Ana Sayfa YIL 13   SAYI 149   SAFER 1423   MAYIS 2002 E-Mail

ULUSLARARASI KRİZ GRUBU 30 OCAK TARİHLİ RAPORU

ICG International Crisis Group

IMU (Özbekistan İslami Hareketi)

ve

Hizb-ut Tahrir:

Afganistan Savaşı’nın İşaretleri

- 2. Bölüm -

III. HİZB-UT TAHRİR

Orta Asya’da 1990’ların başında ve ortalarında, dışarıdan (Arap ülkelerinden) gelen misyonerler (ilk halaka verenler) tarafından yetiştirilen, az sayıda Hizb-ut Tahrir hücresi bulunmasına rağmen; organizasyon, 1990’ların sonlarında çarpıcı bir şekilde büyümeye başladı. 1950’lerde Orta Doğuda ortaya çıkan bir hareket olan Hizb-ut Tahrir, bölgedeki yönetimleri şiddet dışı bir metod ile devirerek yerlerine, İslam dünyasının tamamını kuşatacak bir İslami Hilafet kurmak için Orta Asya’da harekete geçti.

IMU’dan farklı olarak Hizb-ut Tahrir, Batı Avrupa’daki Müslüman gençler üzerinde çok önemli (hatırı sayılır) bir desteğe sahip olan ve Londra’da büyük bir örgütsel üs kurmuş olan, gerçek bir uluslararası organizasyondur. Orta Asya’daki üye sayısının binlerle ifade edildiği açıkça biliniyorken, Hizb-ut Tahrir’in (genel) kapasitesini ve (yaklaşık) üye sayısını kestirmek oldukça zordur.

A. İDEOLOJİK YÖNÜ

Hizb-ut Tahrir, toplumlardaki bozulmalar ve yoksulluğun sadece, İslam hükümleri ve İslam Devleti ile temizleneceği gibi, sosyal problemler konusunda, ütopik bir siyasal İslami bakış açısı benimsemektedir. Topluma yönelik açıklamaları (beyannameleri) bunun nasıl başarılacağını belirsizleştirmekte ve siyasal İslam’dan kaynaklanan çoğu zor sorulara cevap verilmemektedir. Açıklamalar çoğunlukla, güçlü bir şekilde, anti-Batı (Batı karşıtı), anti-Semitik ve anti-Şia’dır. Hareketin belirsizlik gösteren çoğu bakışı hakkında, ICG ile konuşan birçok Hizb-ut Tahrir üyesi; Hilafetin nasıl yöneteceğini, diğer dinlere mensup insanların nasıl bir tehdit altında olacaklarını veya ekonominin nasıl düzenleneceğini açıklayamadılar.

Bununla birlikte yayılımını ve idealistik bakışını, bölgenin ekonomik sorunlarından ve toplumsal hoşnutsuzluktan kaynaklanan, artan bir siyasal yükselişten aldı. Hizb-ut Tahrir genelde, yerel bir tarihi harmanı (Müslümanların ortak tarihini), yerel sosyo-ekonomik unsurları ve siyasal şartları kullandı. Mevcut yönetimlere karşı mücadelesini artırmak için, uluslararası bir İslami Dayanışmaya ve daha adaletli bir Hilafet kurmaya davet etti. Mesajını yaymak için; hareketin dini teorilerini, Kur’an’dan pasajları, bölgede gerçekleşen olayların tanımlamalarını ve yerel bir destek kazanmak niyetiyle, Filistin ve Çeçenistan olayları gibi meselelere ilişkin görüşler içeren beyannamelere, yoğun bir şekilde ağırlık verdi.

Dünya çapındaki Müslümanların birliğinin sağlanması düşüncesi, hareketin davranışlarında merkezi bir unsurdur ve uluslararası kimliğini, manevi bir otoriteye neden olması için, kullanmaya çalışmaktadır. Örneğin; beyannameler çoğunlukla, tüm Müslümanların ortak problemlere sahip olduğunu ve Çeçenistan, Filistin ve Afganistan’daki problemlerin Orta Asya Müslümanlarıyla da -doğrudan- alakalı problemler olduğunu iddia etmektedir.

