TIME gazetesi
15 şubat 1926, sayfa 15-16
“Bu zamanda, Türkiye misyoner çalışma için en vaatli bölgeyi temsil
etmekte diye Hıristiyan İşi’nin son baskında misyoner çalışmaların
müdürü olan James L. Barton yazmıştı. Fakat 1923’te Türkiye de
gerçekleşen devrimlerden bahsettikten sonra bu bu devrimler: (...)
yüz yıldır Hıristiyan misyonerler çaresiz bir şekilde Müslümanların
kalbinden halifelerini atmaları ve bu şekilde kalplerini kazanmaları
için mücadele ettiler. Onlar “Müslüman Allah’ın rahmetine nail
değildir” diye düşünmeye başlamışlardı, dedi bay Barton
9 Ocak 1933, sayfa 64
Türkler geçen hafta ışıldayarak gökte ay’ı aradılar. Eğer ay’ı
görürlerse bu Ramazanın başlayışı olacaktı. Ramazan Kuranın
peygamber Muhammed’e indirildiği kutsal aydır. Bu yıl, yeni ayın ilk
yansıyışının özel ve gizemli bir anlamı vardı. Kendilerine
başörtüsünü ve fesi yasaklayan katı diktatör Mustafa kemal Paşa
Türklere bu Ramazan dan itibaren İlahlarının Arapça ismi olan
Allah’ı kullanmalarını yasakladı. Kendisi imanlı olmayan Atatürk,
Türklerin Allah yerine Tanrı dememelerini gerektiren hiçbir
gerekçenin olmadığını düşünüyordu. Ve yine, asrın geleneği dışında,
Türk imamlarının tümü Kuranı Arapça yerine bazılarının sadece Türkçe
mealini bilmelerini gerektirmeyen hiçbir neden olmadığını da
söyledi.
Diktatör kemalin gaddarlığa yakın olan devrimi müezzinlerin, ki
bunlar iman etmiş insanları Türkiye’deki minarelerden namaza davet
ediyorlar, artık “Allah-u Ekber” (Arapça Allah büyüktür demek)
yerine yabancı kelimeler olan “Tanrı Uludur” sözlerini okumaları
gerektiğidir.
Türk imamları görevlerine son verip imam kıyafetlerini gizleme
tehdidinde bulununca, devlet onlara 400 yeni kıyafetlerinin olduğunu
söyleyerek “Onların yarini doldurabilecek ve Kuranı Türkçe olarak
öğrenen müezzinlerinin olduğu tehdidini de yaptılar.
Yeni ay yaklaşmaktaydı. Türkiye de neredeyse Ramazandı ki Kültür
Bakanlığından (dinde bu bakanlığa dahildi) bakanlar bütün
cesaretlerini toplayıp diktatör kemale Türkiye’nin İlahına ait olan
ay’ı değiştiremeyeceğini söylediler, en azından bu hafta
yapamayacağını söylediler.
Bu zaman sarfında hala Allah-u Ekber’de ısrar eden birkaç müezzin
hapishanelere girmişti.
Halk huzursuzlaşmaya başlamıştı ve alenen Allah-çağrısı yapanların
yanlarındaydılar. Aniden diktatör Kemal “Bırakın, şimdilik nasıl
ibadet etmek istiyorlarsa öyle etsinler” diye homurdandı. Bakan bu
güzel haberi yeni ay’ın gözükmesine birkaç saat kala açıklamak için
oradan hızla ayrılır.
“Müezzin ve imamların karşı çıkmalarından dolayı” ibadetleri ve
Kuran’ı Arapça olarak okuyacaklardı, fakat imamlar arasındaki
diyaloglar Türkçe olarak yapılmaya devam edecek”. Ramazanda bütün
Müslümanlar yemek yemedikleri için çok hassastırlar. Oruç bittikten
sonra Türkler daha itaatkar olacaklardır ve ilahlarının ve
Diktatörlerinin ismini kabulleneceklerdir.
20 Şubat 1933, sayfa 18
Tıpkı sinirli bir babanın evlatlarına söylediği gibi Mustafa kemal
Aralık ayında Türklere İlahlarının Arapça ismini (Allah’ı)
unutmalarını ve yerine Türkçe’si olan (Tanrıyı) öğrenmelerini
söyledi. 1300 yıllık olan ilah kavramını unutmanın duygusallığını
kabullenerek Kemal müezzinlere Kuran’ı Türkçe olarak öğrenmeleri
için zaman verdi
“Yeşil şehir”, Bursa da insanlar 14 asır boyunca hep “Allah-u Ekber”
çağrısına kulak vermişken geçen hafta bir müezzin minareden “Tanrı
Uludur” diye seslendi insanlara. Kemal Paşanın ilahına kızgın olan
bir topluluk bu müezzini ve ona yardıma gelen polisi aşağıladılar.
İlahın yeni adını ve
Türkiye’nin yeni dinini
bu “eski kafalılardan” korumak için Kemal “galip gelen” süratle
Bursa’ya gitti ve bu inananlardan 60 kişiyi tutukladı, Ouglubjami
camisinin müftüsünü görevden aldı ve bundan böyle İlah Tanrıdır
açıklamasında bulundu.
Emil Lengyel: “TÜRKİYE”, 1941 sayfa 134
Kemal Allah’a hiç değer vermiyordu, o sadece kendiyle ve Türkiye’yle
ilgileniyordu. O Allah’tan nefret ediyor ve Türkiye’nin başına
gelenlerden O’nu sorumlu tutuyordu. Allah’ın hakimiyetiydi Türkleri
felçleştiren. Fakat kendisi Türk çiftçiler, ki onlar için ırkçılık
söz konusu değil, Allah’ın gerçek olduğunu bilmekteydi. O yüzden
kendisinin ırkçı hedefi için Allah’ı da bu çalışmasına danışman
olarak dahil etmeye karar verdi.
