Bugün Filistin’de vukuu
bulan olaylar;
ABD/AB/İsrail üçlüsünün katılımıyla oynanan bir oyunun
icra edilmesinden ibarettir. Hedefleri, İsrail’i yeryüzünün
kalıcı bir realitesi olarak İslam Ümmeti’ne kabul
ettirmektir. Bunun sonucu ise, Filistin’i teslim etmek ve
İkinci Camp David’de kabul edilenleri yürürlüğe
koymaktır. Bu komplodan daha da korkunç olanı; bu
tiksindirici gayeyi gerçekleştirmek için, binlerce müslümanın
mübarek kanlarının akıtılmış olmasıdır.
Bu, idrak edilen realitenin üzerine
yüklenemeyen sinsi bir komplo teorisi gibi görünmektedir.
Zira medya, bunu barış sürecinin sonu olarak tarif
etmektedir. (Bu yazıda “barış süreci” diye geçen her
şeyi, lütfen “teslimiyet süreci” olarak okuyunuz.) Onlar
bu mesele hakkında, ABD ve müttefiklerinin İsrail üzerindeki
nüfuzlarını kaybettikleri için, kontrolün süratle
kaybedildiği ve İsrail’in Arafat’ı sınır dışı etmek
veya hatta öldürmek istediği şeklinde uydurma bir tablo
çizmektedirler. Şu durumda bizler katmerli yalanları, hile ve
desiseleri deşifre etmek ve gerçek realitenin üzerini açmak
zorundayız.
Geçen cumartesi (13/04/2002) güya Arafat'ın
renginin değiştiği, Ramallah'taki ofisinde alıkonulduğu ve
tecrit edildiği, dış dünya ile (İngiliz Kraliçesi'nin
ölümü nedeniyle, çok açık bir biçimde İngiliz halkına
başsağlığı dilemesi hariç!) iletişim kuramadığı
şeklindeki açıklamalar ile bazıları büyülenmişlerdi.
Cumartesi günkü konuşmasında, Arafat'tan İsrail'e karşı
girişilen herhangi bir şiddet içerikli saldırıyı Arapça
lanetlemesini isteyen ABD'ye olan gönülden itaatinin atmosferi
içerisinde aynen böyle yaptı. Filistin toprakları üzerinde
meşru fiiller (şehadet eylemleri ve kafirlere darbe vuran
diğer eylemleri) gerçekleştiren bu Müslümanlara
saldırarak şöyle dedi: "İsrailli sivilleri hedef
alan, özellikle Kudüs'teki son operasyon da dahil olmak üzere
şiddet eylemlerini nefretle lanetliyoruz."
Arafat FKÖ'nün, İsrail varlığını
tanımak ve Batı Şeria ile Gazze toprakları üzerinde laik
bir Filistin devleti kurmak için, 1964'te Arap Birliği
tarafından kurulmasından bu yana yaşananlara değinen bir görüntü
sergiledi durdu. FKÖ'nün kurucusu ve Arap Birliği tarafından
delege olarak atanan Ahmed Şukeyr; FKÖ'nün liderlerinin
birçoğunun planlarını ve Arap yöneticilerin İsrail ile
olan görüşmelerini kınayarak, 1967'de FKÖ'den ayrılmıştı.
Onu bu tehditlere muhalif olmaya iten unsur İslam olmamasına
rağmen, o milli duygularının etkisiyle mevcut ihaneti gördü.
Bu bize, Batı'nın Filistin'deki adamlarını sarıp
sarmalamaya çabaladığı şeklinde yalanlarını çözmemize
yardım etmektedir ki; onların adamı Yaser Arafat'tır.
Arafat konuşmalarında ilkeli bir duruş
üzerindedir. Zira o daima Filistin'i ordular eliyle kurtarmaya
karşı çıkarak, görüşmelerden yana olmuştur. Ki şöyle
demektedir: "Bu pozisyon, bizim 'Siyasi gayeleri
gerçekleştirmek için, şiddet kullanımını ve sivillere
karşı terör eylemlerinde bulunmayı reddetmek'
şeklindeki sabit ilkemizden gelmektedir."
Arafat'ı tarif etmenin en güzel ifadesi,
"O siyasi bir bukalemundur" şeklindedir. Zira onun
pozisyonu, kendisini sevindirmeye çalışanlara bağımlı
olmuştur. Bununla beraber onun hareketleri her zaman ihanet
eksenlidir.
Arafat ve FKÖ, İslam topraklarından olan
Filistin topraklarının tamamının kurtuluşu ile İslam'ın
arasını ayırmak amacıyla, Arap yöneticiler tarafından
kullanılmıştır. İki devlet çözümü için çağrıda
bulunmak suretiyle, hem FKÖ hem de Arap yöneticiler ortak bir
kabul benimsemişlerdir. BM’nin 242 nolu kararı gereğince,
İsrail'in 1967 öncesi sınırlarına geri çekilmeye çağrılması,
bu niyeti ifade etmektedir ki; geriye kalan kalıntılar
üzerinde bir Filistin devleti kurulabilsin. Zaten Veliaht prens
Abdullah tarafından ileri sürülen ve Arap yöneticiler tarafından
(Arap zirvesinde) gözü kapalı kabul edilen ve ABD'nin de
rızasının bulunduğu şey, İslam toprakları üzerinde
bulunan bu kanser virüsünün varlığından beri planlanan
şeydir.
