorduğu zaman ne söyleyeceksiniz diye aralarında konuştular. Neticede dediler ki; “Vallahi! Bu konuda her ne olursa olsun onun hakkında Allah (cc)’nın söylediğini ve Nebimizin getirdiğini söyleyeceğiz dediler.” Nitekim onun yanına girdiklerinde, Necaşi onlara; “Meryem oğlu İsa hakkında ne söylüyorsunuz?” dedi. Buna karşılık Cafer İbn-i Ebi Talip ona; “Biz onun hakkında Nebimizin (sav) getirdiğini söyleriz: O Allah (cc)’nın kulu, Resulü, Ruhu ve büsbütün kendini ibadete veren bakire Meryem’e üflediği kelimesidir.” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; “Necaşi, elini toprağa koydu ve yerden bir dal alarak sonra şöyle dedi: "Meryem oğlu İsa hariç söylediklerin şu dal parçası gibidir.”

O, söyleyeceğini söyledikten sonra etrafındaki patrikler burunlarından solumaya başladılar. Akabinde onlara, burundan da solusanız, Vallahi! Hadi gidin! Siz, benim topraklarımda güven içerisindesiniz. Her kim size söverse borçlu olur, sonra yine söverse yine borçlu olur. Benim altından bir dağım olmasını istemediğim kadar, sizden bir kişiye eziyet etmeyi de istemem.” dedi.

Sonra Kureyş’ten gelenlere dönerek; “Hediyelerini o ikisine geri verin. Bizim onlara ihtiyacımız yoktur. Vallahi! Allah, bana mülkümü geri verdiğinde benden bir rüşvet almamıştır. Onun için bende rüşvet alıcı değilim. İnsanlar bana itaat ettiği müddetince bende onlara o konuda itaat edeceğim.” dedi.

(Ümmü Seleme) dedi ki; “O ikisi, huzurundan çirkin bir şekilde ve getirmiş oldukları hediyeler kendilerine iade edilmiş bir halde çıktılar. Biz, onun yanında komşunun en hayırlısıyla birlikte dar'ın en hayırlısında ikame etmiş olduk.”

Devamı gelecek sayıda…

YIL 16  SAYI 184  SAFER/R.EVVEL 1426 NİSAN 2005

Yukarı