11 Eylülden sonra başlatılan Haçlı
seferleri, hızından hiçbir şey kaybetmeden dolu dizgin devam
etmekte, Amerika'nın eşliğinde Müslüman avı bütün İslam
aleminde acımasızca sürmektedir. Bu savaşta bölgeler ve
yerler değişse de açık ve hiçbir yoruma muhtaç olmayan
konum; savaşın muhataplarının sadece Müslümanların
olmasıdır. Filistin’de gelinen nokta da bunun dışında
değildir. Burada değişen ise zulüm makinasında ABD’nin
eşliğinde İsrail denen pis yahudilerin olmasıdır.
İsrail’in bölgede işlediği
katliamların yeni olmadığı bilinmektedir. Fakat son dönemler
katliamda farklılıkların olduğunu da söylemek gerekir. Bu
farklılıkları özetle şöyle sıralamak mümkündür:
a-
Olayın Dick Cheney ile
bağlantılı olan yönü;
Dick Cheney, Irak konusunda bilindiği gibi
bazı ülkelerle bir dizi temaslarda bulunmuştu. Bu gezide
dikkat çeken yönler, Cheney’nin görüşmelere İngiltere’den
başlayıp görüşmelerini İngiliz kuklası olan Türkiye ile
bitirmesi idi. Bu iki ülkeden olası bir Irak savaşında
kullanılmak üzere asker isteyen Cheney olumlu cevap alamadı.
Bunun yanında diğer olumsuzluklar; yani Orta Doğudaki hain
kukla yönetimlerin, halklarını durdurmaları noktasında temel güvenceler
verememeleri yer almaktadır. Olayın İsrail ile bağlantılı
olan yönü ise; Irak’a düzenlenecek olası bir saldırıda
Irak için son nokta olan ve Orta Doğu’yu peşine
takabileceği, karadan bütün gücü ile İsrail üzerine
yöneleceği bir saldırıdır. İşte bu noktada İsrail ABD’den
hayati güvenceler istemiştir. Bunlar; sınırlarının tam güvence
altına alınması; İsrail’in işgal ettiği topraklarda
herhangi bir otonomi veya devletçiğe müsaade edilmemesi; Arap
ülkelerinin İsrail varlığını şartsız tanımaları;
olası bir savaşta bütün masraflarının teminat altına
alınması.
Bu saydığımız hususlar Amerika için zor
olan şartlardan değildir. Çünkü daha önce İngilizlerin
karakol olarak kullanmak için bölgeye yerleştirdikleri bu uru
(İsrail’i), bugün Amerika bölgede hakimiyetini uzun
ömürlü kılmak için kullanacaktır. Hatta bu noktada kendi
askerine de gerek kalmayacak, kendisinin yapacağı işleri
maddi destekle, salyası akan İsrail'in kudurmuş köpeklerine
yaptıracaktır.
b-
Müslümanlara karşı olan kin:
Bilindiği gibi Amerika Afganistanda
giriştiği katliamları sürekli kılmak ve Müslüman varlığını
tümden körleştirmek için yoğun saldırılarını devam
ettirmektedir. Halen dünyanın bir çok bölgesinde
Müslümanlar katledilmekte, yurtlarından sürülmekte, ağır
hayat şartlarında yaşamaya mahkum edilmektedir. Filistin bölgesindeki
Müslümanların bugün yaşadığı olaylar da bunun bir parçasıdır.
Bölgede cereyan eden bütün olaylar Amerikanın bilgisi ve
planı dahilindedir. Hatta bu olaylar, CIA-Mossat işbirliği ile
yürütülmektedir. Bir zamanlar Amerika tarafından Beslenen
Arafat, CNN’e yaptığı açıklamada şöyle diyor; “İsrail
Amerika'nın izni olmadan bölgede hiçbir iş yapmaz.” (Bu gerçekleri
önceden bilip daha sonradan açıklamak zorunda kalanlar; galiba
koltuklarının ellerinden alınacağını hissettiği an düşünmeye
başlıyorlar.) Ayrıca bölgede Filistin'deki Barış Gücü'nde
görev yapan Hava Pilot Binbaşı Cengiz Toytunç'un CIA tarafından
vurulduğu yapılan incelemeler sonucu ortaya çıkmıştır.