Hizb-ut Tahrir, büyük ölçüde, pek çok Müslüman ülkeye dağılmış bir harekettir ve ideolojisi genellikle, birçok Müslüman tarafından heterodoks olarak görülmektedir. Halkın genelinin, İslami eğitim seviyesinin çoğu kez düşük olduğu Orta Asya’da, diğerlerine oranla özellikle genç insanları ikna etmek daha kolay olmaktadır. Bölgedeki Müslüman liderlerin çoğu, sert eleştirmenlerdir. Örneğin; Oş (Kırgızistan)’daki “Ebu Ziya” Bilim ve Kültür Merkezi Başkanı İmam Rahmetullah Kasımov şunu iddia ediyor: “Partinin İslami ideolojisi, Kur’an ve Sünnetteki İslami öğretinin bazı kısımlarına, tamamen terstir.

Diğerleri ise, Hizb-ut Tahrir’in aslında dini değil, siyasi bir organizasyon olduğunu ve Müslümanların siyasete karışmaması gerektiğini iddia ediyorlar. Bununla beraber birçok İmam, Hizb-ut Tahrir üyelerinin camilerinden çıkarılmasına izin vermiyor ve hareketin hedeflerini ve ideolojisini reddeden Orta Asya’daki birçok ılımlı Müslüman, yine de karşılaştıkları baskılar nedeniyle, onlara sempati duyuyorlar.

B. ORGANİZASYON VE ÜYELİK

Hizb-ut Tahrir, gizli ve hiyerarşik piramitsel (rütbesel) bir yapıda organize olmuştur. Bu yapı, ortalama iki aylık eğitim sürecini tamamladıktan sonra, gruplara veya -onların tabiriyle- “halaka”lara alınan, biri sorumlu olmak üzere beş kişiden meydana gelen hücrelerden oluşturulmuştur. Her halakanın bir kod adı vardır ve halaka liderinin, organizasyonun bir üst lideri ile bir bağlantısı bulunmaktadır. Yeni üyeler coğrafya, siyaset, din ve tarih çalıştıkları kadar; organizasyonun programını, stratejisini ve kültürünü de çalışmak zorundadırlar. Kadınların ve erkeklerin halakaları ayrıdır. Bu genel olarak, daha az siyasallık olarak görünmektedir.

Üyelik, olağan haliyle, bir yakın arkadaş, aile üyesi ve akraba bağlantısı yoluyla doğrudan genişlemekte ve (aşiret gibi) geleneksel sosyal bağlantıları taklit etmektedir. Şüphesiz toplantılar (halakalar) geleneksel dış görünüş altında yapılmaktadır. Yiyeceklerini paylaşan üyelerin, haftalık toplantıları, bir lokantada veya bir evde olabilir. Bazı halakalar -ki bunlar aslen 17-25 yaş arası gençlerden oluşur- ara sıra, beyannamelerin dağıtılması için, küçük miktarlarda para öderler. Ancak üyelerin, araçlar ve baskı makineleri gibi pahalı alımlarda, mümkün olan miktarda yardım etmeleri beklenir. Bazı materyaller dışarıda basılmaktadır.

ICG’nin kendisiyle röportaj yaptığı Hizb-ut Tahrir üyesi bir bayan, restoran ve kafelerde içki içen veya domuz eti yiyen insanları uyardığını ve İslam’a göre hakkıyla nasıl yaşamaları gerektiği hakkında onlarla konuşmaya başladığını söylese de, diğer üyelerin önerilerinin başında, adam kazanmak gerektiği geliyor. Hizb-ut Tahrir üyelerinin, çabalarını sadece İslami bir hareket veya sıradan siyasi bir partinin parçası olarak değil de (Allah’ın rızasını kazanmak için) bir hayat nizamı kurmak olarak görmeleri teşvik ediliyor.

Üyelerin çoğu, gruba katılmanın bir nedeni olarak, bir “nefsi cihad” (iç muhasebe) yapmak veya psikolojik bir değişim geçirmek gerektiğini vurguluyor. Duygulardaki bu köklü değişim, -onların deyimiyle- davranışlarının tamamen değişmesidir. Dahası bu değişimin kişiyi daha fazla disipline ettiğini ve alkol gibi diğer tüm toplumsal hastalıklardan kurtardığını iddia ediyorlar.

