Ana Sayfa YIL 13   SAYI 149   SAFER 1423   MAYIS 2002 E-Mail

ŞÜHEDANIN KANLARI ÜZERİNDE KURULAN KOMPLOLAR.
BİR İHANET DAHA...

Yusuf PATEL

Bugün Filistin’de vukuu bulan olaylar; ABD/AB/İsrail üçlüsünün katılımıyla oynanan bir oyunun icra edilmesinden ibarettir. Hedefleri, İsrail’i yeryüzünün kalıcı bir realitesi olarak İslam Ümmeti’ne kabul ettirmektir. Bunun sonucu ise, Filistin’i teslim etmek ve İkinci Camp David’de kabul edilenleri yürürlüğe koymaktır. Bu komplodan daha da korkunç olanı; bu tiksindirici gayeyi gerçekleştirmek için, binlerce müslümanın mübarek kanlarının akıtılmış olmasıdır.

Bu, idrak edilen realitenin üzerine yüklenemeyen sinsi bir komplo teorisi gibi görünmektedir. Zira medya, bunu barış sürecinin sonu olarak tarif etmektedir. (Bu yazıda “barış süreci” diye geçen her şeyi, lütfen “teslimiyet süreci” olarak okuyunuz.) Onlar bu mesele hakkında, ABD ve müttefiklerinin İsrail üzerindeki nüfuzlarını kaybettikleri için, kontrolün süratle kaybedildiği ve İsrail’in Arafat’ı sınır dışı etmek veya hatta öldürmek istediği şeklinde uydurma bir tablo çizmektedirler. Şu durumda bizler katmerli yalanları, hile ve desiseleri deşifre etmek ve gerçek realitenin üzerini açmak zorundayız.

Geçen cumartesi (13/04/2002) güya Arafat'ın renginin değiştiği, Ramallah'taki ofisinde alıkonulduğu ve tecrit edildiği, dış dünya ile (İngiliz Kraliçesi'nin ölümü nedeniyle, çok açık bir biçimde İngiliz halkına başsağlığı dilemesi hariç!) iletişim kuramadığı şeklindeki açıklamalar ile bazıları büyülenmişlerdi. Cumartesi günkü konuşmasında, Arafat'tan İsrail'e karşı girişilen herhangi bir şiddet içerikli saldırıyı Arapça lanetlemesini isteyen ABD'ye olan gönülden itaatinin atmosferi içerisinde aynen böyle yaptı. Filistin toprakları üzerinde meşru fiiller (şehadet eylemleri ve kafirlere darbe vuran diğer eylemleri) gerçekleştiren bu Müslümanlara saldırarak şöyle dedi: "İsrailli sivilleri hedef alan, özellikle Kudüs'teki son operasyon da dahil olmak üzere şiddet eylemlerini nefretle lanetliyoruz."

Arafat FKÖ'nün, İsrail varlığını tanımak ve Batı Şeria ile Gazze toprakları üzerinde laik bir Filistin devleti kurmak için, 1964'te Arap Birliği tarafından kurulmasından bu yana yaşananlara değinen bir görüntü sergiledi durdu. FKÖ'nün kurucusu ve Arap Birliği tarafından delege olarak atanan Ahmed Şukeyr; FKÖ'nün liderlerinin birçoğunun planlarını ve Arap yöneticilerin İsrail ile olan görüşmelerini kınayarak, 1967'de FKÖ'den ayrılmıştı. Onu bu tehditlere muhalif olmaya iten unsur İslam olmamasına rağmen, o milli duygularının etkisiyle mevcut ihaneti gördü. Bu bize, Batı'nın Filistin'deki adamlarını sarıp sarmalamaya çabaladığı şeklinde yalanlarını çözmemize yardım etmektedir ki; onların adamı Yaser Arafat'tır.

Arafat konuşmalarında ilkeli bir duruş üzerindedir. Zira o daima Filistin'i ordular eliyle kurtarmaya karşı çıkarak, görüşmelerden yana olmuştur. Ki şöyle demektedir: "Bu pozisyon, bizim 'Siyasi gayeleri gerçekleştirmek için, şiddet kullanımını ve sivillere karşı terör eylemlerinde bulunmayı reddetmek' şeklindeki sabit ilkemizden gelmektedir."

Arafat'ı tarif etmenin en güzel ifadesi, "O siyasi bir bukalemundur" şeklindedir. Zira onun pozisyonu, kendisini sevindirmeye çalışanlara bağımlı olmuştur. Bununla beraber onun hareketleri her zaman ihanet eksenlidir.