Amerikanın Ortadoğu temsilcisi (Em.) General Anthony Zinni
halen bölgededir ve İsrail’i yönlendirmektedir. ABD savunma
bakanı Powel yaptığı basın toplantısında İsrail
saldırılarının; “üç hafta daha süreceğini” açıkladı.
Ayrıca Amerika’da başta Bush olmak üzere bütün
yöneticileri İsrail’in girişimlerini haklı,
Filistinlilerin girişimlerini terör eylemi olarak kabul
etmektedirler. Bush basına yaptığı açıklamada “İsrail’in
yanında” olacaklarını defalarca ifade etmiştir.
Amerika aslında İsrail’le beraber bölgede sivrilen bütün
İslami guruplardan rahatsızdır. Bu rahatsızlıklarını
Afganistanda olduğu gibi kıyımla bitirmek istemektedirler.
Yani Orta doğuda “ABD-İsrail haçlı seferleri” bir cephe
daha açmıştır.
c-
Filistin
Devleti'ni Ürdün’de
kurma planları
İsrail Batı Şeria ve işgal ettiği diğer
bölgelerden çekilmeyi hiçbir zaman taahhüt etmedi. Hatta
Amerika'nın daha önceleri bölgeye Arafat önderliğinde
yerleştirmek istediği bir Filistin devletinden rahatsızlık
duymakta ve her defasında işi zora sürmekteydi. İşte bu
sıkıntılı anında, Amerika'nın arkasına sığındığı 11
Eylül, İsrail’in de işine yaradı ve Filistin Özerk
Devletini Afganistan Taliban yönetimiyle eşdeğer tutarak bölgeden
atma eğilimine yöneldi. Bu noktada yapılacak iş; bölge halkını
sindirmek, alt yapı dahil her şeyi yakıp-yıkmak, kanlı
katliamlara girişerek Filistin halkını Ürdün sınırları içerisine
yitmektir. Bu aşamada Arafat’ın, Amerikan güvencesinde
yeniden Tunus’a sürgün edilmesi kaçınılmaz görünüyor.
Hatta Şaron iki seçenekten birini seçmesi için Arafat’a
baskı yapmaktadır. Ya sürgün ya ölüm. Bunu açık kalan
mikrofonundan basına yansıyan sözcüklerin altında da görmek
mümkündür. Çok rahat tavırlar içerisinde şöyle diyor: “Büyük
bir fırsat doğmuştur. İşi uzatmadan Arafat’ı hemen sürgüne
gönderelim.” Bütün bunlar gösteriyor ki; İsrail’in
İşgal ettiği bölgelerde bir daha Filistin yönetiminden
bahsedilmeyecektir. Birleşmiş Milletler Filistin devletinden
bahsetmiştir ama yeri hakkında hiçbir şey telaffuz
etmemiştir. Büyük olasılıkla Ürdün yakında bölünmeye
gebedir. Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı Ürdün’de
bir Filistin Devleti kurma planları yatmaktadır. Olayların
akışı da o yönde yoğunluk kazanmıştır.
d- Müslümanlardaki tansiyonu
ölçme
Afganistan saldırıları ve sürdürülen
Müslüman kıyımı karşısında her ne kadar Amerika’ya
karşı sesler yükselmiş, toplumlarda kin ve nefret ön plana
çıkmışsa da hayatta fazla etkisi olmadığı bir gerçektir.
Bu girişimler Amerika’ya geri adım attırmasının aksine
cesaret kazandırmıştır. Orta Doğu'da yakacakları ateşin
tesirini, etkilerini, tepkilerini; İsrail’de yaktıkları
ateşle denemek istemektedirler. İsrail tarihinde bu denli
saldırıların en şiddetlisini gerçekleştirdiği şu günlerde
ise çok rahattır. Nedeni gayet açıktır. Çevresinde
milyonlarca Müslüman olmasına rağmen giriştiği bu
eylemlerde hiçbir zorlukla karşılaşmamış, aksine destek
bulmuştur. En büyük desteği Amerika’dan alan İsrail
ikinci büyük desteği de bölgedeki hain yöneticilerden almıştır.