Hizb-ut Tahrir üyelerinin çoğu, işsiz gençlerden oluşmaktadır. Ekonomik fırsatlardan yoksun olarak, hayatlarındaki can sıkıntısı ve hoşnutsuzluk kadar, motivasyonlarını kaybetmiş olmaları, gençleri Hizb-ut Tahrir’e çekmiş görünmektedir. Yeni gençleri Hizb-ut Tahrir’e yönelten şey, özellikle Hizb-ut Tahrir’in sosyal sistem üzerinde yoğunlaşması ile adaletin ve fakirlere yardımın ancak bir Hilafet’in kurulmasıyla gerçekleşeceğine dair inançlarıdır. Üyelerin birçoğu eğitimsiz, düşük seviye işlerde çalışan ve yoksulluğun, işsizliğin olduğu ve özellikle eğitime şiddetle ihtiyaç duyan kırsal alanlarda yaşayanlardan oluşmaktadır. Başlangıçta Hizb-ut Tahrir aktivistleri, işçilerin ve çiftçilerin boşaldığı (işlerinin olmadığı) kış aylarında, insanlara fikirler vererek değiştirmek suretiyle, sıradan insanların desteğini kazanmaya yoğunlaşıyorlardı.

Hizb-ut Tahrir üyelerinin çoğu, Özbek kökenlidir. Fakat aynı zamanda Kırgız ve Tacik kökenliler de organizasyonda yer almaktadırlar. Hizb-ut Tahrir Orta Asya’da, çoğunlukla kendisini Özbekistan ile özdeşleştirmiş ve açıkça başkan Kerimov’u merkezi bir hedef olarak, devirmeye azmetmiştir. Organizasyon, bununla beraber, Özbekistan’daki yönetimin baskıları nedeniyle, son yıllarda Kırgızistan’da çok daha aktif hale gelmiştir. Yine de etnik farklılık, (ortak özellikleri olarak) bölgede kendi yönetimlerine karşı dini bir öfke duyan üyeler arasında, herhangi bir soruna yol açmamıştır. Bu temel üzerine adam kazanmak, diğerlerine nazaran, Hizb-ut Tahrir için çok kolaydır ki; yeni üyelerin birçoğu, önceden, bilhassa dinci değildir. Böylece onlar, hareketin doktrinlerini bağımsız olarak değerlendirme yeteneğine az sahip oldukları için, kolayca aşılanmış oluyorlar. Üyelerden biri ICG’ye şöyle demişti: “Bu parti, sadece doğru zamanda ortaya çıktı. Biz herhangi bir yöne sürüklenebilirdik. Eğer o Hizb-ut Tahrir olmasaydı, herhangi diğer bir partiye katılırdık.

C. TAKTİKLER

Bir de Hizb-ut Tahrir, artan akınlar yaptı. Çünkü daha fazla tamamlanmış araştırmayı hak eden bir iddia olan, şiddet-dışı metodlara sadık kalmanın faturasını ödedi. ICG’nin kendileriyle röportaj yaptığı birtakım şahıslar; Hizb-ut Tahrir’in cazip ilkelerinden birinin, Hizb-ut Tahrir’in görünürde şiddeti reddettiği olduğunda hemfikirdiler. Bu gerçekten Oş’da ve geçmişte ırkçı şiddetin acısını yaşamış olan Fergana Vadisi’nin diğer bölgelerinde, özellikle doğrudur. Zira halkın, şiddetin politik bir araç olarak kullanılmasını reddeden güçlü bir düşüncesi vardır. Hizb-ut Tahrir bir mefhum olarak, şiddeti reddetse de; bazı üyeleri ve görünüşe bakılırsa bazı liderleri de, silahlı direnişe veya hatta IMU’ya destek vermekten geri durmuyorlar gibi görünmektedir.

Bölgedeki yönetimlere karşı kuvvetli bir muhalefeti (nefreti) var olsa da Hizb-ut Tahrir, şiddet dışı olduğu konusunda hep tek ses konuştu. Hiçbir parçasından aykırı bir ses çıkmadı. Çünkü Hizb-ut Tahrir, sıkı kontrollüdür ve oldukça disiplinli bir tabiata sahiptir. Bireysel olarak üyelere, (ferdi) düşünceler taşımalarına veya üstlerine danışmadan önemli kararlar almalarına izin verilmez ve üstler (sorumlular) şiddet dışı metoda sadık kalmaya devam ettikleri sürece, üyelerin daha yoğun olarak, bildiri dağıtmak, fikirlerini taşımak ve yeni üyeler kazanmaktan başka herhangi bir şey yapmalarına izin verilmeyecek gibi görünüyor. Beş yıldır Hizb-ut Tahrir üyesi olan, 30 yaşlarındaki bir lise öğretmeni, (bu hususta) ısrar ediyordu: “Sırf kafirler Afganistan’a saldırdılar diye, şiddete başvurmayacağız. Zira kafirler asırlardır bunu yapıyorlar. Bu vakıa, Amerika’nın zulmünün ve Batının Müslümanların düşmanı olduğunun bir diğer örneğidir. Biz mücadelemize devam edeceğiz ve asla metodumuzu değiştirmeyeceğiz. Batı; Irak’ta, Sudan’da ve Afganistan’da masum insanları katletmek suretiyle, kendisini rezil ediyor. Onlar davranışlarını değiştirmek zorunda kalacaklar. Biz ise asla!...