Arafat ve FKÖ, İslam topraklarından olan Filistin topraklarının tamamının kurtuluşu ile İslam'ın arasını ayırmak amacıyla, Arap yöneticiler tarafından kullanılmıştır. İki devlet çözümü için çağrıda bulunmak suretiyle, hem FKÖ hem de Arap yöneticiler ortak bir kabul benimsemişlerdir. BM’nin 242 nolu kararı gereğince, İsrail'in 1967 öncesi sınırlarına geri çekilmeye çağrılması, bu niyeti ifade etmektedir ki; geriye kalan kalıntılar üzerinde bir Filistin devleti kurulabilsin. Zaten Veliaht prens Abdullah tarafından ileri sürülen ve Arap yöneticiler tarafından (Arap zirvesinde) gözü kapalı kabul edilen ve ABD'nin de rızasının bulunduğu şey, İslam toprakları üzerinde bulunan bu kanser virüsünün varlığından beri planlanan şeydir.

Şizofrenik vakıa Arafat'a geri gelince; o Cihad ve "yahudileri denize dökmek" çağrısında bulunacaktır. Fakat bu ifadeler sadece onun alçak ve hain imajını, kahraman ve savaşçı bir imaja dönüştürmek için olacaktır.

Aşağıda hala Arafat'ın niyeti konusunda yorulmuş olabilecek kimseler için, onun Filistin’in geleceği üzerindeki iki yüzlü yaklaşımını gösteren kısa bir betimleme yer almaktadır.

Fiiller, kelimelerden daha yüksek sesle konuşur:

9 Eylül 1993'de Arafat, İsrail başbakanı Yitzhak Rabin'e resmi yollarla, kendisinin imzasını taşıyan bir ilkeler bildirisini gönderdi ve aşağıdaki kararlarını dile getirdi:

- FKÖ, barış ve güvenlikte İsrail varlığının haklılığını kabul eder.

- FKÖ, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 242 ve 338 nolu kararlarını benimser.

1998'de Arafat Wye River Memorandumu'nu kabul ettiğinde, düşüncelerini ifade etti ve "Filistinli insanların" İsrail ile olan "anlaşmazlıklarının" çözülmesinin ancak "barışçıl görüşmeler" ile mümkün olacağını söyledi.

Dahişa mülteci kampını ziyareti sırasında, kitleleri toplayarak onlara da şöyle hitap etti: "İntifadayı durdurduğumuz zaman, başkentimiz olan Kudüs ile birlikte Filistin'in kurulması için cihadı durdurmadık... Bizim Siyonist hareket, Balfour deklarasyonu ve tüm emperyalist aktivitelere karşı bir savaşımız var."

Eğer o emperyalist aktivitelere gerçekten karşı ise, neden Colin Powell ve Anthony Zinni'den İsrail'e baskı yapmalarını istedi ve neden barış süreci boyunca ABD'yi arabulucu olmaya davet etti?

Nedeni bellidir. Çünkü o Filistin Müslümanlarını ve tüm İslam alemini sloganlara sarılarak kandırmaya çalışmaktadır. Öyle ki; Müslümanları Filistin'in kurtuluşu için çabaladığına ikna edecek ve Cihada çağırarak, insanların duygularıyla oynayacaktır. Zira İsrail varlığının haklılığını kabul ettiği Madrid Zirvesi'nden sonraki ilk İntifada sırasında bunu yapmıştı. Önce Oslo anlaşmalarını sonra da Wye River Memorandumunu imzalamak suretiyle, yine aynı şeyi yaptı. Böylece Arafat Müslümanların tertemiz kanlarına ihanet etti, o kurbanların fedakarlıklarını devam ettirmek isteyen, Filistin'in kurtuluşu için savaşanları da süslü sözlerle temin ederek, sakinleştirerek aldattı.

Devamlı dile getirilen bir şey vardı: İkinci Camp David görüşmelerinin başarısızlığının sebebi, Arafat'tır. İsrail tarafından yapılan demeçlerden biri, Arafat'ı; "Bir fırsat kaçırmak için asla bir fırsat kaçırmayan" şeklinde tarif etmişti. Böylelikle Arafat'ın (siyasi bir terim olarak) bir fareden öte, sadakatli bir Köpek olduğu gösterilmişti.

Clinton görülmemiş bir adım atarak İsrail Televizyonu'na çıkmış ve Arafat'ı Camp David anlaşmasını kabul etmeyi reddetmekle suçlamıştı. Söylentiye göre İsrail başbakanı Ehud Barak, Arafat’ın reddettiği tablo konusunda cömert bir anlaşma hazırlamıştı. Bu sadece onun imajını şişirme çabasından başka bir şey değildi ve güya basit bir detaydı. Bu bir yalandır ve İsrail’e meşruiyet kazandırma sürecinin sonunu garanti altına alan oyunun bir parçasıdır. İkinci Camp David ise, Arafat’ın BM’in 242 nolu kararının maskeli hali olan, son durum çözümlerini kabul etmesiyle, küfür için tam bir başarı olmuştu. Bu; Filistin topraklarını 1967 öncesi sınırlara sığdırmak suretiyle parçalamak, Filistin toprakları üzerinde yayılmış bulunan mültecilerin mallarını taşımak ve birkaç adi silahın bedelini ödemek ile alakalıydı. Görüşmeler ise; toprakların silahsızlandırılmış, kendi sınırları, toprakları, hava sahası ve dış siyaseti üzerinde hiçbir kontrolü olmayan %10luk kısmı üzerinde yapılıyordu! Hem de sembolik adı “devlet” olan varlığı kurmak için!!!