Allah’ın da yardımıyla insanlarının Muhammed’in ümmeti olmaktan
vazgeçip Türk olmalarını gerçekleştirecekti ve Allah’ı hedefini
gerçekleştirdikten sonra tekrar kovacaktı
Sayfa 140-141
Kemalin kariyerinin başlarında iken onu takip edenlerin çoğu onun
İslam’ın şampiyonu olduğunu ve Hıristiyanlara karşı savaştıkları
kanaatinde idiler. “Kemal, Hıristiyanları yok eden” lakabını
vermişlerdi ona. Eğer onun gerçek amacını bilmiş olsalardı “Kemal,
İslam’ı yok eden” lakabını verirlerdi ona.
H.C. Armstrong: “Milliyetçi, Mustafa kemal: “Bir diktatörün özel
portresi”, 1934
Çok içiyordu. Alkol ona destek ve güç veriyordu fakat, hassasiyetini
de artırıyordu. Hem özel hem genel hayatında çok direkt, net ve
kırıcı idi. En ufak bir yorumda hiddetleniyordu. Kendisi ile
yapılacak her tartışmayı engelliyordu. En ufak ayaklanmada
sinirleniyordu. Kimseye güvenmiyor kimseyle birlikte çalışmıyordu.
Politikacı ne zaman kendine bir tavsiye de bulunursa onun orayı terk
etmesini söylerdi. Meclisten saygın bir üyenin kendisine Türk
kadınlarının açıkta (meydanda) dans etmelerinin doğru olmadığını
söylediğinde, Kuran’ı ona fırlatarak sopası ile onu bürosundan
kovmuştu...
Sayfa 241
Şöyle dedi: “500 yıl boyunca Arap Şeyhin kanunları ve düşüncelerini
ve işe yaramaz tembel papazların yorumları Türkiye’nin muamelat ve
ceza yasalarını belirledi.
Onlar Türkiye’nin anayasasını belirlediler,her türkün yaşamının
detaylarını, yemesini, yatmasını kalkmasını, kıyafetlerini,
çocuklarının eğitim hususunu, okuldaki eğitimini, adetlerini,
fikirlerini hatta en özel hallerini bile ..., Arabın dini olan İslam
öldü
Çöldeki göçebelere uygun bir dindi fakat bu modern bir devlete ters
Allah’ın ayetleri ve Allah yoktur. Bu rahiplerin ve zalim idareciler
insanları bir arada tutmak için kullandıkları zincirlerden biriydi.
“Yönetebilmek için dine ihtiyacı olan bir yönetici zayıftır!” Ve
hiçbir zayıf insan yönetmemelidir.” Ve rahipler Onlardan nasıl
nefret ederdi. Halkın rızkını yiyen işe yaramaz tembel papazlar.
Onları adam gibi çalışsınlar diye camilerden ve kiliselerden
kovaladı.
İnancı! Türkiye’den, tıpkı bir ağaca tırmanan sarmaşığı ağacı
kurtarmak için çıkartır gibi çıkartıp yok eder
Sayfa 243
Bunların ötesinde dinsiz olduğu ve bütün kanunları çiğneyip onlarla
alay ettiği kitlesel bir sırdı.
O Şeyh-ul İslam’ı bürosundan kovup Kuran’ı da arkasından atmıştı.
Angora’daki kadınları başörtülerini çıkartmaları için zorlamıştı. Ve
onları vücutlarını lanetlenmiş yabancı erkekler ve Hıristiyanlarla
bitiştirerek dans etmeleri konusunda cesaretlendirmişti.
Lord Kinross: “Atatürk”: Bir ulusun yeniden doğması”, 1965
Sayfa 365
Yıllarca aslı konusunda hep bir bilinmezlik içerisindeydiler.
Anatolia’daki birkaç askere müfettişliği esnasında Kemal bir
keresinde şunu sordu:
“Allah kimdir ve nerede yaşar?”
Asker, büyük bir istekle; “Tanrı Mustafa kemal Paşadır ve Angora’da
yaşıyor” diye cevaplar
“Peki Angora nerede?” diye sordu Kemal.
Cevap: “Angora İstanbul’dadır” oldu.
Sırayı inerek başka bir askere; “Mustafa kemal kimdir?” diye sordu
Cevap: “Bizim sultanımızdır” oldu
Sayfa 437
Kemal için İslam ve kalkınma iki zıt kelimelerdi. Bir keresinde
“Onları bir Hıristiyan yapabilseydik” dedi.
Onunki Müslümanların arzuladıkları değiştirilmiş İslam Devleti
olmayacaktı fakat, Sultan zamanındaki gibi kendi bürokrasisi ile
dönen bir ordu tarafından desteklenen kati bir seküler devlet
olacaktı.
Sayfa 470
Müzik zevkinde de düşüncelerini anlayabiliyorduk. Bunu İstanbul’daki
Park Hotel’e getirttirmiş olduğu 2 orkestra, biri Türk diğeri
Avrupalıyı dinlerken algılayabiliriz. Birisi duruyor, diğeri
çalıyor, duraklamalar eşliğinde dinliyordu. Nihayet, rakı etkisini
gösterdiği anda sabrı taşıyor ve lokantayı şu sözü ile terk etti:
“eğer istiyorsanız şimdi birlikte çalabilirsiniz’’
Başka bir akşam, müezzinin sesi dans grubununki ile çatıştığında
sinirlenip minareyi yerle bir edeceği emrini verir -bu ertesi sabah
iptal edilen emirlerden bir tanesidir- ...
S O N