Bazıları (üyeler), IMU tarafından kullanılan anlamda şiddetin; halkı soğutmaktan ve İslami idealleri kabul etmelerini zorlaştırmaktan başka bir işe yaramadığını iddia etmektedirler. Burada Hizb-ut Tahrir’in geleceğe ilişkin planları hakkında fikir verebilecek, küçük bir bilgi bulunmaktadır ve bu dikkatli ilgiye değer olmalıdır. Bu raporun hazırlanması sırasında ICG’nin kendileriyle röportaj yaptığı tüm üyeler, IMU’ya sempati duyduklarını fakat onun şiddet kullanmasını asla kabul etmediklerini anlattılar. Onlardan birkaçı, Özbekistan’da binlerce Hizb-ut Tahrir üyesinin hapsedildiği ve bölgede yönetimlerin, organizasyon üzerine yaptıkları baskıyı artırdıkları bir halde iken, Hizb-ut Tahrir’in şiddeti reddetme kararı almasının -şahsen- kendilerini üzdüğünü (keşke böyle bir karar olmasaydı dercesine) ifade ettiler.

ICG ile röportaj yapan bir insan hakları savunucusu şöyle uyardı: “Hizb-ut Tahrir’in ideolojisi şiddet dışı bir mücadele öngörüyorsa da; tutuklanan parti üyelerinin akrabaları, hükümete karşı silahlarla savaşacaklarını söylüyorlar. Yöneticilerden hiç anlayış görmediklerini ve artık her şeye hazır olduklarını söylüyorlar. Hizb-ut Tahrir üyelerinden bazıları, şiddet dışı stratejinin hayal kırıklığını yaşayabilir ve eğer ortaya çıkarlarsa, daha radikal gruplara katılabilirler.

Benzer şekilde, gazeteci Ahmed Raşid’in, Hizb-ut Tahrir’in kıdemli bir lideri olduğunu iddia eden bir kişi ile yaptığı röportajda, organizasyonun davranışının şiddet kullanmaya kayıp kaymayacağı konusunda kesin bir belirsizlik sergileniyor. Şöyle diyor: “Hizb-ut Tahrir maddi eylemsiz bir cihad yürütüyor ki; bu savaşla değil anlatma, ikna etme ve tartışma yoluyla yayılımdır. Fakat eninde sonunda bir savaş olacaktır. Çünkü Orta Asya devletlerinin baskısı çok serttir.

Görünen o ki; Hizb-ut Tahrir’in liderliğinde de zaten taktikler konusunda, bir anlaşmazlık bulunuyor. En azından iki olayda bazı önemli gruplar, Hizb-ut Tahrir liderliğinden bağımsız siyasi hareketler kurarak ayrıldılar. 1997’nin başlarında Özbekistan’ın Fergana bölgesinde bir grup, yerel liderlik tartışmalarından sonra Yu. Ekremov liderliğinde ana gövdeden ayrıldı. Sonraki ayrılık, -rapor edildiği şekilde- 1999’da Taşkent kolunda gerçekleşti. Ayrılan grup kendi partisini kurarak, partilerine Hizb en-Nusra (Nusret Partisi) adını verdiler. Ayrıntılar tamamen belirgin değildir. Fakat bu grup, önemli oranda genç üyenin tutuklanmasından sonra, siyasi mücadele ile propaganda metodundan memnun olmadıkları için ayrılmış görünmektedir. Zira daha şiddetli metodlar için hazır olmuş olabilirler. İleride de hem şahsi nedenlerle hem de siyasal taktikler konusunda, ayrılıkların yaşanması mümkündür.

***

Bu raporun orijinali: A400538_30012002.pdf [307 kb]

YIL 13  SAYI 149  SAFER 1423  MAYIS 2002

Yukarı