Arafat insanlardaki Cihad alevini söndürmeye çalıştı fakat başaramadı. Çünkü insanlar Arafat’ın kendilerine hiçbir şey getirmediğini, bilakis yıkım, ihanet ve boş sözler getirdiğini bilmektedirler. Buna rağmen o, son 60 yıldır yaptığı gibi, Müslümanlara ihanet etmeyi sürdürecek ve asla değişmeyecektir.

1992'de Sahra çölünde geçirdiği uçak kazasının ardından sarsıldığı zaman, Allah (Subhanehu ve Teala)'ya itaat etmek ve Filistin toprakları konusundaki görüşmeleri iptal etmek mecburiyetini fark edeceğine; utanmadan gazetecilere kurtuluşunun sürpriz olmadığı söyledi. O başkent olarak görülen Kudüs'ü içine alan bir Filistin devleti konusundaki görevini henüz tamamlamış değildir. O hep ihanet etti ve ihanet etmekten vazgeçmeyecektir.

Ey İslam Ümmeti!

Filistin toprakları, İslam topraklarındandır. Müslümanların pak kanlarıyla, İslam toprağı haline gelmiştir. O topraklar üzerinde, Mücahidlerin kanının damlamadığı tek bir karış toprak yoktur. O topraklar tüm Müslümanların servetidir ve onu yeniden geri almak, hayatımız ve canımız pahasına da olsa hepimizin boynunun borcudur. Onun tek bir karışı hakkında bile olsa yapılan herhangi bir görüşme; Allah (Subhanehu ve Teala)'ya, O'nun şanlı Rasulü Muhammed (Sallallahu Aleyhi Vesellem)'e ve tüm Müslümanlara ihanet etmek demektir.

Bu topraklar sadece İslam Ümmeti'ne aittir. Ne Yaser Arafat'a, ne onun hainlerden oluşan partisi olan FKÖ'ne, ne bugün Müslümanların başındaki herhangi bir yöneticiye ve ne de Arap yöneticilerine ait değildir. Bunlardan hiçbirinin, o toprakların tek bir karışı üzerinde dahi herhangi bir hakkı yoktur. Bu hususta ne o topraklardan muhtemel vazgeçme hakkına ve ne de üzerinde tartışma hakkına sahip değillerdir. Onun tek bir karışının dahi yahudilere verilmesini öngören veya öngörecek olan hiçbir anlaşma meşru değildir ve herhangi bir Müslüman üzerinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Aksini iddia etmek, Şer'i Hükme muhalefettir.

Ey Müslümanlar!

Allah (Subhanehu ve Teala) Filistin’i yahudi varlığından kurtarmanız ve yahudi varlığını kökünden söküp atmanız ve orada bulunan Amerika veya herhangi bir diğer kafir devlet veya otoriteyi defetmeniz için, sizlere Cihad ilan etmeyi farz kıldı. Filistin’i kafirlere ikram edenler ve Filistin üzerine kurulan bu entrika ve komploların baş katılımcıları, İslam toprakları üzerinde yönetim gösteren yöneticiler ve özellikle Arap yöneticilerdir.

Eğer her topraktaki ordu komutanları ile güç ve iktidar sahipleri, böyle bir ihanete girişmeyi düşünen herhangi bir liderin üzerine yürüselerdi; onların cesaretlerini kırarak, bu cürümleri işlemekten alıkoymaları mümkün olabilirdi. Ümmetten bir parça olan bu ordu komutanları ile bu güç ve iktidar sahipleri, toplumun geri kalanından daha büyük bir sorumluluk içerisindedirler. Bu insanlar, şu anda hain yöneticileri alaşağı etmeye ve imzaladıkları ihanet dolu anlaşmaları iptal etmeye muktedirdirler. Yine onlar, parçalara ayrılmış İslam topraklarını birleştirecek, Allah (Subhanehu ve Teala)’nın Kitabı ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)’in Sünneti ile hükmedecek, yegane samimi ve seçkin lider olan Halife’yi, kendisine biat edilmek üzere omuzlarında yükseltecek güce de sahiptirler.

Ki O; ancak gerçek İslam Şeriatı’nı tatbik edecek, kafirlere karşı Cihadı ilan edecek, gaspçıları def edecek, Amerikan ve İngiliz hakimiyetini ve Batı’lı devletlerden gelen herhangi bir diğer etkiye son verecek ve İslam Davetini bir kez daha dünyaya taşıyacaktır.

“Ey İman Edenler! Eğer siz Allah’a (O’nun dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar.” [Muhammed 7]

YIL 13  SAYI 149  SAFER 1422  MAYIS 2002

Yukarı