Şizofrenik vakıa Arafat'a geri gelince; o
Cihad ve "yahudileri denize dökmek" çağrısında
bulunacaktır. Fakat bu
ifadeler sadece onun alçak ve hain imajını,
kahraman ve savaşçı bir imaja dönüştürmek için olacaktır.
Aşağıda hala Arafat'ın niyeti konusunda
yorulmuş olabilecek kimseler için, onun Filistin’in geleceği
üzerindeki iki yüzlü yaklaşımını gösteren kısa bir
betimleme yer almaktadır.
Fiiller, kelimelerden daha yüksek sesle konuşur:
9 Eylül 1993'de Arafat, İsrail başbakanı
Yitzhak Rabin'e resmi yollarla, kendisinin imzasını taşıyan
bir ilkeler bildirisini gönderdi ve aşağıdaki kararlarını
dile getirdi:
- FKÖ, barış ve güvenlikte
İsrail varlığının haklılığını kabul eder.
- FKÖ, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi'nin 242 ve 338 nolu kararlarını benimser.
1998'de Arafat Wye River Memorandumu'nu kabul
ettiğinde, düşüncelerini ifade etti ve "Filistinli
insanların" İsrail ile olan
"anlaşmazlıklarının" çözülmesinin ancak
"barışçıl görüşmeler" ile mümkün olacağını
söyledi.
Dahişa mülteci kampını ziyareti
sırasında, kitleleri toplayarak onlara da şöyle hitap etti:
"İntifadayı durdurduğumuz zaman, başkentimiz olan Kudüs
ile birlikte Filistin'in kurulması için cihadı
durdurmadık... Bizim Siyonist hareket, Balfour deklarasyonu
ve tüm emperyalist aktivitelere karşı bir savaşımız
var."
Eğer o emperyalist aktivitelere gerçekten
karşı ise, neden Colin Powell ve Anthony Zinni'den İsrail'e
baskı yapmalarını istedi ve neden barış süreci boyunca
ABD'yi arabulucu olmaya davet etti?
Nedeni bellidir. Çünkü o Filistin Müslümanlarını
ve tüm İslam alemini sloganlara sarılarak kandırmaya çalışmaktadır.
Öyle ki; Müslümanları Filistin'in
kurtuluşu için çabaladığına ikna edecek ve Cihada çağırarak,
insanların duygularıyla oynayacaktır. Zira İsrail
varlığının haklılığını kabul ettiği Madrid
Zirvesi'nden sonraki ilk İntifada sırasında bunu yapmıştı.
Önce Oslo anlaşmalarını sonra da Wye River Memorandumunu
imzalamak suretiyle, yine aynı şeyi yaptı. Böylece Arafat
Müslümanların tertemiz kanlarına ihanet etti, o kurbanların
fedakarlıklarını devam ettirmek isteyen, Filistin'in
kurtuluşu için savaşanları da süslü sözlerle temin
ederek, sakinleştirerek aldattı.
Devamlı dile getirilen bir şey vardı:
İkinci Camp David görüşmelerinin başarısızlığının
sebebi, Arafat'tır. İsrail tarafından yapılan demeçlerden
biri, Arafat'ı;
"Bir fırsat kaçırmak için asla bir fırsat kaçırmayan"
şeklinde tarif etmişti. Böylelikle Arafat'ın (siyasi bir
terim olarak) bir fareden öte, sadakatli bir Köpek olduğu gösterilmişti.
Clinton görülmemiş bir adım atarak
İsrail Televizyonu'na çıkmış ve Arafat'ı Camp David
anlaşmasını kabul etmeyi reddetmekle suçlamıştı. Söylentiye
göre İsrail başbakanı Ehud Barak, Arafat’ın reddettiği
tablo konusunda cömert bir anlaşma hazırlamıştı. Bu sadece
onun imajını şişirme çabasından başka bir şey değildi
ve güya basit bir detaydı. Bu bir yalandır ve İsrail’e
meşruiyet kazandırma sürecinin sonunu garanti altına alan
oyunun bir parçasıdır. İkinci Camp David ise, Arafat’ın
BM’in 242 nolu kararının maskeli hali olan, son durum
çözümlerini kabul etmesiyle, küfür
için tam bir başarı olmuştu. Bu; Filistin topraklarını
1967 öncesi sınırlara sığdırmak suretiyle parçalamak,
Filistin toprakları üzerinde yayılmış bulunan mültecilerin
mallarını taşımak ve birkaç adi silahın bedelini ödemek
ile alakalıydı. Görüşmeler ise; toprakların
silahsızlandırılmış, kendi sınırları, toprakları, hava
sahası ve dış siyaseti üzerinde hiçbir kontrolü olmayan
%10luk kısmı üzerinde yapılıyordu! Hem de sembolik adı “devlet”
olan varlığı kurmak için!!!