Onlar Lübnan’da gerçekleştirdikleri “Arap Zirvesinde”
İsrail’i tanımak için adeta yarışmışlardır. Bu
yarışı başlatan Suud yönetimi elinde modern silahlar olmasına
rağmen ordusunu pis, korkak yahudilerin üzerine sürme
cesaretini gösterememiştir. Diğerlerinin de bundan pek farkı
yoktur. Ne Mısır'ın, ne Türkiye'nin, ne Suriye'nin, ne Ürdün'ün böyle
bir işi yapmaya cesaretleri vardır. Onların ordularını ve
polislerini harekete geçirdikleri tek husus; Müslüman
halklara korku salmak, dipçik zoru altında tutmak, yürüyüşler
yapanları, başörtüsü takanları okullardan kovmak, sokak
sokak köşe bucak demeden rejimlerine karşı gelen Müslümanları
bulup hapsetmektir. Hain liderler ordularını ancak Müslümanlara
karşı harekete geçirmektir. İsrail bundan nasıl cesaret
almasın ki?!..
Halklara gelince; halklar sindirilmiştir, bu
sindirme (zorla ve de) aşı yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.
İslam beldesindeki otoritelerin gücü Müslümanlar üzerinde
dönmektedir. Bir çok beldede İslam davasını yüklenenler
için özel hapishaneler, işkence merkezleri kurulmuştur.
Hatta artık bununla da yetinmeyen hain idareciler
yakaladıkları Müslümanları Amerikan celladının eline
teslim etmektedirler.
Müslümanlar bugün bu gibi olaylara duyarsız
ve seyirci kalıyorlarsa güçsüzlüklerinden değil, aşama
aşama bu hallere alıştırıldıklarından dolayıdır.
Tarihle günümüz olaylarında sergilenen Müslümanların
tavırlarını göz önüne getirdiğinizde arada büyük farklılıklar
olduğunu göreceksiniz. Bir Müslüman kadının yahudiler
tarafından cilbabını (örtüsünü) dikenle bağlayarak vücudunun
açılmasına karşın kendini feda eden Müslüman şahsiyetle,
bugünkü şahsiyetleri bir karşılaştırın. Bir Sütçü
İmam, kadının örtüsüne el uzatan kafir Fransız askerlerine
karşı meydanlara düşerken, bugün vaizlerinde yahudileri
lanetlemekten korkan devlet mollalarına bir bakın! Bir
kadının hapse atılmasından dolayı ordularını harekete geçiren
yöneticinin durumuyla bugün yahudi varlığını korumak için
onunla askeri anlaşmalar yapan hain yöneticilere bir bakın!
Evet, geçen zaman diliminde çok şey
değişmiştir. Müslümanlar önce başlarındaki hain
idarecilerin, küfür sistemlerin varlığı altında yaşamaya
alıştılar. Sonra varlıklarını sınırlara hapsederek bir
ümmet olduklarını unuttular.
Evet, geçen zaman diliminde
Müslümanların üzerlerine önce coplar
inip kalktı sonra Filistin askıları.
Önce kolları kırıldı, sonra kafalarına birer kurşun.
Önce kamplarda topladılar, sonra toplu mezarlar... Önce teker
teker evler yıkıldı, sonra toplu sürgünler... Önce
üniversitelerden sökülüp atıldı başörtüsü, sonra
bütün okullar ve kurumlar girdi devreye.
İnsanın kanını dondururcasına
katliamların yaşandığı böylesi olaylara karşı Müslümanlar
herhangi bir filimi seyreder gibi tavır almaktadır. Bunun için
hiçbir yerden el uzanmıyor Filistinliye, Kosovalıya,
Bosnalıya, Afganlıya... İslam ümmeti ümmet olma şiarını
kaybettiği için ne kadar da rahat şimdi korkak Amerika ve
İsrail. İncinmeler, sızlanmalar, ahlar, vahlar dizmece tarihi
olayların bahaneleri gölgesinde artık yok oldu. Yani
kafirlerin yaptığı zulüm aşısı İslam ümmetinin
bedeninde yer tuttu. Oysaki ayeti kerimede Allah (cc) şöyle
buyuruyor:
“Müminler ancak kardeştirler.”
(Hucurat 10)
Ayrıca Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Mü’minler; birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet
etmekte ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler.
Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa diğer uzuvlar da bu
yüzden rahatsız olurlar. Uykusuzluk ve humm ile (yüksek ateş) onun için birbirlerini yardıma çağırırlar.” (Buhari,
Müslim)
|