Arafat insanlardaki Cihad alevini
söndürmeye çalıştı fakat başaramadı. Çünkü insanlar
Arafat’ın kendilerine hiçbir şey getirmediğini, bilakis
yıkım, ihanet ve boş sözler getirdiğini bilmektedirler.
Buna rağmen o, son 60 yıldır yaptığı gibi, Müslümanlara
ihanet etmeyi sürdürecek ve asla değişmeyecektir.
1992'de Sahra çölünde geçirdiği uçak
kazasının ardından sarsıldığı zaman, Allah (Subhanehu ve
Teala)'ya itaat etmek ve Filistin toprakları konusundaki görüşmeleri
iptal etmek mecburiyetini fark edeceğine; utanmadan
gazetecilere kurtuluşunun sürpriz olmadığı söyledi. O başkent
olarak görülen Kudüs'ü içine alan bir Filistin devleti
konusundaki görevini henüz tamamlamış değildir. O hep
ihanet etti ve ihanet etmekten vazgeçmeyecektir.
Ey İslam Ümmeti!
Filistin toprakları, İslam
topraklarındandır. Müslümanların pak kanlarıyla, İslam
toprağı haline gelmiştir. O topraklar üzerinde,
Mücahidlerin kanının damlamadığı tek bir karış toprak
yoktur. O topraklar tüm Müslümanların servetidir ve onu
yeniden geri almak, hayatımız ve canımız pahasına da olsa
hepimizin boynunun borcudur. Onun tek bir karışı hakkında
bile olsa yapılan herhangi bir görüşme; Allah (Subhanehu ve
Teala)'ya, O'nun şanlı Rasulü Muhammed (Sallallahu Aleyhi
Vesellem)'e ve tüm Müslümanlara
ihanet etmek demektir.
Bu topraklar sadece İslam Ümmeti'ne aittir.
Ne Yaser Arafat'a, ne onun hainlerden oluşan partisi olan FKÖ'ne,
ne bugün Müslümanların başındaki herhangi bir yöneticiye
ve ne de Arap yöneticilerine ait değildir. Bunlardan hiçbirinin,
o toprakların tek bir karışı üzerinde dahi herhangi bir
hakkı yoktur. Bu hususta ne o topraklardan muhtemel vazgeçme
hakkına ve ne de üzerinde tartışma hakkına sahip
değillerdir. Onun tek bir karışının dahi yahudilere
verilmesini öngören veya öngörecek olan hiçbir anlaşma
meşru değildir ve herhangi bir Müslüman
üzerinde hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Aksini iddia
etmek, Şer'i Hükme muhalefettir.
Ey Müslümanlar!
Allah (Subhanehu ve
Teala) Filistin’i yahudi varlığından kurtarmanız ve yahudi
varlığını kökünden söküp atmanız ve orada bulunan
Amerika veya herhangi bir diğer kafir devlet veya otoriteyi
defetmeniz için, sizlere Cihad ilan etmeyi farz kıldı.
Filistin’i kafirlere ikram edenler ve Filistin üzerine
kurulan bu entrika ve komploların baş katılımcıları,
İslam toprakları üzerinde yönetim gösteren yöneticiler ve
özellikle Arap yöneticilerdir.
Eğer her topraktaki ordu komutanları ile güç
ve iktidar sahipleri, böyle bir ihanete girişmeyi düşünen
herhangi bir liderin üzerine yürüselerdi; onların
cesaretlerini kırarak, bu cürümleri işlemekten
alıkoymaları mümkün olabilirdi. Ümmetten bir parça olan bu
ordu komutanları ile bu güç ve iktidar sahipleri, toplumun
geri kalanından daha büyük bir sorumluluk içerisindedirler.
Bu insanlar, şu anda hain yöneticileri alaşağı etmeye ve
imzaladıkları ihanet dolu anlaşmaları iptal etmeye
muktedirdirler. Yine onlar, parçalara ayrılmış İslam
topraklarını birleştirecek, Allah (Subhanehu ve Teala)’nın
Kitabı ve Rasulullah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)’in Sünneti
ile hükmedecek, yegane samimi ve seçkin lider olan Halife’yi,
kendisine biat edilmek üzere omuzlarında yükseltecek güce de
sahiptirler.
Ki O; ancak gerçek
İslam Şeriatı’nı tatbik edecek, kafirlere karşı Cihadı
ilan edecek, gaspçıları def edecek, Amerikan ve İngiliz
hakimiyetini ve Batı’lı devletlerden gelen herhangi bir
diğer etkiye son verecek ve İslam Davetini bir kez daha dünyaya
taşıyacaktır.
“Ey İman Edenler!
Eğer siz Allah’a (O’nun dinine) yardım ederseniz, Allah da
size yardım eder ve ayaklarınızı (dini üzere) sabit kılar.”
[Muhammed 7]
|